Maaş düşecek çalışma artacak

Maaş düşecek çalışma artacak

Ekonomik krizle mücadele eden ve bazı yabancı kişi ile siyasilerce “İnsanları Tembel ve Verimsiz” diye tanımladıkları bir ülke var.

Bazen de ara sıra kısık sesle de olsa “Sırtımızda asalak bunlar” diyenler de bulunuyor.

Ülkenin başbakanı ve zaman zaman da diğer bakanlar,sadece ekonomik krizle değil aynı zamanda Mecliste,hükümetin uyguladığı ekonomik programlara itiraz eden muhalefet partileri ile de mücadele ediyor.

Sendikalar da cabası.

Tatlı hayatın, çok az çalışarak veya da çalışıyor gibi görünerek hiç çalışmadan, emek vermeden, üretmeden para kazanmanın ve başkalarının sırtından geçinmenin son bulmasını istemeyen sendikalar her fırsatta grev yapıyorlar ve her önleme karşı çıkmak için de eylemler düzenliyorlar.

Muhalefetteki siyasi parti liderleri, ülkeyi düzlüğe çıkarmak için çalışmak yerine hükümetin ekonomik iyileştirme için gerekli olan yasaları sunduğu vakit “Hayır” diyeceklerini dile getiriyorlar.
Bu ülkenin hamisi konumunda olanlar yardım sözü veriyor ama karşılığında da kemer sıkma paketlerinin kabulü konusunda sendikaları ve sivil toplum örgütlerini kapsayan daha geniş bir uzlaşma topluluğunun oluşturulmasını ve özelleştirmenin de ivedilikle başlatılmasını istiyor.

Buna karşın bu ülkedeki muhalefet de sendikalar ile işbirliği içinde, tatlı hayat kökenli “statüko”bozulmasın diye her öneriye karşı çıkıp, bitmeyen eylemler tertip ediyorlar.

Hükümet, hamilerinin tavsiyesi ve de baskısı doğrultusunda özelleştirmeye hız vermek çabalarını başlattı.

Özelleştirilecek kurumlar arasında enerji sektöründe faaliyet gösteren Kamu İktisadi Teşebbüsü, Telekomünikasyon Dairesi ve zarar ederek devlet hazinesine yük olan diğer sektörlerdeki kurumlar var.

Hükümet bu önlemlere paralel olarak “Maaşların düşürülmesi ve çalışma saatlerinin arttırılmasından, personel sayısının ve giderlerinin kısılmasına kadar” bir dizi tedbiri yeniden gündeme getirmek arzusunda.

Bu tedbirler dizisinin içinde, kamuda görev saatlerinin haftalık 37.5 saatten 40 saate çıkarılması, fazla mesailerin kaldırılarak vardiya usulü çalışmanın getirilmesi, 13.cü ve 14.cü maaşların kaldırılması, 12 maaşın dışındaki her tür ayni veya nakdi menfaatlerin iptal edilmesi ve yıllık izin süresinin de çalışılan yıllarla orantılı olması ve bunlara benzer diğer daha az önemdeki uygulamalar yer alıyor.

Bu alınacak önlemlere devamla;

Kıdem tazminatlarınıntümden kaldırılması veya okkalı bir kesinti yapılması,

3,750 TL’den yüksek maaş alan 60 yaşından küçük emeklilerden yüzde 8 ekstra vergi alınması,

Devlet sektöründe çalışan sözleşmeli personel sayısının her yıl yüzde 10 azaltılarak, 5. yılın sonunda yarıya indirilmesi ve emekli olanların da yerlerine yeni istihdamların yapılmaması,

Orta çağda İngiltere’de İngiliz Kralı’nın ekonomik bataktan kurtulmak için icat ettiği ve günümüzde halen İngiltere’de uygulanmakta olan “Kelle Vergisi”nin de uygulamaya konması,

Düşünülen ilk vergi diliminin 2,200 TL’den başlaması ve bu uygulamaya göre aylık geliri 2,200 TL’nin üzerinde olan tüm çalışanların 4-5 yıl müddetle yüzde 3’e kadar ‘kelle vergisi’ ödemesi,

Gıda maddelerindeki tek haneli KDV’nin iki haneliye yüzdeliğe çıkarılması ile sigaraya, alkole, taşıt vergisine yeni ilave vergiler konması gündemde.

Tüm bunlara ilaveten her tür vergi muafiyetlerinin de kaldırılması planlanıyor.

Bu ülke hızla batağa doğru gitmekte ve hazinenin iflası da kaçınılmaz konumda.

Buna kapının eşiğinde dense daha doğru olacak.İşte ancak bu tedbirler alınabildiği ve uygulanabildiği takdirde söz konu ülke bataktan kurtulabilecekmiş.

Hayalinizde bu ülkenin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, kısaltılmış adıyla da KKTC’nin olduğunu düşünüyorsunuz ama yanıldınız.

Bu ülke Yunanistan.

Bu önlemleri açıklayan Başbakan Papandreu, halka ulaştıran da Kathimerini gazetesi.

Ama Yunanistan’daki durumun bize çok benzediği de su götürmez bir gerçek.

Ya biz de düzlüğe çıkabilmek için buna benzer mali tedbirleri almak zorunda kalacağız, ya da alınacak önlemlere karşı çıkmak ve statükoyu korumak amacı ile, KTHY’de aylar önce yaşandığı gibi yapılan her iyileştirme önerisine ve girişimine karşı çıkıp önce ayakta kalmayı başarabilmiş diğer kurumlarımızı da batıracağız sonra da hep birlikte batacağız.

17 Haziran 2011
Maaş düşecek çalışma artacak için yorumlar kapalı
Okunma 113
bosluk

Rumların planları suya düştü

Rumların planları suya düştü

Kıbrıs Rum tarafı 1990 yılında AB’ye aday oldu ama sınır sorunu olduğundan ve de Anayasası içeriğince Türkiye ile Yunanistan’ın üye olmadığı bir birliğe giremeyeceğinden, özellikle İngiliz Hükümeti bu başvurunun ilk zamanlarında bu üyeliğin pek gerçekleşebilme olasılığı olmadığını söylüyordu.

İmdada Yunanistan yetişti ve Almanya’nın çevresindeki küçük devletler ile Malta’yı üye yapmak girişimini fırsat bilerek, Kıbrıs’ın da bu üyelik süreci içine alınmasını aksi takdirde tüm üyeleri veto edeceği baskısını başlattı ve sonunda da başarılı oldu.

Başvurudan sonra Rum Yönetimi eski Cumhurbaşkanı Glafkos Klerides, 1993-2003 yılları arasındaki Cumhurbaşkanlığı döneminde yeni bir stratejiyi ortaya attı.

Klerides, “AB’ye üyelik için müracaatımızın nedeni siyasidir, ekonomik değildir” diyerek esas amaçlarının 21 Aralık 1963 saldırılarından sonra gasp ettikleri “Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti” unvanı altında 1960 Antlaşmalarından kurtulmak girişimlerini lehlerine sonuçlandırmak olduğunu ortaya koydu.

2002 yılında da Kıbrıs Rum Cumhuriyetinin AB’ye giriş tarihi belirginleşince, “Türkleri AB çemberine alarak Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki haklarını tümüyle yok edelim ve adanın tek sahibi olalım” düşüncesini ve stratejisini açıkladı.

Mantıklıydı bu belirledikleri strateji.

Zaten asırlardır da aynı stratejiyi Türklere karşı uygulamışlardı.

1821 Mora isyanında Türk ordusunun Atina’ya girmiş olmasına rağmen aradan sadece yedi sene geçtikten sonra Avrupa Devletlerinin Osmanlı Devletine yaptıkları baskılar ve yalan vaatler sonrasında Yunanistan Devleti kurulmuştu.

Ve ondan sonra da bir tek silah atmadan ve de savaşmadan, Avrupa Ülkeleri sayesinde Osmanlı devletinden parça parça topraklar alarak bu günkü sınırlarına ulaştılar.

Girit adasını da Avrupa devletleri yağdan kıl çeker gibi Osmanlı Devletinin elinden almışlar ve Yunanistan’a hediye etmişlerdi.

Klerides’in belirlediği strateji de tamamen bunların aynısıydı.

“Türkiye’yi silah gücü ve askeri bir saldırıyla yenmemiz olası değildir.

Türkiye’nin AB’ye katılım başvurusunu fırsat olarak değerlendirelim ve Kıbrıs adasını politik oyunlarla elinden aldıktan sonra üye olup olmaması çokta önemli değil” diyerek son aşamadaki stratejilerini de ortaya koymuştu.

O gün bu gündür, Kıbrıs Rum Cumhuriyeti, Türkiye’nin müzakere sürecini her devam ettirmek istediğinde önüne Kıbrıs’a yönelik bir takım tavizler koydu, başlıkları veto etti ve Türkiye’yi boyuna posuna bakmadan sıkıştırmaya çalıştı.

12 Haziran seçimleri bu gidişatı tersine çevirecek şekilde sonuçlandı.

Özellikle seçim sürecinde hiçbir siyasi partinin Kıbrıs konusunu propaganda malzemesi yapmaması, AB üyeliğinin hedef olarak öne çıkarılmaması, Türkiye’deki siyasi partilerin programları içinde artık Kıbrıs sorunu ile AB üyeliğinin yer almaması gerçekleri ve bu konuda ileride yaşanacakları ortaya koyuyor.

Var olduğu söylenen “B Planı”nı da adeta kendini hissettirdi bu seçimlerle.

1955-2000 yılları arasında bütün kozlar ve ipler Rumların ve yardakçılarının ellerindeyken, Kıbrıs konusunu istedikleri gibi manipüle edip, kendi çıkar doğrultularına çekmeyi başarmışlardı ama artık bu roller değişim sürecine girdi.

Şimdi mali yönden batağa saplanmış Yunanistan ile AB içinde batış sırasında 4.cülüğe oturmuş olan Kıbrıs Rum Cumhuriyetinin, bölgesel bir güç haline gelmiş ve politik oyun kurucu konumundaki Türkiye’nin karşısında hiçbir şansları kalmadı.

Elbette ki Kıbrıs konusu bundan böyle onların istedikleri yönde değil de Türkiye’nin istediği yönde gidecek.

Zaman bize bunu gösterecek.

15 Haziran 2011
Rumların planları suya düştü için yorumlar kapalı
Okunma 29
bosluk

Temmuz sonrası Kıbrıs ve Türkiye

Temmuz sonrası Kıbrıs ve Türkiye

7 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ve Rum Cumhurbaşkanı DimitrisHristofyas’ınCenevre’de yapacakları üçlü görüşme,Kıbrıs konusuna çözüm getirmek çabalarında bir dönüm noktasını oluşturacak.

7 Temmuza kadar Türkiye Cumhuriyeti’nde yeni hükümet kurulmuş ve programı da TBMM’de okunarak onaylanmış olacak. Bu programın içindeki Kıbrıs konusu da geçmiştekilerden daha farklı düşünceler içerek.

Türkiye Cumhuriyeti’nin seçim sonrası ilk hükümeti Kıbrıs konusuna, Orta Doğu’daki yeni oluşumları ve Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarının varlığını da dikkate alarak yeni bir strateji ile yaklaşacak.

7 Temmuza kadar Suriye’deki halk hareketi, Orta Doğu’da gerginliği daha da yukarılara çekebilecek bir aşamaya gelmiş olacağından, Kıbrıs konusu Türkiye için kendi haklarına halel gelmeden çözmesi gereken çok önemli bir konu düzeyine kendiliğinden yükselmiş olacak.

BM’nin, ikinci döneme aday Genel Sekreteri Ban Ki Moon, 7 Temmuz’da Cenevre’de gerçekleşecek üçlü görüşmeden sonra uygulanacak bir planın hazırlığı içinde.

İlk aşamada BM, Kıbrıs sorununun önemli boyutlarının görüşülmesi ve müzakerelerin hızlandırılması için gerekli koşulların meydana getirilmesini planlıyor.

Öncelikle de uygulanacak prosedüre netlik kazandırmak için çalışmalar şimdiden başlatıldı. Söz konusu planın prosedür aşamasının başlayabilmesi için de taraflar arasında bir uzlaşı olması gerekiyor. Bu uzlaşı var olan altı (buçuk) başlığın hangi sırayla ve nasıl görüşüleceği ve sonuca bağlanacağı konusunda olacak.

İkinci aşama olan Al-ver’in kolaylaştırılması için başlıkların birleştirilmesine mi çalışılacağı ise halen tartışmalı bir durumda ve herhangi bir netlik de kazanmadı. BM endirekt olarak, Kıbrıs Türk ve Rum tarafına“prosedürüsaptamaları” gerektiğini birkaç kez iletti.

Sonra da sırası ileAl-Ver sürecinin başlaması ve en sonunda da 1959 Şubatında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin varlığını ortaya çıkaran Zürih ve Londra Konferansları benzeri Uluslararası bir konferansla liderlerin varacakları anlaşmanın uluslararası bir nitelik kazanmasını sağlamak.

Bu plan doğrultusunda BM, kesin bir takvim açıklamamış olsa da kulaklara bir takvimi fısıldamaya başladı.

Bu takvime göre taraflardanyılsonu veya ikinci alternatif olarak 2012’nin ilk aylarındaçözüme ulaşılması talep ediliyor.

Bu doğrultuda da açık sözlülükleBM’nin hedefinin, Kıbrıs Rum Cumhuriyeti tarafından AB dönem başkanlığının devralınmasından önce bir anlaşmaya varılması olduğu çeşitli diplomatik kaynaklarca dile getiriliyor.

Belli ki BM, mevcut prosedürü sona ulaştırmak doğrultusunda kesin bir karar almış durumda. Bu nedenle de Cenevre’de yapılacak 7 Temmuz üçlü görüşmesini prosedür açısından istasyon olarak görmekte ve bunun son olmasına izin vermeyerek hemen arkasından yılsonuna kadar uzanan bir yol haritası belirleyecek.

28 Mayıs’da Rum tarafında yapılan seçimlerin sonucunda yer değiştiren bir tek sandalyenin, mevcut prosedürü çıkmaza doğru sürükleyeceği de su götürmez bir gerçek.Hristofyas, iç ve dış politik çıkarların birbirine ters düştüğü kısır bir döngü kapanı içine girdi ve bu durum da politik hayatının sonunu getirecek.

Hristofyas, AB dönem başkanlığını Kıbrıs sorunu çözülmüş olarak veya çözümsüz şekilde icra etme konusunda halen net kararını vermiş değil ve bu konuyu da şimdilik oluruna bırakmış durumda.

Kendisi oluruna bıraktı ama Brüksel pek öyle değil. Kıbrıs’ın dönem başkanlığı konusunda Brüksel de çeşitli kaygılar olduğu ve çeşitli senaryolar üretildiği uzaktan uzağa işitilmekte.

Genel Sekreterlikteki Kıbrıs sorunu yetkilisi LynnPascoe’nun, BM’nin Kıbrıs sorunu için fazlaca çaba, zaman ve para harcadığını, bir noktada buna son verilmesi gerektiğini her fırsatta dile getirmeye başlaması, BM’nin artık Kıbrıs konusunda bir doyuma ve bıkkınlığa ulaştığının ön habercisi.

Bütün bu planlamalar ve hesaplamalardan sonra kağıt üzerinde kusursuz gözüken BM planı, “evdeki hesap çarşıya uymayabilir” misali Orta Doğu’daki gelişmeler, Akdeniz’deki hidrokarbon yatakları ve Türkiye’nin politik ve ekonomik gücüne bağlı olarak bölgesel çıkarları nedeni ile her an değişebilir.

13 Haziran 2011
Temmuz sonrası Kıbrıs ve Türkiye için yorumlar kapalı
Okunma 31
bosluk

Rum tarafında siyasi çatışma

Rum tarafında siyasi çatışma

Kıbrıs Rum tarafında 28 Mayıs günü yapılan seçimler sonucunda yer değiştiren bir tek koltuk, ileriki aylarda ve Kıbrıs Müzakerelerinde fırtınaların kopacağını gösteriyor.

2006 yılında yapılan Kıbrıs Rum Temsilciler Meclisi seçimlerinde AKEL 20, DISI 19, DIKO 9, EDEK 5, AVRO.KO 2 ve EKOLOGLAR 1 milletvekili çıkartmışlardı.

2011 yılında yapılan seçimlerde ise AKEL 19, DISI 20, DIKO 9, EDEK 5, AVRO.KO 2 ve EKOLOGLAR 1 milletvekili çıkardı.

Son seçimde AKEL’denDISI’ye geçen bir tek koltuk tüm dengeleri bozmaya yetti.

Dengeleri bozmaktan da öteye, müzakerelerin gidişatını da çok etkileyecek o bir tek koltuk.

Tabii bu bir koltuk tek başına bunu başarmadı.

Yanında DIKO Milletvekili ZahariasKulias’ın desteği de bulunuyor.

Meclis Başkanlığı seçimlerinde kendi partisi olan DIKO’nun adayı DIKO Genel Başkanı MariosKaroyan’a oy vermeyen Kulias, muhalefetin adayını destekleyince EDEK Başkanı Omiru Meclis Başkanı seçildi.

Kulias’ın iddiası, DİKO Başkanı MariosKaroyan ve çalışma arkadaşları,DİKO’yu Annan planını yeniden gündeme getirmeye çalışan Hristofyas’ın ayakçısı, AKEL’in uydusu ve Downer’ın papağanı haline getirdiği idi. Bu nedenle de DIKO’dan ihraç edilmeyi göze alarak, kendi genel başkanı aleyhine oy kullandı ve düşündüğü gibi de partiden ihraç edildi.

Edilmeye edildi ama bu sefer de Kulias’ı destekleyen partililer DIKO Yönetimine büyük baskı yapmaya başladı.

Beklenilmeyen bir müdahale de Strazburg’ta olduğu için Kulias’ın partiden ihraç kararı alınan parti Yürütme Kurulu toplantısına katılamayan DİKO’lu Avrupa Milletvekili AntigonisPapadopulos’dan geldi. AB Milletvekili Papadopulos,Kulias’ın ihraç kararına karşı çıktı ve Genel Başkan MariosKaroyan’ı, Genel Başkanlıktan çekilmezse, partiden ayrılmakla tehdit etti.

DIKO ister istemez ya AKEL ile son beş yıldır sürdürdüğü koalisyona ve dayanışmaya bir son vermek zorunda kalacak ya da Hristofyas’a isteklerini dikte ettirerek müzakerelerin çıkmaza girmesine yol açacak.

Başka bir alternatifi yok.

Genel Başkan Karoyan’ın, koltuğunu koruyabilmesi ve parti için başkaldırıyı önleyebilmesi içinDİKO-AKEL koalisyon koşullarını yeniden gözden geçirmesi ve Hirstofyas’a isteklerini kabul ettirmesi şart.

Kulias’ın ihraç edilmesinden hoşnutsuz olan partilileri sakinleştirmek maksadıyla DIKO,AKELile uzlaşı için “Koalisyona Devam” görüşmelerinde daha fazla sert olmak zorunda kalacak. Özellikle de Kıbrıs sorunu ve Müzakerelerde Türklere verilen veya verilecek tavizler,

Ekonomi ve Savunma konularında belirgin ve Türk tarafınca kabul edilemeyecek talep ve davranışlar isteyecekler Hristofyas’tan.

Hristofyas bu koşulları kabul etmezse, arkası ayrılık olacak ve karşısında da, kendisinin Meclisteki 19 koltuğuna karşın, Rum Ortodoks Kilisesi destekli 39 sandalyeli bir muhalefet bulacak.

Cumhurbaşkanı Eroğlu ile sürdüreceği her görüşme sonrasında acımasızca eleştirilecek ve Şubat 2013 tarihinde yapılacak seçimleri kaybetmesi daha bu günden garantilenecek.

Eğer Hristofyas, koalisyon ortağı DIKO’nun“Koalisyona Devam” için masaya koyacağı ilave koşulları kabul ederse, bu sefer de ortağını gücendirmemek ve arkasındaki desteği kaybetmemek için müzakerelerde son derece katı, hırçın ve uzlaşmaz olmak zorunda kalacak.

Bu tavır uluslararası ortamda Rumlara, saygınlık ve inanç kaybettirecek.

AKEL-DIKO Koalisyonunda bu yeni koşullardan ve parti içi gerginlikten sonra ayrılık olsa da, beraberce yola devam edilse de, müzakerelerin bariz bir şekilde çıkmaza gireceği kesin.

10 Haziran 2011
Rum tarafında siyasi çatışma için yorumlar kapalı
Okunma 30
bosluk

Kültürü yaşatma

Kültürü yaşatma

Hafta sonunda İzmit Körfezi çevresindeki Balkan ve Rumeli Türkleri Dayanışma Derneklerinin bir çatı altında Kocaeli’nde organize ettikleri 12. Helva Şenliğindeydim.

Çeşitli Kültürel faaliyetlerle tam bir hafta süren bu güzel etkinliğin kapanış kutlamalarına katıldım.

Kapanış törenlerinde Protokol sıralamasına göre yapılan konuşma düzeninde en son konuşmayı bana yaptırdılar. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine karşı olağan üstü bir sevgileri vardı Balkan ve Rumeli Göçmenleri kardeşlerimizin.

Kürsüden okuduğum Cumhurbaşkanımız Sayın Dr. Derviş Eroğlu’nun gönderdiği kutlama mesajına gösterdikleri coşku ve Kurucu Cumhurbaşkanımızın sağlığının iyiye doğru gitmekte olduğunu vurgulayan sözlerimden sonra katılımcıların hep bir ağızdan biran evvel Kurucu Cumhurbaşkanımızın sağlığına kavuşabilmesi için dua etmeleri gerçekten de görülmeye değerdi.

Görmekten de öteye yaşanmaya değerdi.

O sevgi fırtınasını anlayabilmek ve hissedebilmek için yaşamak gerekli.

Bu sevgiyi kelimeler ile tanımlamak veya tarif etmek olanaksız.

Bu katılımda beni en çok etkileyenlerden bir tanesi de Balkan ve Rumeli Türklerinin kültürlerini yaşatmak ve kuşaktan kuşağa aktarmak için gösterdikleri çaba ve bu yolda elde ettikleri başarıydı.

Balkanlara ve Rumeli’ye özgü onsekiz ton helva pişirdiler kocaman meydandaki kazanların içinde.

Yaklaşık altı saat hiç durmaksızın karıştırılmaları gereken bu helvanın yapımında, “Helvacı Başı”nın gözetiminde herkes, boyları neredeyse bir metreden biraz daha fazla olan ve kalınlıkları da dört santim civarındaki tahta kaşıklarla bu kazanları sırayla karıştırdı.

Tabii ben de karıştırdım.

Helva’nın pişirilmesi bitince en ortadaki helva kazanının kapağı “Başlık Parası” ile açıldı, kendine has tekerlemeleri ve düzeni ile aynen bir yerel düğündeki gelinin duvağının açılışı gibi.

Kapaklar açılıp helva dağıtımı başlayınca da kına gecesi ve kına yakma töreni başladı hemen.

Gelinin kıyafeti gerçekten de görülmeye değerdi.

Tamamen Balkanlara ve Rumeli’ye özgü, rengârenk ışıl ışıl, bendolu, süslerle donanmış yemenili, ipek kuşaklı, simli, yaldızlı çok hoş bir kıyafetti genç kızın giydiği.

Yanında damadı yoktu.

Anlaşılan kınayı hanımlar kendi aralarında yaktılar yüzyıllarca. Sonra da küçük kurdelelere sarılı kınaları bizlere de dağıttılar.

Ve asıl bundan sonraki gelişmeler benim çok dikkatimi ve ilgimi çekti.

Kendine has ve adına “Aksak Ritim” denilen tempo ile yüzyıllar içinde bestelenmiş ve halka mal olmuş o güzel, fıkır fıkır, lirik Rumeli ve Balkan müziği çalmaya başladı. Çalanlar ve söyleyenler de gene kendi aralarından yetişmiş kişilerdi.

Boyutları benim gözüme göre yaklaşık 50 x 50 metre kare şeklinde olduğu gözüken pist veya gösteri alanı veya adına ne derseniz deyin bir anda,dakikalar önce iskemlelerinde keyifle oturmakta olan yüzlerce katılımcıyla doldu.

Siz deyin beş yüz, ben diyeyim bin kişi.

Hemen iç içe üç sıra halinde halay ekibi oluşturdular ve o güzel folklor danslarını hep birlikte, kitle halinde arka arkaya döktürdüler.

İşin ilginç tarafı beş yaşındaki kız çocuğu ile on sekiz yaşındaki delikanlı, kırk yaşındaki bir anne ile yetmiş yaşındaki bir dede, aksamasız o hızlı tempoda aynı hareketleri, aynı figürleri yapıyorlardı.

İnanılır gibi değildi.

Ne haremlik vardı ne de selamlık.

Halayın içine girmek isteyen bir bayan, el ele tutuşan iki erkeğin ellerine eliyle vurup kendine yer açıyordu hemen.

Aynı şekilde de bir erkek, el ele tutuşan iki bayanın ellerine vurup araya giriyordu.

Federasyon Başkanı Sn. Sinan Balkan’a sordum nasıl olup da herkesin ayni figürleri aksamasız yapabildiğini.

Bunun yanıtı, son yirmi yıldır beş yaşından itibaren tüm çocuklara folklor eğitimi verdikleriydi.

İşin ilginç tarafı, katılımcılar hep bir ağızdan çalınan melodiyi yöreye göre, o yörenin dili ile söylüyorlardı.

Bazen Türkçe, bazen Bulgarca bazen de Makedonca.

Balkan ve Rumeli Türklerinin sayıları on altı milyonmuş tüm Türkiye’de.

Çok büyük bir kitle.

Ve edindiğim en önemli bilgi de, 1392 yılında Balkanlara ve Rumeli’ne başlayan yerleşimin Konya Karaman bölgesinden olduğuydu.

1571’de bizlerin ataları da oralardan gelmişti Kıbrıs’a.

Balkan ve Rumeli Türkleri gerçekte bizlerin uzak akrabaları.

8 Haziran 2011
Kültürü yaşatma için yorumlar kapalı
Okunma 29
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar