Azebaycan’dan yardım çığlığı |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
Karabağ, Azeri Türklerinin binlerce yıl önce yurt edindikleri bir bölgenin adıdır. Yüzölçümü 4.400 kilometrekaredir ve çok eski bir Türk Yurdu olan Azerbaycan toprakları içerisindedir.
1828 yılında İran ile Rusya arasında imzalanan Türkmençay Antlaşması ile Kuzey Azerbaycan ile birlikte Rusya’nın yönetimine geçti. Bu tarihte 200,000 civarında olan nüfusunun % 95’i Türk’tü. Rusya, işgal ettiği Azerbaycan’a ve özellikle Karabağ’a, dünyanın her tarafından getirttiği Ermeniler’i yerleştirdi.
Yani çok değil daha 150 yıl önce bu topraklarda bir tek Ermeni yoktu.
1923’de Stalin, Karabağ’ın yukarı kısımlarına yeni bir Ermeni kafilesini daha yerleştirdi ve Azerbaycan’dan kopartarak özerk bölge hâline getirdi. Ruslar ve Ermeniler bu tarihten itibaren sözkonusu bölgenin adini, “Dağlık Karabağ” veya “Yukarı Karabağ” şeklinde kullanmaya başladılar. Çünkü Karabağ’ın bütününde Azerîler, Dağlık Karabağ’da Ermeniler çoğunluktaydı.
Ermeniler 1988’de, Dağlık Karabağ’daki nüfus yoğunluğunu gerekçe göstererek Karabağ’ın kendilerine bağlanması için harekete geçtiler. Sovyet Cumhuriyetleri Birliği (SSCB)’nin 1991 sonunda dağılması ile Ermenilerin Karabağ ile ilgili hareketleri, sınır çatışmalarına dönüştü. Ermenistan-Azerbaycan sınır çatışmaları, iki ülke arasında ciddî bir savaş durumuna geldi.
Ermenistan, o dönemde Azerbaycan’da yaşanan siyasî iç karışıklıklardan ve ordusu-silâhı olmamasından yararlanarak önce Karabağ’ın tamamını, sonra da Karabağ’ı Ermenistan’a bağlayan Azerbaycan topraklarını “Eski Rus” ordusunun desteği ile işgâl etti. Günümüzde, Azerbaycan topraklarının %20’sine yakın bölümü, Ermenistan’ın işgali altındadır. Bu topraklarda yaşayan 1,5 milyona yakın insan da evinden-köyünden kopartılmış, vatan toprağının bir başka bölümüne topyekûn sürgün edilmiş gibidir.
Dağlık Karabağ’da yaşanan kanlı savaştan geriye, yalnız kördüğüme benzeyen bir “egemenlik” sorunu değil, bugün hâlâ sorunlarına çare bulunamamış binlerce çaresiz mülteci kaldı.
13 yıl önce Ermeni katliamından kaçarak, Azerbaycan’a sığınan ve Azerbaycan’da 40 ayrı kampta tutulan bir milyona yakın Azeri mültecinin hali içler acısı. Bu kardeşlerimiz doğru düzgün yardım alamıyorlar ve maalesef çalışacakları iş de bulamıyorlar.
İşte yardım çığlığı bu kardeşlerimizden geliyor
Birleşmiş Milletler parasızlığı bahane göstererek, Ermeni katliamından kaçan ve Karabağ’da mülteci olarak yaşayan Azeriler’e gıda yardımını kesme kararı aldı. Yardımdan faydalananların yüzde 70’i kadın ve çocuk. Gıda yardımı kesintiye uğradığı takdirde, kısa zaman içinde çocukların arasında ölümler başlayacak.
Mülteci Azeriler, üç hafta sonra bırakın yeterli gıdayı ve yıkanacak suyu, kuru ekmeğe ve içecek suya bile hasret kalacak denli zor koşullar altında yaşıyorlar. Acil yardım sağlanamaması durumunda yerlerinden edilmiş Azeri kardeşlerimiz, mağara şartlarında ancak kendilerine yapılan yardımlarla hayatlarını idame ettirebiliyorlar ve soğuk kış şartları altındaki bu Ramazan ayında büyük bir felaket yaşayacaklar.
Ben bunları nereden mi biliyorum.
21 Aralık 1963’de adadaki tüm Türklere sistematik bir şekilde planlı saldırılar başlatan Rumlardan kaçan insanımızın, yıllardır içinde yaşadıkları evlerini, köylerini, dükkanlarını ve sıcak odalarını arkada bırakarak 1964 yılının soğuk kış şartlarında, Hamitköy ovalarında kurulan çadırlarda yaşamaya mecbur edilmelerinden hatırlıyorum.
O günler ile ilgili olarak unutamadığım hatıram da, Rumların, o çadırlarda sefalet içinde yaşayan ailelerin yeni doğmuş çocukları dahil olmak üzere tüm Türk çocuklarına “süt ambargosu” uygulamasıydı.
Saray önünde yapılan mitingde “Çocuklarımıza süt istiyoruz” paftaları vardı. Nasıl unuturum o günleri.
Şimdi de aynı sıkıntıları Azeri kardeşlerimiz yaşıyor.