Orta Doğu’da Değişen Dengeler … Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi

Orta Doğu’da Değişen Dengeler … Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi

Orta Doğu’da asırlardır süren yaşam tarzı, yönetim ve idari dengeler, 1915 yılında İngiltere ve Fransa arasında gizlice imzalanan “Sykes-Pikot Anlaşması” ile temelinden sarsıldı ve bozulmaya başladı. O denli bozuldu ki, son bir asırdır, bölgede asırlardır yaşamlarını sürdüren kabileler, halklar ve sonradan kurulan devletler arasında hala daha kalıcı bir barış ve politik denge oluşmuş değil.

Bunun nedeni de I. Dünya savaşı devam ederken, Fransa Başbakanı Georges Clemenceau’nun söylediği “Bir damla petrol, bir damla kan değerindedir” görüşü olsa gerek.

Bilindiği üzere Avrupa’nın emperyal (yayılmacı) devletleri olan İngiltere ve Fransa, bir anda Orta Doğu’nun üzerine kara bulutlar gibi çöküştüler ve babalarından kalan bir mirasmış gibi aralarında bölgeyi bölüştüler. İlk yaptıkları iş, “Sykes-Pikot Anlaşması”nı temel alarak kendi hegemonik bölgelerini oluşturmak oldu. Büyük Suriye’yi (Suriye ve Lübnan bölgesi) Fransa alırken, geri kalan bölgeyi de İngiltere kendi sömürgesi yaptı.

İngiltere, Orta Doğu’daki sömürge topraklarını petrol yataklarına göre, başkaldıramayacak küçüklükte ve zayıflıkta bölgelere böldü ve Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Irak, Ürdün gibi yapay devletçikler oluşturdu. Bu yapay devletçiklerin sınırlarını, bölgede yaşayanların etnik ve kabilesel kökenlerine de bakmadan ve dikkate almadan, cetvelle çizen MI6 ajanı Gertrude Bell oldu. Gertrude Bell’in esas aldığı sınırlar, İngiliz ordusunun Hayfa’dan karaya ayak bastığı vakit, Basra’ya kadar karadan, hiçbir müdahaleye ve karşı koymaya maruz kalmadan gidebileceği şekilde çizildi.

Orta Doğu’da 1952 yılına kadar egemen olan ülke İngiltere ve -birazcık da- Fransa idi. Orta Doğu’nun ekseni bu iki ülkenin yönettiği sömürgelerden geçmekteydi. Süveyş krizinde, ABD başarılı bir siyasi manevra ile İngiltere ve Fransa ittifakını Orta Doğu’dan attı ve yerine kendi yerleşti. Her ne kadar sömürgeler bağımsız devlet statüsünde olsalar da, yönetimleri İngilizlerin ve Fransızların elindeydi. Bu iki devlet II. Dünya savaşından sonra tamamen ABD’in yönetimi altına girdiğinden, birkaç yıl gecikme ile Orta Doğu da yeni patronunu kabul etmek zorunda kaldı.

1948 yılının Mayıs ayında İsrail Devletinin ilanı sonrasında 1973 yılına kadar süren ABD destekli İsrail ile bölgedeki Arap ülkeleri arasındaki savaşlar, Orta Doğu’daki politik dengeleri tekrardan değiştirdi ve güç merkezi İsrail’e doğru kaymaya başladı. Yapay devletler arasında oluşturulmuş İsrail karşıtı birlikteki çözülme daha başından Ürdün’den başladı. Halen daha İngiltere tarafından yönetilmekte olan Ürdün, bir şekilde Arap-İsrail savaşlarına etkin bir şekilde dahil olmamak politikasını güttü. 1973 yılındaki Yom Kippur Savaşından yenilgi ile çıkan Mısır, İsrail’i tanıyarak diplomatik ilişki kurmasından sonra ABD hedefine, İsrail’e karşı mücadeleyi elden bırakmayan İran, Irak, Suriye ve Libya’yı aldı. İran ve Irak birbirlerine düşürülerek senelerce savaştırıldı ve askeri güçleri neredeyse yok edildi. Tunus’ta 2010 yılının son ayında başlatılan Arap Baharı ayaklanması ile Suriye ve Libya çökertilirken, Mısır ise tamamen CIA’nin yönetimi altına girdi. Geriye kalan Suudi Arabistan ve BAE’de, ABD’nin baskısı ile İsrail ile diplomatik ilişki kurarak, bölgedeki güç dengesinin tekrardan bozulmasının son çivisini çaktılar.

Orta Doğu’ya bakınca şimdi, ortada İsrail’e karşı olan tek devlet İran gözükmekte. İran, askeri gücü Irak savaşı ile iyice yıpratılmış, ambargolarla ekonomisi çökertilmiş, hazinesi de iflasa sürüklenmiş bir devlet. İsrail ile mücadele etmeyi, savaşmayı bir kenara bırakın, nefes alabilmek ve ayakta durabilmek için son gücünü harcamakta olan bir devlet şimdi. Eski gücünün yerinde yeller esmekte.

Bugün Yunanistan ile iyi ilişkiler içinde gibi görünen İsrail, an itibarı ile Türkiye’yi yakından izliyor. Türkiye’nin savunma sanayisini, ihracat yeteneğini, çalışkanlığını, üretkenliğini, ordusunun gücünü ve millileşmek yolunda gösterdiği çabayı çok takdir etmekte. İsrail basınında yer alan yerli yazarların köşe yazılarında ve yorumlarında bu görüş iyice ortaya çıkıyor.

İsrail’in, Orta Doğu’da Arap tehlikesini tamamen yok ettiği bu aşamadan sonra, Türkiye ile dost olmayı, güç birleşimine gitmeyi ve enerji ortaklığı yapmayı istediği veya da uygun bir zamanda isteyeceği çok açık. Aracısının da ABD olacağı kesin…

Orta Doğu’daki enerji, askeri ve siyasi güç ekseninin Türkiye’ye doğru yön değiştirdiği çok açık. Bakmayı bilebilirseniz, değişen dengeleri ve Türkiye’nin yıldızının nasıl parladığını görürsünüz…

Prof. Dr. (İnş Müh), Doç.Dr. (Ulus İliş) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

11 Eylül 2020
Orta Doğu’da Değişen Dengeler … Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi için yorumlar kapalı
Okunma 40
bosluk

ABD Rumlara arka mı çıkıyor? … Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi

ABD Rumlara arka mı çıkıyor? … Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi

Çocukluğumdan bu yana, büyüklerimden çoğu zaman duyduğum “Tarih tekerrürden ibarettir” sözünün ne anlama geldiğini, yirmili yaşların ortasında milletvekili seçilince anlamıştım.

Tüm yaşadığımız politik olaylar hep, tarihin farklı bir şekilde aynı ana tema ile tekrarlanması şeklindeydi. Hala da tarihin tekrarı farklı şekil ve içeriklerde devam ediyor.

19. Yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu sınırları içindeki isyanlar, bazen Osmanlı Devleti’nin kendi kolluk güçleri ile bazen de bölge Kaim Makam’larından (Kaymakam) yardım alınarak bastırılıyordu. Bu yıllarda, özellikle Hristiyan nüfusun başlattığı isyanlara karşı Osmanlı kolluk güçlerinin önleyici tedbir alması veya da bastırması, Avrupa devletlerinin tepkisini çekiyordu.

O dönem Avrupa’nın güçlü devletleri olan Rusya, İngiltere ve Fransa, 1821 Mora İsyanının Osmanlı İmparatorluğu tarafından bastırılmasından sonra, 1827 yılında kendi aralarında bir toplantı düzenleyerek, Osmanlı İmparatorluğunun idaresi ve yönetimi altındaki Balkan topraklarında yaşayan Hristiyan nüfusa bağımsızlık kazandırılması kararını aldılar. Bu kararlarını uygulamaya koymak için Hristiyanlık dinini de işin içine sokarak zincirleme bir başkaldırı operasyonunu uygulamaya koydular. Hedefleri, öncelikle bölgede yaşayan Helen ırkından olanlara, Yunan Krallığı adı altında otonom bir yapı kurmak ve bölgenin -yok edilerek veya göçe zorlanarak-, Türklerden arındırılmasıydı.

Önce aldıkları bu kararı Osmanlı Devleti’ne ilettiler. Padişah, dönemin Avrupalı güçlü devletlerinin bu kararını reddedince, İngiltere, Fransa ve Rusya deniz filolarını birleştirerek adeta bir Haçlı Donanması oluşturdular ve hiçbir sebep yokken 20 Ekim 1827 tarihinde Navarin’de Osmanlı Devleti’nin donanmasına saldırdılar. Navarin Deniz savaşı Osmanlı Donanmasının yenilgisi ile sonuçlandı. Osmanlı Devleti uluslararası hukuk sayılabilecek meşru zeminli hak arayışında, zararının tazmin edilmesini talep edince de Rusya Osmanlı Devleti’ne savaş açarak yanıt verdi. Osmanlı Devleti bu savaşı da kaybetti. Rusya Erzurum ve Kars’ı işgal edip Trabzon’a doğru ilerlemeye başlayınca, Osmanlı Devleti Prusya İmparatorluğunu aracı koyarak Rusya’dan barış istedi. Kısa süren müzakerelerden sonra Osmanlı Devleti ile Rusya arasında Edirne Antlaşması imzalandı. Bu anlaşmanın içeriğinde Mora yarımadasında bağımsız bir Yunan Krallığının kurulması da yer aldı.

Bugüne gelecek olursak değişen bir şey yok. Yunanistan, annesi AB, üvey babası ABD olan, 5 yaşında şımarık bir çocuk gibi davranıyor. An itibarı ile 2011 yılında ekonomik bataktan kurtulmak için AB’nin 2060 yılına kadar geri ödenmesi koşulu ile verdiği borcu, 2100 yılına kadar bile ödeyemeyecek kadar mali açıdan kötü durumda. Donanmasının ortalama yaşı 22 ve yaşlılıktan savaşamayacak kondisyonda. Hava Kuvvetleri de aynı durumda. Fransa’dan 20 değil, 10 tane bile savaş uçağı alacak parası yok. Tek bir yöntemi var, o da 2011 yılından aynen AB’ye yaptığı gibi, taksitleri ödeme sözü verip tutmamak ve Fransa’yı dolandırarak savaş uçağı sahibi olmak.

Bu nedenle de Türkiye’den Ege ve Akdeniz’de taviz koparmak için Yunanistan ve gayrimeşru kardeşi Kıbrıs Rum Yönetimi, bazen ayrı ayrı, bazen de birlikte her kapıyı çalmaktalar ve iki asır öncesinde yaşandığı gibi arkalarına Haçlı güruhu toplayıp, güçlülermiş, arkalarında birçok ülke varmış gibi hava yaratmaya çalışmaktalar.

Dünyanın üç kutbunu oluşturan ABD, Rusya ve Çin, bölgesel ekonomik ve enerji çıkarlarının Türkiye olmaksızın gerçekleşemeyeceğinin bilincindeler. Bu nedenle uzun vadede Türkiye ile düşmanlığın Yunanistan’a kazanç yerine felaket getireceği kesin.

Prof. Dr. (İnş Müh), Doç.Dr. (Ulus İliş) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

2 Eylül 2020
ABD Rumlara arka mı çıkıyor? … Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi için yorumlar kapalı
Okunma 39
bosluk

Yunanistan Krizin Çıtasını Yükseltme Peşinde … Prof. Dr. (İnş Müh), Doç.Dr. (Ulus İliş) Ata ATUN

Yunanistan Krizin Çıtasını Yükseltme Peşinde … Prof. Dr. (İnş Müh), Doç.Dr. (Ulus İliş) Ata ATUN

Yunanistan Krizin Çıtasını Yükseltme Peşinde
Prof. Dr. (İnş Müh), Doç.Dr. (Ulus İliş) Ata ATUN

Yunanistan 2007 yılında, kişisel dostluklarını ve AB komisyonun (AB Bakanlar Kurulu) teknik birimlerinden birinde görev yapan Yunanlı memurları kullanarak, -AB Komisyonunun da onayını almadan- sinsice Doğu Akdeniz’de kıyı ülkelerin Münhasır Ekonomik Bölgelerini gösteren bir harita hazırlatma girişimi başlatır.

AB Komisyonu’nun söz konusu teknik bir biriminde görev yapan Yunanlı bürokrat, İspanya’nın Sevilla kentinde eğitim faaliyetini yürüten Sevilla Üniversitesi’nin Coğrafya Bölümünde görev yapan ve aynı zamanda da AB Komisyonu ile Avrupa Parlamentosu’na da danışmanlık görevini yürüten Prof. Juan Luis Suarez de Vivero’ya, güzel bir teklifle yaklaşır ve Doğu Akdeniz’de kıyı ülkelerin Münhasır Ekonomik Bölgelerini gösteren bir harita hazırlatır.

Profesör Vivero, Yunanlı bürokrattan aldığı bilgiye dayanarak istenen haritayı, Yunanistan’ın Ege ve Akdeniz’de kıta sahanlığı olarak hak iddia ettiği alan ile Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (KRY) 2004 yılında ilan ettiği “Münhasır Ekonomik Bölge”nin (MEB) sınırlarını sanki de AB’nin resmi sınırlarıymış gibi gösteren bir harita çizer. Akademik etik kurallara uygun olarak da, Yunanistan ve KRY’nin MEB hattını gösteren çizginin altına da “Varsayımsal ortay hat” diye bir “Açıklama notu” yazar.

Prof. Vivero’nun çizdiği MEB Haritası, Antalya’nın Kaş ilçesinin karşısındaki Meis Adası’ndan başlayan Yunan kıta sahanlığı ve MEB’i güneye Kıbrıs adasının Kuzey Batı köşesine kadar inmekte ve Türkiye’yi Bozcaada’dan başlamak üzere Antalya körfezine kadar Ege’den ve Akdeniz’den izole etmektedir. Devamla söz konusu harita Türkiye’nin Ege’deki kıta sahanlığını 6 millik karasularıyla sınırlamakta, geri kalan tüm Ege Denizi’ni de Yunan Denizi haline getirmekte, Akdeniz’e sınırı en uzun ülke olan Türkiye’ye de 41 bin kilometre karelik minik bir alana sıkıştırmaktadır.

Prof. Vivero’nun çizdiği bu haritadaki MEB çizgileri, varsayımsal olarak belirtilse de öncelikle AB’nin söz konusu Teknik Birimi, sonra da diğerleri tarafından kullanılıp, referans olarak da gösterilince, harita bir anda AB’nin resmi haritası gibi algılanmaya başlar adı da “Sevilla Haritası” olur.

AB Komisyonuna haritanın geçerliliği ile ilgili sunulan yazılı soruya, AB Komisyonu’nun verdiği yazılı yanıtın “Kurumlar tarafından hazırlatılan harici raporlar AB’nin resmi belgeleri değildir ve AB için hukuki ve siyasi değeri yoktur” olması nedeni ile de Yunanistan’ın Ege ve Doğu Akdeniz’deki, KRY’nin de Doğu Akdeniz’deki MEB sınırları, AB’nin resmi desteğini kaybeder.

Bu açıklamanın devamı olarak “Deniz alanlarının sınırlandırılması ve buralardaki kaynakların kullanımıyla ilgili konular ancak iyi niyetle, uluslararası hukuka uygun olarak ve iyi komşuluk ilişkileri doğrultusunda diyalog ve müzakere yoluyla ele alınabilir” cümlesi yer alır açıklamada. AB, açıkça Türkiye ve Yunanistan’a “karşılıklı oturun ve anlaşın, beni de bu işe bulaştırmayın” demektedir.

Türkiye ile Libya arasında 27 Kasım 2019 tarihinde imzalanan “Deniz Yetki Alanları” (DYA) sınırlandırmasına dair mutabakat muhtırası, hiçbir resmi geçerliliği olmayan Sevilla Haritası’nın bir kez daha çöpe atılmasına neden olurken, Yunanistan’ın ve KRY’nin Doğu Akdeniz’deki MEB hayallerini de yıkar, bölgedeki dengelerin temelinden değişmesinin kapısını aralar.

Yunanistan, Türkiye ile Libya arasında imzalanan DYA muhtırasına karşı kısa ve uzun vadeli olmak üzere iki plan geliştirir.

Kısa vadeli planı, “Düşmanınım düşmanı dostumdur” ilkesi uyarınca Türkiye’nin Avrupa ve Orta Doğu’daki düşmanlarını yanına çekerek, Türkiye’ye karşı bir cephe oluşturarak, Türkiye’yi bunaltmak ve korkutmaktır.

Uzun vadeli planı ise, AB’nin Deniz Yetki Alanı içinde yer alan İyon Denizindeki Yunanistan’a ait adaların karasularını 6 Milden 12 Deniz Mili’ne çıkaran ve iki kıyı arasındaki mesafenin 24 milden az olduğu diğer deniz alanlarında da karasularını genişleteceği bir yasa tasarısını Yunan Meclisine onaylatarak yasalaştırmak ve Ege’de AB’yi arkasına alarak diplomatik görüşmelerde Türkiye’den taviz koparmaktır.
“İyon Denizi için aldığı karar bizi bağlamaz” düşüncesinde olanlara özetle şunları söyleyebiliriz;

Yunanistan, İyon Denizindeki Yunan adalarının aynı zamanda AB toprağı olduğunu ve karasularını 6 Milden 12 Deniz Mili’ne çıkarırken AB’nin itirazı olmadığı nedeni ile bu kararın Egedeki Yunan adalarında da geçerli olduğunu iddia edecektir. Amaç, bu iddia karşısında Türkiye’nin 1995 yılında Yunanistan’ın kara sularını 12 mile çıkarmak istemesi üzerine ilan ettiği “Savaş Sebebi” (Latince Casus Belli)” tehdidini de AB’yi arkasına alarak etkisizleştirmek ve Sevilla Haritasını zorla yürürlüğe koymaktır.

Yunanistan’ın, İyon Denizindeki adalarının karasularını 6ı Milden 12 Deniz Mili’ne çıkarırken, Arnavutluk karşısındaki Korfu adasında Arnavutluk ile sorunlar yaşayacağı olasılığı da ayrı bir konu. Bu konu ile ilgili olarak Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias ile Arnavutluk Başbakanı Edi Rama görüşüyor.
Görüldüğü üzere Yunanistan kaosa oynayarak ve AB’yi arkasına alarak Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’taki Megal-i İdea hayallerini hayata geçirme planları yapıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kararlı duruşu nedeniyle bunu hayata geçirmesi hiçbir surette mümkün olmasa da, tüm bu planlara karşı diplomatik ataklarımızı gerçekleştirmemiz şart.

Prof. Dr. (İnş Müh), Doç.Dr. (Ulus İliş) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

27 Ağustos 2020
Yunanistan Krizin Çıtasını Yükseltme Peşinde … Prof. Dr. (İnş Müh), Doç.Dr. (Ulus İliş) Ata ATUN için yorumlar kapalı
Okunma 42
bosluk

AB, Rumların Siyasi Rüşvetine Dur Dedi … Prof. Dr. Ata Atun

AB, Rumların Siyasi Rüşvetine Dur Dedi … Prof. Dr. Ata Atun

AB, Rumların Siyasi Rüşvetine Dur Dedi
Prof. Dr. Ata Atun
Kıbrıs İlim Üniversitesi

Avrupa Parlamentosunun geçen hafta salı günü AB üye ülkelerini, Kıbrıs da dahil olmak üzere bazı üye ülkelerin vize ve pasaport satma programlarını sona erdirerek AB içinde kara para aklamayı durdurmaya çağırması, AB içinde sözde yatırım karşılığı vatandaşlıklar verildiği konusunu gündeme taşıdı.

Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (KRY), AB içinde vizesiz olarak dolaşım, yerleşim ve iş kurma hakkına sahip olan KRY pasaportunun satışı, rüşvet karşılığı verilişi veya da uluslararası kuruluşlarda çalışanlara siyasi destek karşılığı verilmesi ile ilgili sabıkası çok yeni değil. Rum Yönetiminin bu sinsi uygulaması onlarca yıl geriye gidiyor.

80’li yılların başında Kıbrıs Rum Yönetimi Meclis Başkanı Dr. Vassos Lissaridis tarafından ASALA terör örgütü liderlerine sahte isimlerle Kıbrıs Rum Yönetimi Pasaportu verilmesi ile başlayan süreç, 10 yıl sonra PKK terör örgütünün başı Öcalan’a da sahte isimle pasaport verilmesi ile ivme kazanmış ve resmi politika olarak KRY tarafından benimsenmişti.

KRY Ekonomisinin derin bir durgunluk içinde olduğu 2014 yılında tanıtılan “yatırım karşılığı vatandaşlık”, diğer adıyla “altın vize” programının, 2020 yılı ortalarına kadar 8 milyar Euro ürettiği ve ülkeye yatırım yapan üçüncü ülke vatandaşlarına yaklaşık 5 bin Kıbrıs pasaportu verildiği yerel Rum basını tarafından da defalarca haberleştirildi.
Yasal olarak Kıbrıs Rum Yönetimi pasaportuna başvurmak için, yabancı başvuru sahiplerinin Kıbrıs ekonomisine en az 2,15 milyon Avro (2,5 milyon dolar) yatırım yapmaları, genellikle gayrimenkul satın almaları ve temiz bir sabıka kaydına sahip olmaları gerekmesine rağmen bu son madde çok dikkate alınmıyor.
Kıbrıs Rum Yönetimi başvuru sahiplerinin geçmişlerini ve sicillerini kontrol ettiğini iddia etse de, yapılan açıklamalar, Rumca gazetelerde yer alan haberler ve AB’nin uyarıları bunun her zaman gerçekleşmediğini ortaya koyuyor.

Kıbrıs Rum Yönetimi’nin 2017 yılında, tarafsız olması gereken BM Barış Gücü’nün Finans Direktörü Lübnanlı Hussein Moussa’ya, Rum tezlerine BM’de siyasi destek vermesi karşılığında mevcut yasalara aykırı şekilde tamamen yasadışı bir uygulamayla KRY pasaportu ve vatandaşlık vermesi siyasi bir skandal oluşturmuştu. Bu, tam anlamıyla diplomatik rüşvetti.

2017 ve 2019 yılları arasında Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından onaylanan 1400’den fazla pasaport başvurusu incelendiği vakit Kıbrıs Rum Yönetiminin yatırım programının içinde ciddi usulsüz uygulamaların olduğunu ortaya çıkıyor.

Birkaç örnek verecek olursak; Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından uygun görülen ve sabıka kaydı araştırılarak onaylanmış başvurular arasında, Ukraynalı dev Burisma enerji şirketinin sahibi olan işadamı Mykola Zlochevsky yer alıyor. Söz konusu kişi Kıbrıs Rum Yönetimi pasaportunu 2017’te satın aldığında, Ukrayna’da yolsuzluk nedeniyle soruşturma altındaydı.
Ukrayna’daki soruşturmayı yürüten savcılar, Haziran ayında yaptıkları açıklamada Zlochevsky’nin adamlarının kendilerine soruşturmayı sonlandırmaları için 6 milyon dolar nakit teklif ettiğini belirttiler.

Rusya Federasyonu enerji devi Gazprom’un eski patronu olan Nikolay Gornovskiy’in altın pasaport başvurusunun 2019 yılında onaylandığı esnada, Gornovskiy,Rusya hükümeti tarafından “makamını kötüye kullandığı” gerekçesi ile aranmaktaydı.

Rusya Federasyonu vatandaşı olan Ali Beglov gasptan hapis cezasına çarptırılıp hapis yatmış olmasına ve bu nedenle Kıbrıs Rum Yönetimi yasalarına göre pasaport alması mümkün olmamasına rağmen verdiği rüşvetlerle KRY Pasaportu sahibi olmuştu.

Çinli işadamı Zhang Keqiang, hileli bir hisse senedi anlaşması için hapis yatmış olmasına rağmen aynen Ali Beglov gibi Kıbrıs Rum Yönetimi pasaportunu almayı başardı.

Vietnamlı işadamı Pham Nhat Vu’nun pasaport başvurusu, yerel mahkemede bir telekomünikasyon anlaşmasında milyonlarca dolar rüşvet vermekle suçlanmasından bir ay sonra Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından onaylandı ve kendisine Kıbrıs Rum Pasaportu verildi. Pham Vu, elinde KRY pasaportu olmasına rağmen şu an hapiste ve elinde pasaportla cezasının bitmesini bekliyor.

Eski bir bankacı olan Venezüellalı Leonardo Gonzalez Dellan, Amerika Birleşik Devletleri tarafından Venezüella hükümeti adına yasadışı para işlemleri yapmaktan cezalandırılmış olmasına rağmen KRY Pasaportu almayı başardı.

Dev tarım firmasıyla ilgili zimmete para geçirme ve kara para aklama nedeniyle Ukrayna’da soruşturma altında olan Oleg Bakhmatiuk da vermiş olduğu rüşvetlerle KRY pasaportu aldı.

2017 yılında KRY pasaportu alan Rus kardeşler Alexei ve Dmitry Ananiev, Rusya’da bir zamanlar sahip oldukları bankadan zimmete para geçirmekle suçlanmaktaydı.

Kuzey Koreli bilgisayar korsanları vasıtası ile kripto para üzerinden 100 milyon dolar aklayan Çin vatandaşı Li Jiadong da, ABD hükümeti tarafından kara para aklamak suçu ile hapsi boylamış olmasına rağmen KRY’den pasaport alabildi.

El Cezire’nin geçtiğimiz günlerde haberleştirdiği bu konunun Rum basınında da sıkça yer aldığını söylemiştik. Rum basını ve AB’nin uyarı yazılarına göre, Kıbrıs’tan sözde “altın pasaport” satın alan 70 ülkeden düzinelerce insan arasında sicillerinde mahkumiyet cezaları bulunan dolandırıcılar, para aklayıcıları ve yolsuzlukla suçlanan uluslararası siyasi figürler de bulunuyor.

Özetle Rum kesiminde pasaport satmak bir gelir kapısı ve 2017 ve 2019 yılları arasında Kıbrıs Rum Yönetiminin alenen satışa çıkardığı altın pasaportunu almak için en fazla başvuru yapan ülkelerin başında Rusya, Çin ve Ukrayna geliyor.
Avrupa Birliği üye ülkeleri içinde vizesiz olarak dolaşım, yerleşim ve iş kurma hakkına sahip olan KRY pasaportunun satışı veya rüşvet karşılığı verilişi ile ilgili olarak tüm başvuru ve onaylanmış dosyalar an itibarı ile AB’nin kontrolü ve denetimi altına girmiş durumda.

“Altın Pasaport” uygulaması, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın raporunda, “yasa dışı gelirlerin aklandığı tehlikeli bir program” olarak niteleniyor. Söz konusu raporda; kumarhanelerin ve bankacılık sektöründeki denetimsizliğin Güney Kıbrıs’ı kara para aklamaya uygun bir sahaya dönüştürdüğüne vurgu yapılıyor.
Görüldüğü üzere AB ülkesi olmasına rağmen bildiğini okuyan Rum Yönetimi, kara para aklanan ülkeler listesinin, insan ticareti yapan ülkeler listesinin ve uyuşturucu kaçakçılığı yapan ülkeler listesinin gri kategorilerinde yer alıyor.
İşin tuhafı da bu kirli ülkenin, KKTC’nin vatandaşlık politikasını eleştirerek, vatandaşlılara engel olacak projeler üretmesi, KKTC’deki aracılarla bunu hayata geçirebilecek pozisyonlar yaratmaya cüret etmesi…

25 Ağustos 2020
AB, Rumların Siyasi Rüşvetine Dur Dedi … Prof. Dr. Ata Atun için yorumlar kapalı
Okunma 183
bosluk

TÜRKİYE’NİN DOĞU AKDENİZ STRATEJİSİ VE YUNANİSTAN-İTALYA MEB ANLAŞMASI İLE İLGİLİ SON GELİŞMELER.

TÜRKİYE’NİN DOĞU AKDENİZ STRATEJİSİ VE YUNANİSTAN-İTALYA MEB ANLAŞMASI İLE İLGİLİ SON GELİŞMELER.

TÜRKİYE’NİN DOĞU AKDENİZ STRATEJİSİ VE YUNANİSTAN-İTALYA MEB ANLAŞMASI İLE İLGİLİ SON GELİŞMELERİ AŞAĞIDAKİ SAYFADAN İZLEYEBİLİRSİNİZ.

12 Haziran 2020
TÜRKİYE’NİN DOĞU AKDENİZ STRATEJİSİ VE YUNANİSTAN-İTALYA MEB ANLAŞMASI İLE İLGİLİ SON GELİŞMELER. için yorumlar kapalı
Okunma 58
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 kktc-bayrak kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar