Türkiye, AB ve Kıbrıs

Türkiye, AB ve Kıbrıs

10 Aralıkta yapılan AB Devlet Başkanları zirvesinden çıkan karar, Türkiye hükümetinin, katılım müzakereleri çerçeve belgesi koşulu olmasına rağmen gümrük birliği anlaşması uyarınca havaalanlarını ve li¬manlarını Kıbrıs Rum Yönetimi bayraklı uçak ve gemilere açmamasına karşın, AB’nin Türkiye ile sürdürdüğü üyelik müzakerelerini askıya almaya veya Türkiye’ye karşı sert önlemleri uygulamaya sokmaya cesaret edemediğinin en güzel bir örneği.


Bu yumuşama veya hoş görü tabii boşuna değil.


Atalarımızın bir sözü var “Bükemediğin eli öpeceksin” diye. Yüzyılların deneyimi ile oluştu bu söz ve çok da doğru. Aynen bu günkü koşulları yansıtıyor.


Türkiye hükümeti için artık dış politikadaki oyun bahçesi, sadece Avrupa ve geleneksel Batılı müttefikleri ile çevrelenmiş değil. Türkiye şimdi dış politik oyun bahçesinin sınırlarını genişletmeye ve Ortadoğu, Rusya, Kafkas ülkeleri ve Hazar Denizi çevresindeki Türk soylu devletleri de bu bahçenin içine katmaya odaklanmış du¬rumda. Bu nedenle de AB’ye üye olmak düşüncesi ikibinli yılların başında olduğu gibi çokta öncelikli değil.


Türkiye gerek ABD’nin gerekse de AB’nin bölgede attığı yanlış adımları ve yanlış politik stratejileri iyi değerlendirerek, coğrafi konumuna, Osmanlı mazisi-ne ve büyük ekonomik gücüne dayana¬rak, silah zoruna başvurmadan bölgesel bir aktör olmak yoluna girdi.


Şu anda Türkiye po¬tansiyel bir enerji aktarım geçidi olarak stratejik öneme sahip ve bu konumu yakın çevresinde diplomatik ve ekonomik gücünü de arttırıyor.


Türkiye’nin bölgesel güç olması AB ile sürdürdüğü müzakerelerde elini iyice güçlendirecek ve müzakereleri istemediği yerlerde dondurmak gücünü de kendisine verecek.  AB kendi istediği koşulları dikte ederken, Türkiye de karşı koşulları dikte edebilecek konuma gelmek üzere. Bazı konularda geldi bile.


Türkiye’nin, AB’nin her istediğini yapacağı veya her istenilene başını eğeceği varsayımı çok ta gerçekçi değil. Zaten artık Türkiye hükümeti de, Türk kamu¬oyunun üyelik müzakerelerinin olumlu sonuç¬lanacağına inancını kaybetmiş olmasından dolayı AB’ye katılımı bir öncelik olarak da görmüyor. Bu gerçek de bundan sonra Türkiye’nin AB karşısında daha ilkeli olmasına yol açacak. “Otur Türkiye, kalk Türkiye” kavramı, iki binli yılların ilk on yıllık dönemi içinde bitti artık.


Türkiye AB katılım müzakerelerinin bu günkü düşük temposu, Kıbrıs Rum Yönetimi kaynaklı akıl almaz kösteklemeler veya dürtüler olmadıkça pek canlanmayacak. Gerek AB gerekse de Türkiye, müzakereleri ileriye götürmekten ziya¬de, canlı tutmakla daha çok ilgile¬niyorlar. Öldürmüyorlar ama yaşatmıyorlar da.


Uzun vadede Türki¬ye ve AB arasında, Kıbrıs Rum Yönetiminin Kıbrıs adası üzerindeki bitmeyen ihtirasları nedeni ile çıkarmış olduğu engeller sonrasında oluşmuş bu soğukluk, Türkiye AB katılım sürecini yok olmaya sürükleyerek, aradaki çatlağın daha kesin hale gelmesine yol açacak gibi.


Tabii bu durum ve Türkiye’nin bölgedeki güçlü konumu, Kıbrıs’ta son kırk bir yıldır sürdürülen müzakerelerin içeriğini ve geleceğini de etkileyecek.


Avrupa Birliği liderleri, AB ile Türkiye arasındaki gerilimi artırmamak ve Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türkler arasında adada süregelen 51 yıl¬lık bölünmüşlüğü sona erdirmeyi he¬defleyen BM destekli barış görüşmeleri¬ne zarar vermemek için de temkin¬li bir davranış içine girdiler. Salt Rumlara arka çıkmalarının, adanın kuzeyi ile Türkiye’yi ebediyen kaybetmelerine yol açacağının artık iyice farkındalar. 


2010 baharına dek bir anlaşmaya varılmaması Türkiye-AB müzakerelerin-de çöküşe yol açacak bir krize neden olabilir.


Kıbrıs konusu ile ilgili herkes tarafından, Kıbrıs Rum tarafının müzakereleri sonuçlandırmak için her hangi bir acelesinin olmadığının bilindiği gibi, KKTC’de Nisan 2010’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin de müzakereler için bir son tarih olduğu da biliniyor.


Asıl önemli olan da, AB’nin Türkiye’yi üyeliğe almak taahhüdü belirsizliğini koru¬duğu müddetçe, Türkiye’nin Kıbrıs adasını birleştirmek uğruna ada üzerindeki 1960 Anayasasından kaynaklanan haklarını yitirmesine yol açacak bir anlaşmayı hangi koşullarda kabul edeceği veya tam tersine AB’nin Türkiye’nin dayatmalarına hangi koşullarda baş eğeceğidir.

6 Ocak 2010
Türkiye, AB ve Kıbrıs için yorumlar kapalı
Okunma 17
bosluk

Türkiye, AB ve Kıbrıs

Türkiye, AB ve Kıbrıs

10 Aralıkta yapılan AB Devlet Başkanları zirvesinden çıkan karar, Türkiye hükümetinin, katılım müzakereleri çerçeve belgesi koşulu olmasına rağmen gümrük birliği anlaşması uyarınca havaalanlarını ve li¬manlarını Kıbrıs Rum Yönetimi bayraklı uçak ve gemilere açmamasına karşın, AB’nin Türkiye ile sürdürdüğü üyelik müzakerelerini askıya almaya veya Türkiye’ye karşı sert önlemleri uygulamaya sokmaya cesaret edemediğinin en güzel bir örneği.


Bu yumuşama veya hoş görü tabii boşuna değil.


Atalarımızın bir sözü var “Bükemediğin eli öpeceksin” diye. Yüzyılların deneyimi ile oluştu bu söz ve çok da doğru. Aynen bu günkü koşulları yansıtıyor.


Türkiye hükümeti için artık dış politikadaki oyun bahçesi, sadece Avrupa ve geleneksel Batılı müttefikleri ile çevrelenmiş değil. Türkiye şimdi dış politik oyun bahçesinin sınırlarını genişletmeye ve Ortadoğu, Rusya, Kafkas ülkeleri ve Hazar Denizi çevresindeki Türk soylu devletleri de bu bahçenin içine katmaya odaklanmış du¬rumda. Bu nedenle de AB’ye üye olmak düşüncesi ikibinli yılların başında olduğu gibi çokta öncelikli değil.


Türkiye gerek ABD’nin gerekse de AB’nin bölgede attığı yanlış adımları ve yanlış politik stratejileri iyi değerlendirerek, coğrafi konumuna, Osmanlı mazisi-ne ve büyük ekonomik gücüne dayana¬rak, silah zoruna başvurmadan bölgesel bir aktör olmak yoluna girdi.


Şu anda Türkiye po¬tansiyel bir enerji aktarım geçidi olarak stratejik öneme sahip ve bu konumu yakın çevresinde diplomatik ve ekonomik gücünü de arttırıyor.


Türkiye’nin bölgesel güç olması AB ile sürdürdüğü müzakerelerde elini iyice güçlendirecek ve müzakereleri istemediği yerlerde dondurmak gücünü de kendisine verecek.  AB kendi istediği koşulları dikte ederken, Türkiye de karşı koşulları dikte edebilecek konuma gelmek üzere. Bazı konularda geldi bile.


Türkiye’nin, AB’nin her istediğini yapacağı veya her istenilene başını eğeceği varsayımı çok ta gerçekçi değil. Zaten artık Türkiye hükümeti de, Türk kamu¬oyunun üyelik müzakerelerinin olumlu sonuç¬lanacağına inancını kaybetmiş olmasından dolayı AB’ye katılımı bir öncelik olarak da görmüyor. Bu gerçek de bundan sonra Türkiye’nin AB karşısında daha ilkeli olmasına yol açacak. “Otur Türkiye, kalk Türkiye” kavramı, iki binli yılların ilk on yıllık dönemi içinde bitti artık.


Türkiye AB katılım müzakerelerinin bu günkü düşük temposu, Kıbrıs Rum Yönetimi kaynaklı akıl almaz kösteklemeler veya dürtüler olmadıkça pek canlanmayacak. Gerek AB gerekse de Türkiye, müzakereleri ileriye götürmekten ziya¬de, canlı tutmakla daha çok ilgile¬niyorlar. Öldürmüyorlar ama yaşatmıyorlar da.


Uzun vadede Türki¬ye ve AB arasında, Kıbrıs Rum Yönetiminin Kıbrıs adası üzerindeki bitmeyen ihtirasları nedeni ile çıkarmış olduğu engeller sonrasında oluşmuş bu soğukluk, Türkiye AB katılım sürecini yok olmaya sürükleyerek, aradaki çatlağın daha kesin hale gelmesine yol açacak gibi.


Tabii bu durum ve Türkiye’nin bölgedeki güçlü konumu, Kıbrıs’ta son kırk bir yıldır sürdürülen müzakerelerin içeriğini ve geleceğini de etkileyecek.


Avrupa Birliği liderleri, AB ile Türkiye arasındaki gerilimi artırmamak ve Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türkler arasında adada süregelen 51 yıl¬lık bölünmüşlüğü sona erdirmeyi he¬defleyen BM destekli barış görüşmeleri¬ne zarar vermemek için de temkin¬li bir davranış içine girdiler. Salt Rumlara arka çıkmalarının, adanın kuzeyi ile Türkiye’yi ebediyen kaybetmelerine yol açacağının artık iyice farkındalar. 


2010 baharına dek bir anlaşmaya varılmaması Türkiye-AB müzakerelerin-de çöküşe yol açacak bir krize neden olabilir.


Kıbrıs konusu ile ilgili herkes tarafından, Kıbrıs Rum tarafının müzakereleri sonuçlandırmak için her hangi bir acelesinin olmadığının bilindiği gibi, KKTC’de Nisan 2010’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin de müzakereler için bir son tarih olduğu da biliniyor.


Asıl önemli olan da, AB’nin Türkiye’yi üyeliğe almak taahhüdü belirsizliğini koru¬duğu müddetçe, Türkiye’nin Kıbrıs adasını birleştirmek uğruna ada üzerindeki 1960 Anayasasından kaynaklanan haklarını yitirmesine yol açacak bir anlaşmayı hangi koşullarda kabul edeceği veya tam tersine AB’nin Türkiye’nin dayatmalarına hangi koşullarda baş eğeceğidir.

6 Ocak 2010
Türkiye, AB ve Kıbrıs için yorumlar kapalı
Okunma 20
bosluk

Kıbrıs’ta çözüme inanç azaldı

Kıbrıs’ta çözüme inanç azaldı

Rum tarafından yayınlanan Simerini gazetesinin Pazar günkü manşeti Kıbrıslı Türklerle ilgili.


Simerini manşetinde Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs sorunundaki görüşlerini katılaştırdıklarını ve Federal bir çatı altında birleşme yerine “ayrılma istediklerini” yazdı.


Yaptırdıkları araştırma sonuçlarına göre, Kıbrıslı Türklerin “ayrılma veya bölünme” lehinde tavır takındıkları, Kıbrıs sorununun çözümünü amaçlayan müzakerelerle ilgili olarak kötümser oldukları, Rum Yönetimi Başkanı Dimitris Hristofyas’la ilgili negatif düşüncelere sahip oldukları ve “Mülkiyet” konusuyla ilgili düşünceli oldukları ortaya çıktı.


Bu yazdıklarını da Kıbrıs Türk tarafındaki bir şirkete yaptırdığı kamuoyu araştırmasına dayandırdı.


Aslında ortaya çıkan sonuç yeni bir bulgu değil ve uzun zamandır bilinenin yeni bir tekrarı.


Kıbrıslı Türkler bu düşüncelerini ve bu yöndeki kararlarını 19 Nisan 2009 seçimlerinde zaten ortaya koymuşlardı. İki ayrı devlet olgusunu öne çıkaran Ulusal Birlik Partisine neredeyse her iki seçmenden bir tanesi destek vererek, 24 Nisan 2004 referandum kararın artık geçerli olmadığını ve Kıbrıslı Türklerin aklında, aradan geçen dönem içinde Rumları daha iyi tanımalarından ve yaşananlardan sonra yeni fikirler oluştuğunu, kullandıkları oylarla dünyaya duyurmuşlardı.
  
Hristofyas’a göre Federasyon şapkası altında Türklerin de içinde yer alacağı “Sözde Federasyonlaştırılmış Rum Üniter Devleti” üzerinde anlaşmaya varmak bile adadaki Türk askerinden kurtulmak için Kıbrıs Rum tarafının “verdiği büyük bir taviz”miş. 


Rum siyasi yetkililere göre Kıbrıs Türk tarafı, tezlerini şekillendirmez ve iki bölgeli iki toplumlu federasyona ve güçlü üniter erke sahip tek ve bir devlet kurulmasına uygun tezler sunmazlarsa, çözüm bulunması olanaksızmış ve bunun Nisan ayına kadar olması çok daha zor imiş. Sanki Türk tarafında Rumların egemen olduğu güçlü üniter bir devlet içinde yaşamayı kabul eden Kıbrıslı Türkler varmış gibi ahkam kesip şartlar koşuyorlar. Herhalde bu adamlar Kıbrıs adası yerine ayda yaşıyorlar.


Gerçekte buna Hristofyas da inanıyor ve Güney Lefkoşa’da gerçekleştirilen 16. EDON Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, iki bölgeli iki toplumlu federasyondan şüphe duyulmasının, bölünme değirmenine su döktüğünü ve Kıbrıs konusunda var olan ikilemin “Federasyon veya Bölünme” şeklinde olduğunu dile getirerek, Kıbrıslı Türklere “Rumların egemen olacağı Üniter Federasyon çözümünü kabul edin” mesajını vermeye çalışıyor.


Gerçekte Rumların büyük bir çoğunluğu da Türklerle ortak bir yaşam istemiyor. Simerini gazetesi Rum tarafında da aynı hafta içinde aynı sorularla bir kamu oyu araştırması yaptırsaydı yaklaşık aynı oranda aynı yanıtları alacaktı. Her iki halk artık birlikte yaşamak istemiyor. Yirmibirinci yüzyılın Kıbrıs gerçeği bu. 


Cumhurbaşkanı Talat’ın veya Hristofyas’ın kendilerini seçen halkın büyük çoğunluğuna danışmadan veya büyük çoğunluğun nabzını tutmadan kafa kafaya verip bir anlaşmaya varmaları, üzerinde mutabakata vardıkları çözüm şeklinin çok da uzun ömürlü olmayacağı gerçeğini beraberinde getirecek.


Halka rağmen yapılan bir anlaşmanın ömrü, 16 ağustos 1960 tarihinde ilan edilen ve 21 Aralık 1963 tarihinde yıkılarak sadece 40 ay sürmüş olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ömründen daha da kısa olacaktır. Anlaşmadan birkaç ay sonra yapılacak referandumda bu anlaşma ya sıfırla çarpılacak, ya da halka rağmen kurulacak devlet daha ilk günlerinde kana bulanacak.


Belli ki ne Hristofyas, ne de Cumhurbaşkanı Talat bu gerçeğin pek farkında değiller ve görüşmeleri de bir hayal uğruna devam ettiriyorlar veya devam ettirmek zorunda bırakılıyorlar.


Elbet bir gün birileri çıkacak ve durun bakalım, siz ne Kıbrıs Rum halkının ne de Kıbrıs Türk halkının istekleri doğrultusunda görüşmeler yapmıyorsunuz, birleşme ve çalışmayacak bir federasyon yerine kadife ayrılığı konuşsanız daha iyi olacak diyecek.


Ve bu gün de çok uzakta değil.

4 Ocak 2010
Kıbrıs’ta çözüme inanç azaldı için yorumlar kapalı
Okunma 20
bosluk

Kıbrıs’ta çözüme inanç azaldı

Kıbrıs’ta çözüme inanç azaldı

Rum tarafından yayınlanan Simerini gazetesinin Pazar günkü manşeti Kıbrıslı Türklerle ilgili.


Simerini manşetinde Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs sorunundaki görüşlerini katılaştırdıklarını ve Federal bir çatı altında birleşme yerine “ayrılma istediklerini” yazdı.


Yaptırdıkları araştırma sonuçlarına göre, Kıbrıslı Türklerin “ayrılma veya bölünme” lehinde tavır takındıkları, Kıbrıs sorununun çözümünü amaçlayan müzakerelerle ilgili olarak kötümser oldukları, Rum Yönetimi Başkanı Dimitris Hristofyas’la ilgili negatif düşüncelere sahip oldukları ve “Mülkiyet” konusuyla ilgili düşünceli oldukları ortaya çıktı.


Bu yazdıklarını da Kıbrıs Türk tarafındaki bir şirkete yaptırdığı kamuoyu araştırmasına dayandırdı.


Aslında ortaya çıkan sonuç yeni bir bulgu değil ve uzun zamandır bilinenin yeni bir tekrarı.


Kıbrıslı Türkler bu düşüncelerini ve bu yöndeki kararlarını 19 Nisan 2009 seçimlerinde zaten ortaya koymuşlardı. İki ayrı devlet olgusunu öne çıkaran Ulusal Birlik Partisine neredeyse her iki seçmenden bir tanesi destek vererek, 24 Nisan 2004 referandum kararın artık geçerli olmadığını ve Kıbrıslı Türklerin aklında, aradan geçen dönem içinde Rumları daha iyi tanımalarından ve yaşananlardan sonra yeni fikirler oluştuğunu, kullandıkları oylarla dünyaya duyurmuşlardı.
  
Hristofyas’a göre Federasyon şapkası altında Türklerin de içinde yer alacağı “Sözde Federasyonlaştırılmış Rum Üniter Devleti” üzerinde anlaşmaya varmak bile adadaki Türk askerinden kurtulmak için Kıbrıs Rum tarafının “verdiği büyük bir taviz”miş. 


Rum siyasi yetkililere göre Kıbrıs Türk tarafı, tezlerini şekillendirmez ve iki bölgeli iki toplumlu federasyona ve güçlü üniter erke sahip tek ve bir devlet kurulmasına uygun tezler sunmazlarsa, çözüm bulunması olanaksızmış ve bunun Nisan ayına kadar olması çok daha zor imiş. Sanki Türk tarafında Rumların egemen olduğu güçlü üniter bir devlet içinde yaşamayı kabul eden Kıbrıslı Türkler varmış gibi ahkam kesip şartlar koşuyorlar. Herhalde bu adamlar Kıbrıs adası yerine ayda yaşıyorlar.


Gerçekte buna Hristofyas da inanıyor ve Güney Lefkoşa’da gerçekleştirilen 16. EDON Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, iki bölgeli iki toplumlu federasyondan şüphe duyulmasının, bölünme değirmenine su döktüğünü ve Kıbrıs konusunda var olan ikilemin “Federasyon veya Bölünme” şeklinde olduğunu dile getirerek, Kıbrıslı Türklere “Rumların egemen olacağı Üniter Federasyon çözümünü kabul edin” mesajını vermeye çalışıyor.


Gerçekte Rumların büyük bir çoğunluğu da Türklerle ortak bir yaşam istemiyor. Simerini gazetesi Rum tarafında da aynı hafta içinde aynı sorularla bir kamu oyu araştırması yaptırsaydı yaklaşık aynı oranda aynı yanıtları alacaktı. Her iki halk artık birlikte yaşamak istemiyor. Yirmibirinci yüzyılın Kıbrıs gerçeği bu. 


Cumhurbaşkanı Talat’ın veya Hristofyas’ın kendilerini seçen halkın büyük çoğunluğuna danışmadan veya büyük çoğunluğun nabzını tutmadan kafa kafaya verip bir anlaşmaya varmaları, üzerinde mutabakata vardıkları çözüm şeklinin çok da uzun ömürlü olmayacağı gerçeğini beraberinde getirecek.


Halka rağmen yapılan bir anlaşmanın ömrü, 16 ağustos 1960 tarihinde ilan edilen ve 21 Aralık 1963 tarihinde yıkılarak sadece 40 ay sürmüş olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ömründen daha da kısa olacaktır. Anlaşmadan birkaç ay sonra yapılacak referandumda bu anlaşma ya sıfırla çarpılacak, ya da halka rağmen kurulacak devlet daha ilk günlerinde kana bulanacak.


Belli ki ne Hristofyas, ne de Cumhurbaşkanı Talat bu gerçeğin pek farkında değiller ve görüşmeleri de bir hayal uğruna devam ettiriyorlar veya devam ettirmek zorunda bırakılıyorlar.


Elbet bir gün birileri çıkacak ve durun bakalım, siz ne Kıbrıs Rum halkının ne de Kıbrıs Türk halkının istekleri doğrultusunda görüşmeler yapmıyorsunuz, birleşme ve çalışmayacak bir federasyon yerine kadife ayrılığı konuşsanız daha iyi olacak diyecek.


Ve bu gün de çok uzakta değil.

4 Ocak 2010
Kıbrıs’ta çözüme inanç azaldı için yorumlar kapalı
Okunma 26
bosluk

Kıbrıs konusunda neler oluyor

Kıbrıs konusunda neler oluyor

Yeni yılın bu ilk gününde herkese mutluluklar ve sağlık dolu bir yıl ve huzurlu bir yaşam diliyorum.


Kıbrıs sorununa çözüm ve adaya barış getirmek konusunda yapılan çalışmalar ve sürdürülen müzakereler gün geçtikçe daha da ilginç bir hal almaya başladı.


Kıbrıslı Rumlar tanınmış bir devlete sahip de olsalar artık uluslararası arenada eskisi gibi at koşturamıyorlar, istediklerini yaptıramıyorlar ve kendi çıkarlarına olan kararları da çıkarttıramıyorlar. Türkiye’nin ağır baskısı üzerlerinde, soluklarını kesen nefesi de enselerinde. Artık ortam eskisi gibi değil ve müzakereler de Rumların istedikleri doğrultudaki bir sonuca doğru gitmiyor.


Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon, geçmişten ders alarak Rumların alışkanlık haline getirdikleri, işlerine gelmediği zamanlarda Türkleri suçlayarak masadan kalkmaları taktiklerinin önüne geçmek için 2010 yılının ilk ayları içinde, büyük bir olasılıkla da Şubat ayı içinde, adaya gelerek bu güne kadar anlaşılmış konuların üzerine kırmızı mum döküp mühürlemek istiyor.


Bir olasılıkla müzakerelerde günümüze kadar sürekli olarak tartışılmış “Yönetim-Güç Paylaşımı, Ekonomi ve Avrupa Birliği” başlıklarını, adını ne koyacaksa, “Ön anlaşma” , Ara anlaşma” veya “Taahhütler Paketi” gibi, taraflarca imzalanıp mühürlenecek bir evrakla kayıt altına almak istiyor.


Bu şekilde bir taşla üç kuş vuracağı inancında Ban Ki Moon. 


Müzakerelerin devamı garantiye alınacak.


Talat seçimi kaybederse halefi, geriye dönüş olanağı olmaksızın Talat’ın bıraktığı yerden devam etmek zorunda kalacak.


Hristofyas, geleneksel Rum mızıkçılığını devreye sokup masadan kalkamayacak.  Rumların konuştuklarını inkar etmek ve anlaştıklarından caymak gibi kötü bir alışkanlıkları var. Yüzyıllardır bunu hep sergilediler. 20 Temmuz 1974  Barış harekatında Baf bölgesinde silahlarını teslim eden Türklere dokunmayacakları taahhüdünü vermiş olmalarına rağmen, Türkler silahlarını BM Barış Gücüne teslim ettikleri günün ertesinde, Türk mahallesine girip katliam yapmışlardı.


2009 yılının son günü Hristofyas Hastane ziyaretinde yaptığı açıklamada bir ara anlaşma imzalamasının söz konusu olmadığını ve Rum halkının önüne konulacak hazır bir çözüm planı da olmadığını söyleyerek, daha şimdiden BM girişimlerini önlemek çabalarına başladı.


Kulağına kar suyu kaçtığı için, BM Genel Sekreterinin adaya gelip bir “Anlaşılanlar  Tutanağı” yapmasını istemiyor. Zaten aklında anlaşama gibi bir niyet de yok.


Her ne kadar BM’nin 41 yıllı Kıbrıs müktesebatı “İki bölgeli ve iki halklı Federal bir Cumhuriyeti” adadaki kalıcı çözümün ana temeli olarak görüyorsa da Hristofyas,  Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasasında yapılacak değişiklerle “İki bölgeli, iki halklı Federasyon”a dönüşeceğinden ve partenojenez bir devletin yani geçmişi olmayan yeni bir devletin kurulmasını reddedeceğinden korkusuca bahsetmekte.


1977 yılından beri üzerinde anlaşmaya varılmış olan “Siyasi Eşitlik” konusunu bile nasıl sulandırabilirimin çalışmasını yapmakta ve sadece Türklerin yaşayacağı bir devleti ise reddedeceğini açıklamaktan da hiç çekinmiyor.


Kıbrıs Rumcasında “Kıbrıs Halkı” deyiminin sadece Kıbrıslı Rumları tanımladığı gerçeği ile Hristofyas’ın, “Hiçbir koşul ve durumda Kıbrıs halkının bilindik çıkarlarına karşı koyacak bir çözümü kabul etmelerinin mümkün olmadığını ve Kıbrıs sorununun çözümünün Kıbrıs halkının beklentilerine tam anlamıyla yanıt verecek şekilde olacaktır” söyleminden, Hristofyas’ın ve diğer Rum siyasilerin kabul edebilecekleri çözümün sadece kendi istekleri doğrultusunda olan bir çözüm modeli olabileceği, aksi takdirde çözümün asla olmayacağı anlaşılmaktadır.


Belli ki boşuna kürek çekilmekte.


2010 yılının, Kıbrıs konusunda nihai bir çözümün başlangıcını oluşturacağı kesin.

1 Ocak 2010
Kıbrıs konusunda neler oluyor için yorumlar kapalı
Okunma 18
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-amblem kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar