Vur KKTC’ye korkma

Vur KKTC’ye korkma

Türkiye’de bazı medya kuruluşlarınca KKTC’yi ulu orta suçlamak bir alışkanlık, bir gelenek oldu artık.

Tam “Vur abalıya” misali olur olmaz, bu kişiler ilgili ilgisiz her konuda KKTC’yi suçlu sandalyesine oturtuyor ve veryansın ediyorlar.

Çok değil daha üç beş ay evvel sahte diploma haberi yer almıştı Türkiye Medyasında. Hemen Türk basınında suçlanan KKTC Üniversiteleri oldu.

Ne bu diplomaları basan kalpazanların suçu vardı ne de bunları satın alanların.

Tek suçlu KKTC üniversiteleri oldu, sanki de kendileri hazırlamış bu sahte diplomaları gibi.

Önce İstanbul Sancaktepe’de basıldı kalpazanların matbaası sonra da Van’da.

Tek bir yer yetmemiş, birkaç şehirde kurmuşlar üretim tesislerini bu kişiler.

Ele geçirilen malzeme ise akıllara durgun verecek düzeyde. 9 bin 808 üniversite ve liselere ait diploma, 1120 tanzim edilmemiş ustalık belgesi, 360 tanzim edilmemiş özel güvenlik görevlisi kimlik kartı, değişik isimler adına düzenlenmiş 12 üniversite diploması, farklı kurum ve kuruluşlara ait 58 mühür, farklı kurum ve şahıslara ait 79 kaşe, üzerinde Sağlık Bakanlığı’nın ibaresi bulunan sahte diploma yapımında kullanılan 21 bandrol, değişik kurumlara ait 14 boş kimlik kartı ve bunların yapımında kullanılan elektronik cihazlar.

Devlet Dairelerinde bile bu denli stok yok. Tam organize olmuşlar.

Ama bakın ki suçlanan KKTC Üniversiteleri oldu.

Öyle bir çamur atıldı ki KKTC üniversitelerinin üzerine, temizleyebilirsen temizle.

Daha sular durulmadan bu sefer de KKTC’den Türkiye’ye ihraç edilen patatesler hastalıklı diye Mersin Gümrüğünde durduruldu ve geri çevrildi.

Aynı patatesler AB ülkelerine girebildi ama Türkiye’ye giremedi. Gerek Ankara’daki laboratuvarda gerekse de Lefkoşa’dakinde yapılan analizler temiz çıktı ama herkesin aklında patateslerin hastalıklı olduğu kaldı.

Şimdi de sahte içki olayı, daha işin başında KKTC’li üreticilerin sırtına yüklendi hemen ve derhal.

Maksat KKTC’den Türkiye’ye ihraç edilen içkilerin önünü kesmek, isimlerini lekelemek.

Rum basınında ve Rus basınında hemen yer aldı bu sahte içkilerin KKTC’den gönderildiği haberi.

Hele Rumların yerel gazetelerine attığı “Sahte devletin sahte içkisi” başlığı da çok aşağılayıcı ve acıtıcıydı.

Yapılan araştırmalar, Bodrum’da 3 kişinin ölümüne neden olan ve içinde olması gerekenin 3 katı metil alkol saptanan “Mister Burdon” markalı alkollü içkinin Bulgaristan’da üretildiğini ortaya çıkardı.

Türkiye Tarım Bakanlığı’nca yapılan incelemede, teknede bulunan EagleBlow marka votka ve cinde, “Mister Burdon” marka viskide ve 7 farklı marka rakı ile Blu-Energizer ve Dragon marka enerji içeceklerinde yapılan analizler sonucunda “Mister Burdon” marka viskide normal değerden yaklaşık 3 kat fazla metil alkol tespit edildi.

Bu içkilerden sadece EagleBlow KKTC’de üretilmiş ve Türkiye Tarım Bakanlığı’nca yapılan analizler sonucunda da Türk Gıda Kodeksine tam olarak uygunluğu tespit edilmiş.

Ülkemizde alkolü içecek üretimi yapan 4 şirket bulunmakta ve hepsi de en son teknolojiyi ve makineleri kullanarak üretimlerini gerçekleştirmekte. Nereden bilmeme gerek yok. Hepsini de ziyaret ettim ve gözlerimle de gördüm.

Standartları ve Teknolojileri ile gurur duydum.

Ama ilk gün Türkiye basınında, bu üreticilerimize atılan çamur yerinde duruyor. Sonradan yalanlama çıkması bu çamuru silmeye yeter mi, emin değilim.

KKTC Ankara Büyükelçiliğinin, bu haberi basan ve yayan gazeteyi ve medya kuruluşunu dava etmesi ve yüklü bir tazminat ile özür talep etmesi gerekmektedir.

İkide birde KKTC’yi, suçlamayı adet edinmiş bu kişilere artık iyi bir dersin verilmesinin zamanı geldi, geçiyor bile.

6 Haziran 2011
Vur KKTC’ye korkma için yorumlar kapalı
Okunma 49
bosluk

Hristofyas’ın itirafları

Hristofyas’ın itirafları

1 Haziran Çarşamba günü yapılan Cumhurbaşkanları görüşmesinden sonra basına düşen açıklamaların içindeki bir bölüm belli ki insanımızın çok dikkatini çekmiş.

Perşembe sabahı erken saatlerde gittiğim Mağusa’nın açık pazarında birçok kişi bana hem görüşmelerin nasıl gittiğini hem de özellikle Hristofyas’ın geçmiş CTP liderleri ile kapalı kapılar arkasında yaptığı “AKEL ve CTP’ye Özel” antlaşmayı dile getiren sözleri ile ilgili doğrudan ve ilişkili sorular sordular.

Sordukları soru Hristofyas’ın “AKEL ile CTP temsilcileri olarak rahmetlik Özker Özgür ve Mehmet Ali Talat’la yaptığımız anlaşma masaya gelsin, ben imzalamaya hazırım” şeklindeki sözleri ve bu anlaşmanın ne olduğu ile neleri içerdiği şeklindeydi.

Haberin yerli ve yabancı basına yansıyan şeklinde, Çarşamba günkü toplantıda bunun bir şekilde dile getirildiği ve Kıbrıs Rum Cumhurbaşkanı Hristofyas’ın da böyle bir anlaşmanın olduğunu, hatta bir dosya halinde Sayın 2. Cumhurbaşkanı Talat’a verdiğini de söylediğinin yer alması bir çok insanımızı bayağı meraklandırmış.

Meraklandırmaktan da öteye hem ilgilerini çekmiş hem de bu açıklamayı soruşturmak gereğini duymuşlar ki Hristofyas’ın bu sözlerinin içeriğinin doğru olup olmadığını benden öğrenmek istiyorlardı.

Orta yaşın üzerinde olan bazıları da bu konu ile ilgili olduğunu varsaydıkları bir başka ilintili soruyu da dile getirmeden edemediler.

Sordukları bu ilintili soru da Barış Harekâtından hemen sonra 1975 yılında kurulan ve CTP’nin resmi yayın organı olarak bilinen “Yeni Düzen Gazetesi”nin ilk matbaa makinelerinin AKEL’in girişimleri ve parasal katkıları ile dönemin Doğu Almanya Devlet Başkanı Erich Honecker’in de onayıyla Alman Demokratik Cumhuriyeti tarafından gönderilip gönderilmediğiydi.

Tabii sorunun şekli ve içeriği benim yazdığım şekil ve düzgünlükte değildi. “AKEL değil miydi ya Yeni Düzenin matbaa makinalarını ödeyen, Doğu Almanya da gönderen. Hepsi da Komünist. Tabii anlaşacaklar” şeklindeydi.

Sorumuydu yoksa soru şeklinde açıklama mıydı yoksa da soru şeklinde bir bilinmeyeni bilgiç bir şekilde dile getirmek miydi, çok da emin değilim.

Önemli olan Hristofyas’ın, uzun yıllar bir varsayım veya söylenti olarak kabul gören ama hiçbir zaman taraflarca teyit edilmeyen veya doğrulanmayan, AKEL ile CTP liderlerinin basının, partililerin ve vatandaşların ve belki de dönemin Türkiye Hükümetinin de bilgisi dışında gözden, uzak bir yerde toplanıp Kıbrıs konusunun çözümü ile ilgili bir takım temel parametreleri saptadıklarını ve bu konuda da bir anlaşma imzaladıklarını inkâr etmemesi ve resmen dile getirmesi.

Bu anlaşmanın ne vakit yapıldığının, hazırlık ve çalışma döneminin ne kadar sürdüğünün, toplantıya kimlerin katıldığının, içeriğinde nelerin olduğunun, olası bir çözümde Kıbrıslı Türklerin haklarının neler olduğunun ve de bu anlaşmayı kimlerin imzaladığının açıklanması gerekmektedir.

Hristofyas belki de iç tribünlere oynamak için bu sözleri söylemiştir.

Belki de dün seçilen Rum Temsilciler Meclisi Başkanlığına kendilerinin desteklediği adayın seçilebilmesi için gerek Yeşillerin (Ekologların) bir oyunu gerekse de DIKO içindeki ayrılıkçı Kulias’ın oyunu alabilmek için söylemiştir veya da Meclis Başkanlığı seçiminden sonra ufukta hayal meyal gözükmeye başlayan Şubat 2013’de yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde daha şimdiden tehlikeye girmiş olan koltuğunu kurtarmak için söylemiştir, ama söylemiştir.

“Yaydan çıkan ok ile ağızdan çıkan söz artık sahibinin değildir” atasözüne uygun olarak bu açıklama bir daha geri alınamayacak şekilde tarihin kayıtlarına düşmüştür.

Yapılması gereken bir tek davranış kalmıştır artık.

O da bu anlaşmanın içeriğinin ne olduğu ve halka rağmen niye böylesi bir anlaşma yapıldığının gerekçelerinin açıklanmasıdır.

3 Haziran 2011
Hristofyas’ın itirafları için yorumlar kapalı
Okunma 27
bosluk

Kıtalı hastanemiz

Kıtalı hastanemiz

Geçenlerde basınımızda, saygın bir köşe yazarının Türkiye’deki hastanelerin KKTC hükümeti tarafından gönderilen hastalara çıkardıkları faturalar ile ilgili yazısını okumuştum.

Yazı çok ilgilimi çekti.

Yazıda özetle, Türkiye’deki hastanelerin Sigortalı Hastaya veya Devlet eli ile sevk edilen hastalara çıkardıkları fatura ile hastaların ceplerinden nakit veya kredi kartı ile ödeyeceklerini beyan ettikleri fatura arasında büyük farklar olduğundan bahsedilmekteydi.

KKTC Sağlık Bakanlığının Kurul kararı ile Türkiye’deki çeşitli hastanelere tedavi amaçlı gönderdiği hastalarının faturaları son birkaç yıldır düzenli olarak ödenemediği için bazı hastaneler KKTC Sağlık Bakanlığı kanalı ile kendilerine gönderilen KKTC’li hastaları kabul etmemek kararı almışlar.

Basında çıkan haberlere göre hala ödenmediği iddia edilen miktar 2 buçuk Milyon TL’den fazla imiş.

Bu miktara hastaların ve refakatçilerinin hastane dışındaki hizmet alımları için harcamak zorunda kaldıkları miktar dahil değil.

Son bir haftadır Kurucu Cumhurbaşkanımızı ziyaret etmek amacı ile neredeyse her gün Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine gidiyorum.

Öğretim üyesi olduğum için de, birazcık da ayrıcalıklı olarak başhekimle, Nöroloji Ekibi Başkanıyla, Damar ve Sinir Cerrahıyla ve de Göğüs Hastalıkları Ekibi başkanıyla rahatça konuşup bilgi alabiliyorum.

Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesini açıldığından beri hiç bu kadar yakından görmemiş, kullandığı cihazlarla ilgili de hiç bu denli detaylı bilgim olmamıştı.

İdari personel, ön büro elemanları ve hizmetlilerin tümü de işlerini güler yüzle ve içtenlikle yapıyorlar.

Konuştuğum birkaç hasta ailesinin izlenimleri bu güne değin pek duymadığım düzey ve içerikte.

Hastanın ve ailesinin daha kapıdan girer girmez edindikleri izlenim son derece olumlu.

Kendilerini güven verici bir ortamda ve emin ellerde hissediyorlar, daha içeriye geçip hemşireler, doktorlar, operatörler, uzmanlar ve diğer tıp mensupları ile tanışıp görüşmeden bile.

Üniversitenin Tıp Fakültesi Hastanesinde görev yapan ve aynı zamanda da Tıp Fakültesinde çalışan öğretim elemanlarının hepsi de kendi alanlarında uzman olmuş tıp mensupları.

Tanınan, bilinen, meslek hayatları başarılar ile dolu saygın kişiler.

Hastaneye alınan alet ve cihazların ise en son model olmalarına çok dikkat edilmiş.

Damar Cerrahı olan doktorumuz, ben bu hastanede sırf bu alet var diye görev yapmayı kabul ettim diyecek denli açık sözlü.

Bu sözü de hastanede kullanılan tıbbi cihazların kalitesini ortaya koyuyor.

Eskilerde, yetenekli sanatkarların ortaya çıkardıkları mükemmel yapıtlar için söylenen bir atasözümüz vardı “Alet yapar el övünür” diye.

Bu hastanede de hem sanatkârlar çok yetenekli, hem de aletler.

Bu nedenle de bakımın ve tedavinin sonucu beklenenin ve bugüne değin alışılagelmişin çok üstünde.

Hastalar ve refakatçi aileler için akla gelebilecek herşey düşünülmüş. Özellikle içinde adeta kıskançlıkla ve de imrenerek yemek yediğim Hastane Kafeteryası ise hem hizmet yönünden hem de kalite yönünden tek kelime ile mükemmel.

Beni en çok memnun eden ise Hastanenin Kıbrıs’ın dört bir köşesinde kol gezen “Kanser” adlı amansız hastalığı, birincil hastalıklar olarak dikkate almış olması.

En yaygın türleri ile savaşmak için özellikle de Onkoloji bölümünde 6 alt bölüm oluşturulmuş ve uzman doktorları da günde 24 saat görev başında.

Türkiye’deki hastanelerle kıyaslandığı vakit, hizmeti daha üst düzeyde, ücreti de neredeyse üçte bir oranında olan bir hastanemiz varken ve de “Bir kıtalı gibi adada yaşarken”, artık yurt dışına hasta gönderilmesine gerek var mı diye de ciddi ciddi düşünmeye başladım.

1 Haziran 2011
Kıtalı hastanemiz için yorumlar kapalı
Okunma 38
bosluk
  • Sayfa 3 ile 3
  • <
  • 1
  • 2
  • 3
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar