Moon`un gelişindeki keramet

Moon`un gelişindeki keramet

Birleşmiş Milletler Genel Sekreterleri geleneksel olarak kendi kendilerine karar verip bir yere gitmezler, daha doğrusu gidemezler.


Ya bir davet gerekir ya da bir yerlerden gelen emir düzeyinde bir rica.


Genel Sekreter Ban Ki Moon’un 31 Ocak, 2 Şubat tarihleri arasında Genel Sekreter Yardımcısı Lynn Pascoe’yla birlikte Kıbrıs’a gelecek olması pek de alışılagelmiş bir olay değil.


Genel Sekreterin açıklanan geliş nedeni “’liderlerin çabalarına kişisel desteğini göstermek amacı”, açıklanmayanı ise 18 Nisanda yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasını sağlam bir kazığa bağlamak.


Bir taraftan BM Genel sekreteri Ban Ki Moon Rumlara “Sizin istediğiniz gibi hakemlik olmayacak, takvim olmayacak, plan da olmayacak, siz kendi aranızda anlaşacaksınız” diyor diğer taraftan da Avrupa Parlamentosu, Ban’ın gelişinden sadece birkaç gün evvel içinde Maraş’ın iadesinden, Türk askerinin çekilmesine, KKTC vatandaşı olmuş TC vatandaşlarının geri gönderilmesinden mülkiyete kadar bir dizi ağır yaptırımlar içeren karar taslağını açıklıyor.


Hani baskı olmayacaktı.


Hani bizler kendi aramızda anlaşacaktık.


Madem “Baskı” olmayacaktı, AB parlamentosunun aldığı bu karar da neyin nesi. Ban’ın ne işi var adada madem biz kendi aramızda anlaşacaktık.


Pek de hayrın bir gelişme değil bunlar.


Dikkat ediyorum hep Rumlar ne isterse o dikkate alınıyor. Adanın diğer ortağı olan Türklere sorulan bir şey yok. İsteklerini, haklılıklarını, taleplerini dikkate alan da yok. İşin doğrusu Kıbrıslı Türklerin adadaki varlığı ve söz sahipliği için son beş yıldır çaba gösteren de olmadı.


Avrupa Parlamentosu, adadan Türk askeri çekilsin derken, 1963-1974 yılları arasında adada katliamlar yapan Rum Milli Muhafız Ordusunun 24 bin mükellef, bin beşyüz Yunan Subayı ve 66 bin silahlı milisi ne olacak diye Rumlara soru sormak gereğini duymadı. Bırakın böylesi bir soru sormayı, araştırma yapan bir tek AP milletvekili bile yok.


Herhalde saygı değer ve her şeyi bilen Avrupa Parlamentosu Milletvekilleri Türk askerinin 20 Temmuz 1974 tarihinde işsizlikten canları sıkıldığı için durup dururken adaya çıkartma yaptıklarını sanıyorlar.


Maraş iade edilsin diyorlar ama Rum’ların 1963’den beri işgal ettiği ve tepe tepe kullandıkları Türk taşınmazları hakkında söz konusu taraflı raporda bir tek kelime bile yok.


Ban, Yardımcısı Lynn Pascoe’yla birlikte adaya Pazar günü geldikten sonra Pazartesi günü de liderlerle önce ayrı ayrı sonra da birlikte görüşecek. Programı öyle.


Herhalde 19 Nisan 2009 seçimlerinde Kıbrıslı Türklerin ortaya çıkan yeni iradeleri beklenmeyen bir sürpriz olmuş olmalı ki, bu sefer tam bir yıl sonra yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de gene aynı doğrultuda bir iradenin ortaya çıkmasının önünü almak düşüncesi beyinlerine egemen olmuş.


Bir taraftan BM, diğer taraftan AP, Rum’un yardakçılığını yapıyor. Belli ki niyet bu ziyaretten sonra bir tür oldu bittiyi masaya koymak ve Nisan sonrasını garanti altına almak.


Bunun adına “Ara Anlaşma”da diyebilirsiniz.

29 Ocak 2010
Moon`un gelişindeki keramet için yorumlar kapalı
Okunma 29
bosluk

27-28 Ocak 1958

27-28 Ocak 1958

1958 yılının 27 ve 28 Ocak günlerinde adanın çeşitli yerleşim merkezlerinde Türkler tarafından gerçekleştirilen masum, silahsız ve sivil protesto mitinglerinde 7 şehit ve 70 yaralı verildi ama şehitler ve yaralılar pahasına yapılan bu mitingler, gerçekte Kıbrıs adasında Türklerin de var olduğunun da kabul edilmesi konusunda bir dönüm noktası oluşturdu.

Pahası büyük oldu ama kazanımı da hem adadaki Türk varlığını gözler önüne serdi, hem de İngiliz hükümetinin adayı devrederken uygun göreceği yönetim şeklinde de Türklerin ortak olmasının yolunu açtı.


Bu mitinglerin en önemlisi olan da İngiliz askerlerince Türklerin acımasızca öldürüldüğü Lefkoşa mitingidir. Bu miting Kıbrıs adasının yakın tarihinde, daha doğrusu Kıbrıs Türk tarihinde çok önemli bir köşe taşı konumunda.
Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs adasındaki varlığının pekiştirilmesinde ve ada üzerinde hak sahibi olan halklardan bir tanesi olarak sayılmasının kökeninde bu miting yatmaktadır. 


Mitingde nelerin olduğundan ziyade, mitingin yapılmasına neden olan gelişmeler ve bu mitingle birlikte Türkiye’nin Kıbrıs konusuna bakış açısının değişmesidir asıl önemli olan.

Başarılı bir şekilde organize edilmiş bu çok önemli miting, kısa vadede Türkiye’ye “Garantörlük” hakkının verilmesinin, uzun vadede de 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatının gerekçesinin temellerini oluşturmuştur.


Her ne kadar Türkiye 1954 yılında dek, Kıbrıs adasını ele geçirmek için her tür yasal veya yasal olmayan girişimde bulunmaktan çekinmeyen Yunanistan karşısında sessiz bir politika izlemeyi uygun görmüşse de, Yunanistan’ın Kıbrıs konusunu 1954 yılında BM’in gündemine getirmesi Türkiye’nin Kıbrıs sorununda taraf olduğunu gözler önüne sermiş ve Türkiye de ister istemez kendini Kıbrıs sorunun içinde bulmuştur.

Yunanistan’ın bu girişiminden sonra da Kıbrıs sorunu, resmi olarak Türkiye’nin gündeminde yer almaya başlamıştır. Bu tarihten sonra Türkiye’nin Kıbrıs adası ile ilgili belirlenen “Dış Politikası”, gelişmelerin ve adada yaşananların ışığında üç kez değişime uğramıştır.

1954 yılında Türkiye, Kıbrıs’ın, İngiltere tarafından Türkiye’den kiralandığını ve 1.ci dünya savaşında tek taraflı bir kararla ilhak edildiğini ileri sürerek, adanın bütünüyle Türkiye’ye geri verilmesi anlamına gelen “İlhak” tezini savunmuştur.

Türkiye 1957 yılına kadar sürdürdüğü bu politikanın gerçekleştirilebilir olmadığını anlayınca yeni bir politika benimsemiş ve Kıbrıs adasının paylaşılmasına razı olarak “Taksim” tezini ortaya atmıştır.
Kıbrıs adasının iki halklı olan yapısına çok uygun olan bu politika maalesef “Enosis” hayalleri kuran Yunanistan’ın uzlaşmaz tutumu yüzünden gerçekleştirilememiştir.

Türkiye’nin üçüncü ve son “Kıbrıs Politikası” ise 1958 yılının 27 ve 28 Ocak günlerinde adanın çeşitli yerleşim merkezlerinde Türkler tarafından gerçekleştirilen mitinglerden sonra, yönetiminde ve güç paylaşımında Kıbrıslı Türklerin de eşit haklara sahip olacağı Federal bir devletin kurulması şekline dönüşmüştür.

Bu politikanın sonucu olarak da, 1959’da Zürih ve Londra Antlaşmaları imzalanmış ve İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın garantörlüğünde Kıbrıs Federal Cumhuriyeti kurulmuştur.


1958 yılının 27 ve 28 Ocak günlerinde gerçekleştirilen mitinglerde şehit olan kardeşlerimi, bizlerin bu günleri görmemizi ve özgürlüğümüzü tatmamızı sağladıkları için rahmetle anıyorum.

Ruhları şad, mekanları cennet olsun. 

27 Ocak 2010
27-28 Ocak 1958 için yorumlar kapalı
Okunma 50
bosluk

Türklere saldırmayacaklar(dı)

Türklere saldırmayacaklar(dı)

Orams davasında, mal sahibi olduğunu iddia eden Kıbrıslı Rum Meletis Apostolidis ile avukatı Konstantin Kandunas, dava ile ilgili karar açıklandıktan sonra Güney Lefkoşa’daki AG Leventis Foundation adlı vakıfa ait binada bir basın toplantısı düzenledi.


Bu toplantıda benim en çok ilgilimi çeken de gerek Apostolidis’in gerekse de  Kandunas’ın, Rumlara ait gayrı menkulleri kullanan veya bu evlerde kalan Kıbrıslı Türklere karşı dava açılmasının söz konusu olmadığını söylemeleri oldu.


Bir avukatla sıradan bir Rum’un söylediği bu sözlerin ne kadar geçerli olduğu tartışma kaldırır. Bence bu sözlerinin hiçbir geçerliliği ve garantisi yok.


Zaten bu sözleri Hristofyas bile söylemiş olsaydı gene de hiçbir geçerliliği olmayacaktı.


Hristofyas bir taraftan müzakereler devam ederken ve tartışılan önemli başlıklar arasında “Mülkiyet” de varken, pişkin pişkin bireylerin açtıkları davalara karışamam diyerek sorumluluktan kaçması bu düşüncemin en güzel ispatı ve örneği.
  
15 Temmuz 1974’de EOKA’cıların Makarios’a karşı yaptıkları darbeyi yaşayanlar bilir.


Katil EOKA’cı Nikos Samson darbenin ertesinde televizyona çıkıp “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”ni ilan ettikten sonra “Bu çatışmalar kendi aramızdadır, Kıbrıslı Türkler merak etmesin onlara saldırmak gibi bir niyetimiz” yok demişti. 


Çokta iyi niyetli ve inandırıcı olmaya çalışıyordu ama söylediklerinin tümünün de yalan olduğu daha 2.ci Harekat bitmeden Baf, Taşkent, Muratağa, Atlılar , Sandallar ve diğer yerleşim yerlerinde gerçekleştirdikleri katliamlardan belli olmuştu.


Arkasından da ele geçirilen Rum Mili Muhafız Ordusuna ait kamplarda bulunan belgeler arasında çıkan “Iphestos Planı” ise Türklere karşı organize bir katliam girişiminde bulunacaklarını ortaya koydu.


Bu nedenle de Türklerin ezeli ve ebedi düşmanları oldukları kafalarına hem okullarda hem de kiliselerde kazınan Rumların, Türklere ellerine geçirdikleri her fırsatta kötülük yapmak isteyecekleri tarihi bir gerçektir.


Orams davası gibi, AB üyeliklerini kullanarak ABAD veya AİHM’de Türklere karşı kararlar almak ve KKTC toprakları üzerinde egemenlik kurabilmek için her yolu deneyeceklerdir.


Tabii ki Rumların bu ülkülerini durdurabilmenin “silahlı çatışmadan sınırları kapatmaya kadar” birçok yolu da vardır.


Ağustos 1974 tarihinde II.ci Cenevre Anlaşmasında mutabakata varılan nüfus değişimi antlaşmasını hiçe sayarak Rum mülkü kullanmak zorunda kalan Kıbrıslı Türklere karşı AİHM ve ABAD’da dava açan Titina  Louzidou (Girne’deki ev), Ksenti Arestis (Maraştaki dükkan),  Panos İoannidis (Hurma Davası), Meletis Apostolidis (Orams) ve benzeri Kıbrıslı Rumların mülklerine çok ağır emlak vergileri koymak ve ödenmediği takdirde de mülklerine mahkeme kararı ile el koyup satmak caydırıcı ve yasal bir önlem olabilir.


Söz konusu bu kişilerin de KKTC topraklarına giriş yaptıkları zaman borçlarından dolayı tutuklanacaklarını mahkeme kararı ile ilan etmek ise bu caydırıcılığı iyice pekiştirecektir.


Anlaşma olursa zaten yerel mahkemelerin kararları karşılıklı geçerli addedilecektir, olmazsa mahkeme kararları KKTC topraklarında ilelebet geçerli kalacaktır.

25 Ocak 2010
Türklere saldırmayacaklar(dı) için yorumlar kapalı
Okunma 40
bosluk

Türk mallarına saldırı

Türk mallarına saldırı

Girne Dome Otel’de kalmaya gelen Avrupalı turistlere, 1974 öncesinde otelin sahibi olduğunu iddia eden Rum’un niye dava açmak istediği ve bu davranışın arkasındaki mantığın ne olduğu konusunda epeyi kafa yordum ve araştırma yaptım.


Bu fikrin arkasında, Kıbrıslı Türklere karşı tam bir organize saldırı var.


Rumlar aynen geçen yüzyılda Girit’te yaptıkları gibi, adanın tümünü ele geçirmeyi kafalarına koymuşlar. Bu yolda da arkalarına Avrupa Birliğini alarak dolu dizgin her yolu deniyorlar ve her yere de saldırıyorlar.


Ada üzerinde kesin ve tartışmasız bir hakimiyet kurabilmek için hem tanınmış bir devlet olmanın verdiği avantajları, hem de Avrupa Birliği üyesi bir ülke olmanın getirdiği olanakları acımasızca kullanıyorlar.


Yıllar önce bunu silah zoru ile yapmayı denemişlerdi. Baktılar gördüler olmadı şimdi bir türlü egemen olamadıkları toprakları, yapay ve yanlı hukuksal kararlarla ele geçirmeye çalışıyorlar.


Bir gün gene havaya girecekler ve tam işi sonlandırdıklarını zannedeceklerken 1922’de veya 1974’de olduğu gibi duvara toslayacaklar.


Dome Otel’de oynanmak istenen oyun tamamen Güneyde kalmış olan Türk mallarına yönelik, özelikle de Türk Vakıf mallarına.


Kurulan tezgahı, ne olacakları ve hedefin ne olduğunu daha şimdiden açık ve net olarak söyleyebilirim.


İlk adım Dome Otel’de kalan turistlere, Lefkoşa Rum Kaza Mahkemesinde dava açmak olacak. Orams Davası, Girne’de gerçekleşen bir olayın Girne sınırları dışında olan Lefkoşa Rum Kaza Mahkemesinde görülebilmesi kapısını açmıştı zaten. Rumları üzemeyelim mantığı ile Lefkoşa Kaza Mahkemesinin Girne’deki bir olayı yargılayamayacağı gerçeğine itiraz etmeyerek bu olanağı göz göre göre Rumlara hediye ettik.


Tabii sonra da aynı paralelde, Dome Otel’in, sahibi olduğunu iddia eden Rumdan izinsiz olarak kullanıldığı iddiası ile “Kıbrıs Türk Vakıflar İdaresine” dava açılacak.


Zaten asıl hedef de bu.


Lefkoşa Rum kaza Mahkemesi, Türklerin açtığı davaları yıllarca sudan nedenlerle uzatıp Rumların lehine kararlar alırken, söz konusu Rum’un davası birkaç ay içinde sonuçlandırılacak ve karar doğal olarak gene Türklerin aleyhine çıkacak.


Kararın ne olacağını şimdiden kestirmek o kadar da güç değil.


Dome Otel’in 1974 öncesi eski sahibi olduğunu iddia eden kişiye iade edilmesi ve 1974 yılından itibaren kullanım kaybından doğan kayıpların da tazminat olarak ödenmesi şeklinde olacak bu karar.


Vakıflar İdaremiz de haklı olarak “Benim de güneyde binlerce dönüm toprağım ve binalarım var. Siz de bana bunların kullanım kaybını ödeyin” talebi ile bu tazminatı ödemeyi reddedince, Lefkoşa Rum kaza Mahkemesi de güneydeki Vakıf Mallarına el konulması, satılması ve elde edilen gelirle tazminatın ödenmesi kararını alacak.


Ve AİHM’deki Yunanlı yargıçların yardım ve destekleri ile güneydeki Türk Vakıf Malları’nın yağması da bu şekilde başlayacak, hem de dünyanın bile bile göz yumacağı, sözde yasal yollardan.

22 Ocak 2010
Türk mallarına saldırı için yorumlar kapalı
Okunma 49
bosluk

Rum Siyasi aktörleri- 6

Rum Siyasi aktörleri- 6

“Kıbrıs Rum tarafındaki politik sahnede neler olup bittiğini anlamak için önce Rum siyasileri ve Rum siyasi partilerin politik yelpazedeki yerleri ile geçmişlerini bilmek,  bu yapılaşmayı kavrayabilmek için de, biraz da olsa Kıbrıs’ın tarihi hakkında bilgi sahibi olmak gerekiyor” …… 


Rum Ortodoks Kilisesi:


Kıbrıs Rum siyasi arenasında en çok taraftarı olan ve neredeyse oyların tümünü bünyesinde barındıran dini bir kuruluştur.


Kilisenin onayını ve takdisini almayan hiçbir siyasi partinin veya politikacının siyasi ömrü uzun olmamıştır.


Rum Ortodoks Kilisesi, Osmanlı döneminde padişahların Başpiskoposlara verdikleri yetkilerle “Etnarh” yani Dini ve Siyasi Lider kimliği altında Rum nüfusu üzerindeki etkilerini aralıksız ve gittikçe artan bir güç ile sürdürmüştür.


Bu nedenle de Yunanistan’da yer alan 1821 Mora isyanının devamını aynı dönem içinde Kıbrıs Rum dini yaşamının merkezi olan Trodos dağlarındaki Çikkos Kilisesi ile Lefkoşa sur içindeki Fenorameno Kilisesi gerçekleştirmek istemiş ve dini liderler olarak Rum halkını isyana teşvik etmek hazırlıklarına başlamışlardır. 1821 yılında Vali Küçük Mehmet bu hazırlıkları fark edince, özellikle Fenoromeno Kilisesinde yaptırdığı araştırmada Filiki Eterya’ya ait çok sayıda barut fıçıları ile silahlar bulununca dini lider olan Başpiskopos Kiprianos ile 7 yardımcısını, özür ve af dilemeyi reddettikleri için asmak ve kellelerini kesmek zorunda kalmıştır.


Aynı paralelde İstanbul’daki Fener Patrikhanesi de Osmanlı devleti başkentinde bir isyan hazırlığına ön ayak olmuş ve daha başlamadan bastırılan isyan sonunda Fener Patriği Grigorios V. ile Efes, Ahyolu ve İzmit metropolitleri, 22 Nisan 1821’de Fener meydanında Patrikhane’nin ortakapısı önünde idam edilmişlerdir. Daha sonra bunlara Terkos, Edirne ve Selanik metropolitleri de eklenmiştir. Bugün hala Fener Patrikhanesi’ne giriş için kullanılan kapı, hizmetkârların kapısıdır ve Grigorios’un önünde idam edildiği kapı olan ana kapı da o günden beridir kullanılmamaktadır. Bu kapının adı idamdan sonra “Kin Kapısı” olarak anılmaya başlanmıştır.


Rum Ortodoks dünyasında kilise bu denli yaşamın içindedir ve Rum halkı üzerinde de büyük bir etki gücüne sahiptir.


İngiliz döneminde ortadan kaldırılan Etnarh’lık makamı ve yetkileri, kağıt üzerinde olmasa bile manevi olarak Makarios tarafından 1950 yılında tekrar hortlatıldı.


1950 yılında Başpiskopos seçileceği vaadi ile Lisans üstü eğitimini tamamladığı Boston’dan Kıbrıs’a getirtilerek Başpiskopos yapılan Makarios, içindeki politik eğilimlerin etkisi ile de Başpiskoposluğu siyasi liderlik ile birleştirmeyi tekrar başarmış ve “Etnarh” olarak Kiliseyi fiilen politikanın ve kanlı eylemlerin içine sokmuştur.


1955 yılında kurulan tedhiş örgütü EOKA tüm gücünü ve yetkilerini ilk başta hep kiliseden almış, ayakta kalmayı başarınca da destek bu defa Yunanistan’dan gelmiştir.


Genelde Kilise politikanın ana parametrelerini belirler ve hiçbir politikacı bu “Kırmızı çizgilerin” dışına çıkamaz.


21.ci yüzyılda olmamıza rağmen Rum halkı üzerinde kilisenin dini baskısı hala daha aynen Ortaçağdaki gibi devam etmektedir.

20 Ocak 2010
Rum Siyasi aktörleri- 6 için yorumlar kapalı
Okunma 42
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar