Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti donanması

Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti donanması

Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti donanması  

 

1960 yılının 16 Ağustos günü Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ın Garantörlüğü, Ermeni, Maronit ve Latinler’in azınlık hakları ve Kıbrıs Türk ile Kıbrıs Rum halklarının (Anayasa lisanı ile Cemaatlerinin) “Eşit siyasi haklarla kurucu” oldukları Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edilmişti. Bu yeni Cumhuriyeti, BM üyesi ülkeler hemen tanımış ve de aynı gün BM üyesi de olmuştu.

 

Sonradan Başpiskopos Makarios başkanlığındaki Rum hükümeti, adayı Yunanistan bağlamak (Enosis) amacı ile, Kıbrıslı Türklere bu yeni Cumhuriyete ortaklık haklarını veren tüm anayasal hakları, adına “Gereklilik Yasası” (Law of Necessity) koydukları ve Temsilciler Meclisinde sadece Rum milletvekillerinin oyları ile, BM’nin akredite ettiği mevcut Anayasaya tamamen aykırı bir yöntemle kabul edilen sıradan bir yasa ile ortadan kaldırarak, Kıbrıs Cumhuriyetine  tek taraflı olarak el koymuşlardı.

 

Bu nedenle de yazılarımda 1960 yılında ilan edilen Kıbrıs Cumhuriyetinden “1960 Kıbrıs Cumhuriyeti”, bu devletin anayasasından da “1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası” olarak bahsetmekteyim.

 

Ben bu “1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası”nı neredeyse tüm ekleri ile birlikte ezbere bilmekteyim, İngiliz döneminde Rumlara peşkeş çekilen, evraklarda Rumların yaptıkları sahteciliklerle kaybettiğimiz topraklarımıza karşılık İngiliz Sömürge Yönetiminin, Kıbrıs Türk halkına verdiği bir buçuk milyon Sterlin’in gerekçelerini, kullanış amacını ve içeriğini belirten “EK U”da dahil olmak üzere.

 

Bu, Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken ilan edilen, BM tarafından akredite edilerek kayıtlara geçirilen, içinde Kıbrıslı Türklerin de eşit siyasi hakları ile kuruculuğunun yer aldığı 1960 Kıbrıs Anayasası içinde Deniz Kuvvetleri ve Hava Kuvvetleri ile ilgili herhangi bir bölüm yok. Yani 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Deniz Kuvvetleri ile donanması, Hava Kuvvetleri ile savaş filoları bulunmamakta. Kıbrıs Cumhuriyetine karşı gerçekleştirilecek herhangi bir silahlı saldırıda Garantörler, Ek I’e göre müştereken veya da münferiden kendi Kara, Deniz ve Hava kuvvetleri ile karşı koymakla yükümlüler. Bunun da garantisini vermişler.

 

Sadece anayasasının 129’uncu maddesi gereğince yüzde 60 Rum, yüzde 40 Türklerden oluşacak 2000 kişilik bir “Kıbrıs Ordusu” yer almakta Anayasa içinde.

 

Garip olan, eski tabirle de “Gayrı yasal” olan Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin “Deniz Kuvvetleri”ne sahip olması. Kıbrıslı Türklerin onay vermedikleri, Temsilciler Meclisinde Kıbrıslı Türk Milletvekillerinin kurulması için olumlu oy kullanmadıkları bu sözde “Deniz Kuvvetleri”ni kim kurdu, niye kurdu, kime karşı kurdu acaba.

 

Kime karşı kurulmuş olduğunu anlayabilmek için çok zeki olmak gerekmiyor. Makarios hükümetinin askeri gücü olan “Rum Milli Muhafız Ordusu”nun (RMMO) bir kuruluşu “Rum Deniz Kuvvetleri”. Üstelik dün, bugün de kurulmuş değil. 1964 yılında Türkleri adadan temizlemek ve adayı Yunanistan’a bağlamak için karada Kıbrıslı Türklere karşı başlatılan silahlı saldırıları denizden de takviye etmek için 1964 yılının Mart ayında kuruldu.  6-9 Ağustos 1964 tarihleri arasında Erenköy’e saldıran RMMO ve Yunan Tümenine takviye olarak denizden de Erenköy’ü bombalamıştı torpido botlar. Yunanistan’dan RMMO’ya takviye olarak gönderilen bu askeri gemileri, TSK’nın kahraman pilotları tek tek avlamış ve batırmışlardı. Sadece birtanesi batmadan torpido botu karaya oturtmayı başarmıştı.

 

Umman Sultanı Kabus 20 Nisan 2012 tarihinde tatil için, ondan 3 yıl sonra da 5 Kasım 2013 tarihinde Umman Sultanlığı Savunma Bakanı Seyid Bedir Bin Suud Bin Hareb El-Busaid Kıbrıs Rum tarafını ziyaret etmişlerdi. Savunma Bakanı El-Busaid yemeden, içmeden, ağırlamadan ve pohpohlanmaktan o denli memnun kalmıştı ki Umman’a dönüşte Sultan Kabus ile görüşüp, 2 hafta evvel Kıbrıs Rum Yönetiminin “yasal olmayan” Deniz Kuvvetlerine  61 metre uzunluğunda ve saatte 15 deniz mili hız yapabilen, 1,000 tonluk (DWT) açık deniz karakol gemisi hediye etti.

Bu gemi kime karşı kullanılacak. Elbetteki Bizler Kıbrıslı Türklere karşı, aynen 6-9 Ağustos 1964 tarihleri arasında Erenköy’e saldıran RMMO Deniz Kuvvetleri gibi.

 

Sonra da tamı tamına 10 tane “garagöz” Cumhurbaşkanı Akıncı’nın kapısının önüne gidip “Masaya Dön” çağrısı yapıyor.

 

Prof. Dr. Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: AtaAtun1

 

16 Mart 2017
Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti donanması için yorumlar kapalı
Okunma 223
bosluk

Türkiye-Rusya ve bölgesel denge

Türkiye-Rusya ve bölgesel denge

Türkiye-Rusya ve bölgesel denge  

 

Kütüphanemdeki Erhan Afyoncu’nun Osmanlı İmparatorluğu, J. Von Hammer’in Osmanlı Tarihi- Devlet-i Aliye ve Ord. Prof. İ. Hakkı Uzunçarşılı’nın 6 Ciltlik en kapsamlı Osmanlı tarihi olduğunu varsaydığım “Büyük Osmanlı Tarihi” kitaplarına çabucak bir göz attım.

Buna sebep, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın Türkiye-Rusya Üst Düzey İşbirliği Konseyi’nin altıncı toplantısına katılmak için Rusya’ya gitmesiydi.

 

Osmanlı İmparatorluğu tarihine göz atmamın bir başka nedeni de Cumhurbaşkanı’nın beraberinde Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak. Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ. Savunma Bakanı Fikri Işık, Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arştan, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik ile Türk Ordusunun en yüksek rütbeli subayı Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve Milli İstihbarat Teşkilatı’nın en üst makamında görev yapan Müsteşar Hakan Fidan’ın olmasıydı.

 

Rusya’nın dünya tarihinde yer alması Dokuzuncu yüzyılın sonlarında başlar. Aradan geçen yaklaşık bin yıllık süreç içinde Osmanlı Devleti ve Rusya arasında hiç böylesine üstü düzey siyasi bir görüşme ve işbirliği olmamış. İşte benim dikkatimi çeken de görüşmenin bu yönü.

 

1950-1960 yılları arasında Türkiye’de iktidarda olan Demokrat Parti 1954 ve 1957 seçimlerinde halkın büyük bir desteğini alırken, Başbakan Adnan Menderes ve bana göre Dışilişkiler dâhisi olan Fatin Rüştü Zorlu, Batı dünyasının Türkiye’yi “sesi sedası çıkmayan, itiraz etmeyen ve kendileri ne isterse yapmak zorunda olan bir devlet konumunda tutmak istedikleri”nin farkına varmışlar ve yüzlerini yavaş yavaş Rusya’ya doğru döndürme girişimi başlatmışlardı.

 

Türkiye 1955 yılı Nisan ayında Endonezya’nın Bandung kentinde Asya-Afrika zirvesine katıldı. Bu bir ilkti ve NATO üyesi başka bir devlet yoktu zirvede.  Aynı yılın haziran ayında Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Fatin Rüştü Zorlu’nun 300 milyon dolarlık bir kredi temin etmek üzere ABD’de uzunca bir süre kaldıktan sonra Türkiye’ye elleri boş olarak dönmesi Batı ile Türkiye’nin arasının açılmasının başlangıcını oluşturdu.

 

Türkiye’nin Batı’dan beklediği kadar ekonomik yardım alamaması, Türkiye-Rusya ilişkilerinin iyileşmesini sağladı ve 1960 yılının başından itibaren Sovyet Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkiler de yumuşama başladı. Sovyetler Birliği ile Türkiye arasında Başbakanlar düzeyinde ziyaret 1960 yılı Nisan ayının 11’de gündeme geldi, mutabakat sağlandı ve Temmuz ayında yapılması kararlaştırıldı.

 

Yıllardır Türk halkını komünizm tehlikesinin varlığına inandıran, Rusya’yı öcü gibi tanıtmak için elden geleni ardına koymamış olan Batı, Demokrat Parti’den kurtulmak ve Türkiye-Rusya ilişkilerinin gelişmesini önlemek için adına aynı yılın Mayıs ayında TSK içindeki yandaşlarına “Devrim” dedikleri askeri bir darbe yaptırarak, Batı’ya baş kaldırmayı ve Türkiye’yi kimseye muhtaç olmadan kendi ayakları üstünde durdurma çalışmalarını başlatan DP hükümetini yıkmışlardı.

 

Aklıma 15 Temmuz 2016 öncesi Türk-Rus ilişkileri ve 24 Kasım 2015 günü yaratılan uçak krizi geldi. Uçak krizinin Türkiye-Rusya ilişkilerini bozması yeterli bulunmamış olmalı ki, buna ilaveten, Türkiye-Rusya ilişkilerini tamamen koparmak için 15 Temmuz 2016 günü, 27 Mayıs 1960 tarihinde yapılmış askeri darbenin benzerine teşebbüs edilmesi yarım asır önceki senaryonun gene sahneye konduğunu göstermekte.

 

Ama bu seferki, geçmişten çok farklı. Türkiye, Batı’ya muhtaç, iyi çocuk ve ne olursa olsun, ne yapılırsa yapılsın ses çıkarmayan müttefik adıyla yıllarca kandırılmış bir ülke değil artık. Bölgenin lideri, figüran değil senaryo yazan bir ülke. Beğenilse de beğenilmese de “Küresel aktör”lerden de bir tanesi.

 

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’la Kremlin’de gerçekleştirdiği zirve öncesinde “Askeri kurumlarımız ve istihbarat teşkilatlarımız düzeyinde bu kadar güven içeren ve etkili bir diyalog kurulmasını kimse beklemiyordu.  Moskova böyle olduğu için çok memnun. İlişkilerimizin hak ettiği seviyeye çıkması için aktif biçimde çalışıyoruz” demesi, bence Türk-Rus ilişkilerinin ne denli derin ve güçlü olduğunu ortaya koyuyor…

Batı’nın yıllardır çömez gözüyle baktığı, “başına vur, lokmasını al” diye gördüğü uysal Türkiye yok artık…

 

Prof. Dr. Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: AtaAtun1

17 Mart 2017

 

12 Mart 2017
Türkiye-Rusya ve bölgesel denge için yorumlar kapalı
Okunma 232
bosluk

Biz kitaplardan Rumların yaptıklarını çıkardık, ya onlar? … Yurdagül ATUN

Biz kitaplardan Rumların yaptıklarını çıkardık, ya onlar? … Yurdagül ATUN

Biz kitaplardan Rumların yaptıklarını çıkardık, ya onlar?

Yurdagül ATUN
Rumlardaki Türk nefretinin bitmediğini, her alanda bunu ortaya koyduklarını, kitaplarda Türk düşmanlığı öğretildiğini, çocukları sürekli mezarlıklara götürerek bu nefretin taze kalmasını sağladıklarını söyleyenleri “barış karşıtı”, “statükocu”, “ganimetçi” olarak nitelendirenlere artık cevap vermeyi bırakmıştık ki Merkezi ABD’nin başkenti Washington’da bulunan ve demokrasi, siyasi özgürlükler ve insan hakları konularında çalışmalar yürüten “Freedom House” “siz neden siz bunları görüşmelerde/yazılarda/sohbetlerde/lobicilikte dile getirmiyorsunuz” diye dürttü adeta.
Biz 1957-1974 arasını kitaplardan çıkarınca, çocuklara Rumların yaptıklarını anlatmayınca, önlerine “barış” gibi çok cezbedici/moda-ilerici de duruyor- bir söylem koyunca çocuklar “ne olacak canım, bu devirde kim kime ne yapabilir ki! Hem AB garantisi var” demeye başladılar tarih okuma alışkanlıkları olmadığı için. Oysa AB’nin garantisinin garanti olmayacağını bu dünya daha yakın tarihte, Bosna’da görmüştü. Neyse lafı dolandırmayayım; Rum avukatları hoşlanmayacak ama Merkezi ABD’nin başkenti Washington’da bulunan ve demokrasi, siyasi özgürlükler, insan hakları konularında çalışmalar yürüten Freedom House, Güney Kıbrıs’taki okul kitaplarında Kıbrıslı Türkler ve Türkiye aleyhinde kullanılan ifadeleri, cinsiyet ayrımcılığını, kadına şiddet ve cinsel istismar rakamlarını, mültecilerin kötü idare edilişini ve insan ticaretinin arttığını anlatan bir rapor yayınlamış.
Güven yaratıcı önlemleri kusursuz uygulayan taraf olarak onlara “hala daha okul kitaplarını neden temizlemiyorsunuz” deme hakkımız var ama demiyoruz nedense. Ha birde bugün facebokta bir arkadaşımızın-sanırım Ahmet Tolgay ağabeydi- hatırlattığı gibi, onlar giriş çıkış kapılarına ölen Rumların resimlerini asarak Kıbrıs sorununun mağdur tarafını oynarken, biz neden Muratağa, Sandallar ve Atlılar’da hunharca katledilen şehitlerimizin fotoğraflarını koymuyoruz? Veya onlar kaldırırsa biz de kaldırırız demiyoruz? Niye eşitlik zemininde hareket etmek ve mütekabiliyet kurallarını işletmek yerine onların kurallarıyla oynuyor ve onların bu yaptıklarını gündeme getirmiyoruz? Neyse, sorular uzar gider, bu da köşe yazısına döner :-)
YURDAGÜL ATUN
11 Mart 2017
Biz kitaplardan Rumların yaptıklarını çıkardık, ya onlar? … Yurdagül ATUN için yorumlar kapalı
Okunma 110
bosluk

Türk-Rus yakınlaşması AB’yi korkutuyor

Türk-Rus yakınlaşması AB’yi korkutuyor

 

Günümüzde siyaseti iyi değerlendirebilen akademisyenin, siyasi analistin ve deneyimli politikacının öngörüsü AB’nin eski gücünün kalmadığı ve ömrünün de uzun olmadığı yönünde.

 

AB mutfağında pişen yemekten gelen kötü kokular benim burnuma evvelki yıl gelmeye başlamıştı ve son iki yıldır da bu görüşümü zaman zaman yazılarıma aktardım. Halk dili ile AB’nin pili bitmek üzere. Geleceği çokta parlak değil.

 

Kıbrıs Rum Yönetimini 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’ye kabul etmekle AB kalitesinden ve güvenilirliğinde çok şey kaybetti. Özellikle de Romanya ve Bulgaristan’ı alıp, Türkiye’yi kapıda oyalamakla Avrupa’nın kaybı, beklenilenden de fazla olmaya başladı.

 

Türk halkının AB’ye katılma arzusu ve isteği yüzde 20 ile otuz arasında bir yukarı çıkıyor, bir aşağı iniyor. Kapıda kasten bekletildikçe de bu yüzdelik tek haneli sayılara kadar da gerileyecek. Şu anda bir nebze olsun var olan katılım isteği birkaç yıl içinde de toprak olacak, mazinin bir hatırası olarak belleklerde yer edecek.

 

Türk siyasilerin AB’nin gerçek yüzünü net bir şekilde görmesi, AB’nin Türkiye’yi kapıda bekletmek ve üye yapmamak için piyon olarak Kıbrıs Rum Yönetimini kullanması artık bıkkınlık verdi. Batının Türkiye’ye hayrının dokunmayacağını anlayan siyasiler, ister istemez yüzlerini Şangay Ekonomik İşbirliği örgütüne doğru çevirdiler ve Türk-Rus yakınlaşması da kendiliğinden başlamış oldu.

 

Türkiye, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasların tartışmasız lideri konumunda şu anda. Hem politik, hem askeri hem de ekonomik lideri bölgenin. Batısında ne Avrupa’nın şımarık çocuğu Yunanistan’ın, ne Bulgaristan’ın, ne de eski Yugoslavya’nın Balkanlara dağılmış devletlerinin esamesi okunmakta. Ortadoğu’da ve Kafkaslar’da da kendine rakip olabilecek tek  bir devlet  bile yok.

***

Almanya Avrupa Birliğinin çekirdek gücü. Arkasından Fransa, sonra da İtalya geliyor. İtalya batak halde, Fransa ise batmanın eşiğinde. Ekonomileri iyi gitmiyor. İtalya AB’den ayrılmak için uygun bir ortam ve fırsat bekliyor.

 

Almanya, AB’yi tek başına sürüklemeye çalışıyor ama Yunanistan, Bulgaristan, Romanya gibi gelişmemiş ve ekonomileri batak ülkeler ayağına iyice dolanmış durumda.

 

Almanya’nın Türkiye ile yaşadığı son kriz bütün dengeleri bozdu. Rusya ile Türkiye’nin, Rus Başkan Vladimir Putin ile Türk Başkan Recep T. Erdoğan arasındaki yakınlaşma hem Almanya’yı hem de ABD’yi ürküttü.

ABD perde arkasında Türkiye’ye olağan üstü baskı ve şantaj yapmakta ve yeri gelince de tehditler savurmaktaydı bu ilişkilerin daha da ileriye götürülmemesi için. Yeni seçilen Başkan Donald Trump’ın şimdilik gözle görülebilen politikası içinde Türkiye ile düşman yerine dost olmak var. Başkan Trump, State Department (Dışişleri Bakanlığı), Pentagon ve CIA’yi dizginleyebilirse Türkiye-ABD arasında yeni bir bahar başlayabilir. Zaten Başkan Trump günümüzde Rusya ile soğuk savaş başlatmak yerine dostluk kurmayı ve bazı konularda da işbirliği yapmayı kafasından geçiriyor.

 

Almanya ile Türkiye arasında son günlerde yaşanan sorun ise son 99 yılda yaşananların en büyüğü. Almanya hem Türkiye’nin çoklu bölgesel gücünden çekiniyor hem de Almanya’da yaşamlarını sürdüren 4 milyona yakın Türk’ten.  Aynı şekilde Rusya’dan da büyük çekinceleri ve korkusu var. Bu nedenle de ABD’nin Türkiye ve Rusya ile yakınlaşmasına karşı.

 

ABD’de, Pentagon’un ve CIA’nın sözünü ve dişini geçiremediği Donald Trump’ın Başkan seçilmesi, Türkiye’nin bölgede çoklu güç pozisyonuna yükselmesi, Başkan Putin’in Rusya’yı tekrar dünya gücü haline sokması, bölgede geçmişten çok daha farklı bir siyasi dengenin kurulacağının habercisi. Bekleyip göreceğiz ama Türkiye’nin yönetilen ve her seferinde de kaybeden yerine, yöneten ve kazanan olacağı kesin gibi duruyor bu sefer…

 

Prof. Dr. Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

http://www.twitter.com/ataatun

10 Mart 2017

9 Mart 2017
Türk-Rus yakınlaşması AB’yi korkutuyor için yorumlar kapalı
Okunma 183
bosluk

Rumları çok iyi anlıyorum!

Rumları çok iyi anlıyorum!

Rumların ne yaptığını ve ne hedeflediğini bilmek için Rumları tanımak gerekiyor.

Ben bu nedenle de Kıbrıs Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadis’i, adada egemen Rum devleti kurmak için gösterdiği gayretleri, ELAM’ın Enosis Plebisiti’nin okullarda okutulması konusundaki girişimlerini, her zaman yaptıkları gibi buldukları yerde Türklere saldırmalarını ve adayı Yunanistan’a bağlamak düşüncelerini çokta hayretle karşılamıyorum. Tarihi geçmişleri hep Enosis girişimleri ile dolu, Enosis hayalleri ile süslü.

 

Bir evvelki yazımda söz ettiğim gibi, Rum bir annenin Politis radyosuna çıkıp “Ben kızımın lisede Rumcaya çevrilmiş Kıbrıs Türk edebi eserlerini öğrenmesini istemiyorum.  Kıbrıs’ta eğitimleri, kültürleri, tarihleri ve dinleri aynı olmayan iki ayrı toplumdan söz ediyoruz. Ortak hiçbir şeyimiz yok” şeklinde konuşması, Rum Eğitim Bakanına protesto yazısı yazması ve Anastasiadis’in de bunun olağan bir tavır olarak değerlendirmesi, gerçekte Kıbrıslı Rumlar açısından çok doğal bir davranış biçimi.

 

Anastasiadis’in, söz konusu Rum annenin ve Kıbrıslı Rumların neredeyse tümünün niye Kıbrıslı Türklerle ortak bir devlet istemediklerinin kökeni, gerçekte yakın tarihimizde yatmaktadır. Kıbrıslı Türkleri azınlık görmek ve buna göre yeni kurulacak devleti şekillendirmek kavramı Anastasiadis’e ait değildir. Neredeyse 200 yıllık bir istektir bu ve her Kıbrıslı Rum’un kafasına da çiviyle kazınmıştır. Anastasiadis bu kavramla büyümüş, Başkanlık koltuğuna oturunca miras olarak bulmuş, kendisinden sonrakine de miras olarak bırakacaktır. Bu istek yıllarca, asırlarca devam edecektir ta ki gerçekleşene dek.

 

Megali İdea ve Enosis yani Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması, ilk Megali İdea haritasının çizildiği 1791 yılında kafalarda şekillenmiş, 1821 Mora isyanından sonra da Yunanistan, ilk kez Enosis fikrini resmi ağızdan ortaya atmış ve adanın kendisine bağlanmasını talep etmişti.

 

1878 yılının Temmuz ayında Lefkoşa’ya Türk bayrağı yerine İngiliz bayrağı çekilirken, Kıbrıslı Rumlar İngiliz idaresini alkışlayarak bu değişikliğin kendilerine Enosis yolunu açacağını düşünmüşler ve Enosis isteklerini her ortamda ortaya koymaya başlamışlardı.

 

Olayları çok yakından takip eden İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi Henry Layard, 1 Ağustos 1878 tarihinde Dışişleri Bakanı Lord Salisbury’e gönderdiği bir raporda “Rumlar Türkleri her şeyden yoksun bırakmak ve adadan kovmak gayesiyle büyük çaba harcayacaklardır. Bütün Kıbrıs topraklarını elde etmek için her türlü sahtekarlığı yapacaklar ve böylece Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak isteyeceklerdir” yazmış, gözlemlerini bu sözlerle iletmişti. Belli ki Henry Layard çok iyi bir diplomattı ve hiç yanılmadı.

 

Rumlar Enosis girişimlerinden hiç yılmamışlar, 1907 yılında adayı ziyaret eden Churchill’e Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmek isteklerini iletmişlerdi. Yunanistan’ın Kıbrıs’ı resmen talep etmesi ise I. Dünya savaşı sonunda, 30 Aralık 1918 yılında gerçekleşti ama İngilizler kendilerine Kıbrıs yerine Batı Anadolu’yu gösterdiler.

 

25 Mart 1921 tarihinde Güzelyurt’taki (Omorfo) Serhatköy’de (Filya) Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhâkını istedikleri ilk plebisitlerini (halk oylaması) yaptılar. Plebisit sonrası yaptıkları Enosis başvuruları ise İngilizler tarafından derhal reddedildi. İngiliz Hükûmeti Ortadoğu politikasında yaptığı değişiklik sonucu Rumlardan yüz çevirince, Enosis hayallerinin suya düştüğünü gören Rumlar vergi kanununu bahane ederek 21 Ekim 1931 tarihinde ilk isyanlarını yaptılar. Vali konağını ateşe veren isyancıları İngilizler, Mısır’dan getirdikleri takviye kuvvetlerle bastırılabildi ancak.

 

Kıbrıslı Rumların neredeyse bir buçuk asırdır bekledikleri, uğruna isyan ettikleri Enosis, ilk kez 1939 yılında kapılarını çaldı. İngiltere Yunanistan’a, II. Dünya savaşında kendi taraflarında savaşa katılmaları halinde Kıbrıs’ı kendilerine vermeyi önerdi ama bu teklifi Yunanistan hükümeti reddetti. Kıbrıslı Rumlar bir türlü Yunan hükümetini buna razı edemediler ve adanın Yunan toprağı olması direkten döndü, 143 yıllık çabaları da heba oldu. Yoksa daha o günden Kıbrıs adası Yunanistan’ın bir vilayeti olmuştu.

 

15-20 Ocak 1950 tarihinde Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi önderliğinde yapılan “plebisit” ile Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhâkı Kıbrıslı Rumlar tarafından tekrar istendi ama İngiltere bu isteği gene reddetti.

 

Enosis konusunda benim için önemli olan son “Etnarh” yani “Dini ve Siyasi lider”  Makarios’un, 1 Mart 1964 tarihinde Yunanistan Başbakanı Papandreu’ya gönderdiği mektubun içinde yer alan “Amacımız Sayın Başkan, Zürih-Londra Anlaşmaları’nı ortadan kaldırmak ve Kıbrıs Helenizm’inin anavatan ile anlaşarak kendi geleceğini tayin etmek ve özgür duruma getirmektir” cümlesi ve içindeki niyettir. Hiçbir Kıbrıs Rum liderinin bunun dışına çıkamayacağını hepimizin bilmesi ve gelecek ile ilgili stratejimizi de buna göre yapmamız gerekmektedir.

 

Prof. Dr. Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: AtaAtun1

6 Mart 2017

 

 

5 Mart 2017
Rumları çok iyi anlıyorum! için yorumlar kapalı
Okunma 202
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar