Bu dönem Vakıflar İdaresi ile sürtüşmelerimiz de doruk yaptı.
27 Ocak 2008 tarihli ve “Vakıfların Maraş’taki Mallarına Sahip Çıkma Zamanı Geldi”, bakınız http://www.ataatun.org/vakiflarin-marastaki-mallarina-sahip-cikma-zamani-geldi.html
Yazımda şunları dile getirmiştim: “Bu davaları yeni bir fırsat olarak görmeliyiz ve “Karşı Dava açarak” ata yadigârı mülklerimize tekrar sahip olabilmek için elden gelen her yolu denemeliyiz. Bence bunu yapmanın zamanı geldi geçiyor bile. Söz konusu 11 davanın içinde benim tespit edebildiğim birkaç dosyadaki taşınmaz mal Maraş’taki ata yadigarı ‘Abdullah Paşa Vakfı ile Lala Mustafa Paşa Vakfı”na ait. Bu mallar evrakta sahteleme yapılarak 1913-1930 yılları arasında hile ile gasp edilmiş. Gazi Mağusa Kaza Mahkemesinin 271/2000 ve 272/2000 sayılı Davalarında verilen “Tespit Kararları” ile Maraş’ın %90′ı Lala Mustafa Paşa Vakfı ile Abdullah Paşa Vakfı’na aittir.
Bu gün AİHM’nin önüne gelecek olan dosyalar arasındaki söz konusu bu birkaç mülk de de, Lala Mustafa Paşa Vakfı ile Abdullah Paşa Vakıflarının sahibi oldukları ve sahtecilikle gasp edilen malların arasında.
KKTC Vakıflar İdaresinin, KKTC Devleti ile Xenides-Arestis aleyhine KKTC Magosa Kaza Mahkemesinde bir dava açması ve tapu kütüklerinin düzeltilmesini talep etmesi gerekmektedir. Halen de geç kalınmış değildir. Düzeltme sonrasında da söz konusu taşınmaz malların Vakıflar İdaresine veya varislerine teslimini öngören Hüküm ve Emir almasının da zamanı gelmiştir’ diyerek, konuyu canlı tutmaya ve Türkiye Cumhuriyeti’nin de dikkatlerini konu üzerine çekmeye çalıştım.
Ok yaydan çıkmıştı artık.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığının ilgili birimi ve Osmanlı Arşivleri konuya yavaş bulaşmaya başladılar. Vakıflar ve Vakıf arazileri üzerine uzman bir Avukat hanım, KKTC’ye geldi ve kendisi ile uzun bir istişaremiz, belge değiş tokuşumuz oldu.
Abdullah Paşa ve Lala Mustafa Paşa varisleri de Türkiye’de konu ile ilgili mahkemede soy ağacı tescili yapmışlar, bunun devamı olarak da yasal varis olduklarına dair davayı da başlatmışlardı.
31 Mayıs 2009 tarihinde yazdığım “Vakıflar ne olacak” başlıklı yazımda “Geçmiş dönemde Vakıflar İdaresinin ehil olmayan ellerde yara aldığı apaçık ortada. Vakıflar için çalışacaklarına, Vakıfları yandaşları için çalıştırdılar. Dörtyüz yıldan fazla bir zamandır Osmanlı Vakıf malı olan topraklarımıza sahip çıkacaklarına, sadece şov yaptılar. Ücretsiz yapılacakken, söylentilere göre 800,000 TL’ye Osmanlıca yazılmış evrakların çevirisini yaptırıp yurt dışında ‘400 yıllık tarihimiz sergileniyor’ diyerekten manşetlik gösteriler yaptılar ama bana istediğim hiçbir evrakı da vermediler. Bırakın vermeyi, Vakıflar İdaresinin kapısından bile içeri sokmadılar. Üstüne üstlük Kıbrıs’ın Tarihine, Edebiyatına ve Kültürüne hizmet eden, kurulduğu 2001 yılından günümüze 36 kaynak kitap yayınlamış olan SAMTAY Vakfımızı kapatmamız için bize yazı bile gönderdiler, utanmadan…” yazarak tüm infialimi dile getirmişim.
Dönemin Vakıflar idaresi, Maraş’taki ve adanın diğer yerlerindeki gasp edilmiş Vakıf mallarını araştıracağına Edremit köyündeki bir kiliseyi yıllığı 5 TL’ye bir yandaşına kiralayarak bir başka skandala imza atmış. Konuyu 31 Mayıs tarihli yazımda “Vakıflar İdaremiz, Edremit köyündeki Kiliseyi yıllığı 5 TL’ye kiraya vermiş. Büyük bir olasılıkla da kiliseyi caba kiraladıkları kişi de bir yandaşları. Her zaman olduğu, her alım veya ihalede yaptıkları gibi” demişim.
(Devam edecek…)
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
29 Nisan 2016
27 Ocak 2008 tarihinde yayınlanan “Vakıfların Maraş’taki Mallarına Sahip Çıkma Zamanı Geldi” başlıklı yazımda (bakınız http://www.ataatun.org/vakiflarin-marastaki-mallarina-sahip-cikma-zamani-geldi.html ) “Aresti’nin dedesi Mavrodi Haji Hambi Mavreli, 15.09.1913 tarihinde Mülhak Vakıf olarak kayıtlara geçmiş Abdullah Paşa Vakfının söz konusu malını evraklarda sahteleme yaparak hile ile tapuda adına kaydetmiş. Bu malı da 35 yıl sonra 5.10.1949 tarihinde kızı Anna Mavroudi Haji Hambi’ye bağışlamış. Bayan Anna da söz konusu malı kızı Mira Xenidu’ya yani Mira Xsenti-Arestis’e 28.02.1974 tarihinde hibe etmiş.
İşte dolandırıcılığın ve Türk Vakıf Mallarını gasp edilmesinin kısa hikâyesi bu şekilde. Ama biz bunu bir türlü bizim Vakıflar İdaremiz ile üst düzey yöneticilere anlatamadık. Aslında anlattık da anlamak istemediler. Bütün uyarılarımız ve çağrılarımıza rağmen Vakıflar idaremiz ile üst düzey yöneticilerimizin konuyu ciddiyetle ele almadılar ve söz konusu dava AİHM’de görüşülürken Aresti’ye ait olduğu iddia edilen taşınmazın Abdullah Paşa Vakfına ait olduğu hususunda yeterli veriler her nedense zamanında Mahkemeye sunulamadı. Bu ihmalden dolayı da Aresti davasında, ata mallarımız sahtecilikle gasp edilmiş olmasına rağmen haksız bulunduk ve tazminat ödemeye mahkûm edildik” diye yazarak konunun vahametini ortaya koydum ama dönemin Cumhurbaşkanının bana gönderdiği mesaj farklıydı. “Maraş’taki Vakıf Malları konusunu ortaya atmakla müzakerelerin gidişatını sabote ediyorsun” şeklindeki mesajla Cumhurbaşkanlığından destek beklerken köstek görmeye başladık aniden ve önümüzdeki tüm kapılar kapandı.
Arkasından ne kadar dedikoduya ve şehir efsanesine inanan ve araştırma yapmak tenezzülünde bulunmayan bilge kişi varsa bana mesajlar göndermeye başladılar.
Bana hep söyledikleri “1960 Kıbrıs Anayasası’nın “EK U” (Annex U) içeriğine göre dönemin liderleri rahmetlik Dr. Fazıl Küçük ve Rauf. R. Denktaş, İngiliz sömürge İdaresinden bir buçuk milyon Sterlin aldılar ve Vakıf mallarımızdan vazgeçtiler” şeklindeydi. Yalanın, iftiranın ve gerçek dışı konuşmanın daniskasıydı söyledikleri. Üşenmedim ağır bir politik dille yazılmış “Ek U”da yer alan gelen mektubu ve verilen yanıtı Türkçeye çevirdim ve hepsine tek tek gönderdim. Gönderdiğim çeviri, Kıbrıslı Türklere ödenecek olan bir buçuk milyon Sterlin’in ne amaçla verildiği ve nerelere harcanacağı tek tek yazmaktaydı.
Ruhları şâd, mekanları Cennet olsun, rahmetlik Rauf R. Denktaş ve Dr. Fazıl Küçük beylerle hayattalar iken, yüz yüze yaptığım görüşmede konuyu dile getirmiş ve sormuştum. Bana ayrı ayrı zaman ve mekanda verdikleri yanıtta;
a- Dönemin valisi tarafından Kıbrıs Türk Cemaatinin liderleri olarak kendilerine gönderilen mektubun üzerine kendi el yazıları ile yazdıkları “Vakıf Malları ile ilgili Kıbrıs Türk Cemaatinin mülkiyet haklarının baki kalması koşulu ile” kabul ettiklerini belirtmişler,
b- Toplum liderleri olsalar da atalarımızdan kalan Vakfı mallarının sahipliliği veya da mülkiyeti hakkında söz söylemeye herhangi bir hakları olmadıklarını özellikle vurgulamışlardı bana. Devamla Vakıfların mülkiyet haklarından vazgeçmiş olsalardı bile bunun yasal olarak hiçbir geçerliliği olmayacağını da söylemişlerdi.
Zaten Vakıflar İdaremiz ile Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı ve Dışişleri bakanlığının müştereken yaptıkları araştırma da rahmetlik liderlerimizin sözlerini ve beyanlarını tamı tamına doğrulamaktadır.
Çok önemli değildi Kıbrıs’taki kapıların kapanması. Osmanlı Devleti dünyanın en iyi arşivci devletlerinden bir tanesiydi ve Kıbrıs Vakıf malları ile ilgili kayıtlar hem Ankara’daki T.C. Başbakanlık Osmanlı arşivlerinde, hem İstanbul’da bulunmaktaydı. T.C. Lefkoşa Büyükelçiliği kanalı ile T.C. Başbakanlık Osmanlı Arşivlerine yaptığım başvuruya anında olumlu yanıt geldi… (devam edecek)
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
27 Nisan 2016
Vakıflar İdaremizin 2009 yılında başlattığı Kıbrıs adasındaki vakıf arazileri konusundaki çalışma yarıyı çoktan geçti, hızla sona doğru gidiyor. Sonunda da Kıbrıs sorununa çözüm getirme müzakerelerinde bir deprem yaratacağı, Mülkiyet başlığını alt üst edeceği kesin.
2002 yılında Annan Planı dönemi başladığında Maraş’ın üzerinde bulunduğu toprakların Kıbrıs Türk Vakıflar İdaresine ait olduğuna dair çalışmalarımı başlatmıştım. Konuyu kaşıdıkça ortaya yeni yeni bulgular çıkıyordu.
O dönemde haftalık olarak ART Televizyonunda yaptığım programda Maraş’taki toprakların büyük bir kısmına sahip olan Abdullah Paşa Vakfı ve Lala Mustafa Paşa Vakıflarının varislerini beni aramaları çağrısında bulunmuştum.
Bir müddet sonra varislerden haberler gelmeye başladı. İstanbul’un köklü ailelerinden oluşan varislerle görüşmek için İstanbul’a gittim ve tek tek hepsiyle görüştüm. Ellerinde hem tapuları hem de İngiliz Sömürge yönetiminin kendilerine ödediği kiraların makbuzları vardı. İlk iş varis olduklarını yargı kanalı ile ispatlamalarını önerdim, sonra da Ahkamü’l-Evkaf (Evkaf Hükümleri) uyarınca mütevelli heyeti oluşturmaları, gallaher (gelir tahsil edici ve yönetici) atamaları ve kendi adlarına tüm işleri yönetmesi için Kıbrıs Vakıflar İdaresi’ni vekil tayin etmelerini önerdim.
Çalışmalar hızla başlamış devam ediyordu ki Annan Planı referandumu sonrasında yapılan seçimlerde Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) hükümet olunca sıkı bir şekilde frene basıldı. Hem de ne basma. Önce CTP hükümetinin Vakıfların başına atadığı Müdür, talepte bulunduğum arşivlerde çalışma isteğime ve bazı evrakların fotokopisinin verilmesi isteğime olumsuz yaklaştı, üstüne üstlük görüşme isteklerimi de reddetti.
Maraş’taki Vakıf Mallarını derinlemesine araştırmak ve daha gün ışığına çıkarılmamış olası bilgilere de ulaşabilmek amacı ile 28 Aralık 2006 tarihinde KKTC Vakıflar İdaresi genel Müdürüne yazdığım, Kıbrıs Vakıflar Örgütü ve Din İsleri Dairesi kasa odasında bulunan “Sadr-ı Esbak Abdullah Paşa İbn Hasan Paşa Evkafı: Ref No. V.G.M.A 1057” no.lu dosyanın içinde yer alan Abdullah Paşa Vakfına ait mülklerin evraklarına bir araştırmacı olarak bakmak istediğime dair yazıya 10 Ocak 2007 tarihinde yanıt geldi. Bana gelen yazıdaki, “Bilimsel incelemeye açık belgeler dışındaki idare arşivinin üçüncü kişilere verilmesi idare açısından uygun değildir” cümlesi ile Vakıflar İdaresi uhdesinde bulunan evraklarda araştırma yapmak talebim reddedildi… Bakınız 12.10.2007 tarihli “KKTC Vakıflar İdaresi Fiyaskosu başlıklı” yazım, http://www.ataatun.org/kktc-vakiflar-idaresi-fiyaskosu.html
27 Ocak 2008 tarihinde yayınlanan “Vakıfların Maraş’taki Mallarına Sahip Çıkma Zamanı Geldi” başlıklı yazımda (bakınız http://www.ataatun.org/vakiflarin-marastaki-mallarina-sahip-cikma-zamani-geldi.html ) “Aresti’nin dedesi Mavrodi Haji Hambi Mavreli, 15.09.1913 tarihinde Mülhak Vakıf olarak kayıtlara geçmiş Abdullah Paşa Vakfının söz konusu malını evraklarda sahteleme yaparak hile ile tapuda adına kaydetmiş. Bu malı da 35 yıl sonra 5.10.1949 tarihinde kızı Anna Mavroudi Haji Hambi’ye bağışlamış. Bayan Anna’da söz konusu malı kızı Mira Xenidu’ya yani Mira Xsenti-Arestis’e 28.02.1974 tarihinde hibe etmiş.
İşte dolandırıcılığın ve Türk Vakıf Mallarını gasp edilmesinin kısa hikâyesi bu şekilde. Ama biz bunu bir türlü bizim Vakıflar İdaremiz ile üst düzey yöneticilere anlatamadık. Aslında anlattık da anlamak istemediler. Bütün uyarılarımız ve çağrılarımıza rağmen Vakıflar idaremiz ile üst düzey yöneticilerimizin konuyu ciddiyetle ele almadılar ve söz konusu dava AİHM’de görüşülürken Aresti’ye ait olduğu iddia edilen taşınmazın Abdullah Paşa Vakfına ait olduğu hususunda yeterli veriler her nedense zamanında Mahkemeye sunulamadı. Bu ihmalden dolayı da Aresti davasında, ata mallarımız sahtecilikle gasp edilmiş olmasına rağmen haksız bulunduk ve tazminat ödemeye mahkûm edildik” diye yazarak konunun vahametini ortaya koydum ama dönemin Cumhurbaşkanının bana gönderdiği mesaj farklıydı…
(Devam edecek…)
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
25 Nisan 2016
Dimetoka, 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Anlaşması ile Yunanistan’a bırakılan, Türkiye sınırına 12 kilometre mesafede, Sofulu’nun 20, Dedeağaç’ın 90 kilometre kuzeyinde, Evros (Meriç) ilinin (Nomos) sınırları içinden geçen Kızıl Çay’ın içerisinden geçtiği bir ilçe. 1361 yılından 1923 yılına kadar toplam 562 yıl Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yer alan bu ilçe, o gün bu gündür Yunanistan sınırları içinde.
Nüfusu 9 bin civarında olup sakinlerinin büyük bir kısmı Türk ve Müslüman. Lozan Anlaşmasına göre ilçede yaşayanların statüleri azınlık, daha doğrusu Müslüman azınlık. Yunanistan hükümeti herhangi bir şekilde ve yerde Türk kelimesinin kullanılmasını asla kabul etmediği için tanımlamaları Müslüman olarak geçiyor.
Bu güzel Osmanlı ilçesinde bir da camimiz var. Adı Çelebi Sultan Mehmed I Camii veya da Bayezid Mehmed I Camii. Osmanlı padişahı I. Murad, Edirne’de Eski Saray inşa edilirken 5 yıl burada kalmış, oğlu Yıldırım Bayezid burada doğmuş. Önemli bir Osmanlı mimari eseri olan Çelebi Sultan Mehmet Camisi, -ki bazı yerliler Dimetoka Beyazıt Camisi de denmektedir- bu dönemde inşa edilmiştir. Şu an Bakımsız ve son derece kötü durumdadır, Çelebi Sultan Mehmet, nam-ı diğer Dimetoka Beyazıt Camisi.
24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Anlaşmasına göre azınlık statüsüne dahil edilen Dimetokalı Türklerin neredeyse hiçbir hakları yoktur. Dolaşımları, iş bulma imkanları, iş kurma olanakları, ev, bina, işyeri, atölye ve benzeri bina yapmaları yasaktır. 1 Ocak 1981 tarihinde Yunanistan’ın AB’ye girmesi ile her tür insani hakka sahip olacaklarını zanneden Dimetokalılar süreç içinde hiçbir hakka sahip olamayacaklarının farkına vardılar. Ayırımcılık ve zulüm o denli büyük boyuttaydı ki, otomobil ehliyeti olana traktör ehliyeti verilmemekteydi sırf toprakla uğraşamasın diye, traktör ehliyeti olana da otomobil ehliyeti verilmemekteydi, çiftçilikten başka bir iş yapamasın diye.
Konun özü aslında Çelebi Sultan Mehmet Camisi nam-ı diğer Dimetoka Beyazıt Camisi.
Dimetoka’daki bu camimiz gerçekten de dökülüyor vaziyette. Yunanistan hükümeti, Lozan Anlaşmasına göre azınlık statüsüne indirgemiş Müslümanların bu camiyi tamir etmesine, bakım yapmasına izni yok. Caminin 2 şerefeli bir minaresi var ama minarenin külahı da bulunmamakta. Yunanistan hükümeti külahın yapılmasına da izin vermiyor. Doğal olarak da Külah olmayınca “Alemi” ve Alem’in en uç kısmında, göğe bakan bir şekilde yerleştirilen Müslümanlığın simgesi olan “Hilal”i de bulunmamakta bu camimizin.
Tüm bunlara ilaveten bu camimizden “Ezan” okunmasına da izni yok, anlı şanlı ve insan haklarına son derece saygılı olduğunu iddia eden, kendi gözündeki merteği göremeyen ama Türkiye’nin gözündeki çapağı görebilmek için fago (büyüteç) kullanan Avrupa Birliğinin ve onun ayrıcalıklı üyesi Yunanistan hükümetinin.
İşte azınlık olmak böyle bir şey.
Rum Yönetimi başkanı Anastasiadis, Yunanistan, Avrupa Birliği ve de BM Genel Sekreterinin Kıbrıs Özel Danışmanı Eide de, bizler Kıbrıslı Türklere “Ayrıcalıklı Azınlık” statüsünü uygun görmekteler. Eide de artık açıklamalarında “Çoğunluk olmayan Toplumlara Avrupa Birliği’nin tanıdığı ayrıcalıklardan” bahsetmeye başladı son bir aydır. Bizleri azınlık statüsüne düşürmek için perde arkasında çok çalışıyorlar anlaşılan…
Hiçbir zaman ve hiçbir koşulda “Azınlık” veya da nam-ı diğerle kandırmaca isimli “Ayrıcalıklı Azınlık” olmayı kabul etmeyecektir Kıbrıs Türk halkı.
Biz şehitlerimizi, evlerimizi, köylerimizi, tarlalarımızı, zahiremizi, hayvanlarımızı ve de en önemlisi geleceğimizi “Azınlık” veya da “Ayrıcalıklı azınlık” olmak için vermedik…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
22 Nisan 2016
1 Nisan 1955 tarihinde, özellikle Kıbrıs adasını Yunanistan’a ilhak etmek için, dönemin Başpiskoposu Makarios ve Kıbrıs kökenli Yunan Ordusu Albayı Yorgos Grivas tarafından kurulan EOKA ile Mart 1964 tarihinde Kıbrıs Rum Yönetimin aldığı kararla ve Temsilciler Meclisinden geçen yasa ile kurulan Rum Milli Muhafız Ordusu (RMMO), 1956-1974 yılları arasında 1298 silahsız ve masum kardeşimizi, yollardan, evlerinden, tarlalarından, iş yerlerinden ve benzeri yerlerden sadece ve sadece Türk oldukları için toplayarak şehit etmiştir.
Rumlar tarafından kahpece ve kalleşçe şehit edilen bu kardeşlerimizin;
200 tanesi çocuktur,
268 tanesi 46 yaş üzeri erkeklerdir,
124 tanesi kadınlarımızdır,
706 tanesi de genç erkeklerimizdir.
Adı “Kıbrıs Rum Yönetimi” olan bu katil devlet, devlet olmanın tüm olanaklarını kullanarak özellikle resmi yollardan 1963-1974 yılları arasında her tür silahı, adada yaşamlarını sürdüren Kıbrıslı Türkleri yok etmek için, işine geldiği zaman yasal yollardan, işine gelmediği zaman da yasal olmayan yollardan Kıbrıs adasına ithal etti ve Kıbrıslı Türkleri imha etmek için acımadan kullandı.
Avrupa Birliğini arkasına aldığı düşüncesi ile kendisini dağların kralı sanan Kıbrıs Rum Yönetimi başkanı Nikos Anastasiadis, müzakereler devam ederken ferman üstüne ferman yayınlıyor, isteklerini de sıralıyor.
Anastasiadis’in isteği, son 48 yılda oluşmuş BM’nin “Siyaseten eşit haklara sahip, iki toplumlu ve iki bölgeli, egemenliği Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türklerden eşit olarak neşet edecek, iki kurucu devletten oluşan Federal Cumhuriyet” Federal Kıbrıs Cumhuriyeti tanımından kaçmak ve bunun yerine de “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki bölgeli iki toplumlu tek egemenliği, tek uluslararası temsiliyeti ve tek vatandaşlığı olan federasyona evirilmesi (dönüşmesi)”ni kabul ettirmek.
Bu konuda üyesi olduğu AB’de müthiş bir lobicilik faaliyeti yürütmekte. Maalesef, bu girişimlerinin meyvelerini almaya başladı denilebilir.
Anastasiadis’e göre hem müzakerelerin sonunda kurulacak Federal devlet mevcut katil “Kıbrıs Rum Yönetimi”nin federasyona evirilmesi olacak, hem de Kıbrıslı Türkler bu federal yapı içinde “Ayrıcalıklı Azınlık” statüsüne sahip olacak!
Anastasiadis ve yandaşı ülkeler öyle isteyedursun, Kıbrıslı Türklerin büyük bir çoğunluğunun, çok değil daha 40 sene evvelsine kadar kendilerini Kıbrıs adasından yok etmek için yasal veya yasal olmayan yollardan Kıbrıs adasına silah ithal etmiş, Yunanistan’dan gizli gizli asker getirtmiş ve Kıbrıslı Türklere kanlı saldırılar düzenlemiş olan bu katil devletin şemsiyesi altına girmeye ve “ayrıcalıklı azınlık” olarak yaşamaya hiçbir niyeti yok.
Aramızda, geçmişi masum Türkleri öldürmekle kirlenmiş Kıbrıs Rum Yönetimi altında “ayrıcalıklı azınlık” statüsünde yaşamak isteyen varsa, şimdiden gidebilir, dönüşüme ya da evrimleşmeye de şimdiden başlayabilir. (Anastasiadis’in adada yaşamlarını sürdüren Türklerin sayısını dört’e bir oranında kısıtlamak istemesindeki kirli amacının da ne olduğu net bir şekilde belli oluyor zaten.)
Anastasiadis’in istekleri kabul edilmezse, istediği şekilde katil Kıbrıs Rum Yönetiminin Federal Devlete evrimleşmesi gerçekleşmezse ve de Kıbrıslı Türkler “Ayrıcalıklı Azınlık” statüsüne indirgenmezse, masadan kalkacakmış.
Cehenneme kadar yolu var “katil devletin başı” Anastasiadis’in.
Şundan eminim ki, Kıbrıslı Türkler hiçbir zaman katil bir devletin şemsiyesi altına azınlık olarak girmeyi kabul etmeyecektir.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
20 Nisan 2016