1 Ağustos Toplumsal Direniş Bayramımız, 1571 Kıbrıs’ın Fethi, 1958 Kıbrıs Türkü’nün bağrından doğan direniş örgütü Türk Mukavemet Teşkilatının ve 1976 Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’nın kuruluşu kutlu olsun. Güvenlik Kuvvetlerimiz ve Türk Ordusu her zaman yanımızda ve kalbimizde olacak…
Prof. Dr. Ata Atun
İsrail’de yapılan son seçimlerde Başbakanlık koltuğunu eline geçiren Binyamin Netanyahu uzun süredir Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmek istiyordu. Bu görüşme uzun bir süreden sonra bir ilk olacak.
Bahsettiğim bu “uzun bir süre” yaklaşık 15 yıl ve Türkiye’yi ziyaret eden ilk Başbakan olacak Netanyahu.
Gündem belli. Türkiye-İsrail ilişkileri ve İsrail’in Filistin politikası, daha doğrusu Netanyahu’nun Filistin sorununa yaklaşımı.
“Türkiye-İsrail ilişkileri” başlıklı gündemin içinde “Türkiye’nin Ortadoğu toprakları içindeki Güney sınırlarına konuşlandırılmış terör örgütleri, bu örgütlerin geleceği ve İsrail’in bu örgütlere gizli kapaklı verdiği desteğin masaya yatırılması var.
İsrail artık, uzun zamandır ABD’nin desteği ile gerçekleştirmeye çalıştığı Irak petrolünün Türkiye’nin Güney sınırları boyunca kurulacak yapay bir devlet tarafından Akdeniz’e ulaştırılması hayalinin gerçekleşemeyeceğini anlamış durumda. Daha İsrail devleti kurulmadan İngilizler tarafından 1934 yılında planlanarak çizilen ve 4 Ocak 1935 günü faaliyete geçen Kerkük-Hayfa petrol boru hattı hattının “Türkiye’nin oluru olmadan” tekrardan hayata geçemeyeceğini pek iyi biliyor.
Bu ziyaret zamanlama ve içerik olarak da çok önemli.
Gerçekte 2023 yılı Türkiye’nin Ortadoğu politikasında bir köşe taşı olmak yolunda hızla ilerliyor zira Ortadoğu’da petrol üreten Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar gibi devletlerin İran yaklaşımlarından dolayı ABD ile aralarının eskisi kadar samimi ve yakın olmaması, yüzlerini Türkiye’ye dönmelerine neden oldu. Bu ülkeler ile Türkiye’nin ekonomik ve siyasi ilişkileri ciddi bir yükselme ve güçlenme eğilimine girdi.
Nedenini ilgili ülkelerin siyasileri üstü kapalı olarak, “Türkiye bölgesel bir güç. Bizim hamiye gereksinimimiz var. Batı’nın ikiyüzlülüğünü, bencilliğini ve acımasızlığını gördük. Bize ambargo uygulamayacak, istediğimiz sanayi ürünü ve savunma silahlarını satacak, başımız sıkışınca yanımızda duracak yayılmacı (emperyalist) olmayan tek ülke Türkiye” sözleri ile dile getiriyorlar. Gerçekte bu düşünceyi oluşturabilmek, bu izlenimi verebilmek büyük bir başarı.
Başa dönecek olursak; İsrail’in, Gazze’ye insani yardım götüren ve “Rotamız Filistin, Yükümüz Özgürlük” sloganıyla yola çıkan Mavi Marmara gemisine 31 Mayıs 2010’da düzenlediği saldırı sonrasında kopan ve diplomatik seviyesi aşağılara çekilen Türkiye-İsrail ilişkileri, İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un geçen sene Ankara’ya yaptığı ziyaret ile yumuşamaya başladı. Devamla 2008’den bu yana yapılan bu ilk üst düzey resmi ziyaret, her iki ülkede ilişkilerin normalleşmesi için adımları hızlandırdı ve karşılıklı olarak büyükelçi atama kararı ile sonuçlandı. Hafta içinde T.C. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve İsrail Başbakanı Netanyahu görüşmesinden sonra Türkiye-İsrail ilişkileri yeni bir evreye girecek. Belli ki aradan geçen 13 yıldan sonra Ortadoğu’da ilişkiler ve dengeler değişecek ve eskiye benzemeyen yeni bir şekil alacak.
Öte yandan; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen hafta Cezayir Cumhurbaşkanı Tebbun ile görüşmesi, hafta içinde Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile görüşecek olması önemli bir dış siyaset adımı. Bilindiği üzere 2013 yılında sıkıntıya giren ve neredeyse kopuş noktasına gelen Türkiye-Mısır ilişkilerinin yükseltilmesi adımı bu yıl karşılıklı Büyükelçilerin atanması ile başladı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra da Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi’nin Erdoğan’ı tebrik eden ilk isimlerin arasında yer alması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Mısırlı mevkidaşı Abdulfettah es-Sisi’yi Türkiye’ye davet etmesi Türkiye-Mısır ilişkilerini yeni bir evreye soktu.
Özetle; Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleri ile olan ilişkileri ve Ortadoğu politikası yüz güldürecek bir seviyeye doğru ilerlerken, bu ülkelerle olan ilişkilerin Kıbrıs sorununun -Kıbrıs Türkleri lehine -çözümüne de katkı koyacağına dair inancımız artıyor.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Dekan, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
Avrupa Birliği, Türkiye ile ilişkilerini hem düzeltmek istiyor, hem de Türkiye’ye ayar vermeye çalışıyor.
Ayar verme işi biraz abartılı. Bu nedenle de üyelerinin tümünden bu ayara destek alıp almayacağı belli değil. Aralarından birkaçı AB’nin çıkarlarını göz ardı edip, kendi çıkarlarını öne sürerek sorun yaratmaya, AB’den bir şeyler daha kopartmanın peşine düşmüş durumda.
Bilindiği üzere günümüzde AB üyeliğine aday olan 7 ülke var. Bunlar Türkiye, Karadağ, Sırbistan, Kuzey Makedonya, Arnavutluk, Ukrayna ve Moldova. Bu 7 aday ülke içinde Türkiye’nin yanı sıra Karadağ, Sırbistan, Kuzey Makedonya ve Arnavutluk AB ile katılım müzakerelerine başlamış durumda. Moldova ile katılım müzakerelerinin başlaması an meselesi ancak Ukrayna ile katılım müzakerelerinin başlaması Rusya’nın koyacağı tavra bağlı. Zira Rusya Ukrayna’nın AB üyesi olmasına ve bunun ikinci aşamasında da NATO’ya girmesine kesinkes karşı. Zaten geçen sene başlayan çatışmaların kökenindeki sorunların biri de Ukrayna’nın NATO’ya alınması girişimleriydi. Ukrayna konusunun gündeme gelmesi için büyük bir olasılıkla savaşın sona ermesi ve Rusya’nın tavrı bekleniyor.
Avrupa Birliği katılım müzakereleri devam eden 5 ülke ile ilgili olarak bir “Bekleme Salonu” kurmayı düşünüyor. Bekleme Salonundaki koltuklarda oturmakta olan ülkelerle hem katılım müzakereleri devam edecek, hem de yerine getirilen her Fasıl’a paralel olarak bir takım imtiyazların kapıları da gevşetilecek. Toplamı yaklaşık Otuz Üç olan Fasıl’ların (Ana Başlıklar) tümünü AB normlarına dönüştüren aday ülkeler üyeliğe kabul edilip içeri alınacaklar. Düşünülen aynen bu şekilde.
Türkiye bu aday ülkeler arasında en eski olanı. 18 yıldır AB ile katılım müzakerelerini sürdürüyor. Tüm Fasıllarda tarama süreci tamamlandı. Neler oldukları ve nelerin yapılması gerektiği tespit edildi. 30 Haziran 2016 tarihinde 33 fasıl başlığından 16’sı açıldı, bir fasıl tamamlandı ve kapatıldı. 15 fasılda ise müzakereler ağır aksak devam ediyor. Türk halkının büyük çoğunluğu 2005 tarihinde AB’ye katılımda istekli iken, günümüzde bu oran yüzde 40’ların altına inmiş durumda.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan, kendilerine sehven verilmiş olan AB’nin bazı kararlarındaki kısmi veto hakkını Türkiye’nin AB ile sürdürmekte olduğu katılım Müzakerelerinde ve “Bekleme Salonu”na alınmasına karşı kullanmayı planlıyorlar. Veto kullanmamak için isteklerinin temelini veya yapmayı planladıkları şantajın temelini “Kıbrıs Müzakerelerinin 2017 yılında Crans Montana’da koptuğu yerden başlatılması” oluşturuyor.
Tabi burada göze çarpan bir değişiklik var. Daha evvel, -Türkiye-AB Katılım Müzakereleri sürerken- Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan horozlanıp, “Türk askeri adadan çekilsin, Garantiler kaldırılsın, aksi takdirde veto kullanırız” diyorlardı. Şimdi ise yeni seçilen Rum lider Nikos Hristodulidis, bütün AB üyesi ülkelerin liderlerini dolaşıyor, kendilerinden yalvar yakar müzakerelerin başlaması için Türkiye’yi ikna etmelerini istiyor. Komisyon (Bakanlık) toplantılarına katılan Yunan ve Rum üyeler de, her konuda, ilgisi olsun olmasın, Kıbrıs Müzakerelerinin başlaması için Türkiye’ye baskı ve yaptırım yapılması konusunu gündeme getirmeye çalışıyorlar. Belli ki Türk askerinin Kıbrıs adasından çekilmeyeceğini ve garantilerin kakmayacağını birileri bunların kafasına kazımış.
Bana göre iş ciddiye binince ne olacağı belli. Daha evvel AB’nin ve Şansölye Merkel’in yaptığı gibi Yunan ve Rum liderlere “Oturun oturduğunuz yerde, boyunuz kadar konuşun” deyip, bu ikiliye aldırmadan aldıkları kararları uygulamaya koyacaklar.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Dekan, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
Geçen hafta sonu İstanbul’da, sessiz sedasız, medyaya çok yansımayan uluslararası nitelikte bir toplantı yapıldı.
Toplantının ana konusu ve teması, bölgesel ve küresel konular ve sorunlardı. Hem bölgede barışın sağlanması ve istikrarın devam etmesi, hem de bunu kimin başaracağı masaya yatırıldı bu toplantıda.
Ukrayna-Rusya savaşı, bölgenin farklı yerlerinde gerilimin artıyor olması, dünyada gıda sıkıntısının baş göstermesi, dünyamızın çoklu bir sistem krizi yaşıyor olması ve batı dünyasında ekonomik sıkıntıların hayata geçmek için kıpırdanmaya başlaması İstanbul’da bölgesel istişare toplantısının yapılmasını zorunlu hale getirdi.
“Niye Sofya değil, Atina değil, Belgrad değil, Beyrut değil, başka bir başkent veya şehir değil de İstanbul? Niye bu toplantıya BM ve AB’den üst düzey yetkililer ile Avrupa’nın beş büyük ülkesinden (Almanya, Birleşik Krallık, Fransa, İspanya, İtalya) üst düzey diplomatları katıldı” gibi sorular bu toplantının özünü oluşturuyor.
ABD bu toplantıya katılmadı mı?
Hiç kambersiz düğün mü olur. Elbette içerdeydi. Adı listede yoktu ama kendi toplantıda gölge olarak vardı. Ki, ABD’nin Rusya ile gerilimin yanı sıra Çin ile de ayrışma içine girdiği bu dönemde, böylesi toplantıları kaçırması veya da toplantı tutanaklarını okumakla yetinmesi hayal olurdu.
Niye Türkiye sorusunu cevaplayalım; Bana göre bu toplantı, Türkiye’nin bölgesel önemi ile gücünün yanısıra, dünya siyaseti içindeki birçok ülkenin gıpta ile izlediği yükselişini, söz sahipliğini ve vazgeçilmezliğini ortaya koymakta.
Türkiye’nin son on yılda izlediği akılcı dış politikaları, sağlam duruşu, oluşturduğu askeri gücü, savunma sanayinde millileşmesi ve batı dünyasına teknolojik bağımlılığını neredeyse sıfıra yakın bir düzeye indirmesi, kendisini öne çıkardı.
Türkiye’nin Orta Doğu’da, -bir tarafta Suudi Arabistan, BAE ve Mısır, diğer tarafta İsrail ile ilişkilerinde- başlattığı normalleşme politikası, süreç içinde de Balkanlar’dan başlayıp Kafkasya üzerinden Orta Asya’ya ulaşan, Adalar Denizi ve Doğu Akdeniz’i kapsayan, Ortadoğu’dan Afrika’ya kadar uzanan bölge içinde siyasi, ekonomik ve askeri gücü ile tartışmasız bölgesel bir güç haline gelmesini sağladı. Rusya-Ukrayna Anlaşmazlığı sürecinde uyguladığı düzeyli politika, birçok ülkenin aç kalmasını önlediği “Tahıl Koridoru” konusundaki başarısı Türkiye’nin küresel siyasi dengeler içindeki yerini yükseltti ve sağlamlaştırdı.
Artık bu coğrafyada Türkiye’nin “olmaz” dediği hiç bir şey olmuyor, “bitti” demeden de bitmiyor.
Böylesi kritik bir dönemde, bölgesel ve küresel konularda “ne yapılması gerektiği”nin İstanbul’da tartışılması ve konuşulması hiç te tesadüf değil.
Sanırım bazı şeyleri daha iyi görebilmek için uzaktan bakmak gerekiyor. Bizim Kıbrıs’tan gördüğümüz resim, güçlü ve her geçen gün gücünü daha da artıran bir Türkiye. Görüldüğü üzere “Türkiye Yüzyılı” söylemi bir slogandan ibaret değil.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Dekan, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri, Kıbrıs adasındaki Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün (BMBG) faaliyetleri ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin İyi Niyet Misyonunun faaliyetleri ile ilgili yılda 2 kez BM Güvenlik Konseyine rapor sunmakta.
Son 59 yıldır, gelmiş geçmiş tüm BM Genel Sekreterleri, BM Güvenlik Konseyine gerçekleri içeren bir rapor sunmak yerine, kendilerini göreve atayan BM Güvenlik Konseyi’nin duymak istediklerini içeren raporlar sundular bu güne değin.
Gerçekte bu raporlar, adada yaşanılanları açık ve net bir şekilde BM Güvenlik Konseyine aktarmamakta, çiğnenen insan haklarından ise hiç bahsetmemekte.
Üstelik bu yıla değin senede 2 kez gündeme getirilmiş olan ve Kıbrıslı Türklerin “ne düşündükleri” dahi sorulmamış olan BM Barış Gücü’nün görev süresinin yenilenmesi bile olmayacak bu seferki raporda. BM Güvenlik Konseyi el çabukluğu ile tarafların rızasını bile almaya gerek duymadan, geçen sene aldığı bir kararla, BM Barış Gücü’nün görev süresinin yenilenmesi konusu artık yılda bir kez tartışmaya açılacak.
Nezaketimden tartışmaya açılacak diyorum. Esasen BM Güvenlik Konseyinin bu konuyu tartışmaya açtığı da açacağı da yok. Artık tartışılmaya başlanmış olan Güvenlik Konseyini oluşturan “Beş büyükler!” kendileri ne isterlerse o doğrultuda karar alıyorlar, insan haklarının yerle bir edilmesine bakmaksızın.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın her fırsat ve ortamda “Dünya Beş’ten büyüktür” diyerek işaret ettiği BM Güvenlik Konseyinin “Daimi Üyeleri”, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonucuna etki edebileceklerine inandıklarından, “Kıbrıs sorununu görüşmek üzere Kıbrıs’a yeni bir BM resmi misyonunun planlanmasını” Türkiye’deki Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasına ertelediler. Sebep, Kıbrıs konusunda olmasını istediklerini, kendilerinin desteklediği ve seçimi kazanacağından emin oldukları adaya empoze edeceklerine inanmalarıydı. Tabi, Türkiye’deki Cumhurbaşkanlığı seçimleri kendi istekleri doğrultusunda gerçekleşmediğinden, Kıbrıs konusu, Adalar Denizi sorunu ve Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon ürünlerinin kontrolü, kendi düşünceleri ve planlamaları açısından hayli zora girmiş durumda.
Şimdi ne mi olacak? Önümüzdeki haftalar içinde BM Genel Sekreteri BM’nin neredeyse yarım asır önce almış olduğu kararına göre Güvenlik Konseyi’ne “Kıbrıs iyi niyet misyonu” hakkında bilgi içeren yeni bir rapor sunacak. Bu raporun içinde de Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ve Rum Yönetimi Başkanı Nikos Hristodulidis’in Kıbrıs sorununun geleceği hakkında görüş ve düşünceleri yer alacak.
Sayın Cumhurbaşkanımız Ersin Tatar’ın söyleyeceklerini şimdiden duyar gibiyim; “Eşit, egemen ve uluslararası tanınmış iki devlet arasında mutabakata varılacak bir çözümün dışındaki bir içerik ve gündemle müzakere masasına oturmam…”
Durum böyleyken, yani Türkiye ve KKTC yönetimi iki devletli çözümün dışında bir şey görüşülmeyeceği noktasında dik duruş sergilerken BM ve BM’nin beyni Güvenlik Konseyini, hayli zorlu bir dönemin beklediği kesin.
Bekleyip göreceğiz…
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Dekan, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı