TÜRKİYE NEDEN GAMBARİ SÜRECİNE KARŞI

TÜRKİYE NEDEN GAMBARİ SÜRECİNE KARŞI

Bir müddettir Papadopulos ve başta Markulli olmak üzere tüm avenesi, Türkiye’nin Gambari sürecine karşı olduğunu yaymaya çalışıyor.

Her demeçte, her beyanda bu savı tekrar tekrar irdeliyorlar ve kendi halkı ile birlikte Kıbrıs konusu ile ilgili diğer kişilerin de aklına sokmak istiyorlar.

Aslında bu iddianın içinde doğruluk payı da yok değil.

 

Son gelişmeler hiçte Papadopulos’un hoşuna gidecek türde değil.

Papadopulos’un “Üniter Rum devleti” kurmak hayali ve Türkiye’nin zayıf bir anını yakalayıp  “Üniter Rum devleti”ni kurana kadar “Kıbrıs’ın uluslararası tanınmış devleti” olarak kalmak planları suya düşmek üzere.

Doğrusu suya düştü bile.

43 sene bu zokayı dünyaya yutturdular ama artık bu oyunun da sonu geldi.

 

KKTC Cumhurbaşkanı Talat’ın 5 Eylülde Papadopulos ile yaptığı toplantıda önerdiği “Gerçekçi ve uygulanabilir bir çalışma programının hazırlanması ve Kıbrıs sorununun 2008 içinde çözülmesi” fikrini Papadopulos kabul etmese de BM, AB, ABD ve Türkiye’nin uygun gördüğü kesin.

Şimdi artık ortada sadece ve sadece iki seçenek var. Her ikisi de Papadopulos’un işine gelmiyor.

 

Birincisi; 17 Şubat 2008’de Rum tarafından yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra BM’nin görüşmelerin başlaması için yeni bir girişimde bulunacağı ve Papadopulos’un tüm itirazlarına rağmen başlatılacak olan görüşmelerde de “Hakem” ve “Zaman sınırlaması”nın olacağı seçenek.

Papadopulos  için kaçış yollarının tümü tıkalı bu süreçte. Zamanı uzatıp, istediği kadar ve istediği zamana kadar “Kıbrıs’ın uluslararası tanınmış devleti” rolünü oynamayacak bu seçenek altında.

 

İkincisi ise; Avrupa Birliği içinde Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum devletlerini birleştirmek planı.

Bu palan göre, BM’nin ortaya koyduğu çözüm planında birleşme olmuyorsa, her iki halkın önce ayrılması, kendi bağımsız devletlerini kurmaları ve sonra da AB bünyesinde birleşmeleri öngörülüyor. Örnek olarak da Çekler ve Slovaklar gösteriliyor.

Aslında Kosova ve Sırbistan’da aynı yolun yolcusu. Bu nedenle de Kosova şimdi korkulu bir rüya gibi Rumların önünde duruyor.

Kosova için 10 Aralık son gün.

Eğer 10 Aralık’ta Kosova’nın bağımsızlığı kabul edilirse, Sırplara verilen sözlere göre Sırplar da AB’ye alınacak. Ve birleşme, yani korkusuz, kansız ve tavizsiz birleşme, AB çatısı altında olacak.

 

Son aylardaki gelişmelere bakılırsa, artık Türkiye’ye eskisi kadar ABD’den ve AB’den Kıbrıs konusunda baskı olmadığı görülmektedir. Bu da AB içinde birleşme fikrinin uluslararası topluluk tarafından kabul edilebilir bir olasılık olarak kabul edildiğini ortaya koymaktadır.

 

Bu nedenle de cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yaklaştığı bu son aylar içinde Papadopulos, büyük bir manevra yaparak ortaya koyduğu yeni Kıbrıs stratejisi ile Kıbrıs konusunu AB içinden çekip çıkarıp BM içine ve de özellikle de Gambari süreci içine çekmeye çalışmakta.

 

Yıllardır, Kıbrıs konusunu BM gündeminden düşürüp, AB içine çekmeye çalışan ve bunun için de, AB’ye yalan söylemek, yalan vaatlerde bulunmak, AB’ye girmek için Annan Planını kabul edecekleri yalanını gözünü kırpmadan söyleyip yaymak gibi her türlü Bizans entrikasını çevirmekten kaçınmayan Papadopulos, bir anda Kıbrıs konusunu AB içine taşımak fikrinden vazgeçip, dört elle BM’de ve özellikle de Gambari süreci içine çözülmesine sarıldı.

 

Niye Gambari sürecine sarıldı.

Zaten konunun püf noktası da bu süreç.

Papadopulos’un, BM’nin hakemli ve zaman kısıtlamalı görüşmeler yapılarak Kıbrıs sorununun çözülmesi planının işlerlik kazanamaması durumunda devreye girecek olan  AB’nin iki ayrı devlet kurulması planından yegane kaçış yolu, Gambari sürecinin içinde yatıyor.

 

8 Temmuz 2006 tarihli “Gambari Süreci” veya benim tabirimle “Gambari Oldu-Bittisi” içinde 5 maddelik İlkeler dizisi ve 2 tane de karar var.

İlkeler dizisi içindeki 5 madde ve ilave edilen 2 karar da yusyuvarlak cümlelerle yazılmış. Nereye çekersen oraya gidiyor ve ne kadar çekersen o kadar uzuyor.

 

Gambari Süreci içinde Kıbrıs’ta çözüm için ne zaman kısıtlaması var ve ne de hakem gözetimi. Kıbrıs sorununa çözüm elli sene de sürebilir yüzelli de.

Bu nedenle Papadopulos, 5 Eylül 2007 görüşmesinde CB Mehmet Ali Talat’ın “Çalışma programı hazırlansın ve Kıbrıs sorununu 2008 içinde çözülsün” önerisine karşı çıktı.

 

Papadopulos’un niyeti Kıbrıs sorununu çözmek değil, Türkiye’nin zayıf bir anını yakalayıp  “Üniter Rum devleti”ni kurmak ve bu süreç içinde de uluslar arası her platformda kendi fikirlerini öne sürebilmek için “Kıbrıs’ın uluslararası tanınmış devleti” olarak kalmaktır.

Bu nedenle Papadopulos Gambari sürecine sıkı sıkı sarılırken Türkiye de BM’nin  Hakemli ve Zaman kısıtlamalı görüşme organize etmesini istiyor.

29 Kasım 2007
TÜRKİYE NEDEN GAMBARİ SÜRECİNE KARŞI için yorumlar kapalı
Okunma 83
bosluk

UGANDA’DA KIBRIS KORKUSU

UGANDA’DA KIBRIS KORKUSU

Kısa adı CHOGM (Commonwealth Heads of Government Meeting) olan Ortak Refah Ülkeleri Devlet Başkanları Toplantısı 23, 24, 25 Kasım günlerinde Uganda’nın başkenti Kampala’da yapıldı. Toplantıya 53 ülkenin Devlet Başkanı katıldı ve İngiltere Kraliçesi Elizabeth toplantıyı Cuma sabahı törenle açarak başlattı. Öğleyin de devlet başkanları hep birlikte yemek yediler. Akşam ise İngiltere Kraliçesi Elizabeth devlet başkanları onuruna bir yemek verdi.

Bir zamanlar İngiliz sömürgesi olmuş ülkelerin oluşturduğu Ortak Refah Ülkeleri (Commonwealth Countries) Devlet Başkanlarının, Cuma-Cumartesi ve Pazar günü yapılan bu olağan toplantısından evvel de söz konusu üye ülkelerin Dış İşleri bakanlarının katıldığı 2 günlük toplantı 21, 22 Kasım Çarşamba ve Perşembe günleri yapıldı.

Uganda Hükümeti, çok önem verdiği bu iki toplantı için hiçbir şeyi esirgemedi ve her hangi bir aksilik çıkmaması için de Elli milyon dolarlık bir harcamayı göze aldı.

 

Doğal olarak Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanı Markulli de Uganda’daydı ve o da Dış İşleri bakanları toplantısına katıldı. Markulli’nin katıldığı toplantıda gündem maddesi olarak Ortak Refah Ülkeleri Vakfı, Öğrenimin Ortak Refahı (COL), Ortak Refah İş Forumu, Teknoloji Yönetimi için Ortak Refah Ortaklığı ve Medeni Toplum ile ilgili raporlar sunuldu.

Toplantı sonrasında ise Dış İşleri Bakanları CHOGM, yani Ortak Refah Ülkeleri Devlet Başkanları Toplantısı Sonuç Bildirgesini (Communiqué) hazırladılar ve Devlet Başkanlarının dikkatine sundular.

 

İşte bu söz konusu Sonuç Bildirgesine Markulli’nin ve Papadopulos’un son gelişmelerden duydukları korkular imzasını attı.

Zaten Markulli, Sonuç Bildirgesi hazırlanırken bütün şirretliğini ortaya koydu ve kalemi kâğıdı eline alarak Kıbrıs ile ilgili bölümü bizzat kendisi yazdı.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün KKTC ziyaretinde ilk defa vurguladığı “Kıbrıs’ta İki Demokrasi, İki Devlet, İki Dil ve İki Din bulunmaktadır”ın yarattığı korku fırtınası ve Sırbistan ile Rusya’nın tüm karşı koyma girişimlerine ve engellemelerine rağmen “Kosova’nın Bağımsızlık çabalarının Kıbrıs’a örnek olabileceği” endişelerini yansıtan kelimeler, Sonuç Bildirgesi’nde aynen yerini aldı.

 

Sonuç Bildirgesinin Kıbrıs ile ilgili Bölümünde “Kıbrıs sorununa BM himayesi altında kapsamlı, adil ve kabul edilebilir bir çözüm”e atıfta bulunuluyor.

 

Yıllardır, Kıbrıs konusunu BM gündeminden düşürüp, AB içine çekmeye çalışan ve bunun için de, AB’ye yalan söylemek, yalan vaatlerde bulunmak, AB’ye girmek için Annan Planını kabul edecekleri yalanını gözünü kırpmadan söyleyip yaymak gibi her türlü Bizans entrikasını çevirmekten kaçınmayan Papadopulos, Cumhurbaşkanı Gül’ün sözlerindeki “İki ayrı Din” tanımlamasının nerelere kadar gidebileceğini ve başına ne gibi çoraplar örebileceğini fark ettiğinden, bir anda Kıbrıs konusunu AB içine taşımak fikrinden vazgeçip, dört elle BM’de çözülmesine sarıldı.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yaklaştığı bu son aylar içinde Papadopulos’un büyük bir manevra yaparak ortaya koyduğu yeni Kıbrıs stratejisi, Kıbrıs konusunu AB içinden çekip çıkarıp BM içine taşımak üzerine inşa edildiğini ortaya koyuyor. Daha evvel böylesi sözleri hep kerhen söylerdi ve stratejisi Kıbrıs konusunu AB içine çekip, geri kalan 26 ülke ile birlikte Türkiye üzerine baskı kurup, Türkiye-AB Ortaklık müzakerelerinde sorunlar çıkarıp taviz kopartmak şeklinde idi.

Anlaşılan AB’ye olan güveni sarsıldı ve AB içindeki “Aldatıldık” homurdanmaları kulağına kadar geldi.

 

Geçen hafta başında İran’ın başkenti Tahran’da gerçekleştirilen ve çalışmalarını 14 Kasım Çarşamba günü tamamlayan Asya Parlamenterler Meclisi’nin toplantısına katılan Rum Milletvekili Eleni Theoharus da Markulliden aldığı talimatla, yaptığı konuşma içine, Ortadoğu ve Kıbrıs sorunu gibi uzayıp giden uluslararası sorunlara Uluslararası Hukuk ve BM’nin ilgili kararları temelinde çözüm bulunması gerektiği görüşünü koydu.

Toplantı sonrası yayınlanan Sonuç Bildirgesinin hazırlık safhasında da, gene Markulli’nin talimatı ile “Kıbrıs sorununa BM himayesi altında kapsamlı, adil ve kabul edilebilir bir çözüm”e atıfta bulunulan bir ek yapılmasını büyük bir ısrarla talep etti ve bu talebi kabul edilerek, istenildiği şekilde bildirgeye ek yapıldı.

 

BM, AB ve ABD, 2008 içinde Kıbrıs konusunda son bir girişim daha yapmak niyetinde. Girişimin sonu ya “Birleşik Kıbrıs” ya da “İki ayrı Devlet”.

Papadopulos için bir tarafta seçimi kaybetmek var, diğer tarafta da seçimden hemen sonra BM’nin başlatacağı görüşmeler var. Kazansa vay, kaybetse vay.

 

KKTC Cumhurbaşkanı Talat’ın 5 Eylülde Papadopulos ile yaptığı toplantıda önerdiği “Gerçekçi ve uygulanabilir bir çalışma programının hazırlanması ve Kıbrıs sorununun 2008 içinde çözülmesi” fikrini Papadopulos kabul etmese de BM, AB ve ABD’nin uygun gördüğü kesin.

Ama bu defa BM yoğurdu üfleyerek yemek niyetinde. Papadopulos’un AB’ye girmek için verdiği yalan sözler benzeri tuzaklara düşmemek için, bu seferki görüşmelerde, Annan Planı görüşmelerinde olduğu gibi, Papadopulos’un tüm itirazlarına rağmen hem zaman limiti hem de hakem koymak niyetinde.

 

Anlaşılan Türkiye’nin yeni diplomasisi, Kıbrıs Rum liderliğini bütün kıvraklığına ve Hıristiyanlığı sonuna kadar kullanmak açık gözlülüğüne rağmen, Rumları köşeye sıkıştırmaya başlamış.

Korku dağları bekler sözü boşuna değil. Taa Uganda’lara kadar uzanmış.

26 Kasım 2007
UGANDA’DA KIBRIS KORKUSU için yorumlar kapalı
Okunma 51
bosluk

TURKEY UNDISPUTED LEADER OF THE MIDDLE EAST

TURKEY UNDISPUTED LEADER OF THE MIDDLE EAST

Although the Armenians and the Greeks played the Christian card quite well in the 20th century and tried to push Turkey into the position of the most underrepresented and discredited nation on earth, it didn’t work well in the last century and won’t work in the 21st cen-tury, either. The latest card player was Armenian camp-follower Nancy Pelosi, who in fact put her personal interests above American interests by pushing for passage of the so-called genocide resolution, just like Armenian-Americans who think of Armenians’ interests above those of Americans, unfortunately.

Since 2002, from the day the new driver, the Justice and Devel-opment Party (AKP), took over Turkey’s steering wheel, a departure from the country’s traditional foreign policy began and gradually quickened. The new driver led the country to a brand new track, one more temperate, social, constructive, modernistic and rather enterprising; as opposed to the defensive and passive track of old.

This new track gradually led Turkey’s political prowess upward, and Turkey is now becoming an important player in the Middle East, emerging as an important diplomatic actor. Turkey’s greater activism in the Middle East has also been reflected in its effort to strengthen ties to Iran and Syria, and now Turkey’s political and economic relations with neighboring countries are at the best levels ever achieved.

Ankara’s relations with Tehran and Damascus were strained in the 1980s and 1990s, in part because Iran and Syria supported the Kurdistan Workers’ Party (PKK) in their effort to destabilize Turkey. But relations have significantly improved in recent years, thanks to the three governments’ shared interest in containing Kurdish nationalism and preventing the emergence of an independent Kurdish state on their borders.

Turkey’s cooperation with Iran has intensified considerably, par-ticularly in the security sphere. During Prime Minister Recep Tayyip Erdoğan’s visit to Tehran in July 2004, Turkey and Iran signed a secu-rity cooperation agreement that branded the PKK a terrorist organiza-tion. Since then, the two countries have stepped up cooperation to protect their borders. Energy has been another major engine behind the warming of Iranian-Turkish relations; Iran is the second-largest supplier of natural gas to Turkey (after Russia).

Ankara’s policy toward Israel and the Palestinians has also un-dergone a shift. Turkey had maintained a close relationship with Israel since 1996, especially in the defense and intelligence areas. Coopera-tion had benefits for both sides: It gave Israel a way of breaking out of its regional isolation and a means of putting pressure on Syria, and it gave Turkey new avenues for obtaining weapons and advanced tech-nology at a time when it faced increasing restrictions on weapons pro-curement from the United States and Europe.

But more recently, under the AKP’s leadership, Turkey’s outlook toward Israel has begun to change and Ankara has begun to adopt a more active pro-Palestinian policy.
This change started when Erdoğan decided to send 1,000 troops to participate in the UN peacekeeping mission in Lebanon — one of the largest contributions of any European state.

Although not without risks, Erdoğan’s decision to contribute troops to the UN mission had a number of important benefits. It both underscored Turkey’s European credentials and showed that Ankara is an important regional player. And along with Erdoğan’s criticism of Israel’s military action, it allowed Turkey to demonstrate its solidarity with key Arab governments in the region that supported the peace-keeping mission.

The latest summit in Ankara held by President Abdullah Gül, be-tween Israeli President Shimon Peres and Palestinian President Mah-moud Abbas, exemplifies the position and importance of Turkey in the Middle East.

Turkey’s relations with Saudi Arabia in particular have been strengthened recently, as was highlighted by King Abdullah’s trip to Turkey in August 2006 — the first visit of its kind in 40 years– and then again in the second week of November 2007.

Turkey’s greater engagement in the Middle East is part of the gradual diversification of Turkish foreign policy since the end of the Cold War. In effect, Turkey is rediscovering the region of which it has historically been an integral part. Especially under the Ottomans, Tur-key was the dominant power in the Middle East.

Turkey’s recent focus on the Middle East does not, however, mean that Turkey is about to turn its back on the West. Nor is the shift evidence of the “creeping Islamization” of Turkish foreign policy, as some critics claim.
Turkey’s new activism is a response to structural changes in its security environment since the end of the Cold War. And if managed properly, it could be an opportunity for the Western world to use Turkey as a bridge to the Middle East.

Both Ankara and the Western world — the EU and US — need to accept that the war in Iraq has created new realities and unleashed new forces that must be accommodated and that no satisfactory results can be achieved in the region without Turkey’s assent.

26 Kasım 2007
TURKEY UNDISPUTED LEADER OF THE MIDDLE EAST için yorumlar kapalı
Okunma 111
bosluk

WHO IS LYING HRISTOFIAS OR AKEL?

WHO IS LYING HRISTOFIAS OR AKEL?

Cypriot presidential candidate Dimitris Hristofias of the Progres-sive Party of Working People (AKEL), in his speeches at various meet-ings and rallies, has said that he and his party believe in a “bi-communal, bi-zonal federation based on political equality” and that, if elected, he will solve the Cyprus problem in the shortest time possible. It may sound good, but what he keeps saying is only a fairy tale.

On March 6, 1966, the Haravgi newspaper (AKEL’s mouthpiece) reported the proceedings of AKEL’s 11th congress in banner headlines. According to the paper, the congress was taking historic decisions on the furtherance of the “Greek Cypriot anti-imperialist struggle.”

The historic decisions concerning Cyprus announced on March 12 and published in Haravgi on March 13, 1966 were as follows:
“The congress reaffirms AKEL’s persistent and unchanging atti-tude in our liberation struggle. It further reiterates AKEL’s efforts aimed at a non-aligned independence, the ultimate territorial integrity of Cyprus and the removal of all foreign bases and radio stations that are used for spying. It is only after the realization of these objectives that the people of Cyprus will be able to determine their future through the internationally accepted principle of self- determination, free from foreign intervention and pressure. Only within this concept will our people achieve national rehabilitation with its free will and conscience, without any pressure or blackmail. Those NATO forces that oppose our policy are taking advantage of the nationalistic feelings of the people and issuing disseminating propaganda of a direct [union of Cyprus and Greece (enosis)] through a fait accompli. Our party is resolutely opposed to such enosis. Because through this kind of enosis an unacceptable NATO solution will be imposed on our people … that will in fact amount to the partitioning of Cyprus from Greece and its linking with NATO.
“The congress, having in mind these efforts of imperialists and NATO forces, calls on our people to be vigilant, to foil these plots aimed at the oppression and enslavement of Cyprus.
“While the congress approves non-aligned independence, full so-vereignty and the policy of self-determination, it maintains that this policy serves the national interests of our na¬tional struggle and, in general, world peace in its full meaning. It sees the struggle as the only right policy and the real anti-imperialist national liberation movement and, while it approves this stand, it urges the party to continue to play a leading role in this struggle as it has done, without deviation and to do its utmost with all its strength.”

One day before this resolution was adopted by the 11th congress, the text of a letter addressed to President Makarios by former Greek Prime Minister George Papandreou, dated Aug. 29, 1964, was published in the Greek Cypriot press. There is a close relationship between this letter and the slogan of “Unfettered independence, unconditional inde-pendence and genuine independence.”

Passages from Makarios’ reply to Papandreou also shed light on their links with enosis, as indicated be¬low. All Greek Cypriot papers carried the following quotation from George Papandreou on March 3, 1966, attributing it to the Athens-based Ethnos newspaper:
“Shortly the Turkish troops in Cyprus will be rotated. We feel it necessary to announce our joint decisions on the new crisis created by this development.

We have reached agreement to have recourse to the United Na-tions for unconditional independence, which provides for the exercise of the right of self-determination.

We have further agreed to maintain peace in the island until the UN adopts a resolution. We shall not provoke, but rather we will launch a peace offensive, promising general am¬nesty to Turkish Cypriots. We shall tell them that we will safeguard their human and politi¬cal rights. With this approach we will foil the aggressive intentions of the Turks and create favorable impressions at the United Nations.

Turks can be expected to attack without provocation. But, as I said, in the event of such an offensive Greece will defend Cyprus with all her strength. As the Greek army cannot pos¬sibly fight under the banner of “unfettered in¬dependence,” the parliaments of Greece and Cyprus will proclaim enosis immediately and the fight¬ing will take place under the banner of enosis. This is a banner suitable for a nation to fight for.”

I wonder why AKEL did not object to the declaration of the “Cypriot Hellenic Republic” on July 16, 1974 by coup d’état-installed President Nikos Sampson, the notorious killer of innocent Turkish Cypriot civilians. The resolutions of 1966 and 1973, which are similar to pre-vious one, are still valid and not yet cancelled.

One must wonder how Mr. Hristofias will settle the Cyprus dispute based on “bi-communal, bi-zonal federation based on political equality” while the above resolutions are directing him to enosis.

24 Kasım 2007
WHO IS LYING HRISTOFIAS OR AKEL? için yorumlar kapalı
Okunma 118
bosluk

RUMLARIN KIBRISLI TÜRKLERE BAKIŞI

RUMLARIN KIBRISLI TÜRKLERE BAKIŞI

Çoğu zaman yüzlerine “Barış havarisi” maskesini takan Kıbrıslı Rumların, adadaşları Kıbrıslı Türklere bakışları ve onları hangi seviyede gördükleri, ağızlarından çıkan cicili bicili sözlere çok ters düşüyor.

Olası bir ortaklıkta Kıbrıslı Türklere hangi işleri reva gördüklerini kazara ağızlarından kaçırsalar, ortalık karışır herhalde.

 

Simerini gazetesinin 20 Kasım 2007 tarihli sayısında yer alan STİGMA (Nişan) sütununda Kostakis ANDONİOS imzasıyla yayınlanan “SİYASİ LİDERLİK PANİK KRİZİ GEÇİRİYOR” başlıklı yorumu okursanız, Kıbrıslı Rumların gözünde bizlerin yeri neresidir çok iyi öğrenirsiniz.

 

Özellikle de, aramızdaki Rum hayranlarının ve “Taksim Felakettir” yaygarasını koparanların, bu sütunu iyice okumalarını, hatta tüm Rumca gazeteleri her gün okuyarak bizler için neler söylediklerini ve neler düşündüklerini kendi gözleri ile görmelerini tavsiye ederim.

Söz konusu yorumun Türkçesini isteyene de hemen gönderebilirim.

 

Özetle Yorum yazısında Kostakis Andonios diyor ki;

“Birkaç yıl önce ABD, KKTC’ye (yazısında KKTC’yi “işgal bölgeleri” veya “sahte devlet” olarak tanımlamaktadır) doğrudan uçuşların yapılacağı ve KKTC ile doğrudan ticari ilişkilerin kurulacağı dedikodularını yaydı. Arkasından Türkiye ile işbirliği içerisinde, bazı iş adamlarını Amerikalı diye lanse ederek onları yasa dışı Ercan (Yazısında Ercan’ı “Timbu” olarak tanımlamaktadır) havaalanına yolladı.

Sonuçta umduklarını bulamadılar. Türk-Amerikan işadamları bir daha görünmediler ve doğrudan uçuşlar olmadı.

Bu olay bizim tarafta (Rum tarafında) paniğe sebep oldu. Çoğu kişi olayları trajikleştirmekle beraber eli kulağında olan Tayvanlaşma ve KKTC’nin düzeyinin yükseltilmesinden bahsetmeye başladı.

 

Bunu, Azerbaycan’dan gelen uçak takip etti.

Bazısı resmi görevli bazısı da işadamı olan Azerbaycanlılar, Ercan (Timbu) havaalanına indiler. Yeni bir panik, yeni felaket tellallıkları, yeni Tayvanlaşma çığlıkları atıldı.

Azerbaycanlılar da gittiler ve bir daha görünmediler. Ne doğrudan uçuş, ne doğrudan ticaret ne de tanınma oldu.

 

Son olarak da Mağusa-Lazkiye feribot seferleri başladı. Yine yapay ve gerçek bir panik yaratıldı. Yeni sıkıntılar, yeni korkular. Ama sonunda deniz seferleri de yolcu kıtlığı nedeniyle iptal edilmeye kadar gitti.

 

Muhalefet (Rum), Annan planının reddinden bu yana daimi panik içerisindedir. Beyni uyuşuyor, halka korku ve endişe aşılıyor. Hükümet (Rum) panik içerisindedir ve koşuyor,  ama yetişemiyor. Hükümet, muhalefet ve basın çok basit olan bir şeyi anlayamıyor: KKTC’nin (Sahte devletin), başka devletlerin doğrudan uçuş ve doğrudan ticaret için güvenebilecekleri ne gücü ne de altyapısı vardır. Biz hayal gücümüzle kâbus yaratıyoruz.

 

KKTC (Sahte devlet) Tayvan olamaz ve ikinci model oluşturmak için altyapıya ve ekonomik güce sahip değildir. Onlar, ezelden beridir Türkiye’nin kırıntılarıyla ve Kıbrıs Devletinin sundukları ile yaşamayı öğrenen sefil insanlar, sefil hilkat garibesidirler.

Hiçbir devlet yasal düzeni aşarak bir hilkat garibesini yasallaştırmaya kalkışamaz.”

 

Yanlış okumadınız, Simerini gazetesinin saygıdeğer yazarı bizleri “Kırıntı ile geçinen, sefil insanlar, sefil hilkat garibeleri” olarak tanımlıyor.

Aslında bu tanımlama, sadece bu yazara ait değil. Tüm Kıbrıslı Rumlar da, biz Kıbrıslı Türklere bu gözle bakıyor.

Olası bir ortaklıkta, bizlere layık görecekleri işler sadece “Ayak İşleri”.

Annan Planı görüşmeleri döneminde, her gün aynı masada oturup karşılıklı müzakere edilecek konuları tartıştığım Rum komisyon üyesine, Referandumda evet oyları çıkarsa ve “Birleşik Kıbrıs Devleti” kurulursa, güneyde evlerini, köylerini, ocaklarını yıktığınız Türkler nerede oturacak diye sorduğumda, “Kuzeye yerleşen Rumlara rica ederiz hepsi de evinin arkasına yardımcı ev yapar ve orada otururlar” şeklinde bir yanıt vermişti bana. Yani hizmetçilerin veya evdeki hizmetlilerin mekânında kalmalarını layık görüyordu Kıbrıslı Türklere.

 

Laskiye seferi yolcu azlığından dolayı maalesef haftada bire düştü. Böyle giderse, önümüzdeki haftalarda kış sezonuna girilince, fırtınalı havalar bahanesi ileri sürülerek bu seferler iptal edilecek ve baharda da başlaması, Rumların, Yunanlıların ve her zaman olduğu gibi kandırabilirlerse AB’nin de Suriye’ye yapacağı baskılar nedeni ile bir daha bu seferleri yapmak mümkün olmayacaktır.

 

Tedbirimizi şimdiden almamız ve ne pahasına olursa olsun bu seferleri hiç durdurmadan ve ara vermeden devam ettirmemiz gerekmektedir.

22 Kasım 2007
RUMLARIN KIBRISLI TÜRKLERE BAKIŞI için yorumlar kapalı
Okunma 74
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar