Orta Doğu yeni oluşumlara gebe

Orta Doğu yeni oluşumlara gebe

Orta Doğu yeni oluşumlara gebe

1914 yılında yaşanan I. Dünya Savaşında emperyalist (yayılmacı) Avrupalıların bitmeyen hırsları ve açgözlülükleri nedeni ile asırlardır huzur ve barış içinde yaşayan Orta Doğu’da uzun zamandan bu yana kan akmakta. Akan kana ilaveten de huzursuzluk, düşmanlık, katliamlar ve göçmenlik hat safhada, insanlığın doğduğuna inanılan bu coğrafyada.

Batı dünyasında ve Doğu’da Orta Doğu derken akla gelen ülkeler Lübnan, Suriye, Irak, Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar ve Kuveyt. Sudan, duruma göre bazen Orta Doğu’nun bir parçası, bazen de değil. Bu devletlerin tümü de I. Dünya Savaşından sonra emperyalist Avrupalıların kurdukları ve sınırları dönemin İngiltere’nin Orta Doğu’dan sorumlu personeli MI5 ajanı Gertrude Bell adlı kadın ajan tarafından cetvelle çizilmiş Arap kabilelerinden oluşan yapay devletler. Bu sınırları harita üzerinde çizerken Gertrude Bell’in hedefi, Filistin kıyılarından Orta Doğu’ya ayak basan İngiliz Kuvvetlerinin Basra Körfezine kadar karadan İngiltere’nin kontrolü altındaki (yapay) devletlerin topraklarından kolayca geçebilmeleriydi. Nitekim de istedikleri aynen gerçekleşti.

İsrail, Türkiye ve İran, Orta Doğu kapsamının dışında bırakılmış Arap olmadıkları için. Nedense Batılı, Doğulu ve Afrikalılara, “Türkiye, İran veya İsrail Orta Doğu’da mıdır” diye sorarsanız, yanıtı ezici çoğunlukla “hayır” olmakta zira akıllarda Orta Doğu hep, Akdeniz’in doğusunda Arapların yaşadığı bölge olarak yer etmiş.

Biraz tarihe göz atacak olursak;1914 yılından 1956 yılındaki Arap-İsrail ve baryaları (Kıbrıs Türkçesinde yakın dost demektir) Süveyş Krizi savaşına kadar Orta Doğu’daki hakimiyetlerini keyifle sürdüren İngiltere ve Fransa, bu savaştan sonra, İsrail ile birlikte Mısır ordusunu hezimete uğratmış ve savaşı kazanmış olmalarına rağmen ABD’nin baskısı ile boyunları bükük olarak bölgeden ayrıldılar. Orta Doğu’nun hakimiyeti de bu tarihten sonra ABD’nin eline geçti.

Günümüzde Orta Doğu’nun kaderini belirleyen emperyalist güç İsrail. Tüm Yahudilerin kalplerinde ve akıllarında “Hittin Sendromu” adeta genetik bir olgu gibi Yahudilere sirayet etmiş. (1187 yılında, Salahaddin Eyyubi’ nin haçlı ordusunu çembere alıp kelime anlamıyla “yok ettiği”, Kudüs kralını esir aldığı, Haçlıların tümünü de denize döktüğü savaşın gerçekleştiği yerdir “Hittin.” Bu savaşın adı da “Hittin Savaşı”dır.) Bu sendromla Yahudiler, birgün Arapların gene bir komutanın liderliğinde birleşeceği ve İsrail ordusunu yenerek tüm Yahudileri denize dökeceği korkusunu içlerinde taşımaktalar.

1948 ve 1967’de yaşanan Arap-İsrail savaşlarında İsrail galip gelmiş olmasına rağmen 1973 yılında yaşanan Yom Kippur savaşında İsrail ordusu hezimete uğramış ve Tel Aviv’e doğru çekilmeye başlamışken, İsrail son çare olarak nükleer silah kullanmak kararını alınca, ABD savaşa müdahale etmiş, bir hava köprüsü kurmuş ve İsrail’e her tür askeri yardımı yaparak, Suriye, Mısır, Ürdün ve Irak’ın birlikte oluşturdukları “Arap Ordusu”nu yenmesini sağlamıştı.

Belli ki Yom Kippur Savaşı ABD ve İsrail yöneticilerine büyük bir ders verdiğinden şimdilerde Orta Doğu’ya hakim olma hedefleri biraz farklılık içeriyor. Bu ülkeler, Arap Orduları ile hiç bir zaman bitmeyecek savaşlar yapmak yerine Arap ordularını yönetmeyi ve ellerine ABD’ye ve İsrail’e karşı kullanamayacakları silahlar vermeyi planlamışlar. Bu dahiyane plan uzun vadeli ve 7 aşamalı.

Yapılan uzun vadeli stratejik planın birinci aşaması gerçekleşti ve kadife bir darbe ile Suudi Prens Muhammed Bin Salman Suudi Arabistan’ın başına getirildi.

İkinci aşama, Arap NATO’su olarak anılan Orta Doğu Stratejik İttifakı’nı ODSİ’yi (Middle East Stratejic Alliance-Orta Doğu Stratejik İttifakı ) kurmak ve parasal gücünü kullanarak bu örgütün yönetimin başına Genel Sekreter olarak Muhammed Bin Salman’ı getirmek.

Üçüncü aşama ise ODSİ Genel Sekreteri olarak Muhammed Bin Salman’ı Filistin-İsrail sorununu çözmekle görevlendirmek ve parasal gücünü kullanıp, Filistinlilerinin bazılarını paraya boğarak, bazılarını satın alarak Filistin-İsrail Barış Planını kalıcı olarak sonuçlandırmasını sağlamak. Barış Anlaşmasından sonra da Muhammed Bin Salman’ı Arap dünyasının lideri yapmak.

Dördüncü aşamada ODSİ’ye üye ülkelerden oluşan ve adı “İslam Ordusu” olacak bir orduyu kurdurmak ve bu ordunun Başkumandanlığına da Muhammed Bin Salman’ın getirilmesini sağlamak.

Beşinci aşamada İslam Ordusu’nun tüm silahlarını, -Başkomutan vasıtası ile- çoğunlukla ABD ve İsrail’den, istihbarat yazılımları ve malzemelerinin tümünün İsrail’den alınmasını sağlamak. İslam Ordunun kullanacağı vurucu gücü yüksek olan savaş uçağı, tank, balistik füzeler ve benzeri silahların yazılımlarında İsrail ve ABD dost ülke olarak yer almasını ve İslam Ordusunun hiçbir zaman ve koşulda İsrail ve ABD’ye karşı kullanılamamasını sağlamak.

Altıncı aşamada Türkiye’nin güçlenmesi ve Orta Doğu’da söz sahibi olması yaptırımlarla önlenirken, İran’ın da ambargo ile pasifize edilerek ses çıkarmamasını sağlamak.

Yedinci ve son aşama ise İsrail’in güvenliğini daha da pekiştirebilmek için sınırlarını büyütmesini gerçekleştirmek.

Bu planın gerçekleşmesinin önündeki en büyük engel Türkiye ve Suriye. ABD ve İsrail için Ankara-Şam yakınlaşması, bölgede yeni bir denge ve cephe oluşmasına yol açacak, devamı olarak da Türkiye-İran-Rusya ve Suriye’den oluşacak dörtlü cephenin, belki de Sudan ve Katar’ın katılımıyla da “Altılı Cephe”nin ortaya çıkmasına yol açacak ve İsrail’in büyük Kürdistan projesi ile sınırlarını genişletmek planının suya düşmesine neden olacaktır.

Tüm bu hesapları bozacak tek durum, Ankara ile Şam’ın yakınlaşması. Ankara ile Şam yeniden yakınlaşırsa Orta Doğu’daki dengeler alt üst olacak ve uzun vadede kazananların başında da Türkiye ve Suriye gelecek gibi görünüyor.

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Dr. (Ulus. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen,
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

28 Aralık 2018
Orta Doğu yeni oluşumlara gebe için yorumlar kapalı
Okunma 68
bosluk

Zaman bencillik zamanı … Dr. Yurdagül ATUN

Zaman bencillik zamanı … Dr. Yurdagül ATUN

Zaman bencillik zamanı
Dr. Yurdagül ATUN

Televizyonda, psikolojik hastalıkların yaygınlaşmasıyla ilgili bir röportaj yapmışlar.
Muhabir sokakta dolaşan vatandaşlara “psikoloğa gidiyor musunuz, antidepresan kullanıyor musunuz” diye soruyor.

Röportaj verenlerin neredeyse yüzde 70’ine yakını hayatının bir evresinde bunalım geçirdiğini itiraf ediyor.

Kimi de, “beni üzen, bana zarar veren herkesi hayatımdan çıkardım. Sadece kendim için yaşıyorum” diyor, iyi bir şey yapmışçasına.

Kendilerince doğru olanı yaptıklarını sanıyorlar zira röportajın sonunda görüşüne başvurdukları psikiyatrist de- veya psikolog- kişilerin mutlu olması için kendilerini üzen, rahatsız eden herkesi/herşeyi hayatlarından çıkarmalarını öneriyor.
Bencilliği bir erdem olarak gören, insanın nihai ahlaki değerinin, kendi refahı olması gerektiğini savunan Ayn Rand’in “Bencilliğin Erdemi” isimli kitabı neredeyse psikiyatristlerin reçetesi olmuş.

Bu uzmanlara göre mutluluğun sırrı, bencil olmaktan geçiyor. “Mutlu olmak için biraz ‘ben’ odaklı olun. Tamam egoist olmayın ama başkaları için de yaşamayı bırakın” diyor uzmanlar. Eskinin, “büyüğünü say, küçüğünü sev, insanları kırma, ağzından çıkacak lafı tart, iki düşün bir konuş” öğretisi yerine, ben merkezli bir hayat tasavvurunu benimsetiyorlar millete.
“Sen değerlisin, sen kıymetlisin, kimsenin seni üzmesine izin vermemelisin” diyen psikoloji uzmanı, karşıdakinin de en az onun kadar kıymetli olduğunu, her bireyin ailesinin biriciği olduğunu unutuveriyor bu bencillik aşısını yaparken.

“Sen kendine yetersin” diyor uzman. Bu gazla egosu şişirilen, haz ve mutluluğu hayatın mutlak ilkesi yapma yolundaki danışan/hasta da sahip olduklarıyla gururlanıp, kendi kendine yeteceğini sanıyor. Kimseyi umursamama, fazla üstüne geleni hayatından çıkarma fetvası alınca da “bunalımdayım, üstüme gelmeyin” tehdidiyle etrafı susturuyor. Susturamadığıyla da görüşmüyor.

***

Okuduğum ilkokulun mezunları bir grup kurmuş, ben de üye oldum. İlkokul arkadaşlarımdan biri, öğretmenimizin çok dayak attığını, neredeyse dövmediği öğrenci kalmadığını yazmış yorumunda. Ben o öğretmenden dayak yememiş olmalıyım ki hiç hatırımda kalmamış dayak olayı. Ama ortaokulda coğrafya öğretmenimden bir tokat yemiştim, O, ders anlatırken ben defterime resim çiziyorum diye…

Bu dayak olayını annemlere anlatmadım. Utandım her halde. Zaten anlatsaydım da “dersini dinleseydin, öğretmen haklı” diyeceklerdi.

Sadece benim öğretmenim değildi dayak atan. Okulda daha sert ve eli ağır öğretmenler vardı. Ne var ki kimsenin velisi çocuğum dayak diyor diye okula gelmezdi çünkü öğretmen ne yapsa haklıydı.

Bir keresinde bir aile büyüğümüzden, -babam, kardeşim değil, dıdının dıdısı- ilkokulda yazdığım bir şiir yüzünden tokat yemiştim. Yazdığım şiiri o yaşta bir çocukla bağdaştırmamıştı o zamanlar Ankara Mülkiye’de okuyan akraba! Annem, yanımda olmasına rağmen ses etmemişti, “bilgili adam, bir bildiği vardır” diye. Ben de bunalıma filan girmedim tokat yediğim için…

Burada dayağı savunduğum yok elbet ama dayaktan önemli bir sorunu görmezden geliyoruz: Şımarıklığın getirdiği bencillik. Jane Austen, 1914’te yazdığı “Mansfield Park” isimli romanında “Bencillik affedilmelidir” diyor ama devamı mühim; “Çünkü hiç iyileşme ümidi yok.”

Çocuklara ana baba laf söyleyemiyor ki söylese bunalıma girecek! Öğretmen hele Allah muhafaza, okuldan aldırılıp sürdürülür hattızatında. Arkadaşlarıyla kavga ettiğinde dayak yiyen değil, dayak atan olmasını istiyoruz karşı tarafın da öyle düşüneceğini es geçerek. Herkesin çocuğu sütten çıkma ak kaşık, öğretmen, arkadaşları, ailesi, çevresi suçlu.

Her istediklerini borç harç alıyoruz, aman biz çektik onlar çekmesin diyerek.

Anayı babayı azarlama hakkını kendinde bulan, ana baba üstünde tahakküm kuran, ana babaya hal hatır dahi sormayan, Türk aile yapısına uymayan bireyler yaratıyoruz kendi elimizle.

Özetle, tepemize çıkarıyoruz…

***
Diyeceğim o ki, herkesin sıkıntılı, üzüntülü, altından kalkamayacağını düşündüğü zorlu zamanları olabilir. Hepimizin olmuştur. Böyle zamanlarda doktora koşup, avuç avuç ilaç alarak, dönülmez yollara girmek yerine ağlaya zırlaya bu süreci atlatmak daha akılcı bana göre.

İkinci olarak, yaşamın kendine yönelttiği sorulara ve fırsatlara ‘ben’ cevabı veren kişilerde oluşan ‘ben arızası’nı onarmanın tek yolu, paylaşmak, karşıdakinin de en az onun kadar değerli olduğunun ayırdına varmak olacak. Ki, önce bizi biz yapan vasıfları yok edip, sonra başka kimliklere has kişilikler peydahlayan ve ellerini vatandaşın cebinden çekmeyen bir güruhun hazırladığı, nasıl ve kimin ürünü olduğu gayet iyi bilinen ‘tevil’e sığınmak yerine Allah’a ve birbirimize sığınalım derim ben. Tabi, gerçek hastaları ve bu düzenin farkında olan hekimlerimizi tenzih ederek…

Dr. Yurdagül ATUN

23 Aralık 2018
Zaman bencillik zamanı … Dr. Yurdagül ATUN için yorumlar kapalı
Okunma 91
bosluk

Kıbrıs’ta çözüm için yeni fikirler gerekli

Kıbrıs’ta çözüm için yeni fikirler gerekli

Kıbrıs’ta çözüm için yeni fikirler gerekli

Kıbrıs Müzakerelerinin Crans Montana’da kopmasına ve çökmesine neden olanın, Anastasiadis’in isteklerinin hiç bitmemesi olduğunu söylemiştim geçen haftaki yazımda. Karşısında her istediklerini vermeye hazır bir muhatap görünce, bir türlü isteklerinin sonunu getirmeyip, aldıkları ile yetinmedi. İşledikleri hunharca cinayetleri, yaktıkları köyleri, yağmaladıkları Türk mallarını unuttuğumuzu sanıp “Sıfır garanti, Sıfır Güvenlik” isteyince de masa Anastasiadis’in başına çöküverdi. “Görüşmelerin çökmesine neden olan adam” olarak itham edilen Rum lider, şimdi “Ben masaya oturmaya ve müzakereleri sürdürmeye hazırım” diye dört dönüyor etrafta.

Halen daha Cumhurbaşkanı Akıncı ve ekibi de Kıbrıs konusunda Federal ve Rumlarla ortak bir devletin olamayacağını bir türlü kavrayamayıp, Federasyon hedefli müzakereleri sürdürmek ve taviz vermek peşindeler. Bunun getirisinin ne olacağı da, gerçekte belli. Anastasaidis’in verdiği garanti sözüne inanılırsa, BM güvenceli Girit ile AB üyesi bir ülke olan Yunanistan’ın Batı Trakya’da yaşayan kardeşlerimize uyguladığı insanlık suçları ve hukuku çiğneyen davranışlarının aynısını bizler Kıbrıslı Türklere de yaşatacakları açık, hem de hiç ayırım yapmadan. Rumlar istedikleri biçimde, kendi idareleri altındaki devleti aramızdaki Federasyon hayranlarının yardımları ve destekleri ile kurduktan sonra bizleri koyacakları kefenin içine bir müddet sonra bunları da koyacaklar hiç gözlerinin yaşına bakmadan. Ki, bunu anlayabilmek ve görebilmek için tarihi biraz karıştırmak yeterli.

Uluslararası konjonktür, bölgedeki siyasi dengeler, Türkiye’nin bölgede lider konumuna yükselmesi, Rusya ile ABD’nin Orta Doğu’ya ve Doğu Akdeniz’e bakışlarının değişmiş olması nedeniyle adada kalıcı bir barışa yönelik çözümün yeni fikirlerden ve oluşumdan geçtiğinin artık herkes farkına varmış durumda. Ortak düşünce, müzakereler yeniden başlayacaksa bunun, eskinin tekrarı olmayacak bir zemin, içerik ve hedefte olması yönünde.

Bu yeni içeriğin içinde Doğu Akdeniz bölgesinde bulunduğu iddia edilen doğalgaz da yer almak zorunda. Nasıl çıkarılacağı, kimlerin söz sahibi olacağı ve satışlardan elde edilecek gelirin nasıl paylaşılacağına ilaveten Türkiye ana kıtası ile Kıbrıs adasının Münhasır Ekonomik Bölgelerinin tespiti de olmalı. Türkiye’nin onayı olmadan tek taraflı olarak Rum Yönetiminin ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölgeden doğalgazın çıkarılması ve satışı olanaksız. Rumlar, ABD, AB, Çin veya Rus kökenli şirketleri bölgeye davet edip sondaj ve gaz çıkarım izni vererek onları yanına çekeceği yanılgısı içinde ancak ne herhangi bir AB ülkesinin, ne de ABD, Rusya veya Çin’in, Rumların hatırına Türkiye ile bırakın savaşa girmeyi, takışmayı bile göze almayacağını herkes biliyor.

Gelelim yine Kıbrıs’a; Son 50 yıldır süren sonuçsuz müzakerelerden sonra artık Kıbrıs adasında, 1977 Denktaş-Makarios Doruk Anlaşmasından kaynaklanan, eşit kurucu ve yönetim haklarına sahip iki toplumdan oluşacak “Federasyon” tipi devletin kurulamayacağı gerçeği ortaya çıktı. Buna rağmen Rum Yönetimi ısrarla “adayı ele geçireceğimiz uluslararası ortam oluşuncaya kadar müzakereleri uzatalım” felsefesini sadıkane bir şekilde yürütüyor. Bunun için de elden geleni ardına koymuyor.

Anastasiadis, adada sürekli barışı getirecek çözümün ada üzerinde iki egemen ve bağımsız devlet kurulması olduğunu ve iki toplumun siyaseten eşit haklara sahip olacağı ortak bir devletin kurulması yönünde gayret edeceğine, olumsuz tutumları ve stratejisi nedeni ile müzakerelerin içine düştüğü siyasi çıkmazı koz olarak kullanıp, hayallerinin peşinde koşmayı tercih etmekte. KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı ise hala daha Federasyon peşinde. Belirli şartların oluşması durumunda yeni bir müzakere sürecinin başlamasının faydalı olacağı ve Kıbrıslı Türklerin “bunu denedik bitti, şimdi başka şeyler düşünelim” diyebilme lüksüne sahip olmadığı inancında.

Şimdi sıra bizde, yani Kıbrıs Türklerinde. Tarihi iyi okuyarak, geçmişten ders alarak, dünya konjonktür ve siyasetini iyi takip ederek, haklarımızı koruyacak, mevcudiyetimizi tehdit eden boşlukları tıkayacak bir çözümle geleceğimizi şekillendirmemiz gerektiği gerçeğinin, “Rum’a arka çıkma, Rum’un avukatlığına soyunma” fikriyle değişmesi gerek ki, Kıbrıs Türklerinin çoğu bu görüşte.

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Dr. (Ulus. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ataatun@gmail.com (Kişisel) , ataatun@csu.edu.tr (Akademik)
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1

21 Aralık 2018
Kıbrıs’ta çözüm için yeni fikirler gerekli için yorumlar kapalı
Okunma 55
bosluk

Fırat’ın Doğusunun gerçekleri

Fırat’ın Doğusunun gerçekleri

Fırat’ın Doğusunun gerçekleri

Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ve Genel Kurmayı, Türkiye-Suriye sınırı boyunca güvenli bir koridor oluşturmak hedefinde. Baba Hafız Esad’ın 1982 yılında Suriye’de PKK’ya kucak açması sonrasında Türkiye’nin maruz kaldığı terör olayları ve sivil halkımıza yapılan saldırılar, gelecekte güven içinde yaşanabilmesi için böylesi bir güvenlik tedbirinin alınmasını şart koşuyor.

ABD’nin Orta Doğu’ya ayak basması, 1956 yılında Mısır’ın o zamanki lideri, Cemal Abdul Nasır’ın Süveyş kanalını millileştirme kararını alması ile yaşanan krizle başladı. Süveyş Kanalı, Mısır topraklarında olmasına rağmen işletmesi Fransız ve İngiliz yatırımcıların sahibi olduğu Süveyş şirketine aitti. Millileştirme sonrasında Süveyş Kanalının kontrolünü yeniden ele geçirmek isteyen Fransızlar ve İngilizler, İsrail’i de yanlarına alarak, Mısır’a karşı savaş açtılar. Mısır ordusunu yenerek Kahire’nin çok yakınlarına kadar geldiklerinde Rusya’nın Avrupa Başkentlerine atom bombası atma tehdidi ve ABD’nin “Benden izin almadan Kahire’ye giremezsiniz, geri çekilin” uyarısından sonra da zoraki olarak geri çekildiler. ABD Porta Doğu’ya adımını bu vesile ile atarken, Fransa’nın ve İngiltere’nin Orta Doğu’daki hakimiyetleri son buldu.
12.14.18-Fıratın Doğusu gerçekleri
Aradan geçen 60 yılda ABD, Orta Doğu’yu istediği gibi yönetti.
Hoşuna gitmeyen, ABD’yi desteklemeyen liderleri, “İran devrimi, 27 Mayıs Devrimi, 1982 İhtilali, Arap Baharı, Gezi Olayları, Irak’ta General Kasım müdahalesi” gibi CIA kurgulu darbelerle ortadan kaldırdı. ABD Ordusunun silah envanterini yenilemek için hurdaya çıkardıktan sonra bir kısmını masraf ederek ham maddeye dönüştüreceği, diğer kısmını da çöpe atacağı silahlarını Orta Doğu ülkelerine -kimi zaman hibe adı altında- zorla vererek, sevinmelerini sağladı. Orta Doğu’da çıkarılan petrolün, uzun bir dönem İran da dahil olmak üzere hepsinin mutlak sahibi oldu ve kağıt üstündeki sahiplerine çay parası vererek memnun etmeye çalıştı. Ürettiği yeni silahları da, koşullu olarak ve kendisinden izin alınmadan hiçbir yerde kullanılamayacağı garantisi ve kısıtlaması ile maliyetinin 10 misline kadar çıkan fahiş fiyatlarla bölge ülkelerine adeta kakaladı.

İran, çok daha önceleri, Humeyni ile zincirleri kırdı. Türkiye olayın vahametini, ABD’nin Türkiye Cumhuriyeti Devletinin en ücra köşelerine kadar sızdığını, 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra fark etmiş olmasına rağmen söküp atması ve zincirleri kırması neredeyse yarım asırını aldı. Suriye, baba Hafız Esad döneminde Fransa’nın boyunduruğunda çıkarak, Rusya ile işbirliğine başlamıştı. Ürdün daha başından beri girdiği İngiliz hegemonyasına devam etmeyi tercih etti. Irak, General Kasım ile kırdığı zincirlerin bedelini yıllar sonra ABD’nin hayali gerekçeler ile Irak’ı işgal etmesi ile ödedi ve petrol üzerindeki tüm hakimiyetini kaybetti.

Aradan geçen 55 yıldan sonra halk tabiri ile “Deniz bitti.” ABD, Orta Doğu’daki mutlak hakimiyetinin neredeyse tümünü yitirme aşamasına geldi. Suriye’de konuşlanmış Rus Birlikleri, askeri hava ve deniz limanları, İrfan Birlikleri belini bükmüş durumda.

Türkiye ise ABD için bir başka baş ağrısı.
Geçmiş yıllarda neredeyse uzaktan ıslık çalarak yönettiği Türkiye artık yok. Yerine, kendi silahının yüzde 60’ını ve geri kalan yüzde 40’ın önemli orandaki parçalarını kendi imkanlarıyla üreten, yani savunma ve silah sanayini büyük ölçüde millileştiren, dışa bağımlı olmayan, sözünü dinlemeyen bir Türkiye var.
Öylesi bir baş ağrısı ki bu Türkiye, artık ABD, Orta Doğu’da Türkiye’nin onay vermeyeceği hiçbir planın gerçeklemeyeceğini çok iyi öğrenmiş durumda.

Rahip Brunson’un ABD’ye iadesi ne denli Trump için bir zafer ise, Türkiye için de o denli büyük kazanımlar içeren bir zafer. Türkiye’nin kazanımları, zirvesinde rahip Brunson’un oturduğu buz dağının gözle görülmeyen kısmında. İade perdesinin arkasında bir dizi Türkiye’nin taleplerini içeren ve ABD’nin de ister istemez onayladığı koşullar var. Bunlardan bir tanesi de Türkiye’nin Suriye sınır boyunca güvenli koridor oluşturması. PYD (Demokratik Birlik Partisi – Partiya Yekîtiya Demokrat) ve onun silahlı yapılanması YPG (Halk Koruma Birlikleri – Yekîneyên Parastina Gel) tamamen ABD’nin kurduğu vekil bir kuruluş ve silahlı birim. İşte Rahip Brunson olayının püf noktası da burada. Malikiye-Tirpe Sipiye-Kamışlı-Amude-Darbasiye-Serakanya-Ayn el Arap-Afrin hattında Türkiye’nin güvenli bölge oluşturacağı ve YPG’nin bu hattın güneyinde kalacağı.
ABD, kerhen Türkiye’nin Fırat’ın Doğu’suna Harekat başlatacağını “Kabul edilemez” şeklinde açıkladı ama gerçekte Orta Doğu’da kalmaya devam etmesi Türkiye’ye bağlı olduğu için sesini daha fazla çıkarmamayı tercih ediyor.

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Dr. (Ulus. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ataatun@gmail.com (Kişisel) , ataatun@csu.edu.tr (Akademik)
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1

14 Aralık 2018
Fırat’ın Doğusunun gerçekleri için yorumlar kapalı
Okunma 94
bosluk

Kıbrıs İlim Üniversitesi akademisyeni Prof. Dr. Ata Atun Fırat’ın Doğu’suna başlatılacak harekatın içeriğini anlattı

Kıbrıs İlim Üniversitesi akademisyeni Prof. Dr. Ata Atun Fırat’ın Doğu’suna başlatılacak harekatın içeriğini anlattı

Kıbrıs İlim Üniversitesi akademisyeni Prof. Dr. Ata Atun Fırat’ın Doğu’suna başlatılacak harekatın içeriğini anlattı
Kıbrıs İlim Üniversitesi akademisyeni Prof. Dr. Ata Atun, 12 Aralık, Çarşamba günü saat 16.30’da yayınlanan Diyalog TV’deki programında başarılı sunucu MERT ÖZDEŞ ile Fırat’ın Doğu’suna başlatılacak harekatın içeriğini ve detayını, Maronitlerin Gürpınar köyüne dönmeleri yerine Gürpınar’lı Kıbrıslı Türklerin köye dönmelerini, KKTC’de Dere Yataklarının hangi sebeple iskana açıldığını ve haftanın önemli dış Siyasetinde yaşanan olayları dile getirdi. Tekrarı hafta içi 5 kez ve Cuma akşamı saat 20.00’de Diyalog TV’de yayınlanacaktır. İzlemeniz tavsiye edilir.
https://www.facebook.com/diyalogtv/videos/516556185515704/UzpfSTYxMTQyNzM4ODoxMDE1Njg2NDIxOTgyMjM4OQ/
12.12.18-Ata Atun-Diyalog TV-3

13 Aralık 2018
Kıbrıs İlim Üniversitesi akademisyeni Prof. Dr. Ata Atun Fırat’ın Doğu’suna başlatılacak harekatın içeriğini anlattı için yorumlar kapalı
Okunma 105
bosluk
  • Sayfa 1 ile 2
  • 1
  • 2
  • >
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar