“On Bir Ayın Sultanı” Rahmet ayı Ramazan’ın ilk günü de yarın. Oruç tutabilenlerin orucunu Allah kabul etsin. Bugün Yatsı namazından sonra mübarek Ramazan ayının ilk teravih namazı kılınacak. İlk sahuru ise bugünü yarına bağlayan gece yapacağız. Atalarımızın tabiri ile sahur vaktinin bittiği an, beyaz ipliğin siyah iplikten ayırt edilebildiği andır. Diğer bir tanımlama ile de sahur, sabaha karşı doğu ufkunda tan yeri boyunca genişleyerek yayılan dağınık ve enlemesine bir aydınlığın gözle görülebildiği an olan İmsak vaktinde bitiyor.
Tarih kitaplarımı karıştırarak eski ramazan adetlerini derlemeye çalıştım. Atalarımızın nasıl rafine birer insan olduklarını, dinlerine bağlı, mükemmel gelenek ve görenekleri olduğunu görüyoruz biraz araştırınca…
Güzel bir Ramazan adeti olarak “az yiyen melek olur, çok yiyen helak olur”, “az yiyen her gün yer, çok yiyen bir gün yer” gibi vurgulu sözler, hat sanatçılarına yazdırılıp yemek odalarına asılırdı. İftar sofralarında bunu görenler yemede ölçüyü kaçırmaz, doymadan sofradan kalkmayı bilir ve Peygamber Efendimizin (sav) sünnetini de yerine getirmiş olurdu.
Osmanlının en güzel âdetlerinden biri de Akşam Ezanı okununca adı “iftariye” olan hurma ve zemzem’e ilaveten çörek, hoşaf, komposto ve reçel gibi hafif yiyeceklerle orucun açılmasıydı. Oruç iftariye ile açıldıktan sonra akşam namazı kılınır daha sonra da asıl yemek faslı başlardı. Böylece akşama kadar boş duran mide birden tıka basa doldurulmamış olurdu.
Osmanlı’da fakirlerin gözdesi, zengin konakları idi. İsteyen istediği vakit hiç bir davet beklemeden, beğendiği bir konağın kapısını çalıp, “İftara Allah misafiri!” diyebilirdi ve bu asla o dönemde yadırganmazdı. Çünkü bu tür davetsiz misafirler için de ayrı ayrı sofralar hazırlanırdı. Evlerde iftar için 3 ayrı sofra kurulurdu. Birincisi evin beyi ve misafirleri, ikincisi evin hanımı ve misafirleri, üçüncüsü ise evin uşakları, misafirleri ve davetsiz misafirler içindi. Lakin her üç sofradaki yemekler de aynı olurdu. Orta halli ailelerde de yedi akşam komşulara iftar verilirdi.
Ramazanda evsizler, kimsesizler ve yoksullar unutulmaz, onların da iftar ve sahur yemekleri davulcular ve bekçiler eliyle zengin konaklardan gönderilirdi. Hatta ramazan başlamadan dileyen zenginlerin konakları numaralanır, sırası gelen iftarını sahurunu hazırlayıp bekçi veya davulcu vasıtasıyla yoksullara gönderirdi. Ramazanın sahavetinden hayvanlar da nasipsiz kalmaz, iftar ve sahur artıklarından başka, özel olarak kendileri için hazırlanan yiyeceklerden nasiplenirlerdi.
Ramazan’da halk, eşine-dostuna iftar vermeyi büyük bir ibadet kabul eder, misafir ağırlamak için çırpınılırdı. Ramazan boyunca iftar vakitlerinde kapılar açık tutulurdu. Böylece yolda kalan ve ihtiyacı olan herkes istediği eve girer iftar sofrasına dahil olurdu. Bunun için tanıdık olmaya gerek yoktu ve iftar için gelenin kim olduğu da asla sorulmazdı.
Osmanlıdan gelen hoş bir âdet de Zimem defteridir. Bakkal, manav, kasap gibi esnafların tuttuğu borç defteri. Ramazanda zengin biri bakkala gelir ve zenginliği ölçüsünde “İlk 20 kişinin borcunu hesapla” der ve bu şahısların borcunu öderdi. Bazen de tek bir şahıs tarafından bu borç defteri kapatılırdı. Böylece fakirler borçlarından kurtarılırdı. Burada bir başka letâfet daha vardı ki, o da ne borçlu borcunu kimin ödediğini bilir, ne de ödeyen kimin borcunu ödediğini bilirdi. Böylece ne zenginde gurur, ne fakirde minnet olurdu. Büyük bir incelik gerçekten….
Osmanlı’da Ramazan-ı şerifin yaklaşmasından dolayı gerek ekmek, gerekse eşya fiyatlarının inip çıkmaması konusunda devlet tarafından sabit fiyatlar belirleniyor ve belgelerde kayda geçiyordu. Bu çıkan fiyat belgelerine narh defteri deniliyordu. Bu fiyat belgelerini mahalle imamlarının bakkallara iletmeleri emrediliyordu. Bu şekilde Ramazan ayından özellikle gıda maddelerinin fiyatları düşük tutulması ve fakir ailelerin de Ramazanda rahat alış veriş yapması sağlanırdı…
Teknolojik gelişmeler ve sosyolojik değişim bu güzel adetlerin birçoğunu unutturmuş, bir kısmını da -toplum olarak yozlaştığımızdan- biz unutmayı tercih etmişiz maalesef…
Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata@ataatun.com veya ataatun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Kıbrıslı Rum lider Anastasiadis gerçek bir şovmen. Yalan söylemenin de kitabını yazmış.
Çok değil daha bir ay öncesi, “Türkiye’nin ve Akıncı’nın, Guterres Çerçeve Belgesini kabul etmesine çok sevindim, takdirle karşıladım” derken sanki de kendisi kabul etmiş de, Türkiye’nin ve Kıbrıslı Türklerin kabul etmesini bekliyormuş havasını yaratmaya ve uluslararası topluluğun kafasını karıştırmaya çalışıyordu. Birazcık sıkıştırılınca, zorda kalıp “Guterres Çerçeve Belgesini Stratejik belge olarak kabul etmem söz konusu değil çünkü artık Kıbrıs Helenizmi’nin katı görüşleri, yoğun endişeleri olan bir şeyi, yani güvenliği müzakere olanağım olmaz” demek zorunda kaldı ve kimin müzakerelerde oyunbozan olduğu bir kez daha çıktı ortaya.
Anastasiadis’in bu açıklamasını Türkiye ve KKTC Dışişleri Bakanlıkları ortak bir çalışmayla kazanıma çevirmeleri gerekmekte. Son altı aydır, Crans Montana görüşmeleri Rumların çözüm ve barışı isteksizlikleri nedeni ile çöktükten sonra gerek Türkiye Dışişlerinin, gerekse de KKTC Cumhurbaşkanı ve KKTC Dışişlerinin birlikte söyledikleri “Elli yıl daha bu müzakereler ucu açık olarak devam edemez. Kıbrıs sorununa yeni çözüm parametreleri getirilmelidir” savını uygulamaya koymanın zamanı geldi.
Çok akıllıca bir kullanımla, Anastasiadis’in Guterres Çerçeve Belgesini reddetmesini Kıbrıs konusunda yeni yol haritasına geçiş kapısına dönüştürülmesinin tam zamanıdır. Özellikle de Anastasiadis’in BM Parametreleri içeriğinde yer alan siyasi eşitlik kavramını ve tarafların yönetime etkin katılımını bir kez daha reddederek, kararların basit çoğunlukla alınabileceği bir düzeni istediğini açıklaması, Türk tarafı için bulunmaz bir siyasi nimet ve altından bir koz değerindedir. Türk tarafı, müzakerelere bu istek doğrultusunda devam edilemeyeceğini ve son noktanın da Anastasiadis tarafından konulduğu iddiası ile şikayetini başta Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği olmak üzere uluslararası ilgili devletlere ve taraflara iletmesi ve yeni bir yol haritası belirlemesi, Kıbrıslı Türkler ve Türkiye için büyük bir kazanım ve siyasi üstünlük olacaktır.
Rum tarafının ne istediği çok açık. Tüm Rum liderler gibi Anastasiadis de aklını garantilere ve güvenliğe takmış. Arkasını da tanınmış bir devlet olmaya, AB üyesi bulunmaya ve İsrail ile kurduğu müttefikliğe dayamış. Zannediyor ki, kendisi ne isterse olacak ve Türkiye ile Kıbrıs Türk tarafı istese de istemese de kabul edecek.
Anastasiadis diyor ki; “Yeni bir güvenlik rejimi gerekir, eskisi değil. Tek taraflı müdahale haklarının ve Garanti Anlaşmalarının kaldırılması gerekir. Bu nedenle ben güvenliği sağlamak ve toplumlararası çatışmaları önlemek için iki bin kişilik çokuluslu bir polis gücü oluşturulmasını önerdim ama kabul edilmedi.”
Bir de önerisini ekliyor; “Türk askerinin çekilmesi ışığı altında, bir süreliğine iki bin kişilik çokuluslu bir polis gücü olabileceğini ve olası toplumlararası çatışmaları – tescilli organ olarak- göğüsleyebileceğini ifade ettim!”
Diyor da, BM kuruluş ilkelerinde, 1964-1974 yılları arasında Kıbrıs’ta kan gövdeyi götürürken yaşandığı gibi, BM Barış Gücünün veya da BM’nin görevlendireceği bir Polis gücünün gözlemcilikten ve rapor yazmaktan öteye, silahlı müdahale gibi bir yetkisi olamayacağını söylemiyor.
Devamla “nüfusu daha küçük olan Kıbrıs Türk toplumunun imtiyazlı toplum haline geleceği ve nüfusu fazla toplumu kontrol edeceği bir rejime doğru sürükleniyoruz. Özde ‘çoğunluk yönetir azınlık garanti edilir’i, ‘çoğunluk yönetir’e, ‘azınlık ta azınlık haklarına sahip olur’a dönüştürecektik, hedefimiz de budur” diyor.
Kısaca Anastasiadis, “biz Kıbrıs adasının mutlak yöneticisi olacağız, Türkler de bizim idaremiz altında azınlık haklarına sahip AB vatandaşları olacaklar, aynen Batı Trakya’da Türkler gibi” demekten artık çekinmiyor.
BM’nin 1977 Şubatında Makarios ile Denktaş arasında gerçekleştirilen “Birinci Zirve Toplantısı”ndan sonra geliştirdiği “Federasyon Parametreleri”nden vazgeçmesi ve sürdürülebilir başka bir çözüm yolu üretmesi gerekmektedir. Bunun aksinin, kesin ve kadife bir ayrılık olacağından kimsenin şüphesi olmasın.
Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata@ataatun.com veya ataatun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1