Rumların garantörlük aldatmacası

Rumların garantörlük aldatmacası

Rumların garantörlük aldatmacası

Rum lider Anastasiadis’in “dünya üzerinde Kıbrıs’tan başka hiçbir yerde bağımsız bir devletin garantörleri yok” ile “21. Yüzyılda artık garantörlük yok” cümlesinin -derinlemesine araştırma yaptıkça- yalan ve Kıbrıslı Türkler ile BM’yi aldatmaya yönelik olduğu bir bir ortaya çıkıyor.
09.29-18-Rumların Garantiler aldatmacası
Anastasiadis’in tek bir hedefi var. Kıbrıs adasını önce Rum egemenliği altına sokmak sonra da Yunanistan ile birleştirmek olan Yunanlıların ve Rumların iki asırlık hayalleri “Megali İdea”yı, yani “Büyük Ülkü”yü gerçekleştirmek.

Bunun tek bir yolu var. O da önce;
a) Türkiye’nin 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası EK I, İttifak ve Garanti Antlaşması içeriğince uluslararası hukuka göre Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garantörlüğünün kaldırılması,
b) EK I, Madde 4’e göre adada bulunan “Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri”nin adayı terke zorlanması,
c) İttifak Anlaşmasına göre Türk Silahlı Kuvvetlerine ait 650 Kişilik Türk Alayı’nın adadan ayrılması,
d) Türkiye ile Kıbrıs adası ile yasal bağının koparılması,
e) Kıbrıs adasının yönetiminin, Rumların nüfus yapısına dayalı olarak çoğunluk iddiası ile ele geçirilmesi ve Kıbrıslı Türklerinin “Kurucu ortak” statüsünden, 1960 Anayasasında yer “Ermeni, Maronit ve Latinler” benzeri azınlık statüsüne indirgenmesi,
f) Adadaki Türk egemenliğine, varlığına ve kurucu ortaklığına son verdikten sonra Temsilciler Meclisinde 1964 yılında mevcut Kıbrıs Cumhuriyetine el koymak amaçlı, sadece Rum Milletvekillerinin oyları ile kabul edilen “Doctrine of necessity”, yani “Gereklilik doktrini” benzeri bir uygulama ile sadece Rum milletvekillerinin oyları ile 17 Temmuz 1974 tarihinde darbecilerin Cumhurbaşkanı Nikos Sampson’un yaptığı gibi “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”nin ilan edilmesi,
g) Son aşama olarak da “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”nin Yunanistan ile birleştiğini ilan ederek asırlık özlem olan “Enosis”i gerçekleştirmek.

Bunun için Rum lider Anastasiadis, Rumların Cumhurbaşkanı olmasının verdiği siyasi forsu kullanarak, bizleri ve Kıbrıs konusunun çözümü ile ilgili tarafları, hedefinin ilk adımı olarak “Türkiye’nin Garantörlüğü”nün kaldırılması yönünde kandırmaya ve ikna etmeye çalışmakta. Ama her ağzını açtığında da biraz daha yalancılığı ve sahtekarlığı ortaya çıkıyor.

Mesela, “Dünya üzerinde başka ülkelerin garantörleri yok” diyordu ya, araştırmalarım sonucu Almanya’nın, Japonya’nın ve Suriye’nin garantörlerinin olduğunun gerçeğine ilaveten şimdi de Avusturya’nın da garantörleri olduğu çıktı ortaya.

1959 yılının Şubat ayında önce Zürih’te sonra da Londra’da yapılan Kıbrıs Konferansında, kurulacak olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garantörlerinin Türkiye, Yunanistan ve İngiltere olmasının mantığının Avusturya örneğinden alındığı gerçeğini tüm taraflar unutmuşa benziyor.

İlgili arkadaşlar, akademisyenler ve araştırmacılar Zürih Konferansı tutanaklarına göz atarlarsa, Zürih’te taraflarca Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına konması kabul edilen EK I. “Garanti ve İttifak Antlaşması”nın kökeninin Avusturya’nın kuruluş statüsü ve üzerinde mutabakata varılan garantörlük sistemi olduğunu göreceklerdir.
1955 yılında işgal güçleri Avusturya’dan çekilirken, Avusturya’nın tarafsız bir devlet olması ve garantörlerinin de ABD, Fransa, İngiltere ve SSCB olması kabul edilmiş yapılan uluslararası anlaşma ile. Yalancının mumu yatsıya kadar yanıyor maalesef.

O yüzden de Cumhurbaşkanımızın ve müzakere heyetimizin, garantörlük konusunda ortaya çıkan bu gerçekleri dikkate almaları gerekiyor.

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Dr. (Ulus. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ataatun@gmail.com (Kişisel) , ataatun@csu.edu.tr (Akademik)
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1

28 Eylül 2018
Rumların garantörlük aldatmacası için yorumlar kapalı
Okunma 97
bosluk

Dolara bağımlılıktan kurtulabilir miyiz? … Prof. Dr. Ata ATUN

Dolara bağımlılıktan kurtulabilir miyiz? … Prof. Dr. Ata ATUN

Dolara bağımlılıktan kurtulabilir miyiz?

Bu soruya çok farklı yanıtlar gelecektir ama bana göre, rahatımızdan biraz ödün verirsek kesinlikle dövizdeki artış durdurulabilir ve ekonomimiz canlanabilir.
Bunun en basit yöntemi bir hafta boyunca olanaklar elverdiğince özel araç kullanmamak olabilir zira bir haftalık araç kullanmama zincirinin yarattığı etkinin ucu ABD’nin Merkez Bankası olan FED’e kadar uzanıyor.

Nasıl mı? Doların değeri gerçekte petrole indeksli. Buna “Türev Ticaret” (Borsa Terimleri Sözlüğü) denmekte. Biraz daha açacak olursak, II. Dünya Savaşı’ndan sonra 1944’de, ABD’nin öncülüğünde 44 ülkenin katılımıyla Bretton Woods şehrinde bir toplantı yapıldı. Bretton Woods Konferansı’nda yeni bir para sistemi kabul edildi. ABD Hazine Bakanlığı altını dolara sabitlediğini ve Doların altın kadar değerli olduğunu açıkladı, ekonomik ilişkileri olan dünyadaki bütün ülkelere de millî paralarını artık altına göre değil, ABD dolarını bloke ederek ayarlamalarını önerdi. O tarihte ABD 1 Ons altını 35 Dolar’a eşitledi ve dünyada altına ayarlı para sistemi, ABD dolarına bağımlı hale geldi, birçok ülkenin de mali durumlarını sarsmaya başladı.

Amerikalılar petrole altın değeri yükleyip, tüm Orta Doğu ülkeleriyle yalnızca Dolar cinsinden petrol satmaları konusunda yaptıkları anlaşmaları sağlama aldılar. Bunun sonucu olarak da ABD tam bir cinlikle, karşılıksız Dolar basarak petrol almaya, aldığı petrolün faturasını da diğer ülkelere ödetmeye başladı.

Günümüzde dünya üzerinde tek karşılığı olmayan para birimi ABD Doları. ABD Dolar’ını Amerika’ya geri vermek isterseniz, Dolarlarınızın karşılığında altın ödenmesini talep edemezsiniz. Ederseniz size verecekleri yanıt aynen “Size herhangi bir şey geri vereceğimize söz verdik mi? Dolar’ın yasal statüsünü kontrol etmediniz mi? Biz açıkça Dolar’ın bir Borç kağıdı olduğunu yazdık anlaşmalara” olacaktır.

Bunu fark eden Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle ile Almanya Şansölyesi Adenaur bir araya geldiler ve 1968 yılında ABD’ye bir uçak dolusu Dolar gönderip, karşılığında altın talep ettiler. Rivayetlere göre de altınlarını aldılar ve sistem çöküş sürecine girdi. ABD Merkez Bankası görevini yürüten FED, böylesi bir talep bir daha olmasın diye Doların üstünde yazan “karşılığı altındır” mealindeki cümleyi de Doların üzerinden kaldırdı.

• ABD Dolarına bağımlı para sistemi çöküş sürecine girmeden önce 1970 yılında: 1 varil petrol = 2,5 Dolar, 1 Ons altın = 35 Dolar idi.
• Sistemin çökmeye başlaması ile 1973 yılında Dolar-Altın sabit kurundan vazgeçildi ve, 1 varil petrol = 9 Dolar, 1 Ons altın = 120 Dolar oldu.
• Aradan geçen 6 yıldan sonra, 1979 yılında 1 Ons altın 670 Dolara ve 1980 yılında İran’da devrim sonrası yaşanan “rehine krizi” nedeni ile başlayan ilk ambargodan sonra da 1 Ons altın 851 Dolara yükseldi.

1970 yılı ile 1980 yılı arasında geçen 10 senelik dilimde ABD Doları altına karşı yüzde 2400 oranında bir düşüş yaşadı ve bizler de çok acı bir şekilde bu düşüşü kendi ülkelerimizde yaşadık. Özellikle de 1970’li yılların başında kendi ülkemizde benzin fiyatlarının bir anda neredeyse yüzde dört yüz artması az daha iç savaşa neden olacaktı.

Görüldüğü gibi artık Dolardan uzaklaşmanın zamanı geldi.
Türkiye’de ve KKTC’de tüketilen gıda, kozmetik, hijyen, atıştırmalık, meşrubat vb. ürünlerden neredeyse tümünün karşılığı döviz olarak ülkemizden dışarıya gidiyor. Dolayısıyla Doların hegemonya ve etkisinden kurtulmak için ilk tercihle yerli ürünlerimizi tüketmemiz gerekiyor.

Yapmamız gerekenlerin başında sadece tamamı Türk şirketleri tarafından üretilen milli ürünleri satın almak olmalı. Her birey bu farkındalık için kendini lider konumunda hissetmeli, etrafını da teşvik etmeli. Ülkemizi ciddi ekonomik krizden kurtarmanın yollarından biri ve en önemlisi bu. Yaşam tarzımızdan tümüyle vazgeçmemize gerek yok. İthal bir mala karşılık sadece alternatif bir ürün, özellikle de milli bir ürün seçmemizin ekonomimize olağanüstü katkısı olacağını bilmemiz yeterli aslında.

Örneğin, çitlemek için satın alınacak olan (ayçiçeği) çekirdeğin yurt dışından ithal edilenini değil, ülkemizde yetişen olanını tercih etmeliyiz. Zorla ve ter dökerek üretip dışa sattığımız ürünlerimiz karşılığında kazandığımız milyonlarca Doları sadece çekirdek ithalatı için harcamamızın bize kazandıracağı hiçbir şey yok, ekonomimize zarar vermenin ötesinde.

Özetle diyorum ki; Çok uluslu şirketlerin, kulağa hoş gelen “Küreselleşme” yutturmacası altında ülkemizi yeniden kolonileştirme adına açtıkları kapıları kapatmanın zamanı geldi. Ülkemizin çıkarları ve ekonomimizin güçlenmesi uğrunda en az bir tane yabancı menşeli malı satın almaktan vazgeçin. Emin olun, birkaç yıl sonra bu tutumunuzun sonucunu hep birlikte güçlenen ekonomimiz ve paramızla görüp yaşayacağız.

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Dr. (Ulus. İliş.) Ata ATUN
Dekan, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata@ataatun.com veya ataatun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1

21 Eylül 2018
Dolara bağımlılıktan kurtulabilir miyiz? … Prof. Dr. Ata ATUN için yorumlar kapalı
Okunma 101
bosluk

Krize Rum formülü … Dr. Yurdagül ATUN

Krize Rum formülü … Dr. Yurdagül ATUN

Krize Rum formülü
Dr. Yurdagül Atun
Ekonomik kriz, üretime dayalı ekonomisi olmayan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) Türkiye’den daha fazla etkileyince malum çevrelere gün doğdu.
Kimi sosyal medya paylaşımlarında ekonomik krizden kurtulmanın tek çaresi olarak “çözüm ve AB’ye katılım” gösteriliyor.
Sanki Rumlar çözüm istiyormuş, AB kucak açmış, Kıbrıs Türklerini bekliyormuş gibi!
Hatta fırsatı ganimet bilen bazıları, “federal Kıbrıs da olmaz, tek Kıbrıs olmalı” demeye kadar vardırıyor işi. Çözümden anladıkları da, Kıbrıs adasının yönetiminin tamamıyla Rumlara teslim edilmesi.
Tez konumdan ötürü Kıbrıs tarihini didik didik eden biri olarak şaşkınlıkla izliyorum bu aymazlığı.
Geçmişe bakarak, Rumların asla ve kat’a Kıbrıs Türkleriyle ortak bir yönetimi kabul etmeyeceklerini, Türkiye’nin garantörlüğünün kalkmasını talep etmelerinin kökeninde, Kıbrıs adasının tek hakimi olmanın yattığını, AB’nin Türkleri sadece Rum yönetimine geçmeleri kaydıyla kabul edeceğini, federal bir yönetim olsa dahi Türklerin hep ikinci sınıf vatandaş olacağını, söz hakkının Rumlarda olacağını, Kıbrıs Türklerine azınlık haklarından fazla hakların verilmeyeceğini söyleyebiliyorum.
Hatta daha da ileri gidip, Rumların Kıbrıs Türklerini kandırmak adına uzattıkları havuçları ve bu havuçların Kıbrıs Türk liderleri tarafından halka yutturulduğunu da söyleyebilirim belgelerle. Annan Planı döneminde, dönemin başbakanı olan Mehmet Ali Talat’ın yaptığı bir konuşmayı hatırlayalım; “Halkımızın ‘evet’ demesi, Güney Kıbrıs′ta ‘hayır’ oyu çıksa dahi, çözüm olmasa dahi Kıbrıs AB′ye Rum tarafının temsil ettiği şekilde girse dahi yine de Kıbrıs Türkü dünyayla bağlanacaktır. Diğer taraftan çıkacak karar ne olursa olsun Kıbrıs Türkü dünyayla bağını kuracaktır. Dünyanın, BM ve AB′nin isteklerini olumlu karşılayan Kıbrıs Türkü artık dünyada yalnız olmaktan kurtulacaktır. Halkımız verdiği evet oyunun hem de bundan sonraki dönemde dünyayla bütünleşmenin ve ekonomik gelişmenin tadına varabilecektir.”
Sonucu biliyorsunuz; AB ve Rum lobisi tarafından adaya aktarılan kaynaklar ve basın kuruluşlarının “cennetten tapu” vaatleri semeresini verdi ve Kıbrıs’ta 24 Nisan 2004’te yapılan Annan Planı referandumuna Kıbrıslı Türkler 64.91 ile “evet”, Rumlar yüzde 75.83 “hayır” dedi.
Peki sonra ne oldu? AB, kendi müktesabatına uymayan bir kararla, sorunlu ve bölünmüş bir ülkeyi hem de referandumun hemen ardından -1 Mayıs 2004’te- kabul ederken, Kıbrıs Türklerine verdiği hiçbir sözü tutmadı. Ne Talat’ın vaad ettiği gibi izolasyonlar kalktı, ne de dünya ile bütünleşti KKTC. Yani “herşeye evet” diyen cezalandırıldı, “hayır” diyen ödüllendirildi.
Şimdi kalkmış birileri “ne isterlerse verelim de dünyayla bütünleşelim” diyor Rumların ne istediğini bilmezmiş gibi…
**
Dedim ya, Rumlar asla Kıbrıs Türklerini kendileriyle eşit görmüyor, görmeyecek. Biri geçmişten, biri günümüzden iki örnek;
“Ethnos gazetesinin 25 Haziran 1959 tarihli sayısında ‘Artık Yeter’ başlıklı yazıda Rumların Türklerden üstün olduklarından bahsederek belediyeler meselesine temas etmekte ve bu konuda Türklerin görüşlerine şiddetle hücum etmektedir. Ethnos gazetesi bu yazısında Rumların Türklerden daha ehliyetli ve daha becerikli olduklarını ve üstünlük sebebinin yalancı idareden himaye görmeleri olmadığını, bu üstünlüğün yüksek kabiliyetlere ve tabiî faziletlere sahip bulunmalarının bir neticesi olduğunu iddia etmektedir. Rumlar karşısında Kıbrıs Türklerinin bir aşağılık duygusundan muzdarip bulunduklarını iddia eden Ethnos gazetesi, değer ve kuvvet bakımından Türklerle Rumlar arasında nisbetsizlik mevcut olduğundan dem vurmaktadır.”
3 Temmuz 1959 tarihli Nacak gazetesinden bu yazıya “hakaretin bu derecesine artık tahammülümüz yok” başlıklı bir yazıyla kibarca cevap verilmiş. Şöyle deniyor yazıda: “Ethnos gazetesinin Zürih’te temeli atılan ortaklık, iyi niyet ve dostluk kaidelerine asla sığmayan koskoca bir milletin tarihî şerefi ile haysiyetini en kötü kelimelerle tahkire yeltenen bu biçimde bir yazımı hangi bayağı duygularla yayınlandığını bilmiyor, anlamıyor değiliz. Bu bayağı duygular, Kıbrıs’ı menfur emellerine set çekmemizden doğan hüsrandan, acı hayal kırıklığından ileri gelmektedir. Ethnos’un, Rumların Türklerden üstün oldukları şeklindeki gülünç ve meğalomania kokan iddiasını ele alalım. Bu iddia o kadar çürük-çarık havailere istinat ettiriliyor ki Hitler’in ‘Üstün Irk’ derecesinde kokmuş nazariyeden de köhne ve rezil olmuş nazariyesinden daha beter bir rüyadan ibarettir.”
Bir örnek de günümüzden; Arkadaşımın annesi Güney Kıbrıs’ta bir hastanede yatmakta, kendisi de annesine refakat etmektedir. Annesiyle aynı odada kalan Rum kadının kızıyla arkadaş olup, hasbihal ederler. Rum kadının kızı adanın birleşmesine, Kıbrıslı Türklerle Rumların bir arada yaşamasına karşı olmadığını söyler ama şartını da belirtir: “Ben bir arada yaşayabilirim ama benim patronum asla bir Türk olamaz!”
Diyeceğim o ki, Güney’deki ahbaplarınca -tamamen duygusal!- bazı enstrümanlarla domine edilen bir grubun ekonomik krizi bahane ederek Rum’u “sığınılacak liman” olarak göstermelerini doğal karşılayabiliyorum da, bir insanın yakın tarihinden dahi bihaber olmasını, asırlardır burada yaşamalarına rağmen, Kıbrıs gerçeğini bilmemelerini, Rum beyniyle düşünüp, Rum ağzıyla beyanat vermelerini hala anlayamıyorum.
Bugün birilerinin, krizin arkasına saklanıp yüksek perdeden hakaretler yağdırdığı KKTC, içi boş bir oluşum değil, bu milletin dişiyle, tırnağıyla, canını ortaya koyarak hak ettiği bir yönetim. İyi yönetilip yönetilmediğimiz tartışılabilir ancak egemenliğimiz tartışmaya dahi açılamaz. Bizim kümeste beslenip komşunun kümesine yumurtlayanlara sözüm; Kriz bu, gelir geçer lakin egemenlik giderse bir daha gelmez.
Dr. Yurdagül ATUN

20 Eylül 2018
Krize Rum formülü … Dr. Yurdagül ATUN için yorumlar kapalı
Okunma 76
bosluk

YALVAÇ’TA 8 ASIRLIK GELENEK: PAZARIN BEREKET DUASI … Dr. Yurdagül ATUN

YALVAÇ’TA 8 ASIRLIK GELENEK: PAZARIN BEREKET DUASI … Dr. Yurdagül ATUN

Dr. Yurdagül Atun
Kültür yaşatma mı dediniz? Onun bunun adet ve kültürünü alıp, ortaya çıkan çorbayı kültür diye yutturanlara ithaf olunur. Türksek Türk kültürü, Rumsak Rum kültürü… Gerisi etkileşim…


YALVAÇ’TA 8 ASIRLIK GELENEK: PAZAR DUASI
Isparta’nın Yalvaç İlçesi’nde Ahilik geleneği hala etkin bir yaşam tarzı olarak sürdürülürken, Pazartesi günleri kurulan pazarda, tüm tezgah ve işyerleri 8 asırdır hayır dualarıyla açılıyor. Yüzyıllardır geleneklerini yaşatmasının Citta Slow (Sakin Şehir) ünvanıyla taçlandırıldığı Yalvaç’ın bu güzel geleneğinin diğer il ve ilçelere örnek olmasını diliyoruz.
Dr. Yurdagül ATUN

16 Eylül 2018
YALVAÇ’TA 8 ASIRLIK GELENEK: PAZARIN BEREKET DUASI … Dr. Yurdagül ATUN için yorumlar kapalı
Okunma 82
bosluk

Hani 21. yüzyılda garantörlük yoktu

Hani 21. yüzyılda garantörlük yoktu

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Nikos Anastasiadis işine gelen konularda bol keseden atmakla kalmayıp, yüzümüze baka baka, gerçekleri bile bile yalan söylüyor. Bu konulardan bir tanesi de 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası EK I’de yer alan Garanti ve İttifak Anlaşması ile ilgili. Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına göre Yunanistan ve İngiltere ile birlikte “Garantör Devlet” olması Rumların ulusal çıkarlarına, daha doğrusu Kıbrıs adasını Yunanistan’a ilhak etme çabalarına aykırı olduğundan Anastasiadis Türkiye’nin garantörlüğünün kaldırılması için bin bir tane yalan söylüyor. Yalandan öteye, herkesi aptal sanıp, atıyor belki inandırırım diye.

Attığı yalanların biri de “21ci yüzyılda garantörlük olmaz” cümlesi, daha doğrusu uydurmacası.

Çok değil 3 yıl önce BM Güvenlik Konseyi’nin 18 Aralık 2015 tarihindeki 7588. oturumda, SC/12171 kayıt numarası ile aldığı 2254 sayılı bir kararı var. Bu kararın içinde Suriye’nin garantörü olan ülkelerden bahsedilmekte ve bu ülkelerin Suriye’deki ateşkes yönetiminin garantör devletleri olduğu resmen, uluslararası hukuka göre kabul edilmekte.

7 Mayıs 2017 tarihli Astana Mutabakatının beşinci paragrafı ile 18 Eylül 2017 tarihli Astana Mutabakatının resmi açıklaması, madde 5’de bu ülkeler, isimleri açık ve net bir şekilde belirtilmekte. Suriye’deki ateşkes yönetiminin garantör devletleri sırası ile Rusya, Türkiye ve İran.

Büyük ölçüde BM Güvenlik Konseyi’nin 2015 yılında Suriye ile ilgili kabul ettiği 2254 sayılı kararının ilgili bölümlerinin esas alındığı 7 Mayıs 2017 tarihli Astana Mutabakatının beşinci paragrafı ““Garantör ülkeler, ateşkes rejiminin çatışan taraflar tarafından uygulanmasını sağlamak için gerekli tüm tedbirleri alacağını;” şeklinde başlamaktadır.

Sadece bu cümle bile Rum lider Anastasiadis’in “21 Yüzyılda Garantörlük artık kalmamıştır ve yoktur. Türkiye’nin garantörlüğü de kaldırılmalıdır” açıklamasının ne denli yalan ve hilekarca kullanılmaya çalışıldığını ortaya koyuyor. Günümüzde halen daha Almanya’nın ve –Hiroşima utancına rağmen- Japonya’nın garantörlerinin Amerika Birleşik Devletleri olduğunu hatırlatmakta fayda var.

Bitmedi; ABD’nin Almanya’da 16 adet Askeri (kara) üssü, 2 adet de İncirlikte bir boy küçük hava üssü ve 1 adet de NATO ile ortak kullandığı üssü bulunuyor. Ayrıca Japonya’da 9 adet Askeri (kara) üssü, 2 adet küçük Askeri (kara) üssü, 3 adet hava üssü ve 3 adet de deniz üssü var.

Hal böyleyken Anastasiadis’in “Türkiye’nin garantörlüğü kalksın, Türk askeri geri gitsin” iddiasının ne denli saçma ve mesnetsiz olduğu ortaya çıkmakta ABD’nin sadece Almanya ve Japonya’daki garantörlüğü ve askeri varlığı ile karşılaştırıldığı vakit.

Rum lider Anastasiadis’in tasdikçisi de aynen atalarımızın “Bozacının şahidi şıracı” sözüne uygun olarak Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Kocias. Her fırsatta Kıbrıs’ta “Türkiye’nin garantörlüğünün kaldırılması ve Türk askerinin geri gitmesi”nden bahsetmekte, bilir bilmez.

İkisi başbaşa vermişler, 1957 yılından beri Türklere uyguladıkları soykırımı ve katliamları gözardı etmişler, Türkiye’nin bizleri katliamlardan ve yok olmaktan kurtardığını bilmemezlikten gelmişler ve utanmadan, sıkılmadan “Türkiye’nin garantörlüğünün kaldırılması ve Türk askerinin geri gitmesi”nden bahsetmekteler.
En önemlisi de bizim bunu kabul edebileceğimizi düşünmekteler aramızdaki üç-beş Rum sevdalısına bakıp.
Özetle, Türkiye’nin Kıbrıs adasındaki varlığı tamamen hukuki anlaşmalara dayanmakta, Kıbrıs Türkü de anavatanının garanti ve güvencesiyle 1974’ten bu yana huzurlu bir yaşam sürmektedir. Kimsenin bu huzuru bozmasına müsaade edecek değiliz.

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Dr. (Ulus. İliş.) Ata ATUN
Dekan, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata@ataatun.com veya ataatun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1

14 Eylül 2018
Hani 21. yüzyılda garantörlük yoktu için yorumlar kapalı
Okunma 92
bosluk
  • Sayfa 1 ile 2
  • 1
  • 2
  • >
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar