Yakın Doğu Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ata Atun’un makalesi dünyanın önde gelen akademik yayın kuruluşu olan “Research Academy of Social Sciences” tarafından yayınlandı.
18-19 kasım 2013 tarihinde Almanya’nın Würzburg kentinde Würzburg Üniversitesi ve Uşak Üniversitesi tarafından ortaklaşa yapılan Türkiye-Almanya ilişkilerinin 250. yılı Konferansında sunduğu bildiri, dünyanın önde gelen akademik dergilerinden olan ve Copernic, Thomson Reuters gibi bilimsel akademik kuruluşlar tarafından taranan “Research Academy of Social Sciences”ın yayınladığı “Journal of Empirical Economics” dergisininj Vol. 1, No. 4, 2013, sayısının 115-125 sayfaları arasında İngilizce dilinde yazılmış makale, “International Journal of Management Sciences” dergisinin Vol. 1, No. 8, 2013, sayısının 290-301 sayfaları arasında da Almanca dilinde yazılmış makale yayınlanmıştır.
Türk – Alman ilişkilerini detaylı olarak ele alan ve Türkçe, İngilizce ve Almanca olarak sunulan makalenin içeriği, tarihi tarayarak, Osmanlı İmparatorluğu ile Almanya Krallıkları arası (Prusya Krallığı, Baverya Krallığı gibi) ilişkilerde, 1’ci Dünya Savaşı sonuna kadar vuku bulmuş bazı önemli olayları vurgulamaktadır.
Bu çalışmanın önemi, geçen asırda Osmanlı İmparatorluğu ile Almanya Krallıkları arasındaki devasa siyasî, sosyal, hukuksal ve askerî münasebetleri öne çıkarmak olmuştur.
Sultan II-Mahmut’un talebi üzerine, genç subay Yüzbaşı Möltke’nin (Helmuth Karl Bernhard Graf von Moltke) 1838’de danışman olarak Anadolu’ya yollanması ve böylece Prusya Krallığı ile Osmanlı İmparatorluğu arasında askerî ilişkilerin başlaması iki ülke arasında bir dönüm noktasını oluşturmaktadır. Möltke’nin Almanya’ya dönüşünde Rus-Türk ihtilâfları hakkında bir kitap yazması Almanların Türklere karşı ilgi duymalarını başlatır. Moeltke 1857 yılına Prusya Ordusu Genel Kurmay başkanlığını 30 yıl için üstlenir ve 1871 yılında Mareşal rütbesine çıkartılır.
Bu ilk atılım iki imparatorluk arasında sağlam askerî bağların kurulmasına sağlam bir temel teşkil etti ve Alman-Türk ilişkileri, Abdülhamit II devrinde zirveye erişti. Alman Milli Birliğinin kurulmasının öncesinde ve Bismark zamanında bu münasebetler daha yakınlaşmıştı fakat Bismark bir sulhsever idi ve “Doğu Meselesine” karışmak istemiyordu.
Abdülhamit II’ nin Almanya’ya karşı sempatisi (veya ihtiyacı) bu defa kültürel münasebetlerin kurulmasının önünü açtı ve bazı Türk subayları Almanya’ya eğitim için yollandı. Almanya da, Wettendof kumandası altındaki bir danışman heyetini yolladı. Birkaç yıl sonra, bu heyet de (1883-1895) Von der Goltz kumandası altında daha büyük bir heyet ile değiştirildi. Alman Deutsche Bank İstanbul’da bir şube açtı ve Alman askerî malzemesi ile malların ithalatı başladı.
1888 yılında Almanlara İstanbul – İzmit arası demiryolunun işletilmesi ve Ankara’ya kadar uzatılması imtiyazı verildi. Eskişehir – Konya arası 1896’da tamamlandı. Projeye göre, demiryolu Bağdat ve Basra’ya kadar uzatılacaktı. İngiltere, bu demiryolu imtiyazını almak için rekabet etmekteydi faka proje Almanlara verildi.
Osmanlı İmparatorluğu ile Alman Krallıkları arasındaki bu karşılıklı askerî, sosyal, kültürel ve ekonomik ilişkiler her on yılda, eskisine nazaran daha da kuvvetlenerek, iki ülke arasındaki bağları sağlamlaştırmıştır.
Bu makale, son bölümdeki özetlemede de vurgulandığı gibi: Alman ve Türk Devletleri ve halkları arasındaki bağlar, bütün devirlerde, oldukça sakin, işbirlikçi ve tarafların istifadesini olduğu görülmektedir.
16 ve 17 Nisan tarihinde, Trabzon’daki Karadeniz Teknik Üniversitesi Sürmene Deniz
Bilimleri Fakültesi’nde düzenlenen “Türk Deniz Tarihi IV” konferansına katılan
Prof. Dr. Ata ATUN, “20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatından Sonra KKTC’ye
Yerleşen Karadenizli Tekne Yapımcıları” başlıklı bildirisini sundu.
Sözlü Tarihe dayalı olarak hazırlanan bu akademik bildiri, konferansın başında tüm
katılımcılara dağıtılan bildiri kitabında da 1. sırada yer aldı.
Bildiri,
20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatı, Kıbrıslı Türklere özgürlüğü getirirken
beraberinde de yaşamın her alanında kendi ayakları üzerinde durmak
zorunluluğunu da getirdiğini, Barış Harekatından sonra Türkiye’nin çeşitli
bölgelerinden Kıbrıs’ın Türklerle meskun kuzey yarısına, Kıbrıslı Türklerle
uzaktan akrabalıkları olanlar, 1923 Lozan Anlaşması ile adayı terk eden Türk
ailelerin genç kuşakları ve yeni bir Türk yurdu olan Kuzey Kıbrıs’ta yeni bir
yaşam kurmak isteyen kişiler gelerek yerleştiğini ve yeni bir hayata başladığını,
ve bunların arasında da, elinde keseri, beyninde gemi yapım bilgileri ile
Karadeniz bölgesinden gelen insanların Kuzey Kıbrıs’a yerleşerek zanaatlarını
devam ettirdiğini araştırarak, belirli boylarda tahta tekneler imal etmelerini konu
olarak ele almıştır.
Yöntem olarak “Canlı Tarih” kayıt sistemi kullanılarak, kişiler ile birebir görüşülerek bildiri hazırlanmış, imal edilen
teknelerin resimleri çekilmeye, planları kayıt altına alınmaya çalışılmıştır.
Bildiri, bu tür faaliyetleri Türk Deniz Tarihine kazandırmak, kimlerin Kuzey Kıbrıs’a
Karadeniz bölgesinden gelerek yerleştiklerini, hangi yörede ahşap tekne üretimi
yaptıklarını, kaç tane ve hangi model ve şekilde tekne ürettiklerini bilimsel
olarak tespit ederek, Türk Deniz tarihi kayıtlarına geçirmeyi hedeflemiştir.
Girne’de Eski Liman mevkiinde küçük tekne tamiri ve yapımına başlayan Eşref Usta [Tel:
0533 872 9351] ile Gemi Konağı’nda kayık tamiri ve imalatı yapan kayıkçı ustası Mustafa Usta’dan [Tel: 0533 847 7870]
bahseden bildiri esas olarak ilk adı ile “Gemyat” ve sonradan değiştirilen adı ile “Shipyard Tersanesi” ile Gazimağusa’da
kayık, römork, tekne ve gemi inşası ile bakım tesisini kuran Karadeniz, Cide’li, Sayın Ramazan Gündoğdu’yu [Tel: 0533 861 0304] ele almış, “Shipyard Tersanesi”ni akademik bir şekilde analiz etmiştir.
Bildiri Sayfası:
1974 Sonrası Kuzey Kıbrıs’ta Deniz Taşıtı Üreten Karadenizliler
Konferans Sayfası:
http://www.deniz.ktu.edu.tr/duim/tdtt/program.html
DÜNYA SİYASETİNDE LOBİCİLİK
İkinci Dünya Kıbrıs Türkleri Kongresi
18-20 Nisan 2012, Acapulco Tatil Köyü, Girne
Prof. Dr. Ata ATUN
Yakın Doğu Üniversitesi ve SAMTAY Vakfı
Konu:
Yabancı ülkelerdeki Kıbrıs Türklerinin yaşadıkları ülkelerde siyasi-ekonomik-sosyal alanlarda görev üstlenmek ve tanınma/tanıtma faaliyetleri düzenlemek suretiyle KKTC adına siyasi etkinlik kazandırılmasını sağlamak amacıyla strateji geliştirilmesi.
Lobicilik
Bir rivayete göre, lobi kelimesinin doğuşunda, otel lobisinden esinlenilmiş. 1870’lerin başında ABD Başkanı Ulysses S. Grant, Beyaz Saray’da geçirdiği yoğun gündemin ardından, hemen yakındaki Willard Otel’in şık lobisinde puro ve konyak eşliğinde stresini atmaya çalışırmış. Bu sırada, dertlerini anlatmak için etrafına doluşanlara da “Lobiciler” adını takmış.
Tarih kayıtlarına göre, Amerikan İngilizcesi’nde “Lobi yapmak” fiili, 1850’lerden beri var. Kongre’nin geniş koridorlarında bazı yurttaşların milletvekili ve senatörlere “bir istirhamda” bulunma çabalarını tanımlıyor lobi yapmak sözcüğü.
Daha sonraki yıllarda ABD’deki demokrasi ile birlikte lobicilik de evrim geçiriyor, çeşitleniyor, kurumsallaşıyor ve yasalarla düzenlenir hale geliyor. Etik kurallarla biçimleniyor ve öyle ki; ABD Başkanı’nın kendinden bile bağımsız olan yasama gücü, Kongre nezdinde bir lobi ile etkili olmaya çalışabiliyor.
Kısa tanımı ile Lobicilik, özellikle siyaset dünyasında bireylerin ya da bazı grupların kanun yapıcıları etkilemek için planlayıp, organize ettikleri her türlü girişim ve etkinliktir.
Bir başka ifadeyle, bir fikri, bir ürünü, bir konuyu satma, kamuoyunda olumlu izlenimler oluşturulmasını sağlama, lanse etme, yanlış izlenimleri silme yada düzeltme, gerektiğinde baskı grupları yaratma, aleyhte olan bir durumu lehe çevirme olarak ta açıklanabilir.
Lobicilik ayrıca karar alma mekanizmalarını etkilemek demektir. Bilgilendirme ve sempati kanallarını çalıştırıcı etkenleri öne çıkarır. Bu sempati kanalları bazen ikili ilişkilerle, bazen kültürel ve sosyal ilişkilerle, bazen de ekonomik ilişkilerle olur.
Lobicilik hükümetler tarafından verilen kararları etkileme çalışması olarak da tanımlanabilir.
Bu çalışmalar kanun koyucuları ve memurları etkilemeye yönelik her türlü faaliyeti kapsar. Faaliyetler organize gruplar tarafından ya da kanun koyucular ve memurlar arasındaki gruplar tarafından yürütülebilir. Devlet çalışmalarını ve yasaları özel bir çıkar ya da bir lobi faydasına etkilemeye çalışan kişilere lobici denir.
Hükûmetler çoğunlukla organize grup lobiciliğini tanımlar ve regüle ederler. Lobicilik ilk kez 1946’da Amerika’da “Federal Regulation of Lobbiying Act”ile yasal bir çerçeve içine alınmış, federal hükümetler lobicilik faaliyetlerini modern devlet sisteminin ve hükümet anlayışının önemli vazgeçilmez bir unsuru olduğunu kabul etmişlerdir.
Kıbrıs Sorununda Rum Lobi faaliyetleri
Kıbrıs sorununun başladığı gün olan 21 Aralık 1963 tarihinden itibaren bakıldığında, Rumların saldırgan ve haksız taraf olmalarına rağmen, adayı Türklerden temizlemek ve Rum Üniter Devletini kurarak yasallaştırmak için her yolu denedikleri görülmektedir.
Bu emellerine silahla ulaşamayacaklarını anlayınca da lobiciliği öne çıkararak diplomasi ile adayı ele geçirme çalışmalarını başlattılar.
Bağlantısızlar grubuna liderlik yapmak heveslerinin, kendilerini BM’de istedikleri kararı çıkartabilmek aşamasına getirdiğini görünce, özellikle ABD’de deki Rum ve Yunan lobi gruplarını birleştirerek Kongre üzerinde etkili olmaya çalıştılar ve bunun meyvesini de Barış Harekatı sonrası Türkiye’ye silah ambargosu uygulatarak aldılar.
ABD yönetimi yaptıklarım yanlışın farkını varınca ambargoyu kaldırdı ancak artık Helen Lobisi de alt yapısını tamamladığından ve yöntemi de iyice öğrendiğinden her yer ve aşamada etkili olmaya başladı.
Terör örgütü PKK’ın lideri Abdullah Öcalan yakalandığı vakit üzerinden çıkan Kıbrıs Rum Cumhuriyeti pasaportunun hesabının sorulamamasının nedeninin her ne kadar hukuksal bir konu olduğu düşünülse de gerçekte yaptıkları başarılı lobicilik sayesinde bu ithamdan sıyrılmayı başardılar.
18 kasım 1983’de BM Güvenlik Konseyi tarafından alınan 541 No.lu karar tamamen Rum lobisinin etkin faaliyetinin bir sonucudur.
Rumların Lobi faaliyetlerinin bir devamını da Rumların AB’ye giriş isteklerinde görmek mümkün. Dönemin Rum Cumhurbaşkanı AB’ye yaptıkları katılım başvurusunun ekonomik beklentilerden çok siyasi kazanımlar olduğunu açıklaması Lobiciliğin ne denli önemli olduğunu ortaya koymaktadır.
Türk Lobi faaliyetleri
Dünya Kıbrıs Türkleri Kongrelerinin yapılması, dünyanın çeşitli ülkelerindeki Kıbrıslı Türkleri bir araya getirirken, örgütlü bir şekilde tek bir merkezden yöneltilebilen lobi faaliyeti yapmalarına da kapı açacaktır.
Aynı şekilde Başbakanlığın bünyesinde kurulan “Yurtdışı Türkler Birimi”nin de aynı doğrultuda organize çalışmalar yapması gerekmektedir.
Artık Kıbrıslı Türklerin haklılığını dünya politikasına yön veren kişi ve kuruluşlara duyurabilmek için bir LOBİ örgütü kurulması kaçınılmaz olmuştur.
Dünyanın neresinde ve hangi ülkesinde yaşarsa yaşasın her Kıbrıslı Türk’ü, KKTC’ye gönül vermiş Türklerle yabancıları ve Türklerin kurucusu oldukları dernek ve birlikleri bir çatı altında toplamanın zamanı gelmiştir.
Üniversitelerimizden mezun olan yabancı uyruklu gençleri, mezuniyetlerinden evvel LOBİ kuruluşumuza çağırarak bilgilendirmek ve bilinçlendirmek bu yoldaki çalışmalara büyük katkı koyacaktır.
Bu organizasyonun içine ATCA ve AMBARGOED gibi etkili kuruluşları da almak, LOBİ merkezine ve örgütüne büyük güç katacaktır.
ABD Temsilciler Meclisi Üyeleri ve Senatörleri ile Avrupa parlamentosu üyelerine periyodik ve düzenli olarak İngilizce olarak düşünce ve savlarımızın iletilmesi, Kıbrıs konusunda Türk tarafının tezlerinin de daha iyi anlaşılmasına yol açacaktır. Bu gibi dünyanın politikalarının belirlendiği merkezlerde, Kıbrıslı Türkler ve KKTC ile ilgili doğru bilgilerin bulunması en azından aleyhimize çıkacak kararları birkaç kez gözden geçirilmeden alınmamasını sağlayacaktır.
Türkiye’nin Bölgesel Rolü ve 1 Temmuz
Türkiye ve KKTC siyasilerinin son 1 yıldır ısrarla dile getirdikleri Kıbrıs Rum Yönetiminin AB dönem Başkanlığını devralacağı 1 Temmuz 2012 tarihi, Türkiye ve KKTC için çok önemli bir siyasi köşe taşı olacak, Türkiye’nin AB’ye yönelik siyaseti ile KKTC’nin dünya üzerindeki politik konumunun yeni bir kulvara girişine yol açacaktır.
1 Haziran’dan 1 Temmuz’a kadar geçecek olan süre LOBİ faaliyetlerimizin yoğunlaştığı ve doruğa çıkacağı dönem olmalıdır. Bu bir ay içinde 1 Temmuz sonrasında yapacaklarımızı, haklılığımızı destekleyen savlarla birlikte AB’ye ve BM Güvenlik Konseyi daimi ve geçici üyelerine anlatmamız, aynen 20 Temmuz Barış Harekatı öncesi Türkiye’nin haklı savlarını günler öncesi aynı odaklara anlatarak yapması, harekata müdahaleyi önlemiş, Türkiye’nin kınanması olasılığını da ortadan kaldırmıştır.
1 Temmuz sonrası atacağımız adımların dünyaca kabulünü istiyorsak, LOBİ faaliyetimizi şimdiden programlamalı ve hayata geçirmeliyiz.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.
Prof. Dr. Ata ATUN
Yakın Doğu Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Cumhurbaşkanı
Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ata Atun, Türkiye Emekli Subaylar Derneği
(TESUD), İstanbul Rasimpaşa Şubesi tarafından, Kadıköy Belediyesi’nin de
katkılarıyla 25 Aralık 2011 Pazar günü Saat 13.30’da Caddebostan Kültür Merkezi
Büyük Salonda, Kıbrıslı Türklere 21 Aralık 1963 gecesi yapılan Kanlı Noel
saldırısının 48. Yılı nedeni ile düzenlenen Anma Töreninde katılımcılara
Konferans verdi.
Konferansın açılış konuşmasını E. Tümgeneral Cumhur Evcil
yaparak, 21 Aralık 1963 gecesi Rumlar tarafından Kıbrıslı Türklere yapılan
saldırı ile Akritas planının uygulamaya konduğunu ve 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış
Harekatı yapılana dek Kıbrıslı Türklerin soykırıma uğratıldığı, bebek mamasının
bile Türklere satışının yasaklandığını dile getirdi.
Kıbrıs Türk Kültür Derneği İstanbul Başkanı Sayın Zehra
Bilge Eray ise konuşmasında 21 Aralık 1963 gecesi Rumlar tarafından Kıbrıslı
Türklere yapılan saldırı ile başlayan kötü günlerde yaşananları katılımcılara
aktardı.
Son konuşmacı olarak söz alan Prof. Dr. Ata Atun, konferansının
Birinci bölümünde Doğu Akdeniz’deki Gaz ve Petrol Aramaları, Münhasır Ekonomik
Bölge ve Kıbrıslı Türklerin, Doğu Akdeniz’de bulunması olası petrol ve
doğalgaz üzerindeki yasal hakları
konusunda bilgi veren Prof. Dr. Ata Atun, ikinci bölümde de KKTC Cumhurbaşkanı
Dr. Derviş Eroğlu ile GKRY Başkanı Dimitris Hristofyas arasında sürdürülen
Kıbrıs Müzakereleri’nin geçmişi, nasıl başladığı, hangi aşamalardan geçtiği,
Müzakerelerin günümüzdeki son durumu ve Kıbrıs Sorununun geleceği hakkında katılımcıları
bilgilendirdi.
Prof. Dr. Ata Atun, Kıbrıslı Türklerin Rumlarla bir anlaşmaya varılana dek, Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıs adasının geleceği ve adanın gerek yeraltındaki gerekse de çevresindeki deniz alanları içerisinde yer alan tüm doğal kaynaklarla ilgili olarak uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan haklarının bulunduğunu kaydetti.
KKTC halkı ve Türkiye’nin 1958 I. Deniz Hukuku Konferansı, 1960 II. Deniz Hukuku Konferansı, 1982 III. Deniz Hukuku Konferansı (UNCLOS) ile 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, Garanti ve İttifak Anlaşmaları içerisinde yer alan hakları anımsatan Atun, KKTC’yi kurmakla bunların hiç birinin kaybedilmediğini ifade etti.
KKTC Cumhurbaşkanı Müzakere Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ata Atun 6 Ekim tarihinde günü Atılım Üniversitesi Ankara kampüsü, UAİB Konferans Salonunda “Kıbrıs Müzakereleri” başlıklı bir konferans verdi.
Tuğgeneral Nihat İlhan onur konuğu
Konferansın onur konuğu Emekli Tabip Tuğgeneral Dr. Nihat İlhan oldu. 24 aralık 1963 tarihinde Rum çetecilerin Kumsal bölgesine yaptıkları saldırı sonucu eşini ve üç çocuğunu kaybeden (o dönemdeki rütbesi Binbaşı) Emekli Tabip Tuğgeneral Dr. Nihat İlhan konferansa kızı Şebnem İlhan ile katıldı.
Atılım Üniversitesi Kıbrıs Araştırmaları bölümü kurdu
Geçtiğimiz yıl Atılım Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Bölümü tarafından hayata geçirilen “Atılım Kıbrıs Araştırmaları ve Uygulama Merkezi” Başkanı Doç. Dr. Ulvi Keser’in daveti üzerine gittiği üniversitede yoğun bir ilgiyle izlenen Prof. Dr. Ata Atun’un konferansı üç bölümden oluştu.
Kıbrıs hakkında merak edilenleri anlattı
İlk bölümde Türkiye’nin ve Kıbrıslı Türklerin Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs adasının Münhasır Ekonomik Bölgesi üzerinde neden hakları olduğunu dijital projektör sunusu ile örneklerle anlatan Prof. Atun, ikinci bölümde Kıbrıs Müzakerelerinin geçmişi, geçirdiği aşamalar, içinde bulunduğu durum ve geleceği hakkında bilgi verirken, üçüncü bölümde de öğrencilerin sorularını yanıtladı.
“Piri Reis niçin burada”
Konuşmasında 1958 I. Deniz Hukuku Konferansı, 1960 II. Deniz Hukuku Konferansı ve 1982 III. Deniz Hukuku Konferansı (UNCLOS) ile 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, Garanti ve İttifak Anlaşmaları içerisinde yer alan önemli konulara değinen Prof. Atun, Türkiye’nin ve Kıbrıslı Türklerin anlaşmalardan doğan yasal ve bölgesel haklarını anlaşılabilir bir dille ortaya koydu. Konuşmasında Koca Piri Reis Sismik Araştırma gemisinin neden bölgede bulunduğunu ve Türkiye’nin müdahale hakkının nereden kaynaklandığını açıklayan Atun, “Müzakereler” başlıklı bölümünde ise Kıbrıs Rum siyasi partilerinin oluşumu ile kuruluş felsefesini, Rum siyasi parti liderlerinin kişisel yapıları ve düşünce tarzları ile Kıbrıslı Rumların “Kıbrıs konusuna” bakışlarını dile getirdi.
BM ve AB müzakerelere nasıl yaklaşıyor?
Atun, müzakerelerin geçmişini dijital sunu ile özet olarak anlattıktan sonra günümüzde müzakerelerde nelerin konuşulduğunu, BM ile AB’nin müzakerelere nasıl yaklaştıklarını, beklentilerini, müzakerelerin gidişatının ne gibi bir sonuçla sonlanabileceğini katılımcılara aktardı.
Geleceğin politikacıları Kıbrıs’ı sordu
Katılımcıların yoğun ilgisi nedeni ile yaklaşık bir buçuk saat süren soru yanıt bölümünde, genç akademisyenlerin sorularını yanıtlayan Prof. Atun, Kıbrıs hakkında tüm merak edilenleri geleceğin politikacılarıyla paylaştı.
Prof. Dr. Ata Atun’un Ekim ayı içinde iki üniversitede daha “Kıbrıs Müzakereleri ve Doğu Akdeniz’de Doğalgaz Araştırmaları” konusunda konferans vereceği öğrenildi.