Perde Arkasından Türkiye’ye Baskı … Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi

Perde Arkasından Türkiye’ye Baskı … Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi

Türkiye’nin son yıllardaki ekonomik, hafif/ağır sanayi, savunma sanayisi, kültürel, insani yardım, ulaşım ve üretim yatırımları ile yakaladığı bölgesel siyasi güçten açık açık korkmaya başlayan geçmişin sömürgeci ülkeleri, Türkiye’ye uyguladıkları direkt ambargoların faydasını görmeyince, endirekt ve vesayet ambargoları ile Türkiye’yi frenleme ve engelleme çabası içinde girdiler.

Uluslararası yasaların, kuralların ve uygulamaların yanından dolaşıp şeytanın bile aklına gelmeyecek metotlarla Türkiye’nin gelişmesinin önüne -akıllarınca- engeller çıkarmaya ve duvarlar örmeye çalışıyorlar.

Halk tabiri ile “atı alan Üsküdar’ı geçti”ği için boşuna çabalıyorlar.

Söz konusu emperyal ülkeler, geçmişte, sözünü dinlemediği için Türkiye’yi cezalandırmak ve terbiye etmek maksadı ile savunma sanayiinde, askeri araçlarının bakımında, yenilenmesinde ve kıymetli madenlerin işlenmesi teknolojisinde gerek duyduğu bilgi ve yedek parçayı vermemekle karşı karşıya bırakmışlardı. Şimdi de Doğu Akdeniz’de kendi hak ve menfaatlerini aradığı için aynı ambargoların bir benzerini uygulamaya koymaya çalışıyorlar.

Bu cezalandırıcıların başında üfürükten birer devlet olan ve üyesi oldukları Avrupa Birliği’nde sahtekar olarak tanınmalarına rağmen AB’ye sırtlarını dayamış olan Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi (KRY) bulunmakta.

Bu üfürükten ve sahtekar iki devlet, Türkiye’ye uygulayabilecekleri herhangi bir ambargo veya yaptırım güçleri olmadığından, düşünüp taşınıp, Türkiye’ye ait sondaj ve sismik gemilerinde çalışan AB vatandaşı personeli baskı, tehditle yıldırma formülünü buldular. (Bilindiği üzere Türkiye’nin Oruç Reis ve Barbaros Hayrettin Paşa sismik araştırma gemileri, Fatih, Yavuz ve Kanuni adı altında da 3 adet sondaj gemisi bulunuyor. Envantere dördüncü sondaj gemisini eklemek için de devletin ilgili tüm birimleri canla başla çalışılmakta.)
İddiaları, kendilerinin tek taraflı ilan edip kendilerine ait olduğunu iddia ettikleri Münhasır Ekonomik Bölgelerinde faaliyet gösteren bir gemide, “kendilerinden izin almadan çalışılması.”
Bu nedenle gemi personelini ve onların ailelerini AB Mahkemelerinde dava etmekle tehdit ederek, gemiden uzaklaştırmaya çalışıyorlar. AB ülkesi içindeki herhangi bir devletin herhangi bir mahkemesinin, KRY’nin ve Yunanistan’ın bu hukuk dışı iddiasını dikkate almaları-her ne kadar her konuda arka çıkıyorlarsa da- zayıf bir ihtimal.
Tüm bu olasılıkları hesaplayan Türkiye, bu tür saçma tehditleri sıfırlamak için, hemen kendisi bir dizi sofistike eğitimler organize ederek gerekli personeli yetiştirmeye başladı bile…
İkinci ve asıl olan engelleme daha sinsice: Fatih, Yavuz ve Kanuni sondaj gemisinin bakımı ve parça yenilenmesi için gereksinim duyulan bazı malzemeleri imal eden uluslararası firmaları, Türkiye’ye yedek parça satışı yaptıkları takdirde kendilerinden hiçbir malzeme alınmayacağı tehditi ile engelleme girişimi başlatmışlar ve engellemişler de…

Özellikle çok yüksek olan sondaj gemilerindeki sallantıyı ve salınmayı durduracak ve dengede tutacak sistemlerin alımının yapılacağı Japon firmasının söz konusu sistemi Türkiye’ye satmak istememesi, bu insanlık ve ahlak dışı engelleme girişimini ortaya çıkardı.

Buna karşılık Türkiye ne mi yaptı? Tabi ki kendi ihtiyacı olan tüm parçayı kendi üretme yoluna gitti. Savunma sanayimizi güçlendirme yönünde önemli bir motivasyon olan Batı, bu kez de yedek parça sanayimize çağ atlatıyor.
Zira bu hadsiz girişimlerden sonra Türkiye, araştırma ve sondaj platformlarının ileri teknoloji parçalan konusunda hemen millileştirilme çalışmalarını başlattı ve alternatif üreticilerden benzer ürünler alarak sondaj gemilerinin bakım, geliştirme ve güncelleme çalışmalarını tamamladı bile…

Sözün özü; “Kötü komşu ev sahibi yaparmış” atasözündeki kötü komşuya teşekkür etmek gerekecek sanki…

Prof. Dr. (İnş Müh), Doç.Dr. (Ulus İliş) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

22 Eylül 2020
Perde Arkasından Türkiye’ye Baskı … Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi için yorumlar kapalı
Okunma 110
bosluk

Makarios’un 13 Maddelik Anayasa Değişiklik Önerisi Neydi?

Makarios’un 13 Maddelik Anayasa Değişiklik Önerisi Neydi?

Aklına bağımsızlığı sığdırmayan ve yeminine bağlı kalarak Enosisin önündeki engelleri kaldırmak isteyen Makarios, bu amaçla Türk Halkına Cumhuriyette etkin söz hakkı veren Anayasanın 13 maddesini değiştirmek için bir plan hazırladı. Bu plana göre söz konusu 13 maddenin değiştirilmesini Türklere önerecek, reddetmeleri halinde ise zorla empoze edilmesi yoluna gidilecekti, Türklerin karşı koyması halinde “Türkler hükümete isyan etti” diye olay dünyaya duyurulacak, “asilerin ezilmesi”, Kıbrıs hükümetinin bir iç meselesi olarak sunulacaktı. Türk halkı ve Türkiye tarafından derhal reddedilen 13 maddelik değişiklik önerileri şöyleydi:

1-Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkan Muavini’nin Veto haklarının kaldırılması. (Anayasaya göre Başkan ve Yardımcısı Bakanlar Kurulu ve Meclis’in Dış İlişkiler, Savunma ve Güvenlik konularındaki kararlarını veto etme hakkına sahipti).

2-Cumhurbaşkanı yurt dışında iken veya görevlerini yerine getirmeyecek durumda olduğunda, Başkan Yardımcısının ona vekalet etmesi.
(Bu aslında göz boyamak için ileri sürülmüştü).

3-Rum Temsilciler Meclisi başkanı yurt dışında, ya da görevlerini yerine getiremeyecek durumda olduğunda, Meclis Başkanlığı görevinin Meclis Başkan yardımcısı tarafından yerine getirilmesi.

4-Meclis Başkanı Rum, Yardımcısı Türk üyelerce ayrı ayrı seçileceklerine, her ikisinin de Meclis Genel Kurulunca seçilmesi.
(Bu durumda çoğunlukta Rumlar olduğu için Meclis Başkanı hep Rum olurken, Türk Yardımcı, Rumların istedigi bir kişi seçilecekti. Bu Türklerin birliğini bozmaya yönelik bir öneri idi).

5-Bazı yasaların Meclis’te onaylanması için, ayrı çoğunluk şartının aranmaması.
(Anayasaya göre vergi, belediyeler ve seçim yasaları için ayrı ayrı çoğunluk gerekirdi. Bu durumda Rumlar herşeyi çoğunluklarına dayanarak istedikleri gibi yapacaklardı).

6-Birleşik Belediyelerin kurulması.
(Anayasaya göre beş büyük şehirde ayrı belediyeler kurulacaktı. Bu durumda Belediye Başkanları hep Rum olacaktı).

7-Adaletin dağıtımının birleştirilmesi.
(Rum suçlulara Rum, Türk suçlulara da Türk yargıçlar bakıyordu. Bu durumda Türk sanıklar suçsuz olsalar bile Rum yargıcın insafına kalıyorlardı. Bunun bir batka tehlikesi de Rum yargıçlardan alınacak tutuklama ve arama emirleri ile ikide bir Türk evleri ve yerleşim yerlerinin aranması, kişilerin tutuklanıp baskı altına alınması idi).

8-Güvenlik Kuvvetlerinin, polis ve jandarma olarak ikiye ayrılmasına son verilmesi.

9-Güvenlik Kuvvetlerinin sayısının yasa ile belirlenmesi.
(Anayasaya göre Cumhurbaşkanı ve yardımcısı sayıyı ortaklaşa olarak azaltıp çoğaltabilirdi).

10-Hükümete ve orduya iki toplumun katılma oranlarının iki toplumun nüfus oranına göre değiştirilmesi.
(Bu önerinin kabulü, Kıbrıs Türkleri için yok olmayı kabul etmekti).

11-Amme Hizmeti Komisyonu’nun üye sayısının 10’dan 5’e indirilmesi.
(On üyeden üçü Türk’tü).

12-Amme Hizmeti Komisyonu’nun tüm kararları basit çoğunlukla alması.
(Bu durumda çoğunlukta olan Rum üyelerin her istediği olacaktı).

13-Rum Cemaat Meclisi’nin yürürlükten kalkması.
(Bu öneri de Rumların Cumhuriyet yönetimini bir Rum yönetimi yapmak girişiminin bir sonucuydu).

Kaynak: Kaynak:www.forumgercek.com
https://turkunyucetarihi.tr.gg/makariosun-13-maddelik-anayasa-degisiklik-onerisi-neydi.htm

21 Eylül 2020
Makarios’un 13 Maddelik Anayasa Değişiklik Önerisi Neydi? için yorumlar kapalı
Okunma 178
bosluk

Vatanın Bekaasını Tehdit Eden Karakterler

Vatanın Bekaasını Tehdit Eden Karakterler

Üyesi olduğum ASAM sitesinde, Cumartesi günü Enis Öksüz gönderili, KARAKTERLER..! başlıklı bir anı notu okudum. İçeriği beni inanılmaz etkiledi. Aklıma ülkemde (KKTC) yaşamlarını sürdüren, KKTC ve Anavatanımız Türkiye’yi kötülemek için her olayı fırsatı çevirmeyi başarı sayan bazı kişiler geldi hemen.

Anı yazısı 1917 yılında, Avrupa’nın önde gelen emperyal ülkeleri olan İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı Devletini parçalamak ve Orta Doğu’yu kendi aralarında paylaşmak için elden gelen düzenbazlığı yaptıkları, Orta Doğu’da yaratılacak yapay ülkelerin sınırlarını cetvelle çizen İngiliz MI6 ajanları olan Gertrude Bell ile Thomas E. Lawrence’in Orta Doğu’da cirit attıkları bir dönemde geçiyor.

Yazıda bulunmayan bazı dönemsel bilgileri kendim ekleyerek anlatayım;
İngiliz General Frederick Stanley Maude, 29 Eylül 1917 tarihinde Irak topraklarında yapılan Ramada Savaşından sonra saha keşfi yapmaktadır.

İngiliz General Stanley, Irak’ta, -sayısı oldukça fazla olan koyun sürüsünü merada otlatan- bir çobana rastlar ve çevirmen vasıtasıyla çobana bir teklif yapar. “Eğer sürüdeki köpeğini öldürürse, ona yüz sterlin vereceğim.”

Tabii ki, çoban için köpek çok kıymetlidir; sürüyü sevk ve idare eder, kurtlara karşı korur. Ama teklif edilen para da o gün için çok büyüktür. (Altın paritesine göre günümüz parası ile yaklaşık 100 bin Sterlin, 1 milyon TL etmektedir.)
Bunun üzerine çoban, köpeği yakalayıp, generalin önünde keser.

General bu sefer de çobana der ki: “Eğer köpeğinin derisini yüzersen, yüz sterlin daha veririm.” Çoban, köpeğinin derisini de yüzer.

General çobana “Köpeği parçalara bölersen, yüz sterlin daha veririm.” dediğinde çoban onu da yapar.

General parayı verip oradan ayrılırken çoban, General’in arkasından seslenir ve der ki: “Yüz sterlin daha verirsen, köpeği yerim..!”

General -gülümser ve “Asla!” der. “Ben sizin değer verdikleriniz hakkındaki karakterinizi öğrenmek istedim…” Devamla da “Para için, yoldaşını, yardımcını ve senin için çok kıymet ifade eden köpeğini kestin, yüzdün ve parçaladın. Eğer bir yüz sterlin daha verseydim onu yiyecektin de..! Benim ihtiyaç duyduğum ve öğrenmek istediğim de bu karakterindi” diyerek yanıtlar çobanı.

General bu deneyimden sonra yanındakilere dönerek der ki:
“Bu karakterde fazla insan olduğu müddetçe korkmayın..! Parayla satın alınan bu insanlarla bu ülkeyi istediğiniz gibi yönetebilirsiniz…”

Yeşil Vatan’ın (Anavatan kara toprakları) ve Mavi Vatan’ın ayrılmaz bir parçası olan ülkem KKTC’de, maalesef bu karakterde olan kişilerin sayısı düşünülenin de üstünde.
AB’nin ve Rumların 5. kol faaliyetlerinin etkisi altında kalarak, Rumlara yama olmayı, Rum idaresi altında Ermeni, Maronit ve Latin azınlıktan sonra 4. sınıf vatandaş olmayı, horlanarak, aşağılanarak, her tür özgürlükten yoksun yaşamayı, Türk olarak özgür ve egemen yaşamaya tercih eden, Türk olmaktan utanan kişiler hala daha neyin peşinde olduklarının, başlarına neler geleceğinin farkında değiller,
Gençlerimizin, çocuklarımızın akıllarını bulandırarak, Türk ve Türkiye düşmanı olarak yetişmeleri için elden geleni yapanlar elbet bir gün gerçeği görecekler lakin mesele, geç olmadan, kul, köle olmadan ve iş işten geçmeden görmelerinde…

Prof. Dr. (İnş Müh), Doç. Dr. (Ulus İliş) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

20 Eylül 2020
Vatanın Bekaasını Tehdit Eden Karakterler için yorumlar kapalı
Okunma 48
bosluk

Fransa Türkiye’yi Afrika’daki Sömürgeleri ile Karıştırdı … Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi

Fransa Türkiye’yi Afrika’daki Sömürgeleri ile Karıştırdı …  Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi

Fransa Türkiye’yi Afrika’daki Sömürgeleri ile Karıştırdı
Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi

Fransa masum bir ülke değil.
Sömürgecilik kağıt üstünde bitmiş görünse de, Fransa halen daha diplomatik oyunlarla ve göz boyamacılıkla Afrika’daki eski sömürgelerini demir yumrukla yönetmekte, yeraltı varlıklarını da soyup soğana çevirmekte.
İstediği zaman bu ülkelerde darbeler yaptırmakta ve yönetiminin başında olduğu ülkesini Fransa’ya bağlı olmaktan kurtarıp tam bağımsız hale getirmek için çabalayan Cumhurbaşkanlarını, Başbakanları bir gecede devirip, kendi devşirmelerini iş başına getirerek, sömürgesini kendi istediği gibi yönetmekte.

An itibarı ile Fransa’nın Afrika kıtasında, bizlerin tam bağımsız olduklarını sandığımız veya dünyaya bu şekilde yutturulmuş, kendi ulusal bayrakları ve ulusal marşları bulunan yaklaşık 20 “Şartlı Bağımsız” statüsünde sömürgesi bulunuyor.

Biraz geriye gidelim; II. Dünya Savaşından sonra yıkılan Fransa’yı ayağa kaldırmak için ABD’nin teklif ettiği ekonomik yardımın içinde dünya üzerindeki tüm sömürgelerine bağımsızlık vermesi koşulu da vardı. Fransa ABD’nin tüm koşullarını kabul etti. Hem ABD’den Marshall Yardımı adı altında milyonlarca Dolarlık nakdi ve ticari mal hibesi aldı, hem de sömürgelerine, dünyanın gözünü boyayarak “Şartlı Bağımsızlık” adı altında bağımsızlık verdi.

Güya bu devletçikler bağımsız olmuştu. Bayraklarını gururla dalgalandırarak, ulusal marşlarını çalarak görkemli bir şekilde özgürlük günlerini kutlamaya başladılar. Kendi yöneticilerini, devlet başkanlarını, başbakanlarını ve bakanlarını kendileri seçtiler ama ipler hep Fransa’nın elinde kaldı. Hiçbir zaman tam bağımsız olamadılar. Otur deyince oturdular, kalk deyince de kalktılar.

“Şartlı Bağımsızlık” koşullarına göre;
Bağımsız devletin resmi dili Fransızca oldu. Fransız düşünce ve kültürü 1947 yılı sonrasında resmen tüm ilk, orta, lise ve üniversitelerde öğrenim gören vatandaşlara “zorla” öğretildi ve aşılandı. Bir Fransız gibi düşünmeleri genlerine işlendi.

Eğitim müfredatı, dersler ve içerikleri Fransız Eğitim Bakanlığı tarafından tespit edildi ve aynen uygulanarak, öğrenciler Fransız Tarihi, Edebiyatı, siyaseti ve politik anlayışı ile yetiştirildi. Beyinleri, birer Fransız gibi davranmaları şekilde formatlandı.

Ekonomi ve Para Sistemi Fransa Merkez Bankası’na bağlandı. Fransız Sömürgeleri Frankı, (CFA) sirkülasyona kondu ve karşılığı da Fransa Merkez Bankası’nda teminat altına alındı. Fransa tarafından bağımsızlıkları verilen eski sömürgeler, günümüze kadar kendi paralarını halen daha basabilmiş değil, kendi merkez bankalarını da kurabilmiş değil.
Bu bağımsızlığa kavuşmuş devletlerin hiçbirinin kendi hukuk sistemi yok. Hepsi de Fransız Hukuk sistemini uygulamakta ve bu sisteme tabi. Fransız Parlamentosunun Hukuk sisteminde yaptığı herhangi bir değişiklik bu “Bağımsız Devletler” de de geçerli olmakta.
En önemli son bağımsızlık koşulu da “Yeraltı Kaynakları”nın tamamen Fransa hükümetinin yönetimi altında olması. Bu ülkelerin hiçbirinde yeraltı kaynaklarını, madenleri, petrolü, doğalgazı, altını, elması ve benzer diğer ticari emtiayı çıkaran yüzde 100 yerli bir şirket yok. Bu “bağımsız Devletler” her tür kamu ihalelerinde Fransız çıkarlarını korumak ve Fransız şirketlerine öncelik vermek zorundalar.

Görüldüğü üzere Fransa halen daha bu “Bağımsız Ülkeleri” sömürmekte ve sömürge anlayışı ile yönetmekte. Kim bu yönetim tarzına itiraz edip tam bağımsız olmak isterse, Fransız Derin Devleti tarafından organize edilen bir darbe ile alaşağı edilmekte ve yerine devşirme bir yönetici getirilmekte zira “Şartlı Bağımsız” eski sömürgelerinin “Tam Bağımsız” oldukları gün Fransa’nın batacağı ve iflas edeceği kesin. Zaten an itibarı ile Fransa’nın dış borcu, Gayrı Safi Milli Hasılasının iki katı.

Fransa’nın Türkiye’ye olan düşmanlığı ise Türkiye’nin Afrika’daki faaliyetleri ve bölgedeki etkin rolüyle ilgili. Türkiye’nin son dönemlerdeki aktif dış politikası, Akdeniz’de söz sahibi olması, Libya’yla yaptığı antlaşma, Afrika ülkelerindeki belirgin etkisi, THY’nin tüm Afrika ülkelerine uçuş yapması, aktarma merkezinin Paris’ten İstanbul’a kayması Fransız sömürge üst akıllarını çılgına döndürdü lakin yapacakları çok fazla bir şey yok.

Sömürü sistemine kendisini fazlaca kaptıran Fransa, Türkiye’yi de sömürgelerinden birisi sansa ve aba altından sopa gösterip, Doğu Akdeniz’den uzaklaştıracağını zannetse de gerçekleri görmesi fazla vakit almadı.
Tabi burada Türkiye’nin rolü sadece kendi deniz alanlarını korumakla sınırlı değil. Emperyalist ülkü ve ülkelere “orada dur!” diyebilen ülke olarak da tarihe geçecek Türkiye’nin omzuna “askeri ve politik kararlılığını sürdürmek” gibi bir sorumluluğu yüklenmiş durumda.

Prof. Dr. (İnş Müh), Doç. Dr. (Ulus İliş) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

14 Eylül 2020
Fransa Türkiye’yi Afrika’daki Sömürgeleri ile Karıştırdı … Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi için yorumlar kapalı
Okunma 40
bosluk

Orta Doğu’da Değişen Dengeler … Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi

Orta Doğu’da Değişen Dengeler … Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi

Orta Doğu’da asırlardır süren yaşam tarzı, yönetim ve idari dengeler, 1915 yılında İngiltere ve Fransa arasında gizlice imzalanan “Sykes-Pikot Anlaşması” ile temelinden sarsıldı ve bozulmaya başladı. O denli bozuldu ki, son bir asırdır, bölgede asırlardır yaşamlarını sürdüren kabileler, halklar ve sonradan kurulan devletler arasında hala daha kalıcı bir barış ve politik denge oluşmuş değil.

Bunun nedeni de I. Dünya savaşı devam ederken, Fransa Başbakanı Georges Clemenceau’nun söylediği “Bir damla petrol, bir damla kan değerindedir” görüşü olsa gerek.

Bilindiği üzere Avrupa’nın emperyal (yayılmacı) devletleri olan İngiltere ve Fransa, bir anda Orta Doğu’nun üzerine kara bulutlar gibi çöküştüler ve babalarından kalan bir mirasmış gibi aralarında bölgeyi bölüştüler. İlk yaptıkları iş, “Sykes-Pikot Anlaşması”nı temel alarak kendi hegemonik bölgelerini oluşturmak oldu. Büyük Suriye’yi (Suriye ve Lübnan bölgesi) Fransa alırken, geri kalan bölgeyi de İngiltere kendi sömürgesi yaptı.

İngiltere, Orta Doğu’daki sömürge topraklarını petrol yataklarına göre, başkaldıramayacak küçüklükte ve zayıflıkta bölgelere böldü ve Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Irak, Ürdün gibi yapay devletçikler oluşturdu. Bu yapay devletçiklerin sınırlarını, bölgede yaşayanların etnik ve kabilesel kökenlerine de bakmadan ve dikkate almadan, cetvelle çizen MI6 ajanı Gertrude Bell oldu. Gertrude Bell’in esas aldığı sınırlar, İngiliz ordusunun Hayfa’dan karaya ayak bastığı vakit, Basra’ya kadar karadan, hiçbir müdahaleye ve karşı koymaya maruz kalmadan gidebileceği şekilde çizildi.

Orta Doğu’da 1952 yılına kadar egemen olan ülke İngiltere ve -birazcık da- Fransa idi. Orta Doğu’nun ekseni bu iki ülkenin yönettiği sömürgelerden geçmekteydi. Süveyş krizinde, ABD başarılı bir siyasi manevra ile İngiltere ve Fransa ittifakını Orta Doğu’dan attı ve yerine kendi yerleşti. Her ne kadar sömürgeler bağımsız devlet statüsünde olsalar da, yönetimleri İngilizlerin ve Fransızların elindeydi. Bu iki devlet II. Dünya savaşından sonra tamamen ABD’in yönetimi altına girdiğinden, birkaç yıl gecikme ile Orta Doğu da yeni patronunu kabul etmek zorunda kaldı.

1948 yılının Mayıs ayında İsrail Devletinin ilanı sonrasında 1973 yılına kadar süren ABD destekli İsrail ile bölgedeki Arap ülkeleri arasındaki savaşlar, Orta Doğu’daki politik dengeleri tekrardan değiştirdi ve güç merkezi İsrail’e doğru kaymaya başladı. Yapay devletler arasında oluşturulmuş İsrail karşıtı birlikteki çözülme daha başından Ürdün’den başladı. Halen daha İngiltere tarafından yönetilmekte olan Ürdün, bir şekilde Arap-İsrail savaşlarına etkin bir şekilde dahil olmamak politikasını güttü. 1973 yılındaki Yom Kippur Savaşından yenilgi ile çıkan Mısır, İsrail’i tanıyarak diplomatik ilişki kurmasından sonra ABD hedefine, İsrail’e karşı mücadeleyi elden bırakmayan İran, Irak, Suriye ve Libya’yı aldı. İran ve Irak birbirlerine düşürülerek senelerce savaştırıldı ve askeri güçleri neredeyse yok edildi. Tunus’ta 2010 yılının son ayında başlatılan Arap Baharı ayaklanması ile Suriye ve Libya çökertilirken, Mısır ise tamamen CIA’nin yönetimi altına girdi. Geriye kalan Suudi Arabistan ve BAE’de, ABD’nin baskısı ile İsrail ile diplomatik ilişki kurarak, bölgedeki güç dengesinin tekrardan bozulmasının son çivisini çaktılar.

Orta Doğu’ya bakınca şimdi, ortada İsrail’e karşı olan tek devlet İran gözükmekte. İran, askeri gücü Irak savaşı ile iyice yıpratılmış, ambargolarla ekonomisi çökertilmiş, hazinesi de iflasa sürüklenmiş bir devlet. İsrail ile mücadele etmeyi, savaşmayı bir kenara bırakın, nefes alabilmek ve ayakta durabilmek için son gücünü harcamakta olan bir devlet şimdi. Eski gücünün yerinde yeller esmekte.

Bugün Yunanistan ile iyi ilişkiler içinde gibi görünen İsrail, an itibarı ile Türkiye’yi yakından izliyor. Türkiye’nin savunma sanayisini, ihracat yeteneğini, çalışkanlığını, üretkenliğini, ordusunun gücünü ve millileşmek yolunda gösterdiği çabayı çok takdir etmekte. İsrail basınında yer alan yerli yazarların köşe yazılarında ve yorumlarında bu görüş iyice ortaya çıkıyor.

İsrail’in, Orta Doğu’da Arap tehlikesini tamamen yok ettiği bu aşamadan sonra, Türkiye ile dost olmayı, güç birleşimine gitmeyi ve enerji ortaklığı yapmayı istediği veya da uygun bir zamanda isteyeceği çok açık. Aracısının da ABD olacağı kesin…

Orta Doğu’daki enerji, askeri ve siyasi güç ekseninin Türkiye’ye doğru yön değiştirdiği çok açık. Bakmayı bilebilirseniz, değişen dengeleri ve Türkiye’nin yıldızının nasıl parladığını görürsünüz…

Prof. Dr. (İnş Müh), Doç.Dr. (Ulus İliş) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

11 Eylül 2020
Orta Doğu’da Değişen Dengeler … Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi için yorumlar kapalı
Okunma 43
bosluk
  • Sayfa 1 ile 2
  • 1
  • 2
  • >
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar