Hristofyas’ın Türklere Mesajı

Hristofyas’ın Türklere Mesajı

    Rum Yönetimi Başkanı Dimitris Hristofyas’ın, iktidardaki ilk 120 günü içerisinde yaptığı icraatları ile ilgili olarak evvelki gün yaptığı basın toplantısında, Kıbrıs sorunu ve iç yönetim başlıkları altında, iki bölüm içinde söyledikleri, geleceğe ışık tutuyor.


    Müzakerelerin nasıl biteceğini şimdiden görür gibi oluyorum.


    AKEL’in kendi yayın organı olan Haravgi Gazetesi, basın toplantısının tümünü yayınladı.


    Gerek Hritofyas’ın söyledikleri, gerekse de Rum siyasi partilerinin basın toplantısından sonra söyledikleri, bana Ledra sokağının (Lokmacı Barikatı) açılışında Hristofyas’ın oynadığı oyunu hatırlattı hemen.


    Hristofyas, Lokmacı Barikatının 3 Nisan Perşembe sabahı büyük bir tantana ile açıldığı gün, İngiltere uçağına binmeden önce Lokmacı Barikatının açılışının bir bahane ile kapatılması talimatını vererek adadan ayrılmıştı. Kendisi yurt dışında olduğundan yerine vekâlet eden Rum Meclis Başkanı Marios Karoyan da, sudan bir nedenle barikatı saat 20:00’de kapattırmış ve 3 saat sonra saat 23:00’de de Hristofyas’ın İngiltere’den verdiği talimat ile barikat tekrar açılmıştı. Adaya muzaffer bir komutan ve barış havarisi havalarında apar topar dönen Hristofyas, Larnaka hava alanında yaptığı açıklamada, KKTC Cumhurbaşkanı M. A. Talat’ın bu konuda hiçbir suçu olmadığını, suçun Türkiye’de ve Türk askerinde olduğunu belirterek, barikatın kapatılması talimatını kendi vermiş olmasına rağmen, Türkiye’yi ve TSK’yı suçlu durumuna sokmak istemiş, aklınca da KKTC ile Türkiye’yi kapıştırmaya çalışmıştı.


    Ne var ki foyası çabuk çıktı ortaya.


    Şimdi aynı taktik liderler arası müzakereler konusunda gene fırına kondu.


    Basın toplantısında Hristofyas’ın söyledikleri, geleneksel Rum diplomasisi içinde değerlendirildiği vakit; 


    Hristofyas daha ilk cümlesinde, Cumhurbaşkanı Talat’ın işini kolaylaştırmak için ilkelerden ödün vermeyeceği teyidinde bulunarak, açıkça ben taviz vermeyeceğim, tavizi Türkler verecek demeye getirdi.


    Arkasından bir “B planı” olmadığını ve hedefinin de kapsamlı müzakereler olduğunu söyleyerek, Türk tarafının partenojenez ve takvimlere ilişkin açıklamalarını reddettiğini ve çözümün anahtarının Türkiye’nin elinde olduğunu söyleyerek, ileriye dönük stratejisini daha şimdiden açığa çıkardı.


    Hristofyas bu sözleri ile “Benim bir tek planım vardır. O da Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Anayasasında göstermelik birkaç tadilat yapıp Türkleri içimize alarak eritmek ve adanın tümünü de egemenliğimiz altına almaktır. Başka bir alternatif düşüncem veya planım da yoktur. Türkler ya kabul ederler, ya kabul ederler. Türklerin hiçbir Siyasi eşitlik veya Egemenlik paylaşımı türündeki önerilerini kabul etmeyeceğim. İşler çıkmaza girerse de müzakereleri koparıp suçu Türkiye’nin üzerine atacağım” demek istemiştir.


    Daha doğrusu açık ve net olarak aynen böyle söylemiştir. 


    Hristofyas aynı şekilde, dar takvimleri ve BM’nin hakemliğini de kabul etmediğini belirterek, “Ben ne istersem o olacak. Ben tanınmış bir devletim ve AB üyesiyim. Hiç kimse bana baskı yapamaz. Hiç kimse bana çözüm koşullarını dayatamaz ve hiç kimse beni aynen Annan Planı görüşmelerinde olduğu gibi zaman kısıtlaması içine sokamaz. Benim niyetim müzakereleri uzatmaktır. Gerekirse bir yıl, gerekirse onbir yıl müzakereleri sürdürürüm ve Kıbrıs’ı ele geçirmek için Türkiye’nin zayıf bir anını sabırla beklerim” demektedir.       


      Görünen o ki, eninde sonunda, müzakereler kopacak ve Hristofyas tarafından müzakerelerin kopmasının suçu, Türkiye ile TSK’ın üzerine atılacak.


    Sayın Cumhurbaşkanım.


    Siz büyük bir iyi niyetle müzakereleri sonuna kadar kopmadan sürdürmek niyetindesiniz. Barışçıl duygularınız nedeni ile çabalarınız ve girişimleriniz de bu doğrultuda.


    Bence, Hristofyas gerek duymasa da artık sizin bir “B Planı” hazırlamanızın zamanı, bağıra çağıra “Ben geliyorum” demektedir.


    Müzakereler koptuktan sonra, ki ben size bu müzakerelerin yakın bir zaman dilimi içinde çıkmaza gireceğinin veya kopma noktasına geleceğinin garantisini verebilirim, “Kıbrıs Türkünün ve Türkiye’nin hangi strateji ile, haklı konumda olduğunu dünyaya kabul ettirebilirim, adada iki ayrı devletin yan yana daha barışçıl bir şekilde yaşabilecekleri konusunda BM’yi ve AB’yi nasıl ikna edebilirim ve KKTC’nin uluslararası kabul edilebilir bir kimlik kazanması için ne yapılması gerekir” konularında bir ekip kurup çalışma başlatmanızın, çok doğru ve stratejik bir adım olacağı inancındayım.


    Yıllardır tanıdığım Hristofyas bana aynen bu şekilde hitap etti.


    Eminim size de daha farklı hitap etmemiştir.

10 Temmuz 2008
Hristofyas’ın Türklere Mesajı için yorumlar kapalı
Okunma 73
bosluk

RUMLARIN KIBRIS’TA BİTMEYEN MÜLKİYET SAVAŞI

RUMLARIN KIBRIS’TA BİTMEYEN MÜLKİYET SAVAŞI

Kıbrıs Rum hükümeti KKTC toprakları üzerinde egemenlik sağlayabilmek amacı ile yıllar önce bireysel mülkiyet hakkı iddiası ile ABAD’ı ve AİHM’yi kullanarak hukuksal saldırılara geçerken, Rum Ortodoks Kilisesi de tamamen dini bir kisve altında,  Avrupa ve Amerika’nın yumuşak karnı olan Hıristiyanlık dinini kullanarak ve suiistimal ederek, aynı amaç doğrultusunda organize girişimler başlattı.

Rumların hukuksal ve dinsel olarak iki ayrı koldan yaptıkları bu girişimlerin bir tek amacı bulunmaktadır. 1878 yılında Osmanlı Devleti ile İngiliz İmparatorluğu arasında yapılan “Kıbrıs Adasının Kiralanması Antlaşması”nda, Lozan Antlaşması Madde 16’da ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası Ek I, Madde 4’de yer alan Türkiye’nin Kıbrıs adası üzerindeki garantörlüğü ve müdahale hakkını yok etmek ve Kıbrıs’ın tümü üzerinde hak sahibi olmak[1].

Ada üzerinde mutlak hak sahibi olabilmek için de bir taraftan Türkiye’nin garantörlüğünün kaldırılması için girişimler başlatırken diğer taraftan da KKTC hudutları içindeki toprakları sahiplenmeyi hedef seçtiler.

TÜRKİYE’NİN GARANTÖRLÜĞÜNE SALDIRILAR

Rumlar 1959 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası Zürih ve Londra’da tartışılırken Türkiye’nin Garantörlüğüne hiç itiraz etmemişlerdi.

Makarios her ne kadar ayak sürçtüyse de, aklında bir an evvel Kıbrıs Cumhuriyetini kurmak ve çoğunluk olmanın verdiği avantaj ile de “Enosis”e[2] yani, Yunanistan’la birleşmeye, yeni kurulan Kıbrıs Cumhuriyetini sıçrama tahtası olarak kullanmak niyeti vardı.

Nitekim aradan daha 3.5 yıl geçmeden, tüm hazırlıklarını tamamladıktan sonra bu düşüncelerini gerçeğe dönüştürmek kararını aldılar ve uyguladılar.

21 Aralık 1963 gecesi kasten adadaki iki halkın kanlı bıçaklı olmasına neden olacak olayları çıkarıp, ilk adımı attılar. Maksatları Türkiye’nin hem askeri gücünü görmek hem de “Garantör” olarak neler yapabileceğini tespit etmekti.

Makarios siftahı 22 Aralık günü Garanti Anlaşmalarını tanımadığını[3] ilan etmekle yaptı.

Türkiye önce bu küstahlığı uluslar arası politika ile çözmek yolunu seçti ve 23 Aralık 1963 günü garantör olan İngiltere ve Yunanistan’ı toplantıya çağırdı, 24 Aralık günü de bir ortak bir bildiri yayınlandı.

Makarios Türkiye’nin ilk tepkisini, ortak kararı tanımayarak saldırıları devam ettirmesi ile aldı. 25 Aralık 1963 günü Türk Hava Kuvvetlerine bağlı savaş uçakları Lefkoşa üzerinde ihtar uçuşları yaptılar[4]. Uçaklara gerekirse kilise olan bölgeleri bombalayın talimatı da verilmiş olmasına rağmen uçuşlar sadece ihtar amaçlı yapıldı.

Türkiye’nin garantörlük hakkını kullanarak tek başına harekete geçmekten çekinmemesi ve ihtar vermesi üzerine 26 Aralık 1963’de “Yeşil Hat” antlaşması imzalandı[5].

Aynı gün bu sefer Dışişleri Bakanı Kiprianu, ertesi gün de Makarios Antlaşmaları tek taraflı fesih ettiklerini tekrar açıkladılar.

Bu sefer de İngiltere baskı yaptı ve Makarios söylediklerini geri almak zorunda kaldı.

13 Ocak 1964’de Londra’da yapılan üçlü konferans, 15 Ocak’da beşli konferansa dönüştü ve Rum tarafı “Garanti ve İttifak Anlaşmalarının feshini ve Anayasada Türklere verilen hakların kaldırılmasını” istedi[6].

BM Güvenlik Konseyinde 4 Mart 1964 tarihinde alınan kararla Rum Yönetimi “Kıbrıs Hükümeti” olarak tanındı ve Rumlar Türklere karşı saldırılarını arttırdılar. BM Barış Gücünün 27 Mart’ta adada göreve başlamasından sadece bir hafta sonra 4 Nisan 1964’de Makarios İttifak Anlaşmasını feshettiğini tekrar açıkladı.[7] Arkasından Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu’da Makarios’un fesih kararını desteklediğini açıkladı[8]. Türkiye tek taraflı bu fesih kararını tanımadı.

1967 yılında ise Makarios 26 Haziran’da Rum Temsilciler Meclisini topladı ve Enosis kararını[9], yani Yunanistan’la Birleşme kararını aldı arkasından da on bin civarında Yunan askerinin Kıbrıs Rum vatandaşı yapılması ve RMMO’ya katılması kararını çıkarttırdı[10].

Aynı senaryo 15 Kasım 1967 Geçitkale-Boğaziçi saldırılarında[11] da sahneye kondu ve Makarios defalarca  “Garanti ve İttifak Anlaşmalarını feshettiğini” açıkladı. Türkiye de her seferinde reddetti.

1970 yılında Nikos Sampson Enosis amaçlı Aspida teşkilatını kurduktan sonra Grivas 1971’de adaya döndü ve Enosis’i gerçekleştirmek için EOKA B’yi kurdu. Aynı amacı güden her iki teşkilat EOKA B çatısı altında birleşti.

Adayı Yunanistan’a bağlamak için 15 Temmuz 1974 günü Yunanistan’ın organizesi ile darbe yapıldı ve Nikos Sampson Cumhurbaşkanı, yeni devletin adı da “Kıbrıs Yunan Cumhuriyeti” olarak ilan edildi.

Arkasından da 20 Temmuz 1974’de Mutlu barış Harekatı gerçekleşti ve ada enosis’ten, Kıbrıslı Türkler de, katliamdan ve soykırımdan kurtuldular.

Rumlar ve Yunanlılar 22 Aralık 1963’den başlamak üzere devamlı olarak  adaya tek başlarına hakim olmak ve Yunanistan’a bağlanabilmek için Garanti ve İttifak Anlaşmalarının fesih edilmesi için yasal veya yasa dışı her yolu denediler.

Baktılar ki olmuyor, 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’ye alınmalarından sonra da taktik değiştirdiler, ısrarla 1960 Garanti ve İttifak Anlaşmalarının fesih edilmesini ve adanın Avrupa Birliği Garantisi altına girmesini talep etmeye başladılar.

TÜRK EVKAF HAKLARI

Kıbrıs’ta Türk fethiyle kurulmaya başlayan, giderek çoğalan ve yaklaşık 418 yıldan beri Kıbrıs Türk toplumunun sosyo-kültürel, dini ve sosyo-ekonomik ihtiyaçlarına önemli katkıda bulunan VAKIFLAR; Aynı zamanda Türk mülkiyet potansiyelinin en büyük göstergesi ve ulusal boyutu bulunan vazgeçilmez bir kurumdur.

Kıbrıs Türk Vakıfları, Kıbrıs Türk toplumunun Ada’daki sigortası ve en büyük “ata yadigarı ulusal destekçisidir.”

Sahipleri tarafından çok ulvi düşüncelerle ve toplumsal bir hayır amacı için mülkiyeti sürekli olarak Tanrıya adanmış bulunan vakıfların, ortadan kaldırılmasına hiçbir yasanın ve de otoritenin gücü yetmez. Vakfın tescili ve mülkiyeti onu vakfedenin idaresiyle kain olmaktadır.

Hür ve serbest iradesiyle malını herhangi bir hayır amacı için vakfedip, mülkiyetini Tanrı adına kaydeden kimsenin “vakfiye”sinde belirlediği istek ve koşulları değiştirmeye yeltenenleri, Allah mutlaka lanetlemektedir.

Önceleri mütevellileri veya nazırları tarafından yönetilen vakıflar; Osmanlı İmparatorluğu’nun diğer bölgelerinde olduğu gibi Kıbrıs’ta da Lefkoşa’da kurulan EVKAF MÜDÜRLÜĞÜ’nün idaresine ve denetimine devredilmiştir.

Kurulan bu Müdürlük, Evkaf mallarını; vakfeden kimselerin vakfiyeleriyle belirledikleri isteklerine ve koşullarına uygun olarak, yönetmekle ve denetlemekle yükümlü kılınmıştır. Yapılmış olan bir vakfın, vakfiyetini ortadan kaldırmak; vakfedenin vakfıyesiyle belirlediği kurallarını ve isteklerini değiştirmek, Evkaf Dairesi Müdürlüğü’nün ya da başka bir kurumun işi değildir. Vakfı ortadan kaldırmak, vakfı yapan kişinin iradesine ve mülkiyet haklarına saygısızlık göstermek veya saldırmak demektir. Ulusal bir hayır amacı için tesis edilen herhangi bir vakfın ortadan kaldırılması, bir bakıma tüm ulusa karşı veya gelecek nesillerin haklarına karşı yapılan en büyük ihanettir.

İngiltere, 1879’lu yılların ilk günlerinden itibaren Türk vakıf mallarına göz dikmiş; Evkaf Müdürlüğü’nü kendi denetimi altında bulundurmak için, mevcut ikili anlaşmalara aykırı olduğu halde, Türk Evkaf Müdürü veya muhasebecisinin yanı başına bir de İngiliz delege atamıştır. Kıbrıs Evkaf Müdürlüğü, “TURKISH DELEGATE AND BRITISH DELEGATE OF EVKAF” olarak, iki başlı bir kurum haline dönüştürülmüştür.

Kıbrıs Türk toplumunun en büyük kurumu ve “Arazi Bankası” olan Evkaf, bu haliyle İngiliz kolonizasyonunun ağına yakalanmış; hür ve serbest iradesi kısıtlanmıştır. Evkafın bu statüsü 1956’lı yıllara kadar sürüp gitmiştir.

Kıbrıs Türk Vakıfları’nın büyük bir bölümü, geliştirilen emlak yasaları altında işleme tabi tutulduğu için, haksız bir şekilde vakfıyetine son verilmiş; şahıslara temlik edilmiştir. Halbuki  Evkaf malı  ancak Ahkamü’l-Evkafa göre işlem görebilirdi.[12]

OSMANLI VAKIF MALLARININ YAĞMALANMASI

Adada 1571’de başlayan Osmanlı döneminde kurulan ve kayıtlara geçirilen Emlak-ı Humayun[13] (Sultan Malları),  Miri Arazi[14], çeşitli vakıflara ait Mülhak (Mülhaka), Mazbut (Mazbuta) ve Müstesna türü Osmanlı Vakıf Malları, bir program çerçevesinde,  1913 yılında İngiliz Koloni İdaresinin yayınladığı Emirname ile yağmalanmaya başlandı.

Vakıflaştırılmış olan taşınmaz mallar, Ahkam ül Evkaf’a[15] yani Vakıflar Hukuku’na göre asla satılamaz, hibe dilemez ve hediye verilemez. Bu konuda yasa çıkarılsa bile satılamaz.

Vakıf malları, dünya durdukça ait oldukları Vakfa ait olup Osmanlı Vakıf Hukukuna göre mal sahibi de “Allah”tır. Varisleri ya da mütevelli heyeti tarafından sadece idare edilebilir ve gelirleri vakıf vakfiyesi uyarınca kullanılabilir.

Vakıfların iptal edilemez ve süresiz olmalarına bağlı olarak kaideten gelir getiren Vakıf Malları istibdal dahi edilemez, yani takas bile edilemezler.

Ancak İngiliz Sömürge Yönetimi döneminde, İngiliz Sömürge Yönetimi Ahkam ül Evkaf’ı ihlal ederek, 1913-1930 yılları arasında yaptığı icraatlarla anılan Vakıf arazilerini ve emlakı 3.cü kişilere devretti ve bu kişilerin adına Koçan (tapu) çıkarıldı. Bu yasal olmayan yöntemle bir çok Osmanlı Vakfına ait taşınmaz mallar yağmalandı ve gasp edildi.

4.6.1878 tarihinde İngiltere ile Osmanlı devleti arasında yapılan ve Kıbrıs adasının İngiltere’ye kiralanmasını da içeren anlaşma ekindeki 1.7.1878 tarihli protokolün 2.ci maddesi “Ahkam ül Evkaf”ı yürürlükte tutmaktadır.

1914’de İngilizler, 1.ci dünya savaşını bahane ederek Kıbrıs’ı ilhak ederken Ahkam ül Evkaf’ı ilga eden bir düzenleme de yapmadılar. Tam tersine 1915 Kıbrıs (Müslüman Dini taşınmaz Mallar) İmparatorluk emirnamesi Ahkam ül Evkaf’ın yürürlükte olduğunu teyit etmektedir.

Lozan Anlaşmasının 20.ci maddesi ile Kıbrıs İngiltere’ye resmen devredilirken Ahkam ül Evkaf ile ilgili aksi bir düzenleme veya karar da bulunmamaktadır.

1928 İngiliz Ferman-ı kanunisi (Order in Council) ile Evkaf Dairesi’ne bir hükümet statüsü verilmesiyle, İngiliz Sömürge Hükümeti, Evkaf’a ait işlemlere de müdahale edebilmenin önünü açtı.

29 Nisan 1944’de yayınlanan “Immovable Property (Vakf İdjaretein and Arazi Mevkoufe Takhsisat Conversion) Law 1944” yasası bu davranışın en acı örneğini oluşturdu ve Osmanlı Vakıf malları adeta tüketilene kadar yağmalandı.

Söz konusu yasa ile icareteynli (kira altındaki) vakıflarımız tümüyle iptal edilerek Evkaf’ın kontrolünden çıkarıldı ve şahıslara devredildi.[16]

KIBRIS RUM KİLİSESİNİN GİRİŞİMLERİ

Kıbrıs Rum Kilisesinin Türk mallarını kanunsuz bir şekilde ele geçirme veya el koyma girişimleri adanın 1878’de İngiltere’ye devri ile başladı ve yıllar geçtikçe de hız kazandı.

Megali İdea pençesinden kurtulamayarak Yunanlılaştırmak amacı ile yoğun çaba harcayan Kıbrıs Rum Ortodoks kilisesinin örgütlü ve planlı bir şekilde sürdürdüğü gizli ve açık tüm eylemleri. Kıbrıs Türk halkının Adadaki temel haklarını ortadan kaldırmayı ve sonuçta Adanın Türklerden tümüyle soyutlanmasını hedeflemektedir. Geçmişte olduğu gibi bugün de CAMİ-KİLİSE, MÜSLÜMAN-HRİSTIYAN, RUM-TÜRK ve HİLAL-SALİP[17] gibi zıtlıklar içerisine sürekli ve zoraki sokulmak istenen Kıbrıslı Türklerin ne kiliselere, ne de Rumlara karşı geçmişte olduğu gibi zerre kadar güveni kalmamıştır.

Yakın geçmişte kilise aracılığı ile satın alınan Türk arazisi üzerine herhangi bir “AYYOS” un veya kilisenin dikilmesi, bölgede bulunan Türk halkını fazlası ile rencide etmiş; kilisenin gelecekte bölgeye getireceği tehlikeli gelişmelerden endişe ettiği için de bulunduğu yeri zaman içinde terk etmiştir.

Kıbrıs’ta yaşanan ve bilinen bir gerçek de kilisenin olduğu yerin ve çevresinin Rum halkı tarafından süratle yerleşim alanı haline getirilmesidir.

Yöreye yakın olan Türkler ise varını yoğunu yavaş yavaş satarak veya terk ederek başka yerleşim alanlarına doğru göç etmeleridir.

Camilerin olduğu yerlerde ise Türkler, yoğun bir şekilde yerleşim alanı oluşturmuş, Rumlara ait araziler ise satın alınarak bir Türk kantonu haline dönüştürmeye çalışmıştır.

Türklerin, Rumlardan ayrı olarak yaşama istemi aslında Rumlara olan güvensizliğinden kaynaklanmaktadır. Rumların Türklerden ayrı kalma istemleri ise Türklere karşı antipatilerinden ve geleceğe dönük düşmanlıklarından ileri gelmektedir.

Kıbrıs Rum Ortodoks kilisesinin Ada sathında inşa ettirdiği küçük kilise ve Ayyo’ların[18] inşaat alanları bir takım Bizans mitolojilerine, uydurma hikayelere dayalı yerlerdir. Yapılan yeraltı kazılarında ortaya çıkarılan heykellere ve antik mabetlere derhal sahip çıkılarak; organize bir şekilde Eski Eserler Dairesinden gerekli izin çıkarılarak; kilise veya Ayyo yapımına başlanır ve o tarihten itibaren yeraltı kazılan ile ilgili mitolojik yaklaşımlara dayalı bilgiler yaygınlaştırılmak suretiyle “Kilise ve Ayyo”ya bir isim bulunurdu. Burada ilginç olan husus; yerleşim alanlarına uzak ve gelecek vadeden yerlere yapay nedenlerle inşa edilen bu küçük kilise ve tapınaklarla el konulması ve Rum halkına yerleşim alanı kazandırılmasıdır.

Türk toplumu böylesine entrikalı yayılmacılık karşısında çaresiz kalarak Cami çevresinde sıkışıp kalmıştır.

Ada arazisi yalnızca, kilise topraklarından oluşmamaktadır. Lüzinyan ve Venedik kalıntıları, Ortodoks kilisesinin temeli ve öğesi değildir. Kıbrıs Rumları kendilerini Bizanslı saymakla, Bizans tarihini ve geçmişini tasarrufu altında bulunduramaz. Kaldı ki Bizans ile Kıbrıs Rumluğu arasında herhangi bir bağ ne şimdi ve ne de geçmişte asla oluşmamıştır. Kıbrıs Rum’u, Yunanistan kilisesi ve papazlarının etkisinde bırakılarak Rumcayı konuşan ve Hıristiyanlığı benimseyen karmaşık, levantin bir topluluktur. Aslını berrak bir şekilde ifade etmesi mümkün değildir.

1821 Yunan İhtilalının en önemli uzantısı olan Kıbrıs Rum Ortodoks kilisesi başpapazlarının bir taraftan Kıbrıs’ı Rumlaştırma girişimlerini sinsice ve hileli yollarla gerçekleştirirken; diğer taraftan da Türk yönetiminin Kıbrısta’ki olanaklarından yararlanmasını da becerebilmiştir. Bunun en belirgin örneklerinden biri de bunca kilise ve Ayyos varken bunlarla yetinmeyerek yeni kilise ve manastır inşası; tamir ve genişletilmesi için Kıbrıs Türk Vali ve Paşalarına sürekli dilekçe yaparak izin çıkarmaya çalışmaları olmuştur.

1821’de Başpiskopos olan Ioakim’den sonra gelen 13 Başpiskopos’da aynı amaç ve doğrultuda çalışmalarını sürdürmüştür.

1878-1969 İngiliz Sömürge döneminde ve 1960-1974 döneminde Kıbrıs Rum Ortodoks kilisesi, yasal veya kanunsuz her yolu deneyerek Türk Topraklarına el koymak çabalarını aralıksız sürdürmüşlerdir.

Kasım 2006’da göreve gelen Başpiskopos II.ci Hrisostomos, bir evvelki selefi 1. Hrisostomos ve ondan evvelki Kıbrıs’ta yaşanan felaketlerin mimarı III.cü Makarios gibi Bizans oyunları çevirmek için hemen kollarını sıvamıştır.

II.ci Hrisostomos Başpiskoposun ruhani ismidir ve asıl adı da “Herodotos Dimitriou”dur.

Adını aldığı Hrisostomos İzmirli ve adı “Kalafatis” olan bir Ortodoks papaz olup işgal döneminin İzmir Metropoliti idi. 15 Mayıs 1919 da Yunanlılar İzmir’e çıktıklarında eteklerini uçura uçura limana koşan ve Yunan askerlerine hoş geldiniz diyerek onları kutsayan ve sonra da “Kilisemiz size istediğiniz kadar Türk kanı içmeniz iznini vermiştir” diyen din adamıdır.

Yunan ordusu İzmir’e ayak basıp işgal Komutanı Zafiriu’nun bildirisi halka dağıtılırken, arkasına topladığı levantenlerle komutanı karşılayıp büyük bir coşku ile “hoş geldiniz” diyen, sonra da elindeki haçı havaya kaldırarak, onu ve onunla birlikte bulunan tüm askerleri takdis eden, ve bir Rum kızının taşıdığı altın bir tepsinin içinden aldığı kutsal tuzu ve ekmeği komutana sunan papazdır.

Takdisten hemen sonra askerlere vaaz veren ve sözlerini “Asker evlatlarım, Elen çocukları, bugün ata topraklarını yeniden fethetmekle İsa’nın en büyük mucizesini göstermiş oluyorsunuz. Bu uğurda ne kadar Türk kanı döküp içerseniz o kadar sevaba girmiş olacaksınız. Ben de bir bardak Türk kanı içmekle onlara olan kin ve nefretimi teskin etmiş olacağım. Haydi, buyurunuz, bütün Azizler sizin arkanızda olacak. Atalarınızın toprakları sizleri bekliyor” diyerek bitiren ve Yunan askerlerini galeyana getiren Ortodoks kilisesi ruhbanıdır.

Bu tahrik ve kışkırtmalarla da yetinmeyip, işgalde yapılan katliamı bizzat idare ettiği, sağa–sola koşarak “Türkleri öldürün” diye bağırdığı Türk ve Fransız kayıtlarına geçmiştir. İzmir Metropoliti Hrisostomos, 9 Eylül 1922 günü Türk ordusunun İzmir’de yönetimi eline almasıyla, kaçmaya çalışırken Sakallı Nurettin Paşa tarafından yakalanmış ve İzmir halkı tarafından linç edilmiştir.

İşte Güney Kıbrıs’ın Başpiskoposu II.ci Hrisostomos, bu linç edilen, gerçek adı Kalafatis, ruhani adı da Hrisostomos olan Türk düşmanı papazın adının unutulmaması için Hrisostomos adını almış ve Ortodoks Ruhani hayatına katmıştır.

Kıbrıs Başpiskoposu, iş başına gelir gelmez Sen Sinod Meclisi’ni toplamış[19] ve Kıbrıs’taki  metropolitliklerin ve bölge piskoposluklarının sayısının artırılması yönünde karar aldırmıştır[20].

Metropolitlikler dini idari bölgeler demektir. Aynen bir ülkenin idari amaçlarla vilayetlere veya Kıbrıs’ta olduğu gibi kazalara ayrılması gibi, Hıristiyanlıkta da yöreler Ruhani İdari Bölgelerine ayrılmaktadır.

Bu bölgelerin her birinin başında Metropoller veya Metropolitler bulunmaktadır. Metropolitler sorumlu oldukları bölgenin en yüksek ruhani amiridirler ve bölge ile ilgili son söz onlarındır.

Toplanan Sen Sinod Meclisi, söz konusu genişleme kararını almış ama yeni kilise bölgelerinin hangilerinin “Metropolitlik”, hangilerinin de “Bölge Piskoposluğu” olacağı konusunda ise nihai karara varamamıştır.

Tabi bu olayda en önemli olan konu yeni kilise bölgelerinin nereleri olduğudur. Karara göre bu bölgeler sırası ile “Konstantias, Mirianthusis, Tamassu, Trimithuntas, Arsinois ve Karpaz” olarak kabul edildi.

Adada üç yerde bulunan Arsinoi’den sözü edilenin Maraş olması nedeni ile bu bölgelerden üç tanesi kuzey Kıbrıs’ta yer almaktadır. Arsinoi, Konstantias ve Karpaz.

“Konstantias” Mağusa’daki Salamis şehrinin ilk adıdır.  Karpaz Kilise bölgesi ise Konstantias bölgesinin son bulduğu Yeni İskele (Trikomo) bölgesinden başlayıp, Zafer burnunda son bulan bölgenin tümü.

Başpiskopos II. Hrisostomos, KKTC Din İşleri Dairesi Yönlüer ile 8 Ocak 2007’de yapacağı görüşmeden birkaç saat evvel yaptığı açıklamada “Kuzeydeki kiliselerin bizim olduğunu ve halkımız işgal altındaki bölgelerimize gittiğinde, atalarının toprağında, büyük fedakarlıklarla inşa ettikleri kiliselerde ibadet edebilmeleri için hazırlık yapmamız konusunu gündeme getireceğim” diyerek, Sen Sinod Meclisinde alınan kararı uygulamaya koyacağını dile getirmesi nedeni ile görüşme iptal edilmiştir.[21]

Görüşmenin iptal edilmesinden daha önemli olan Başpiskoposun KKTC sınırları içinde kendine, dini de olsa egemenlik alanı yaratma niyetidir.

Bundan sonraki adımı da, öncelikle Karpaz Burnunda yer alan Apostolos Andreas Manastırını tamir etmek sonra da, Karpaz Metropolitliğini ilan etmek arkasından da Apostolos Andreas Manastırının daimi ibadete açık olmasını talep etmek olmuştur.

Daimi ibadete açmak demek, Metropolitin, Diyakozun, Papazların, Keşişlerin ve Galoyeroların orada daimi ikamet etmesi demektir.

Rumların bu amacını fark eden KKTC hükümeti,  Pizza Kulesi’ni de restore eden ünlü mimar Mimar Giorgi Croci’nin adaya davet etmiş ve restorasyon projesi hazırlatmıştır. Mimar Croci’nin sunduğu restorasyon projesi, Rum Yönetimi ve Kilise tarafından, kendilerine her hangi bir söz veya egemenlik hakkı kazandırmadığı için kasten onaylanmamıştır.

Bu gelişmeden sonra KKTC Eski Eserler Dairesi Şubat 2007’de Yunanistan’daki Patras Üniversitesi’yle birlikte restorasyon projelendirmesi yapmak üzere çok detaylı bir restorasyon raporu hazırlamış, bu çalışma da aynı gerekçelerle Rumlar tarafından reddedilmiştir.

Girişimlerini gittikçe arttıran Rum Kilisesi Başpiskoposu 2. Hrisostomos,  17 Mart 2007’de KKTC’deki kiliselerin bakım, muhafaza ve temizlik işleri için göçmen Rumlardan oluşan komiteler oluşturulmasını talep etmiştir[22].

Kıbrıs Rum Yönetimi ve Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi tarafından hazırlatılan Apostolos Andreas Manastırının restorasyon planları, Mart 2007’de tamamlanmış[23] fakat kendi sağlayacakları finansman ve kendi denetimlerinde yapılması talebi olduğu için de bu sefer KKTC yönetimi tarafından reddedilmiştir.

KKTC’de bu girişimler yapılırken, Rum Ortodoks Kilisesi, gözünü Güney Kıbrıs ve Kuzey Kıbrıs arasında bulunan ve BM yönetimi altında olan “Ara Bölge”ye dikmiş, faaliyetlerini de hızlandırmıştır.

Kilisenin başvurusu üzerine UNDP ara bölgedeki Larnaka’nın Trulli yerleşim yerinde bulunan Agios Neofitos isimli Orta Çağ kilisesinin korunması ve restore edilmesi için 50 bin KL’lik (150 bin TL) bir ödenek tahsis etme kararı almıştır.[24]

Rum Başpiskoposu Hrisostomos bu fırsatı kaçırmamış ve yaptığı açıklamada, Kıbrıs Rum tarafının önerisinin UNDP tarafından onaylanmasının olumlu bir gelişme olduğunu, bunun kendileri için hoş ve olumlu bir olay olduğunu ve buna alkış tuttuklarını, aynı zamanda Rum Kilisesi’nin sadece ara bölgedeki Hıristiyan eserlerinin değil, “işgal altındaki bütün Hıristiyan eserlerinin” korunması ve restore edilmesi olduğunu belirterek[25] gerçek amacını ortaya koymuştur.

TOPRAK EDİNME AMAÇLI TÜRKLERİ ADADAN KOVMA GİRİŞİMLERİ

Rum Kilisesi bir taraftan dini kisve altında, yasal veya hukuk dışı yollarla Kıbrıs adası üzerinde bulunan Türk topraklarına sahip çıkmaya çalışırken, diğer taraftan da Rum Hükümeti Türklerin azınlık olduğu karma yerleşim yerlerinde, silah zoru ile Türkleri bölgeden uzaklaştırmak ve topraklarını da Rumlara dağıtmak çabalarını başlatmıştır.[26]

Mevcut malları ile yetinmeyerek mal varlığım artırmaya çalışan kilise ve manastırlar üslendikleri siyasi misyonun gereği olarak, Ada arazisine olanakları ölçüsünde sahip çıkmağa, destek vermek suretiyle de bir kısım arazinin Rumların eline geçmesine çalışmışlardır.

Böylece kilise, nüfus çoğunluğunu ve taşınmaz mal mülkiyet gücünü elinde bulundurarak Adanın gerçek sahihi olan Türk toplumunu azınlık durumuna getirerek, ileri aşamalarda kovma, asimilasyon ve terör hareketleriyle bıktırmak suretiyle tüm adaya sahip çıkmayı hedefleyecektir.

Nitekim Kıbrıs’ın Türk yönetiminde bulunduğu yıllarda bu tür girişimlerde bulunan kilise, İngiliz sömürge döneminde büsbütün azarak, Adanın Rumlaştırılmasında ön plana geçmiş ve etkin rol oynayan bir güç haline gelmiştir.

Kıbrıs kilisesinin gerek Türk şahıslar elinden ve gerekse İngiliz sömürge yöneticilerini ayartarak hile ve desiselerle ada toprağından gasp ettikleri taşınmaz malların miktarı korkunç, boyutlardadır. Yazılı bazı Rumca kaynaklar en acı gerçekleri açıkça ortaya koymaktadırlar.

İstanbul Başvekalet Arşivi’nde yer alan Kilise Mukataası ve Emval Defterleri’nde kayıtlı bulunan taşınmaz mal miktarları ile, İngiliz sömürge yıllarına doğru kiliseler ve manastırlar adına kaydedilen taşınmaz mal miktarları arasında çok büyük rakam farkı olduğu bilinmektedir. 1821’li yıllarda başkaldırı olaylarında ön planda bulunan Kıbrıs Ortodoks Başpiskoposluğu’nun kendi arşivlerinde saklı bulundurduğu emlak kayıt defterleri ve taşınmaz mülkleri ile ilgili tutanaklar, oldukça karmaşık vaziyette ve de gizlilik içerisindedir.

Kilise, arazi elde etmede ve mülk edinmede kendine göre bir takım yöntemler uygulamıştır ki bunlar Kıbrıs Türk yöneticileri için birer emr-i vakilerdi. Birçok kilise ve manastırlar, bulundukları bölgeleri ve yakın çevreleri, bilinen yöntemlerle kendi otoriteleri altında bulundurarak taşınmaz mal sahibi olmuşlardır.

21 Aralık 1963’de Akritas Planı uyarınca başlatılan toplumlararası çatışmadan sonra Kıbrıslı Türkler, 50 yerleşim biriminden 1.000 dolayında konutu terk etmeye zorlanmışlardır.

1963 yılındaki Rum saldırılarında birkaç gün içinde yaklaşık 700 kişi evini terk etmek zorunda kalmış, 1964 yılı içinde de 25.000 Kıbrıslı Türk mallarını bırakmaya ve göç etmeye zorlanmıştır.

1963 yılı Aralık ayı ile Mayıs 1964 tarihleri arasında Kıbrıslı Türklerin Rumların silahlı saldırıları nedeni ile terk etmeye zorlandıkları köyler şunlardır.

Lefkoşa Bölgesi: Türkeli (Ayios Vasillios) 117, Dali (Dali) 206, Eğlence (Eylendja) 316, Gemikonağı (Karovostasi) 333, Matyat (Mathiatis) 208, Dizdarköy (Nisou) 108, Küçük Kaymaklı (Omorphita) 5.126, Yılmazköy (Skylloura) 289, Demirhan (Trakhonas) 921, Akaca (Akaki) 156, Aredyu (Arediou) 90, Akçay (Argaki) 72, Ay Marina (Ayia Marina Skyllouras) 65, Aybifan (Ayios Epiphanios) 66, Madenliköy (Ayios Yeoryios Lefkas) 143, Denya (Denia) 128, İkidere (Dyo Potami) 40, Zeytinlik (Eliphotes) 91, Arpalık (Ayios Sozomenos) 172, Dereliköy, Bodamya (Potamia) 9, Alevkaya (Alevga) 123, Günebakan (Amadies) 141, Süleymaniye-Selemani (Ayios Ioannis) 142, Bozdağ (Ayios Theodoros Tillyrias) 232, Mansur (Mansoura) 127,  Selçuklu (Selladi Tou Appi) 66, Gaziler (Pyroi) 86[27].

Baf Bölgesi: Demirci (Ayios Isidoros) 28, Olukönü (Loukrounou) 35, Ciyas (Kithasi) 162, Çıralı (Lemba) 162, Yukarı Arhimandrita (Pano Archimandrita) 72, Yuvalı (Prastio) 83, Çamlıköy (Kalokhorio Lefkas) 307, Aşağı Deftera (Kato Deftera) 37, Koraku (Korakou) 13, Linu (Linou) 18, Güzelyurt (Morphou) 123, Minareli Köy (Neokhorio) 230, Orunda (Orounda) 39, Yukarı Kurtboğan (Pano Koutraphas) 50, Palehor (Palaichori) 251, Peristerona-Baf (Peristerona) 476, Cengizköy (Peristeronari) 61, Taşköy (Petra) 63, Filusa (Phlasou) 97, Yağmuralan (Vroisha) 235, Aktepe (Asproyia) 101, Yoğurtçular (Galataria) 58, Kili (Koili) 119, Kurtağa (Kourtaka) 38, Girit Tera (Kritou Terra) 156, Soğucak (Mamoundali) 121, Yukarı Kalkanlı (Pano Arodes) 101, Fesli (Phasli) 76, Akkargı (Pitargou) 192, Karşıyaka (Prodrami) 129, Yeroşibu (Yeroskipos) 170, Bozalan (Lapithiou) 156[28].

Larnaka Bölgesi: Aletirke (Alethriko) 25, Akkor (Anaphotia) 94, Aksu (Anglisides) 124, Ablanda (Aplanda) 55, Akhisar (Ayia Anna) 102, Kalavason (Kalavasos) 243, Maroni  (Maroni) 103, Menevi (Meneou) 22, Yukarı Lefkara (Pano Lefkara) 361, Bahçeler (Perivolia) 45, Pirhan (Pyrga) 108, Softalar (Sophtades) 117, Esendağ (Patrophani) 120[29].

Girne Bölgesi: Şirinevler (Ayios Ermolaos) 20, Lapta (Lepithos) 370, Sadrazamköy (Liveras) 12, Beşparmak (Trapeza) 79, Karşıyaka (Vasilia) 213, Çatalköy (Aiyios Epiktitos) 9, Karaoğlanoğlu (Ayios Yeoryios) 203, Tepebaşı (Diorios) 156, Arapköy (Klepini) 27, Ozanköy (Kazaphani) 598[30].

Mağusa Bölgesi: Atlılar-Aloda (Aloa) 41, Kuzucuk (Arnadi) 100, Çayırova (Ayios Theodoros) 23, Esenköy (Koilânimos) 12, Boltaşlı (Lythrangomi) 105, Yeni İskele (Trikomo) 7, Pınarlı (Vitsada) 136,  Boğazköy (Monarga) 57, Sınırüstü (Syngrasis) 102[31].

Limasol Bölgesi: Taşlıca (Anoyira) 93, Çerkez (Tserkezoi) 13, Aşağı Alsandık (Kato Kivides) 117, Ceylan (Kilâni) 35, Yunus-Koloş (Kolossi) 108, Moni (Moniatis) 90, Fasula  (Phasoula) 18, Pissuri (Pissouri) 19, Silifke (Silikou) 166, Kayakale (Trakhoni) 117,   Yerovası (Gerovasa) 83, Gözügüzel (Asomatos) 177[32].

Silah zoru ile göçe zorlanan toplam nüfus sayısı 18.357 kişidir[33].

Buna göre Temmuz 1964’te hazırlanan ve BM’ye sunulan “Ortega Raporu”na göre EOKA saldırıları sonucu Kıbrıs Türk halkının tespit edilen zararı aşağıdaki gibidir:

109 kasaba ve köyde tahrip edilen ev sayısı: 527 adet,

109 kasaba ve köyde hasar gören ev sayısı: 2.000 adet,

Saldırılar sonucu göç etmek zorunda kalan Türkler: 25.000 kişi,

Başkalarının desteğine muhtaç olarak yaşayan yaralı ve sakatlar: 7.500 kişi,

Rum işgali altına giren Türkleri sayısı: 103 adet,

Şehit düşen Türk sayısı: 500 kişi ve kayıp Türklerin sayısı da 203 kişidir (İsmail, 1998a:231).

Ocak 1964’te adadaki şiddet o kadar artmıştı ki, Kıbrıslı Türkler adanın yüzde beşinden daha az bir bölgeye sıkıştırılmışlardır.


[1] Burdened With Cyprus, J. Reddaway, Nicosia 1986, S. 159

[2] Yunan Karakterinin Anatomisi, A. F. Atun, Lefkoşa 1996, S.141

[3] Kıbrıs’ta Kanlı Noel, A. Çay, Ankara 1989, S.74

[4] Kıbrıs’ta Kanlı Noel, A. Çay, Ankara 1989, S.75

[5] Kıbrıs’ta Kanlı Noel, A. Çay, Ankara 1989, S.75

[6] Kıbrıs’ta Soykırım Yılı 1964, A. C. Gazioğlu, Cyrep, Ankara 2007, S.30

[7]Kıbrıs’ta Soykırım Yılı 1964, A. C. Gazioğlu, Cyrep, Ankara 2007, S.177

[8] Kıbrıs’ta Kanlı Noel, A. Çay, Ankara 1989, S.78

[9] Kıbrıs Siyasetine Akademik Bakış, A. Atun, Lefkoşa 2009, C.7, S.62

[10] Kıbrıs Siyasetine Akademik Bakış, A. Atun, Lefkoşa 2007, C.4, S.151

[11] Tarihte Kıbrıs, H. F. Alasya, Ankara 1988,  S. 238

[12] Kıbrıs’ta Gaspedilen ve Yitirilen Türk Tapu ve Arazi Hakları, M. H. Altan, C.2, S.303

[13] Kıbrıs’ta Türk Malları. M. H. Altan, Ankara 2003, C.1, S.193

[14] Kıbrıs’ta Türk Malları. M. H. Altan, Ankara 2003, C.1, S.191

[15] Ahkamü’l Evkaf, M. H. Altan, Vakıflar Örgütü ve Din İşleri Dairesi, Lefkoşa 1970 (Teksir)

[16] Kıbrıs’ta Türk Malları. M. H. Altan, Ankara 2003, C.2, S.685

[17] Kıbrıs’ta Türk Malları. M. H. Altan, Ankara 2003, C.1, S.282

[18] Ayyo: Küçük kilise

[19] Simerini Gazetesi, 24 Kasım 2006

[20] Kıbrıs Siyasetine Akademik Bakış, A. Atun, Lefkoşa 2008, C.5, S.41

[21] TAK Haber Ajansı, 8 Ocak 2007

[22] Filelefthoros Gazetesi, 9 Nisan 2007

[23] Simerini Gazetesi, 18 Mart 2007

[24] Simerini Gazetesi, 12 Aralık 2006

[25] Simerini Gazetesi, 12 Aralık 2006

[26] Burdened With Cyprus, J. Reddaway, Nicosia 1986, S. 165

[27] Kıbrıs’ın 2500 Yıllık Geçmişinde Tarihin Derinliklerinde Kaybolmuş Yer İsimleri, A. Atun, Lefkoşa 2004

[28] Kıbrıs’ın 2500 Yıllık Geçmişinde Tarihin Derinliklerinde Kaybolmuş Yer İsimleri, A. Atun, Lefkoşa 2004

[29] Kıbrıs’ın 2500 Yıllık Geçmişinde Tarihin Derinliklerinde Kaybolmuş Yer İsimleri, A. Atun, Lefkoşa 2004

[30] Kıbrıs’ın 2500 Yıllık Geçmişinde Tarihin Derinliklerinde Kaybolmuş Yer İsimleri, A. Atun, Lefkoşa 2004

[31] Kıbrıs’ın 2500 Yıllık Geçmişinde Tarihin Derinliklerinde Kaybolmuş Yer İsimleri, A. Atun, Lefkoşa 2004

[32] Kıbrıs’ın 2500 Yıllık Geçmişinde Tarihin Derinliklerinde Kaybolmuş Yer İsimleri, A. Atun, Lefkoşa 2004

[33] The Cyprus Triangle, R. R. Denkrash, NewYork 1988,

10 Temmuz 2008
RUMLARIN KIBRIS’TA BİTMEYEN MÜLKİYET SAVAŞI için yorumlar kapalı
Okunma 1.221
bosluk

Tek Halk Gerçeği

Tek Halk Gerçeği

   Açıkçası hayranım bu Rumların tek ayak üstünde inandırıcı kırk tane yalan söyleyebilmek yeteneklerine.


    Kıbrıs’ta “Tek Halk” varmış.


    Hristofyas’ın yıllardır ağzından düşürmediği bir iddia bu. 


    Bizim içimizdeki Dimitriler de aynı iddia da bulunurlar ve Kıbrıs’ta tek halk olduğunu Hristofyas’ın papağanı gibi tekrar ederler. Hadi tekrar etmek neyse, bir de çocuklarına aşılamaya çalışırlar. Hem “Tek Halk” olduğunu hem de “Kıbrıslı” diye bir ırk olduğunu.  


    1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, Cemaatler arası yani Kıbrıs Türk Halkı ile Kıbrıs Rum Halkı arasındaki evlilikleri açıkça yasaklamamış ama olanaksız hale getirmiş. Yani bu güne kadar Dimitri’nin “Tek Halk”ı hiç kendi arasında evlenememiş.  


    Madde 2, fıkra 5:


    Bu maddenin (1) inci ve (2) nci fıkraları hükümleri şümulüne giren Cumhuriyetin bir Elen veya bir Türk vatandaşı, aşağıdaki şartlarla, üyesi olduğu Cemaate mensup olmaktan çıkarak diğer Cemaate katılabilir.


    Madde 2,fıkra 5(a):


     ilgili vatandaşın böyle bir değişikliği istediğine dair ve Cumhuriyetin ilgili memuruna ve Elen ve Türk Cemaat Meclisleri Reisliğine sunduğu yazılı ve imzalı bir beyanı;


    Madde 2,fıkra 5(b):


    diğer Cemaatin Cemaat Meclisinin tasvibi. 


    Madde 2,fıkra 7(a):


    Evli bir kadın kocasının mensup olduğu Cemaate mensup olur; 


    Madde 22, fıkra 2(a):


    111’inci maddede gösterildiği üzere taraflara uygulanabilecek evlenmeye dair kanun ayni olmadığı takdirde, taraflar, mezkur madde gereğince ikisinden birine uygulanabilecek olan kanundan birinin evlenmelerine uygulanmasını seçebilirler; 


    Madde 90, fıkra 5:


    Bir mahkemenin, bir Cemaat Meclisinin münhasır yetkisi içinde bulunan herhangi bir konu ile ilgili herhangi bir karar veya emri Cumhuriyetin amme makamları vasıtasıyla infaz edilir. 


    Madde 111, fıkra 1:


    Bu Anayasanın hükümleri mahfuz kalmak şartı ile, Elen Ortodoks  Kilisesi veya kendisine 2’nci maddenin (3)’üncü fıkrası hükümleri uygulanan bir dinî grup üyelerinin nişanlılık, evlenme, boşanma, evliliğin butlanı; ayrılık veya evlilik haklarının iadesine veya mahkeme kararı ile yapılan nesep tashihinden veya evlat edinmeden başka aile münasebetlerine dair herhangi bir konuya, bu Anayasanın yürürlüğe girdiği tarihte ve ondan sonra, hale göre, Elen- Ortodoks Kilisesinin veya bahis konusu dinî grubun Kilisesinin kanunu uygulanır ve buna bahis konusu Kilisenin bir mahkemesi bakar ve hiçbir Cemaat Meclisi bu kanuna aykırı hareket etmez.


    Madde 111, fıkra 2:


    Bu maddenin 1’inci fıkrası hükmü, bahis konusu mahkemenin herhangi bir karar veya emrinin infazına, 90’ıncı maddenin 5’inci fıkrası hükümlerinin uygulanmasını önlemez. 


    Kısaca ve özetle bu maddeler, iki halk arasındaki evliliğin gerçekleşebilmesi için, bir tarafın dinini ve ırkını değiştirmesini şart koşmaktadır. Yani taraflardan birisi Türk ise, Rum ve Ortodoks olması gerekiyor veya Rum ise, Müslüman ve Türk olması gerekiyor.   


    Şimdi etrafınıza bir bakın. Dostlarınıza veya uzun yıllardır Kıbrıs’ta yaşayanlara bir sorun ve bana söyleyin.


    Kıbrıs Cumhuriyetinin kuruluş günü olan 16 Ağustos 1960 tarihinden sonra hiç resmen Kıbrıs’ta evlenmiş bir Rum ve bir Türk tanıyor musunuz veya tanıyorlar mı?


    Hadi resmen evliliği bir kenara bıraktım, hiç nikâhsız olarak birlikte yaşayan bir Rum ve bir Türk’ten oluşan bir aile var mı?


    Ben Mağusa’da, son altmış yıldır, sadece 3 tane karma evlilik yapmış aile tanıyorum. Bunlardan ikisi 1960’dan önce evlenmişlerdi, diğeri de bir Türk kadını ile birlikte 1963-67 arasındaki korkunç soykırım yıllarında kale içinde resmi nikâhsız yaşayan bir Rum’du. Sanırım Rum halkının dışladığı birisi idi ve başka bir seçeneği de yoktu.


    


    Ben bu “Kıbrıslı” olan “Tek Halk”ı arıyorum.


    Bulan varsa veya izine rastlayan varsa bana veya Kıbrıs Rum Yönetimi Başkanı Dimitris Hristofyas’a bildirsin lütfen.


    Hristofyas’ı tanımadığı için bildirmekte çekinen birisi varsa, bana bildirebilir. Birbirimize isimlerimizle hitap edebilecek kadar yakın tanıştığımız Hristofyas’a ben, hemen ve derhal iletirim.


     


    Bu bilgileri nerede mi buluyorum?.


    “Kıbrıs Antlaşmaları, Planları ve önemli BM, AB kararları, Cilt 1” diye bir kitap yayınlamıştım. Kıbrıs ile ilgili tüm Antlaşmalar, Planlar, Öneriler, Mutabakatlar, Görüşmeler ve Düşünceler Dizileri bu kitapta mevcut. Şimdi İkinci Cildi üzerinde çalışıyorum ve zaman zaman da Birinci cilde bakıp referanslar vermem gerekiyor. İşte o referansları ararken buldum adada yasal olarak “İki halk arasındaki evliliklerin imkansızlaştırıldığını” ve “Tek Halk”ın da olmadığını, daha doğrusu asla da olamayacağını.


    Adada “Tek Halk” olmadığını hepimiz fiilen biliyoruz ama bu gerçeği yasaların, hele de “Anayasa”nın, kendi yasa dilinde söylemesi daha başka oluyor.      

6 Temmuz 2008
Tek Halk Gerçeği için yorumlar kapalı
Okunma 88
bosluk

Kaliteli insan Ayrıcalığı

Kaliteli insan Ayrıcalığı

   Geçen haftalardaki yazılarımdan bir tanesinde, Lefkoşa’da kültür seviyeleri çok yüksek bir grup tarafından davet edildiğimden ve oradaki yüksek seviyeli beyin fırtınasından bahsetmiştim.


    Belli ki şansım bu ara davetlerden açılmış. Hem de kaliteli insanların kaliteli davetlerinden.


    Söz konusu yazımdan sonra, birbirinden güzel, birbirinden kaliteli iki davete daha katıldım bu son iki hafta içinde. Biri resmi, diğeri de özel bir davetti.


    İşin güzel tarafı her ikisinde de müthiş bir entelektüel kalite vardı.


    Resmi olandan pek bahsedemeyeceğim çünkü davet sahibinden izin talebinden bulunmadım, doğal olarak da onay almış değilim. Ama beni çok etkilediği için ucundan biraz olsun değinmek istiyorum bu davete. Özel davetin sahibinden ise izin aldım.


    Resmi olan yemekli davette, KKTC’de ikamet eden sekiz İngiliz, sekiz de KKTC vatandaşı vardı. İngiliz davetliler, belli bir grubun üyeleri değil, KKTC’de yaşayan İngilizlerin oluşturdukları bölgesel grupların temsilcileri idiler.


    Altısı erkek, ikisi de bayan.


    Hepsi de davetin ağrılığına uygun resmi giyimliydiler. Hepsi de birbirinden şık, birbirinden kaliteli insanlardı.


    Türk davetlilerin kimler olduğundan bahsetmeyeceğim, daha doğrusu demin de söylediğim gibi izin almadığım için bahsedemeyeceğim.


    Yemeğin kalitesi, hizmetin kalitesi, bina, mobilyalar, kullanılan malzemeler ve insan kaynağı, Fransızca’da “Crème de la crème” dedikleri tanıma uygun, iyilerin en iyisi idi.


    Bu davette İngiliz vatandaşlarımızla konuştuğum ilk konu!…


    Aklınıza “vatandaşlarımız” kelimesini niye kullandığım takıldı herhalde. Evet, biri hariç hepsi de (sınırlı) vatandaşımız idi. O, biri de, benim sağ yanımda oturan, ülkemize dini görev yapmak üzere gelmiş, İrlanda asıllı bir İngiliz vatandaşıydı. Görevi de, Anglikan Kilisesi ruhani sınıflamasına göre İngilizcede “Chaplain” kelimesi ile tanımlanan Papazlıktı.


    Girne’de, Girne Belediye binası yakınındaki Anglikan Kilisesinin Papazı idi. Ülkemizde bulunmasının nedeni de Girne bölgesinde yaşayan İngiliz toplumu için kilisede ayinler tertip etmek, vaaz vermek, düğün ve cenaze törenlerini yönetmek ve yeni doğanları vaftiz etmek benzeri gerekli tüm dini görevleri eksiksiz yerine getirmek.


    En çok hoşuma giden sözü de, “Sizin insanınız çok hoş görülü ve din adamlarına çok saygılı. Yolda yürürken her kes bana gülümsüyor ve selam veriyor” cümlesi olmuştu.


    İngilizler konuklarla ilk diyalogum, “Niye bir Kermes yaptınız ve gelirini Mehmetçik Vakfına bağışladınız” sorusu ile başlamıştı.


    Aldığım yanıt ise bütün gecenin keyfine keyif kattı.


    Verdikleri yanıt, “Biz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde, Türk Barış Kuvvetleri yani Mehmetçik sayesinde huzur içinde yaşıyoruz, kendimizi güvencede hissediyoruz ve yaşamımızı korkusuzca sürdürüyoruz. Bu nedenle, şükranlarımızı ve duygularımızı dile getirebilmek için kermes düzenledik ve gelirini Mehmetçiğe bağışladık” şeklinde olmuştu.


    Mükemmel bir yemek ve hizmet eşliğinde, böylesi güzel bir diyalogla başlayan davetten ayrılırken, sekiz İngiliz dostum ve güzel anılarım oldu.


    Katıldığım ikinci davet de Girne’deydi.


    Belli ki bu haftalarda şansım Girne’den açılmış.


    “Girne Akdeniz Lions Kulübü”nün dünyaya gözlerini ilk açış toplantısıydı bu. Birçoğunu ismen tanıdığım seçkin ve kariyer sahibi bayanlar, bir araya gelip, kurucu üye olarak yeni kulüplerini kurmuşlar, adını da “Girne Akdeniz Lions Kulübü” olarak koymuşlar. İlk başkan olarak da Göksek Özdil hanımı seçmişler. KKTC makamlarına ilaveten, hem bağlı oldukları bölgeye, hem de ABD’deki Lions merkezine resmi başvurularını da yapmışlar.


    Tabii ki aralarında konuklar da vardı.


    Konukların arasında çok sevdiğim insan Safiye Nadir hanım da bulunuyordu. 


    Onu görünce hayal dünyam 1950’li yıllara geri gidiverdi bir an. Aklıma, o dönemin Mağusa’daki en iyi marketlerinden biri sayıldığı dükkânlarında, gece-gündüz demeden, durmadan ve yılmadan çalışan rahmetli “İrfan Amcanın” ve “Safiye Teyzenin” hayalleri ve görüntüleri geldi. Tabii görüntü de “İrfan Amca ile Safiye Teyze” olur da “Asil ağabey” olmaz mı? O da vardı.


    Asil ağabey, araba kullanmayı çok severdi ama yaşı elvermediği için de daha ehliyet alamamıştı o yıllarda. İngiliz döneminin polisleri de, gerek Türk olsun gerek Rum, çok acımasızdı. Yakaladı mı, gözünün yaşına bakmadan cezayı basarlardı.


    Asil ağabeyin canı hem araba kullanmak ister, hem kızlara fiyaka yapmak ister, hem de “İrfan Amca”nın talimatlarını yerine getirmek ister ama ehliyet yok. Bisikletle de olmaz bu iş. Bir kere racona uymaz.


    Ne yapsın, ne yapsın! Çareyi babasının şapkasını başına geçirmekte ve yanına da beni oturtmakta buldu. O dönemdeki araçların vitesleri direksiyonda, ön koltuk da tek parça ve üç kişilikti. Polis durdurursa ben ona “Baba” diye seslenecektim ve polisi de o şekilde, Asil ağabeyin 18 yaşından büyük olduğuna, ehliyeti bulunduğuna ve de evde bıraktığına inandıracaktık. Sonra da koyduysa bulsun bizi.


    Ne şans ama! Kaç kere çıktıysak hiç yakalanmadık.


    Tabii işin güzeli, dönüşte ödül olarak dükkândan dondurma yemek vardı. Bu önemli görevin en güzel tarafı da buydu zaten, benim için.      


        


    İşte bu film geçti gözlerimin önünden aniden, bu güzel toplantıda Safiye hanımı görünce.


    Beni de konuşmacı olarak davet etmişlerdi toplantıya. Konum “20 Temmuz Barış Harekâtı” idi. Çok duygusal bir Barış harekâtı anısını anlattım Lionlara, arkasından da nedenleri ve sonuçları ile birlikte 20 Temmuz Barış Harekâtını. Dikmen’i, Bozdağ’ı, İngiliz Tepe’yi, Pınarbaşı’yı ve St Hilarion’u unutmadan. Kahramanlarımızı ve şehitlerimizi anlattım, Mehmetçiğimizi tanıttım bir kez daha Lionlara.


    İnsanımızla gurur duyuyorum.


    Düşünen, konuşan, araştıran ve tartışan insanımızla.

5 Temmuz 2008
Kaliteli insan Ayrıcalığı için yorumlar kapalı
Okunma 74
bosluk

Tek Egemenlik, Tek Vatandaşlık

Tek Egemenlik, Tek Vatandaşlık

Liderlerin 1 Temmuz görüşmesinden sonra yapılan resmi BM açıklamasından, Kıbrıs sorununa çözüm getirmek amacı ile Kıbrıs konusu ile ilgilenen tüm taraflarca başlatılması istenen “Kapsamlı Müzakerelerin” sonbahara kaldığı anlaşılmakta.


4.5 saat süren uzun toplantıdan sonra BM Genel Sekreteri’nin Özel Temsilcisi ve BM Misyon Şefi Taye-Brook Zerihoun’un okuduğu ortak açıklama sadece ve sadece 3 cümle.


1.ci cümlenin ilk yarısı toplantının yapıldığını söylerken ikinci yarısı “Çalışma Grupları ile Teknik Komitelerin” yaptıkları çalışmaların ilk kez liderlerce tartışıldığını açıklıyor.


2.cü cümle Kıbrıs sorununun çözümünde omurgayı oluşturacak olan “Tek Egemenlik ve Tek Vatandaşlık” konusunun liderlerce ilk kez tartışıldığını ve “Kapsamlı Müzakerelerde”  ele alınacağını söylüyor.


3.cü cümle de, bir sonraki toplantının 25 Temmuz’da yapılacağını ve  “Çalışma Grupları ile Teknik Komitelerin” yaptıkları çalışmaların bu toplantıda son kez gözden geçirileceğini söylüyor.


Liderlerin, BM gözetiminde yaptıkları 21 Mart 2008 görüşmesinden sonra dönemin BM BG Misyon Şefi Michael Möller tarafından yapılan resmi açıklamanın 2.ci paragrafı, “Çalışma Grupları ile Teknik Komitelerin varacağı sonuçları kullanarak, BM Genel Sekreteri gözetiminde tam teşekküllü müzakereleri başlatmak konusunda liderlerin anlaştıklarını” söylemektedir.


Hristofyas’ın iş başına gelmesinden sonra gerçekleştirilen 21 Mart, 23 Mayıs ve 1 Temmuz görüşmelerinden sonra açıklanan mutabakatlara özellikle Rum tarafı sadık kalacaksa, 25 Temmuz toplantısının liderlerin son “Peşrev”, yani birbirlerini yoklama toplantısı olacağını ve bundan sonraki toplantının da artık “Kapsamlı Müzakerelerin” ilk toplantısı olması gerektiği düşüncesindeyim.


Bunun nedeni de 25 Temmuz toplantısında Çalışma Grupları ile Teknik Komitelerin varacağı sonuçlar son kez değerlendirilecek ve 21 Mart mutabakatına göre iş artık konunun özünü tartışmaya yani Kıbrıs sorununu masaya yatırarak kapsamlı bir şekilde müzakere edilmesine geçilecek. Yeni ekipler kurulacak, yeni stratejiler belirlenecek ve son konjonktüre göre yeni yan yollar ve hedef belirlenecek.


Ama benim yıllardır kişisel olarak tanıdığım Hritofyas ve Yakovou, bu süreci başlatmamak veya sulandırılmış bir şekilde başlatmak için münferiden veya birlikte, elden geleni her şeyi yapacaklardır.


Süreci başlatmamak için ilk sorun veya buna ipe un sermek de diyebilirsiniz, bence Rum tarafının, Çalışma Grupları ile Teknik Komitelerin her hangi yapıcı bir sonuca varmadıkları, bu nedenle de “Kapsamlı Müzakerelerin” hemen başlatılmaması ve Çalışma Grupları ile Teknik Komitelere daha somut sonuçlara varabilmeleri için biraz daha zaman verilmesi gerektiği iddiasını ortaya atmaları ile başlayacak.
 
Türkiye’nin önde gelen bir TV kanalının görüşmeler biter bitmez açıkladığı “liderlerin, tek egemenlik ve tek vatandaşlık konusunda prensipte anlaştığı” haberinin acele ile kaleme alınmış olduğu ve esnek bilgiler içerdiği inancındayım.


Bu habere dayalı olarak da ertesi gün birçok gazetenin kullandığı “Liderler 3. turda tek egemenlikte anlaştı” başlığı ise bence gerçekleri yansıtmıyor.


Zaten işin içinde iseniz ve terimler ile tanımları biliyorsanız, bu haberlerin iyi niyete dayalı, basit düzeyde mesajlar olduklarını hemen anlayabilirsiniz.


Liderler bu konuyu görüşmeyi ve tartışmayı anlaşmış olabilirler ama özellikle “Tek Egemenlik ve Tek Vatandaşlık” konusunda şimdilik kesin bir mutabakat yok. Zaten bu aşamada olamaz da. Olması mümkün bile değildir.


Hiçbir hazırlık yapılmadan, hedef seçilmeden ve stratejiler belirlenmeden Hangi “Tek Egemenlik ve Vatandaşlık” konuşulmuştur ve üzerinde mutabakata varılmıştır.


Referans olarak, 23 Mayıs Anlaşmasında kayıtlara geçen “Kıbrıs Türk Kurucu Devleti”nin yani “Turkish Cypriot Constitent State”in, T.C. Dış İşleri Bakanlığı resmi sayfasında (http://www.mfa.gov.tr/annan-plani-ile-kurulmasi-ongorulen-kibris-turk-kurucu-devleti_nin-anayasasi.tr.mfa) yayınlanan Anayasa’sındaki “Egemenlik” ve “Vatandaşlık”mıydı tartışılan?


Yoksa, 1977 ve 1979 üst düzey anlaşmalarına dayanan, BM Güvenlik Konseyi’nin özellikle 367 (1975), 649 (1990), 716 (1991) 750 (1992) sayılı kararları ile uyumlu olan 18 Haziran 1992 Gali Fikirler Dizisinin Bölüm II- YÖNLENDİRİCİ İLKELER, Madde 12’sinde tanımlanan vatandaşlık mı?


T.C. Dış İşleri Bakanlığı resmi sayfasında “Egemenlik”  “BİRİNCİ BÖLÜM, GENEL İLKELER, Madde 1”de,  “Vatandaşlık”  ise “DÖRDÜNCÜ KISIM, Madde 74” tanımlanmaktadır. Şimdilik bunlardan başka resmi tanımlama yok, ama kişisel iddialar var tabii.


Tek Egemenlik, bu hakkını, yukarıdaki madde 1.de tanımlandığı gibi iki halktan mı alıyor, yoksa Rumlar, Türklerin üzerinde egemen mi?


Tek Vatandaşlık, “Kıbrıs Türk Kurucu Devleti”nin ayrı, “Kıbrıs Rum Kurucu Devleti”nin ayrı mı, yoksa ikisi bir tek vatandaşlığı mı oluşturuyor?


Aslında beni rahatsız eden bunların tanımlanmasından ziyade, “Tek Egemenlik ve Tek Vatandaşlık” konusunun, sanki bir bütünün parçası değillermiş gibi tek başına, “Kapsamlı Müzakere” olarak tanımlanmayan 1 Temmuz görüşmesinde, Hristofyas’ın ısrarı ile ele alınması.


Hristofyas’ın 23 Mayıs mutabakatının rövanşını almak için özenle seçtiği ve günlerce anonsunu yaptığı bu konuyu, iç tribünlere oynamaktan ziyade, Türk tarafını köşeye sıkıştırmak ve Müzakereleri koparmak amacı ile “Bir bütünün içinden cımbızla çekip, masaya koyduğu” duygusunu taşımaktayım.


Her ne kadar Rumların ve BM’nin açıklamaları, “Kapsamlı Müzakerelerin” Eylül ayının sonlarında başlayacağını iddia ediyorsa da, benim 1 Temmuz görüşmesinin içeriği ve havası nedeni ile bu görüşmelerin sağlıklı bir şekilde başlayacağından ciddi şüphelerim var.

2 Temmuz 2008
Tek Egemenlik, Tek Vatandaşlık için yorumlar kapalı
Okunma 48
bosluk
  • Sayfa 3 ile 3
  • <
  • 1
  • 2
  • 3
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar