Su ve 2014

Su ve 2014

Kıbrıs adasına yaşanan iki halk arasındaki çatışma ve yıllardır yaşanan huzursuzluklar, hep Rumların adanın tümüne egemen olmak arzu ve hayallerinden kaynaklandı.
Sanki de tüm Rumların gözleri kör ve hiçte yıllardır kafalarına akıl koymadılar.
Hala daha gerçekleri göremiyorlar ve aynı hayalci kafada devam ediyorlar.
1968 yılından beridir sürdürülen müzakereler, ada üzerinde Rumların yıllardır sürdürdükleri baskıcı sahiplenme arzuları nedeni ile hep çıkmaza girdi.
Rumların tek bir arzuları ve hedefleri var “Adanın tümünü sahiplenmek.
Adayı bizlerle bölüşmek ve hep birlikte barış içinde yaşamak gibi bir düşünceleri de yok. Bu nedenle de ellerindeki her tür olanağı, bu kötü emelleri doğrultusunda kullandılar. 
Önce silahı denediler.
Türklerin adadaki varlığına silah zoru ile son vermeye çalıştılar. Kimilerini evlerini yakıp yıkıp öldürerek, kimilerini de göçe zorlayarak.
Bu yöntemin sonucu beklenmedik bir şekilde geldi ve Türkiye 1968 yılında adaya çıkarma kararı alarak, bu yolun yanlış olduğuna Rumların dikkatini çekti.
Türkiye’nin bu kararı sonrasında birazcık akıllanan ve Hanya’yı Konya’yı anlayan Makarios, taktik değiştirdi ve silahı bir kenara bırakarak “Ekonomik Soykırımı” yürürlüğe koydu.
Gerçekten de bu yöntem Türkleri ekonomik olarak sıfırlayıp başarıya doğru gidiyordu ki, Yunanistan imdadımıza yetişti. Adanın Yunanistan topraklarına katılımı amaçlı olarak Makarios’a karşı yapılan darbe, 20 Temmuz Mutlu Barış Harekâtını da beraberinde getirdi.
Türkiye’nin bu müdahalesi, biz Kıbrıslı Türklerin rüyalarımızda bile göremeyeceği bir şekilde sonlandı.
Özgürdük ve hepimiz de adanın kuzeyinde toplanarak kendi yönetimimizi kurduk. Artık ne Rumların öldürücü ekonomik baskısı vardı ne de silahlı tehditleri.
Tabii ki Rumlar, yıllardır hayalini kurdukları Türkleri adadan atmak ve adanın tümüne hâkim olduktan sonra Yunanistan’a katılmak yerine, beklemedikleri bir şekilde adanın üçte birini kaybedince, mücadelenin yöntemini tekrar değiştirdiler.
Dünya üzerindeki Helenleri önce örgütleyip sonra da devreye sokarak, ABD gibi Rusya gibi güçlü devletleri arkalarına alıp “Siyasi Mücadele”ye başladılar.
Bu, adanın tümünü ele geçirmek için uygulamaya koydukları 3. Yöntem oldu. Zaten başka bir seçenekleri de kalmamıştı.
Gerçekten de başarılı oldular. BM Genel Kurulundan, BM Güvenlik Konseyinden, ABD Senatosundan, Fransız Meclisinden Türkiye aleyhine kararlar çıkarttırmayı başardılar. AB’ye girdiler ve AB’yi tepe tepe Türkiye ve KKTC aleyhine kullanmaya başladılar. Türkiye’den ve Kıbrıslı Türklerden taviz koparmak için de her yolu denediler.
İşler bir müddet istedikleri gibi gitti ama ibre gene, yavaş yavaş aleyhlerine doğru dönmeye başladı. Gelişmeler, Türkiye’yi küçümsemenin bedelini aynen 1974’de olduğu gibi ağır bir şekilde ödemeye başlayacaklarına işaret ediyor.
2014 yılı AB’de Lizbon Anlaşmasının tümü ile yürürlüğe gireceği yıl. Kıbrıslı Rumların AB içindeki yetkileri sıfırlanacak ve “Veto” hakları ortadan kalkacak. Nitelikli Oylama devreye girdiği zaman tek başlarına “Hayır” demelerinin bir manası ve etkisi olmayacak. 2014 yılından sonra AB içinde Rumların esameleri bile okunmayacak.
Tam tersi gelişmeler olacak ve Türkiye’nin bölgesel politik, ekonomik ve askeri gücünü hep üzerlerinde hissetmeye başlayacak Rumlar. 
“Su Projesi” ise tüm politik, siyasi ve ekonomik dengeleri bozacak, gelişmelere de ağırlığını hemen koyacak.
Türkiye’den borularla Kıbrıs’a su getirme projesi gerçekleştiği anda, aynen 20 Temmuz 1974’de olduğu gibi güç ibresi iyice Türklerin lehine dönecek.
O yıllarda “Kıbrıs’a Kalıcı Barışı Getirmek Müzakereleri” hala devam ediyor durumdaysa, Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’nin elindeki “Su Kozu”, Rumlara her tür tavizi verdirecekleri güçte bir silah haline dönüşecek.
“Su” ve “Hava” yaşamın vazgeçilmez temel taşlarından. Onlarsız yaşam devam edemiyor. Kıbrıs’a da özlenen barışı en güçlü ateşli silahtan bile daha etkin olan “Su” getirecek.

19 Temmuz 2010
Su ve 2014 için yorumlar kapalı
Okunma 23
bosluk

Hristofyas’ın Hayalleri

Hristofyas’ın Hayalleri

Rumlar ve Rumları temsil eden Dimitris Hristofyas hala daha hayal içinde yaşıyorlar ve kendi çıkar ve1796 patentli ülküleri doğrultusunda pembe hayaller kuruyorlar.


21 Aralık 1963’ün üzerinden tamı tamına 46 sene 7 ay geçmiş olmasına rağmen hala daha akıllanmamışlar ve adanın gerçeklerini de bir türlü kavrayamamışlar.


Rum Cumhurbaşkanı Hristofyas evvelki gün, ABD’den Kıbrıs Rum tarafına gelen Rum ve Yunan kökenli çocuklara yaptığı konuşmada kafasındaki çözüm modelini de ortaya koyuverdi.


Hristofyas “İki bölgeli, iki toplumlu, biri Kıbrıs Türk öteki Kıbrıs Rum olmak üzere iki eyaletten oluşan bir federasyon” istiyormuş ama, bunun bir de aması var tabii, “Güçlü bir Cumhurbaşkanı ve çok güçlü yetkileri olan bir Federal Merkezi Hükümet olacakmış ve de Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşlarının da tercih ettikleri bütün eyaletlerde ikamet etme, mülk satın alma ve faaliyet gösterme hakları bulunacakmış”.


Özetle ve kısaca, “1974 öncesi adadaki duruma geri gidelim, herkes yerine geri dönsün ve Rumlar her iki eyalette de çoğunlukta olsunlar. Biz Rumlar adanın sahibi olalım ve bu defa Türkiye’nin de müdahale ve Garantörlük hakları da olmadan, adayı güçlü merkezi hükümet tanımı altında, Türklere de hiçbir hak tanımadan istediğimiz gibi yönetelim” demek istedi Hristrofyas, Amerikalı Rum ve Yunan kökenli çocuklara ve dolayısı ile de Kıbrıslı Rum vatandaşlarına.


Belli ki hala daha akıl koymamış Hristofyas ve diğer Rum siyasi parti başkanları.


Biz Kıbrıslı Türklerin, Rumlara en küçük bir güvenimizin olmadığını unutuyorlar ve 1963-1974 yılları arasında bizlere uyguladıkları “Soykırım”ı da unuttuk sanıyorlar herhalde.


KKTC Cumhurbaşkanlığındaki belgelere ve o dönemde yayınlanan kitaplara göre, 21 Aralık 1963 ile 23 Mart 1964 arasındaki kısacık doksan günde doksan sekiz Türk köyü yağmalanmış, yakılmış ve sonra da yıkılmış. Bu köylerin isimleri birçok belgede ve kitaplarda yer almakta. Bulamayana ben hemen gönderebilirim.


Bu kısacık doksan gün içinde Türklere verilen maddi ve insani zarar gerçekten çok büyük.


Manevi zararın ve işkencenin pahasını biçmek ise mümkün değil.


Baf kasabasında 105 Türk dükkânı ve 123 Türk evi Rumlar tarafından yakılıp yıkılırken, 140 dükkân ve 212 ev de yağmalanmış. Ekonomik olarak Türkler neredeyse sıfırlanmış. O günkü maliyetlere göre verilen maddi zarar 1 milyar dört yüz bin TL.


Lefkoşa’da yaşayan Türklere verilen zarar ise çok daha büyük boyutlarda.


1500 adet ev yağmalanmış. Zarar 1,500,000 KL, günümüz değeri ile bir buçuk milyar TL.


65 adet ev tamamen yakılmış. Zarar 130,000 KL, günümüz değeri ile bir milyar üç yüz bin TL
Yakılan ve yıkılan Türk köylerinden Lefkoşa’nın Türk kesimine göç edenlerin uğradıkları zarar yaklaşık olarak  2,383,472 KL, günümüz değeri ile iki buçuk milyar TL.


Larnaka’da “Turabi Türbesi”ni yıkmışlar ve Türk emlakine de 1 milyon Kıbrıs Liralık zarar vermişler, günümüz değeri ile yaklaşık bir milyar TL’den biraz fazla.


Girne’de tüm Türk dükkanları yağmalanmış. Verilen zarar bir buçuk milyon Kıbrıs Lirası, günümüz değeri ile yaklaşık bir buçuk milyar TL.


Güzelyurt’ta bir milyon adet portakalı toplayarak satmışlar ve 3000’den fazla portakal ağacını da dozerlerle söküp atmışlar.


Ada sathında yakılıp yıkılan Türk köyleri ile Limasol kentlerindeki  Türk mülkleri ve insanlarımıza verilen manevi zarar ise bu hesaplamanın içinde değil.


Bırakın tazmin etmeyi, özür bile dilemediler.


Türkler isyan etti yalanı ile bir de üzerinden çıkmaya çalışıyorlar.


Biz Kıbrıslı Türkleri, “Güçlü bir Rum Cumhurbaşkanı ve çok güçlü yetkileri olan bir Federal Merkezi (Rum) Hükümetinin idaresi altında yaşamayı kabul edecek kadar da aptal ve Türkiye’yi de Kıbrıs adası üzerindeki uluslararası anlaşmalar göre elde ettiği haklarını unutacak kadar saf sanıyorlar herhal.


Varsın hayal kurmaya devam etsinler. Hiçbir zaman ve koşulda Kıbrıslı Türkler, adı federasyon da olsa Kıbrıslı Rumların çoğunluk idaresi altında azınlık olarak yaşamayı kabul etmeyecektir.

16 Temmuz 2010
Hristofyas’ın Hayalleri için yorumlar kapalı
Okunma 19
bosluk

Hristofyas’ın Hayalleri

Hristofyas’ın Hayalleri

Rumlar ve Rumları temsil eden Dimitris Hristofyas hala daha hayal içinde yaşıyorlar ve kendi çıkar ve1796 patentli ülküleri doğrultusunda pembe hayaller kuruyorlar.


21 Aralık 1963’ün üzerinden tamı tamına 46 sene 7 ay geçmiş olmasına rağmen hala daha akıllanmamışlar ve adanın gerçeklerini de bir türlü kavrayamamışlar.


Rum Cumhurbaşkanı Hristofyas evvelki gün, ABD’den Kıbrıs Rum tarafına gelen Rum ve Yunan kökenli çocuklara yaptığı konuşmada kafasındaki çözüm modelini de ortaya koyuverdi.


Hristofyas “İki bölgeli, iki toplumlu, biri Kıbrıs Türk öteki Kıbrıs Rum olmak üzere iki eyaletten oluşan bir federasyon” istiyormuş ama, bunun bir de aması var tabii, “Güçlü bir Cumhurbaşkanı ve çok güçlü yetkileri olan bir Federal Merkezi Hükümet olacakmış ve de Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşlarının da tercih ettikleri bütün eyaletlerde ikamet etme, mülk satın alma ve faaliyet gösterme hakları bulunacakmış”.


Özetle ve kısaca, “1974 öncesi adadaki duruma geri gidelim, herkes yerine geri dönsün ve Rumlar her iki eyalette de çoğunlukta olsunlar. Biz Rumlar adanın sahibi olalım ve bu defa Türkiye’nin de müdahale ve Garantörlük hakları da olmadan, adayı güçlü merkezi hükümet tanımı altında, Türklere de hiçbir hak tanımadan istediğimiz gibi yönetelim” demek istedi Hristrofyas, Amerikalı Rum ve Yunan kökenli çocuklara ve dolayısı ile de Kıbrıslı Rum vatandaşlarına.


Belli ki hala daha akıl koymamış Hristofyas ve diğer Rum siyasi parti başkanları.


Biz Kıbrıslı Türklerin, Rumlara en küçük bir güvenimizin olmadığını unutuyorlar ve 1963-1974 yılları arasında bizlere uyguladıkları “Soykırım”ı da unuttuk sanıyorlar herhalde.


KKTC Cumhurbaşkanlığındaki belgelere ve o dönemde yayınlanan kitaplara göre, 21 Aralık 1963 ile 23 Mart 1964 arasındaki kısacık doksan günde doksan sekiz Türk köyü yağmalanmış, yakılmış ve sonra da yıkılmış. Bu köylerin isimleri birçok belgede ve kitaplarda yer almakta. Bulamayana ben hemen gönderebilirim.


Bu kısacık doksan gün içinde Türklere verilen maddi ve insani zarar gerçekten çok büyük.


Manevi zararın ve işkencenin pahasını biçmek ise mümkün değil.


Baf kasabasında 105 Türk dükkânı ve 123 Türk evi Rumlar tarafından yakılıp yıkılırken, 140 dükkân ve 212 ev de yağmalanmış. Ekonomik olarak Türkler neredeyse sıfırlanmış. O günkü maliyetlere göre verilen maddi zarar 1 milyar dört yüz bin TL.


Lefkoşa’da yaşayan Türklere verilen zarar ise çok daha büyük boyutlarda.


1500 adet ev yağmalanmış. Zarar 1,500,000 KL, günümüz değeri ile bir buçuk milyar TL.


65 adet ev tamamen yakılmış. Zarar 130,000 KL, günümüz değeri ile bir milyar üç yüz bin TL
Yakılan ve yıkılan Türk köylerinden Lefkoşa’nın Türk kesimine göç edenlerin uğradıkları zarar yaklaşık olarak  2,383,472 KL, günümüz değeri ile iki buçuk milyar TL.


Larnaka’da “Turabi Türbesi”ni yıkmışlar ve Türk emlakine de 1 milyon Kıbrıs Liralık zarar vermişler, günümüz değeri ile yaklaşık bir milyar TL’den biraz fazla.


Girne’de tüm Türk dükkanları yağmalanmış. Verilen zarar bir buçuk milyon Kıbrıs Lirası, günümüz değeri ile yaklaşık bir buçuk milyar TL.


Güzelyurt’ta bir milyon adet portakalı toplayarak satmışlar ve 3000’den fazla portakal ağacını da dozerlerle söküp atmışlar.


Ada sathında yakılıp yıkılan Türk köyleri ile Limasol kentlerindeki  Türk mülkleri ve insanlarımıza verilen manevi zarar ise bu hesaplamanın içinde değil.


Bırakın tazmin etmeyi, özür bile dilemediler.


Türkler isyan etti yalanı ile bir de üzerinden çıkmaya çalışıyorlar.


Biz Kıbrıslı Türkleri, “Güçlü bir Rum Cumhurbaşkanı ve çok güçlü yetkileri olan bir Federal Merkezi (Rum) Hükümetinin idaresi altında yaşamayı kabul edecek kadar da aptal ve Türkiye’yi de Kıbrıs adası üzerindeki uluslararası anlaşmalar göre elde ettiği haklarını unutacak kadar saf sanıyorlar herhal.


Varsın hayal kurmaya devam etsinler. Hiçbir zaman ve koşulda Kıbrıslı Türkler, adı federasyon da olsa Kıbrıslı Rumların çoğunluk idaresi altında azınlık olarak yaşamayı kabul etmeyecektir.

16 Temmuz 2010
Hristofyas’ın Hayalleri için yorumlar kapalı
Okunma 20
bosluk

Akşehir Konferansı

Akşehir Konferansı

Akşehir, Konya’da Türkiye boyutlarına göre küçücük bir yerleşim yeri.


Buna Belde de diyebilirsiniz, Kasaba da, İlçe de.


Gerçekte her ad yakışır Akşehir’e.


Geçmişin derinliklerinden günümüze kadar bozulmadan gelmiş, dünün güzelliklerini coşku ile içinde yaşatan, Nasreddin Hocası ile ünlü bir kent.


Bana göre, bir adalıya, bir Kıbrıs’lıya göre Akşehir bir kent. Hem de nüfusu yetmiş beş bin civarında olan kocaman bir kent. Pırıl pırıl, tertemiz, bakımlı, modern ve çağa ayak uydurmuş yaşayan bir şehir Akşehir.


Hem kente, hem de insanlarına hayran kaldım.


Geçen sene gene konferans vermeye gittiğimde, çok az kalıp kenti tanıyabilmek fırsatım olmamıştı. Bu sene 1 gün fazlam oldu ve hem Akşehir’i hem de insanını birazcık olsun tanıyabildim.


İnsanları, Anadolu’muzun tüm güzelliklerini, iyi meziyetlerini, güzel karakterini, sevecenliğini ve mertliğini hala daha içlerinde barındıran kişiler.  Çağımızın getirdiği, gerek doğasal gerekse de insan karakterindeki bozulma ve yozlaşma, belli ki Akşehir’e daha uğramamış. Umarım yolunu kaybeder ve hiç uğramaz.


Belediye Başkanları Op. Dr. Sayın Mustafa Baloğlu.


Kendini kente vermiş, zamanını ve enerjisini bu güzel şehre adamış bir kişi. Herkes hakkında çok iyi konuşuyor. Kime sorduysam, çocuk, büyük, yaşlı, kadın, erkek, esnaf, memur; “Hem iyi bir cerrah, hem de iyi bir reis” diye tanımladılar kendisini. Belli ki Akşehir’li kendisini çok seviyor ve takdir ediyor. Makamında bizi konuk etti, tanıştık, konuştuk.


Akşehir’in en önemli özelliklerinden bir tanesi Nasreddin Hoca iken, diğeri de “Arasta”sı.


Nasreddin Hoca kentin gururu.


Hoca’nın mezarı çok ilginç ama o derece de bakımlı ve güzel. Muhteşem bir parkın içinde. Yaşadığı dönemde, yere bir çarpı işareti çizip “İşte burası dünyanın merkezi” dediği yere bronz bir plaka konmuş ve üzerine de “Dünyanın Merkezi- Nasreddin Hoca” yazılmış. İster önünde durup, ister üstüne çıkıp resim çektirebiliyorsunuz.  Size bir de belge veriyorlar, Dünya’nın Merkezini Ziyaret Ettiğinize” dair.


Parkın içinde ve kentin çeşitli yerlerinde Nasreddin Hoca’nın anlatımlarında geçen olayları simgeleyen heykeller var, “Doğuran Kazan”, “Maya Tutan Göl”, “Eşeğe Ters Binen Hoca” gibi. Bu heykelleri görünce insanın aklına hemen fıkranın tümü geliyor ve ister istemez içinizi bir mutluluk kaplıyor ve gülümsüyorsunuz.


Bu uygulamaya bayıldım diyebilirim. Heykeli görünce aniden aklınızdaki olası sıkıntılar boşalıyor ve yerine Nasreddin Hoca’nın, insanı güldüren ve güldürdüğü kadar da hayat dersi veren fıkrası geliyor. Yüzünüzü gülme, ruhunuzu mutluluk kaplıyor.


Parkın girişindeki satış kulübesinde ise Nasreddin Hoca ile ilgili ve Nasreddin Hocayı anımsatan, büyüğünden küçüğüne her tür hediyelik eşya var. Aldım hem de neredeyse hepsinden aldım.


Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı bizi kahvaltıya davet etti 9 Temmuz  Cuma sabahı. Sıradan bir kahvaltı olacağını düşünmüştüm.


Akşehir’in ünlü “Arasta”sının içinde, bin sekiz yüzlü yılların ilk çeyreğinden beri varlığını sürdüren “Helvacı”ya götürdü bizi başkan, yardımcısı bayan ile birlikte.


Küçük ama içinde yüzyılların izini taşıyan, bir kapısı öndeki sokağa, diğer kapısı da arkadaki sokağa açılan nostaljik bir mekandı. Masa örtüsü yerine, açıldığı günlerdeki gibi büyük tabaka halindeki kâğıtların kullanıldığı, adeta kuş sütünün bile eksik olmadığı bir masa donattılar bize, kahvaltı diye. Bir hafta yesem tüketemezdim üzerindekileri. Hayatımdaki en güzel ve en doğal kahvaltıyı yaptım diyebilirim. Akşehir’in ünlü “Napolyon Kirazı” bile vardı masada.


Ve ben, 51. Uluslararası Nasreddin Hoca Şenliklerinin 6 gün süren yoğun programı içinde Akşehir’e bir konferans vermek için davet edilmiştim.


4 Temmuz Pazar günü saat 13:00’de “Geleneksel Dellal’ın Halkı Şenliğe Çağrısı” sonrasında TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’in Akşehir Kültür Merkezi’nde yaptığı konuşma ile başlayan şenlikler,  Yerli ve yabancı Halk dansları Topluluklarının gösterileri, Sergiler, Tiyatrolar, Konferanslar, Trap yarışları, Şiir söylemleri, Konserler, Film gösterileri, Sema gösterileri, Dinletiler ve Karagöz Hacivat gölge gösterileri ile 6 gün boyunca devam ederek 10 Temmuz gecesi saat 21:00’de yer alan muhteşem bir havai fişek gösterisi ile son buldu.


Muhteşemdi Akşehir ve Akşehirliler.


Nasreddin Hoca benim çocukluğumun kahramanlarındandı. Ona Akşehir’de tekrar kavuşmak beni gerçekten de çok mutlu etti.

14 Temmuz 2010
Akşehir Konferansı için yorumlar kapalı
Okunma 61
bosluk

Matyat’lıların AİHM Davası

Matyat’lıların AİHM Davası

Matyatlı Türkler, Kıbrıs tarihindeki şanssız köylülerimizden.


1963-1974 yılları arasında bizlere sadece ve sadece Türk olduğumuz için Rumlar tarafından acımasızca uygulanan “Soykırım”ın en güzel örneklerinden bir tanesi Matyat’ta yaşananlar.


Lefkoşa’ya bağlı ve Lefkoşa’nın 26 kilometre güneyinde, 1960 nüfus sayımına göre 201 Rum ve 208 Türk’ün yaşadığı karma bir köy olan Matyat’ın Türk mahallesi, 23 Aralık 1963 günü öğle vakti Matyat’lı Rumlar ve komşu Rum köylerinden gelen yüzlerce silahlı Rumun saldırısına uğrar.


Köyün diğer erkekleri işlerindeyken köyü beklemekle görevli 15-20 Türk, av tüfekleri ile  askeri silahlarla donanmış saldırganlara karşı direnirler. Sonra teker teker fişeklerini bitirirler ve havanın kararmasıyla birlikte mahallelerini terk ederek komşu Koçyatağı (Koççat) köyüne doğru çekilirler. Ama geriye baktıklarında Türk evlerinin önce yağmalandığını sonra da yakıldığını görerek bir daha geriye dönüşün olamayacağını anlarlar. Aradan geçen 47 yıl içinde Matyat’lı Türkler gerçekten de bir daha köylerine dönemediler ve tüm mal varlıklarını da kaybettiler.


Konuyu AİHM’ye taşıyan Matyat’lıları kutlarım.


Yeni bir kapı açtılar.


Yağmuralan köylüleri de aynı girişimi yaparak uğradıkları soykırımı AİHM’ye taşımışlardı. Bekliyoruz.


21 Aralık 1963 sonrasında gerçekten de Kıbrıslı Türklere “Soykırım” uyguladı ve uygulattırdı katil papaz “Makarios”.


Nasıl bir din adamıysaydı da.


Türklere yasal yollardan saldırabilmek için hem Mısır’dan hem de Sovyet Rusya’dan silahlar getirtti. 12 Ocak 1964 tarihinde 1960 Kıbrıs Anayasası’na aykırı olarak yüzde 30’u Türk olması gereken 2 bin kişilik Polis kuvvetlerinden Türkleri attı ve sayısını 5 bine çıkararak tüm EOKA’cıları polis örgütü içine aldı. Amacının ve hedefinin de “Adayı Türklerden arındırmak” olduğunu da utanmadan ve içi cız etmeden açıkladı.


KKTC Cumhurbaşkanlığındaki belgelere ve Kurucu Cumhurbaşkanı R. R. Denktaş’ın yayınladığı kitaplarına göre, 21 Aralık 1963 ile 23 Mart 1964 arasındaki kısacık 90 günde aynen Matyat’lılara yapıldığı gibi doksansekiz Türk köyü yağmalanmış, yakılmış ve sonra da yıkılmış. Bu köylerin isimleri birçok belgede ve kitapta yer almaktadır. Tabii isteyen benden de bu listeyi alabilir.


Bu kısacık doksan gün içinde Türklere verilen maddi ve insani zarar gerçekten çok büyük. Manevi zarar ve işkence de öyle.


Baf kasabasında 105 Türk dükkanı ve 123 Türk evi Rumlar tarafından yakılıp yıkılırken, 140 dükkan ve 212 ev de yağmalanmış. Ekonomik olarak Türkler neredeyse sıfırlanmış. O günkü maliyetlere göre verilen maddi zarar 1 milyar dörtyüz bin TL.


Lefkoşa’da yaşayan Türklere verilen zarar ise çok daha büyük boyutlarda.


1500 adet ev yağmalanmış. Zarar 1,500,000 KL, günümüz değeri ile bir buçuk milyar TL.


65 adet ev tamamen yakılmış. Zarar 130,000 KL, günümüz değeri ile bir milyar üçyüz bin TL


Yakılan ve yıkılan Türk köylerinden Lefkoşa’nın Türk kesimine göç edenlerin uğradıkları zarar yaklaşık olarak  2,383,472 KL, günümüz değeri ile iki buçuk milyar TL


Larnaka kentindeki zarar 1,000,000 KL, günümüz değeri ile bir milyar TL.


Ada sathında yakılıp yıkılan Türk köyleri ile Girne ve Limasol kentlerindeki  Türk mülkleri ve insanlarımıza verilen manevi zarar ise bu hesaplamanın içinde değil.


Türklere verilen Telefon hizmeti zaten yok. Elektrik kısıtlı. Seyahat ve dolaşımda can güvenliği yok. Yolda yakalanan Kıbrıslı Türkler acımasızca öldürülüyor. Kıbrıslı Türklere Posta hizmeti verilmesi bile yasaklanmış.


Dünyadan iyice izole edilmiş Kıbrıslı Türkler.


Açlıktan ölmeleri, ekonomik olarak çökmeleri ve adayı ölü veya diri terk etmeleri için her yöntem uygulamaya konmuş Makarios tarfından.


Artık bu yapılanların hesabını sormak en doğal hakkımız.


1963-1974 yılları arasında bizlere acımasızca uygulanan Soykırım nedeni ile mağdur olan tüm köylülerin ve kişilerin, aynen Matyat’lılar ve Yağmuraalan köylüleri gibi birleşerek AİHM’de dava açmalarının zamanı gelmiştir.


Hiç kimse ve hiçbir güç bu dünyalar güzeli vatanımızdan bizi atamadı atamayacak da. Hakkımızı sonuna kadar aramalıyız.

12 Temmuz 2010
Matyat’lıların AİHM Davası için yorumlar kapalı
Okunma 112
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar