Rusya Gözünü Kıbrıs’a Dikti

Rusya Gözünü Kıbrıs’a Dikti
Russia’s New Morsel: Cyprus by Ata ATUN

Rusya Gözünü Kıbrıs’a Dikti by Ata ATUN

Suriye’de nelerin olacağı, nelerin yaşanacağı ve geleceği kendi tarihi içinde yazılı.

Orada olan biteni anlamak için tarihine bakmak yeterli.

Çok gerilere gitmeye de gerek yok. Yakın tarih zaten konuşuyor.

1920-1946 yılları arasında Suriye’de süregelen Fransız Sömürge Yönetiminden kurtulmak isteyen Suriye halkı, 1943 yılında II. Dünya savaşını ve Almanların Fransa’yı işgalini fırsat bilerek bir ayaklanma başlatmıştı.

Aradan geçen iki yılın sonunda pes eden Fransa, belli bir takım menfaatleri elde etmeden Suriye’den çıkmak istemeyince, 1945 yılının Mayıs ayında başkent Şam ve diğer önemli kentler olan Halep, Humus ve Hama’da Fransa sömürge yönetimine karşı başkaldırı hareketleri başladı. Tüm Suriye’ye yayılan isyanı bastıramayan Fransa, 15 Nisan 1946 tarihinde askerleri ve yöneticileri ile birlikte Suriye topraklarından çekilmek zorunda kaldı.

Şükrü el-Kuvvetli başkanlığında kurulan Bağımsız Suriye devleti, dünyaya gözlerini açar açmaz müthiş bir iktidar ve menfaat savaşı ile karşılaştı. Fransa sömürge yönetiminin askeri ve ekonomik gücü ile bastırmayı başardığı Suriye’de bağımsızlık döneminde baskı ortadan kalkınca da ortaya çıkan mevcut dini ve ırksal ayrılıklar ülkeyi ikinci bir iç savaşın içine sürükledi. Bunun akabinde de arka arkaya askeri darbeler yaşandı.

Çok değil sadece 50-60 sene evvel yaşandı bu olaylar Suriye’de.

Suriye ekonomisini yüzyıllardır ellerinde tutan ve orduya hakim olan Halepli zengin aileler, Suriye siyasetinde son birkaç asırdır söz sahibi olan Şamlı politikacılar, kırsal kesimin mutlak yöneticileri olan kabile reisleri, Aleviler, Sunniler, Hıristiyanlar ve son elli yıla damgalarını vurmuş olan Nusayriler iktidar uğruna birbirlerine girdiler ve müthiş bir kavga yaşandı Suriye’de.

Suriye Devleti, Osmanlı döneminin son bulmasından sonra gerek Fransız Sömürge Yönetiminde gerekse de bağımsızlık döneminde, adı “Suriye” olan uluslararası politik bir varlık olabildi ama hiçbir zaman ortak anlayışa ve ulus devlet düşüncesine sahip homojen “Millet”li bir ülke olamadı.

Bu nedenle de Beşar Esed gidince, geçen asrın ortalarında yaşanmış olan aynı olaylar tekrar yaşanacak Suriye’de. Kaçınılmaz bir gelecek bu Suriye için.

Baas’cıların da artık işbaşına gelemeyeceği kesin. Eninde sonunda iktidarı devralacak olan Özgür Suriye Hükümeti, ele geçirdiği tüm Baas’çıları bir şekilde cezalandıracak.

Rusya bunun farkında. Yukarıda saydığımız tüm nedenlerden dolayı Lazkiye limanındaki deniz üssünü,, Hafız Esad döneminde başlayan Suriye-Rusya yakınlaşmasına/dostluğuna dayalı eski koşullarda kullanamayacağını çok iyi biliyor ve Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan hidrokarbon yatakları nedeni ile müthiş bir stratejik önem kazanan bu bölgeden ayrılmak zorunda kalmak istemiyor.

Doğu Akdeniz’deki askerî varlığını yükseltmesinin tek nedeni artık Suriye’nin içerisinde bulunduğu savaş hali değil, bölgedeki enerji yataklarının güvenliğini denetim altına alma gereksinimi.

Bu anlamda Rusya’nın bölgede yerleşebileceği tek yer, son ve tek bir seçenek konumuna gelmiş olan Güney Kıbrıs.

Rum tarafının ekonomik olarak batmış olması, Rusya’nın ekmeğine bal sürmüş durumda. Putin, para gücü ile Güney Kıbrıs’ı satın alabileceğine ve bir takım ayrıcalıklar elde edebileceğine inanıyor.

Rusya işe Yunanistan’dan başladı ve enerji ile ilgili tüm şirketlerini ya satın aldı, ya da ortak oldu ve yönetim kurullarına da kendi adamlarını yerleştirdi.

Şimdi de batak haldeki Kıbrıs Rum yönetimine Güney Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlayacak petrol ve doğalgaz boru hatlarının idari ve stratejik denetiminin kendilerine satılması veya verilmesi karşılığında 5 milyar Euro tutarında ‘kolay kredi’ vermeyi masaya koydu.

Kıbrıs Rum tarafı, bir taraftan İsrail’e kaptırdığı Münhasır Ekonomik Bölge hakları ile diğer taraftan Fransa’nın kullanımına açmak zorunda kaldığı Andreas Papandreu askeri havaalanı ile Rusya’nın kullanımına vermek zorunda kaldığı Tatlısu (Mari) ve Terazi (Zigi) deniz üssü ile ve de İran’a verdiği tavizlerle tam bir “Yedi Kocalı Hürmüz” görünümünde.

O yüzden Güney komşumuz yakında kendi toprakları içinde azınlığa düşerse şaşmayacağız.

 

Ata ATUN

ata.atun@atun.com

http://www.ataatun.com

13 Ağustos 2012

 

 

 

 

 

12 Ağustos 2012
Rusya Gözünü Kıbrıs’a Dikti için yorumlar kapalı
Okunma 94
bosluk

Kıbrıs’ta Gevşek Federasyon Oyunu

Kıbrıs’ta Gevşek Federasyon Oyunu
Nicos Anastasiades by Ata ATUN

Nikos Anastasiadis by Ata ATUN

Son günlerin popüler söylemi “Gevşek Federasyon” konusunda son altı aylık Rumca gazeteleri iyice taradım.

Gazeteleri taramamın nedeni de, bu fikrin veya da yeni çözüm tarzının bizden değil de Rumlardan çıkmış olması.

Güney Kıbrıs Rum Yönetiminde Şubat 2013 tarihinde yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylığını açıklayan DISI Başkanı Nikos Anastasiades ile “Topal Ördek” Hristofyas’ın, EDEK Genel Başkanı ve Rum Meclisi Başkanı Omiriu’nun, DIKO başkanı Karoyan’ın, EVRO.KO Başkanı Şilluris’in, adları “Ekologlar” olmasına rağmen kendileri aşırı milliyetçi olan “Yeşiller”in başkanı Perdikis’in “Gevşek Federasyon” ile ilgili haber veya söylemlerini toparlayıp bir dosya haline getirdim.

Bu konuda konuşan sadece Anastasiades. Gerisi hep muhalefet etmiş.

Muhalefet söylemlerini ayrı bir yere koydum.

Önemli olan Anastasiades’in söylediği değil aklındakinin veya da kafasının arkasındakinin ne olduğudur.

Anastasiades’i iyi tanırım.

1981’den beri Rum Temsilciler Meclisinde Milletvekilidir. 1997’de de DISI Başkanı seçildi. Atina’nın Ulusal ve Kapodistrian Üniversitesi mezunu iyi bir hukukçudur.

Bu yeteneklerini bildiğim için içimde kuşku var Anastasiades’in bu düşüncesi ile ilgili olarak.

Aslında 2004’lerden beri bu düşüncesini, bazen açık, bazen de örtülü olarak  ortaya koydu Anastasiades.

Ledra Palas toplantılarında kendisi ile bu konuda konuştuğumda “Kıbrıslı Türklerin çok memuru var. Biz hepsini ödeyemeyiz. En iyisi onları başımızdan atmak olacak. Bu nedenle Gevşek Federasyon biz Kıbrıslı Rumların açısından daha hayırlı bir çözümdür” diye yanıtlamıştı beni birkaç kez.

“Peki Gevşek Federasyonda, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası içinde tüm tarafların ve BM’nin de onayı ile Kıbrıs Cumhuriyetinin garantörleri konumunda olan Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ın garantörlükleri nasıl olacak” diye sorumun ikinci kısmını dile getirdiğimde de, “Türkiye KKTC’nin, Yunanistan bizim, AB’de tüm adanın garantörü olacak” diye yanıtlamıştı beni.

İşte tam burada zikir çıkıyor ortaya.

Niyet belli. Türkiye’nin garantörlüğünü sulandırmak ve AB’yi adaya hakim kılmak.

İleride Kıbrıslı Türkler ve Rumlar silahlı bir çatışma içine girerse, AB’nin olmayan ordusunu “Barış Gücü” diye adaya çağırmak ve ilk fırsatta Serebrenica’da olduğu gibi Müslüman Türkleri yok etmek, adanın mutlak sahibi olmak.

Diğer hedef de, Doğu Akdeniz’de de Türkiye’yi kendi kara kıtasının karasuları içine hapsetmek.

Yunanistan’a ait Meis adasından Kıbrıs adasının en kuzey batı noktasındaki Arnavut Burnuna bir hat çekerek, Türkiye’yi Antalya körfezi ile İskenderun Körfezi arasındaki denizin içine hapsederek Akdeniz’den koparmak.

Anlamadığım ise Şubat 1977 tarihinde rahmetli Denktaş ile Makarios arasında mutabakata varılan 4 maddelik 1. Doruk Anlaşmasının üzerine BM’nin inşa ettiği ve 35 yıldır görüşülmekte olan “Birleşik federal Kıbrıs Cumhuriyeti” fikri ile sayıları 100’ü geçen BM karar ve raporlarından oluşmuş Kıbrıs müktesebatının bir kenara itilerek, Rumlar “Gevşek federasyon” istiyor diye, örneği var olmayan yeni bir yapılaşma veya devlet modeli için görüşmelerin sil baştan sıfırdan mı başlatılacağıdır.

Yani bu müzakereler bir 45 yıl daha mı devam edecek. Şimdi onun için mi uğraşılıyor?

Gelinen bu aşamada Rumların BM’nin 35 yıllık Kıbrıs parametrelerini değiştirme hakkı varsa, bizim niye yok?

2013 Şubatındaki seçimlerden sonra müzakereler tekrar başlayacaksa, Türk tarafı masaya oturma koşullarını şimdiden ortaya koymalıdır.

 

Ata ATUN

ata.atun@atun.com

http://www.ataatun.com 

10 Ağustos 2012

9 Ağustos 2012
Kıbrıs’ta Gevşek Federasyon Oyunu için yorumlar kapalı
Okunma 121
bosluk

Rumlar Çözümden Kaçıyor

Rumlar Çözümden Kaçıyor
Greeks do not want a settlement in Cyprus Issue by Ata ATUN

Rumlar Çözümden Kaçıyor by Ata ATUN

Son günlerde bir federasyon tartışmasıdır gidiyor Kıbrıs Rum tarafında.

Zaten anlaşmak gibi bir niyetleri yoktu, Kıbrıslı Türkleri ortak alıp yeni bir devlet kurmayı ise hiç istemediler, istemiyorlar da.

İspatı 24 Nisan 2004 Annan Planı Referandumu sonucu.

Kıbrıs Türklerle ortak bir devlet kurmamak için yüzde 75 oranında hayır dediler Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’ne.

Aslında iyi ki de hayır dediler.

Yoksa şimdiye Türk askeri adadan gitmiş, elimizdeki toprakların beşte ikisine Rumlar gelip yerleşmiş, aramıza neredeyse toplamda 160 bin de Rum girmiş olacaktı. Bizler de çoğunluk olduğunu iddia ederek yönetimi ele geçirmiş olan Rumların boyunduruğu altında yaşıyor olacaktık.

“Yaşamak” kelimesi ağız alışkanlığı… “Eziliyor” olacaktık gerçekte…

Kendileri iflas edip batarken bizi de beraber sürükleyip batıracaklardı. Başarısızlıklarının cezasını bize yükleyeceklerdi, ezilen, ezgi çeken biz olacaktık aynen 1974 öncesinde olduğu gibi.

“Ekonomiyi, tembelliğimizden ve vur patlasın çal oynasın yaşamımızdan dolayı biz batırdık” demeyeceklerdi. “Kıbrıslı Türklerin sırtımıza bindirdiği mali yükten ötürü battık” diyerek hem bizleri kötüleyeceklerdi hem de dünyayı bu yalan propagandaya inandıracaklardı.

Boyutları küçük de olsa binbir zorlukla kurduğumuz KKTC’mizi kaybettiğimize mi yanacaktık yoksa elimizden uçup gitmiş olan egemenliğimize mi…

Durup dururken Rumlar tarafından sülük durumuna sokulmamız da hediyesi olacaktı bu berbat gelişmenin.

Neyse iyi atlattık bu Annan Planı badiresini.

Rumların ve Papadopulos’un aç gözlülüğünden ve adayı tümden ele geçirmek hırslarından dolayı sıyırdık çok şükür.

Anlaşmaları ve kuralları kendi istekleri doğrultusunda değiştirmek, kendilerini haklı olarak pazarlamak ve satmak gibi muhteşem bir yetenekleri var Rumların.

Yaptıklarının doğruluğuna önce kendileri inanıyorlar, sonra da başkalarını körü körüne inandırıyorlar.

Makarios ile rahmetli liderimiz Rauf. R. Denktaş’ın 12 Şubat 1997 tarihinde, BM Genel Sekreteri Kurt Waldheim huzurunda görüşüp, anlaşıp imzaladıkları 1. Doruk Anlaşması, esas olarak iki toplumlu, iki kesim veya iki bölgeli, siyaseten eşit iki devletten oluşan bir Federasyonun kurulmasını öngörmektedir. İki kesimlilik veya iki bölgelilik tanımı ise 2. Maddede açık ve net olarak yer almaktadır.

2. madde “Her toplumun yönetimi altındaki topraklar, ekonomik ve toprak verimliliği ile toprak mülkiyeti esasları ışığında görüşülmelidir.” şeklindedir. Bu madde, adada yaşayan Kıbrıs Türk ve Rum toplumlarının kendi yönetimleri altında topraklarının olacağını açık ve net olarak belirtmekte ve teyit etmektedir.

BM’de, o günden itibaren Kıbrıs Türk ve Rum liderlerin yaptıkları tüm çözüm görüşmelerinde, Federasyonu iki toplumlu ve iki kesimli olarak tanımladı.

Şimdi Rum siyasi parti liderleri, bunu da inkar etme peşine düştü. İnkarcıların arasında Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu II. Hrisostomos’ta var.

Hrisostomos, herhalde ruh çağırmış olmalı ki, “Makarios biraz daha yaşasaydı bir punduna getirip, attığı imzayı inkar ederek Federasyonu reddedecekti” sözleriyle Makarios’un ölümünden sonraki düşüncelerini açıkladı!

Önemli olan Rum Meclisi Başkanı Omiriu’nun Federasyonu reddetmek için her yolu deniyor, her olasılığı da bu yönde değerlendiriyor olması.

Şimdi Federasyon istemeyenler kervanına Rum Cumhurbaşkanı adayı Lillikas’da katıldı.

Bence BM Kıbrıs adasında “Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti”ni kurmak için boşuna uğraşıyor. Rumların böyle bir niyeti olmadığı ayan beyan ortada.

Niyetlerinin olmadığını bilsekte, isteksizliklerini saklayamamaları ilginç…

Ata ATUN

ata.atun@atun.com

http://www.ataatun.com

8 Ağustos 2012

 

7 Ağustos 2012
Rumlar Çözümden Kaçıyor için yorumlar kapalı
Okunma 75
bosluk

Is It A Petrol Crisis Or A Trick For Sovereignty

Is It A Petrol Crisis Or A Trick For Sovereignty
Türkiye'nin Münhasır Ekonomik Bölgesi by Ata ATUN

Exclusive Economic Zone of Turkey by Ata ATUN

The Greek Cypriot Administration (GCA), finally managed to convey the artificially created petrol crisis based on the hydrocarbon exploration in her so called “Exclusive Economic Zone” in to the EU and European Parliament.

 

Actually this was the target of the GCA, to create a dispute with Turkey and push Europe as a whole to deal with political issues provoked artificially by her self, with Turkey.

 

Turkey is not a party to the UN Convention on the Law of the Sea, UNCLOS, due to the continental shelf demands of Greece for her Dodecanese islands in Aegean sea. Turkey duly did not accept the 12 nautical miles width of the territorial waters of the Dodecanese islands as declared by Greece on the bases of UNCLOS and noted this act as “Casus Belli”, a “Cause of war”.

 

All the European countries recognized UNCLOS and are part of this Convention. According to UNCLOS, declaration of an Exclusive Economic Zone by an independent state strictly requires mutual agreement’s of the neighbor states around.

Since Turkey is not a part of this convention, she already possesses her previously declared southern Continental Shelf stretching 200 nautical miles southwards starting from the baseline joining Gazipasha, the eastern tip of Antalya bay, with Kash, the western tip of Antalya Bay, according to the 1958 Geneva Convention.

GCA had signed an Economic Cooperation agreement with Greece years before. Now she signed and agreement with Egypt delimiting their respective economic zones and providing for detailed offshore cooperation, while she also has agreed with Lebanon on a similar delimitation and cooperation.

The Economic Cooperation agreement with Greece, covers and delimits the seas between Rhodes island and Western tip of Cyprus, extending 200 nautical miles southwards, shuts away to Turkey the western waters of Eastern Mediterranean sea.

The Exclusive Economic Zone agreement with Egypt, covers all the waters with in Cyprus and Egypt and gives underwater sovereignty to Greece, Cyprus and Egypt.

The Exclusive Economic Zone agreement with Lebanon, covers all the waters in between Cyprus and Lebanon as well.

 

The target of these agreements is, to occupy Turkey’s southern Continental Shelf zone, to build a solid wall around Turkey’s southern shores and to isolate her from the seas of the Eastern Mediterranean Sea, with all the underwater and sea bed wealth underneath.

 

Based on the 1960 Treaty of the Establishment of the Republic of Cyprus, the March 4, 1964 dated UN resolution No. 186, passed to stop the fierce inter-communal clashes on the island, contributed to the GCA the sovereignty and the role of Governing Government of the island of Cyprus.

 

The protocol 10 of the Republic of “Cyprus’ Accession Agreement” to the EU, took into consideration the island of Cyprus as a single sovereign state and the GCA as the sole and only accredited “Government of Cyprus”, as well.

Article 1(1) of Protocol 10 disregards the existence of Turkish Republic of Northern Cyprus (TRNC) and partnership rights of Turkish Cypriots in the so called Greek Cyprus Government, and defines the territories under the sovereignty of TRNC as “the areas of the Republic of Cyprus in which the Government of the Republic of Cyprus does not exercise effective control”.

 

The trick of the artificial petrol crisis lies on extending and spreading the sovereignty of the GCA to the territorial seas of “the areas of the Republic of Cyprus in which the Government of the Republic of Cyprus does not exercise effective control”, namely the waters of TRNC, facing to Turkey, along the northern cost of the island and grasp the whole island, relying on to the 26 EU member states behind.

 

Ata ATUN

ata.atun@atun.com

http://www.ataatun.com

August 7, 2012

7 Ağustos 2012
Is It A Petrol Crisis Or A Trick For Sovereignty için yorumlar kapalı
Okunma 407
bosluk

1912’de Yatıp 2012’de Kalksaydım

1912’de Yatıp 2012’de Kalksaydım
1912'de Yatıp 2012'de Kalksaydım by Ata ATUN

1912’de Yatıp 2012’de Kalksaydım by Ata ATUN

Öncelikle teknolojik gelişme herhalde beni şok ederdi.

Uçaklar, yeni model arabalar, hızlı trenler, yolda yürürken dünyanın öbür ucunda bile olsa birileri ile konuşma ve görsel iletişim sağlayan telefonlar, küresel bilgi veren medya ile bu medyayı takip eden cepte taşınabilir elektronik aygıtlar, benzeri gelişmiş teknoloji…

Ergonomik süreç yani fiziksel çevrenin insana uyumlaştırılması süreci veya bunun tersi “insanın fiziksel çevreye uyum süreci” ile sibernetik uyum (Canlılarda ve makinelerde kontrol, iletişim ve işleyiş uyumu) birkaç aylık bir süre alırdı ama biz buna bir yıl aldı diyelim.

Bu bir yılın içine kıyafete alışma, adına “fast food” denen yeni yemek çeşitlerine uyum ve konuştuğum Türkçeye aradan geçen zaman içinde giren yeni kelimeleri öğrenmekte girerdi.

Herhalde, zaman aşımının getirdiği farklılıklara uyumunu tamamlayıp etrafa bakmaya sıra geldiğinde, uykuya yattığım zamanın politik durumu ve koşulları ile uyandığım zamanın politik durumu ve koşulları arasında çokta dramatik değişiklikler olmadığını görürdüm.

Niye mi; Avrupa’da, Orta Doğu’da, Asya’da ve Akdeniz’de birbirlerininkinden çok farklı değer ve çıkarlar peşinde koşan büyük güçler gene sahnede. Asırlık oyunlar aynen devam etmekte ama 2012’de yüz yıl evvelsinin büyük güçleri biraz küçülmüş görünümde.

Küçülmüşler ama modernize olmuşlar. Güçleri gene aynı güç, varlıkları ve etkinlikleri gene aynı.

Rusya’da 1917’de yapılan bir devrimle asırların Rus İmparatorluğunun kapısına kilit vurulmuş, Çar II. Nikola idam edilmiş ve yerine önce Sovyet sosyalist Cumhuriyetler Birliği sonra da Rusya Federasyonu kurulmuş, başına da Vladimir Putin seçilmiş ama Rusya gene aynı Rusya, yerli yerinde ve başındaki de aynen bir Çar gücünde.

Amerika Birleşik Devletleri gene aynı konum ve güçte. Hiç değişmemiş.

İngiltere’de erkek olan Kral V. George gitmiş yerine kadın kraliçe Elizabeth gelmiş. Güneş batmayan İngiliz İmparatorluğu, üzerinde akşamların da yaşandığı bir imparatorluğa dönüşmüş ama Majeste Kraliçe, pembe yanaklı Birinci Bakanı ile dünyanın politik kaderinde gene söz sahibi.

Osmanlı Devleti ve Padişah Sultan V. Mehmed Reşad Han gitmiş, yerine boyutları daha küçük Türkiye Cumhuriyeti adlı bir devlet gelmiş ama yöneticisi, Osmanlı dönemindeki Padişah konumuna eşdeğer gözüken Recep Tayyip Erdoğan ile gene bölgede söz ve kudret sahibi olmuş. Türkler haşmetinden bir şey kaybetmemiş, Türk coğrafyasında hiçbir şey değişmemiş sanki.

Çin/Mançukua İmparatorluğu ve Puyi olarak bilinen Çin imparatoru / Mançukuo imparatoru  Aisin-Gioro Puyi ortadan kaldırılmış ve yerine Çin Halk cumhuriyeti adı altında yeni bir devlet kurulmuş.  Şimdi bu devletin başında da Hu Jinatoa adlı birisi var ama bu devlet sanki yüzyıl evvelki Çin imparatorluğu ve başındaki de bir imparator. Sadece devletin ve oturduğu koltuğunun adı farklı. Bölgedeki ve dünyadaki etkisi hiç değişmemiş, aynen 1912’de olduğu gibi.

Avrupa’da son bin yıldır bir oluşan, bir çatlayan “Haçlı Ruhu” ve “Haçlı Birliği” doktrini şekil değiştirmiş ve “Avrupa Birliği” halini almış.

Almaya almış, bir araya gelmişler ama birlikteliği gene sağlayamamışlar. İngiltere ben bu “Avrupa Birliği”ne varım dese de çaktırmadan aradan sıyrılmış. Hem var, hem yok konumunda bu Birliğin içinde. İşine gelince var, işine gelince yok.

Almanya ise Prusya krallığını özendirir bir şekilde gene Avrupa’nın lideri olma yolunda yoğun bir çaba sarf ediyor.

Komşumuz Yunanistan’a gelince; Yunanistan gene aynı Yunanistan. Meyvesi olduğu ağacın altına düşmüş. Geçen zaman içinde ne Yunanistan Krallığı kalmış ne de Kral fakat hep Avrupa’nın büyük devletlerinin himayesi altında vur patlasın, çal oynasın yaşam sürdürmeyi ilke edinmiş. (Yirminci yüzyılın başında sürünüyorlardı, şimdi de iflas etmiş durumdalar.)

Belli ki değişen hiçbir şey olmamış aradan geçen yüz yıllık kocaman zaman dilimine rağmen. İnsanoğluna çok uzun bir zaman dilimi gibi gelen bir asırlık bir süre, ülkelerin yaşam sürecinde, insan yaşamındaki beş dakikalık bir zaman dilimine eşdeğer gözüküyor. Bu beş dakika da insan hayatında neler değişebilirse, devletlerin yaşam süreçlerinde de aynı değişiklikler bir asır içinde veya daha da uzun bir zaman dilimi içinde gerçekleşiyor.

Tarihin ne kadar önemli olduğunu politikaya girince anlıyor insan. Geçmişi bilmiyorsan, gününü programlayamıyorsun ve geleceğini de asla kestiremiyorsun.

 

Ata ATUN

ata.atun@atun.com

http://www.ataatun.com

6 Ağustos 2012

5 Ağustos 2012
1912’de Yatıp 2012’de Kalksaydım için yorumlar kapalı
Okunma 78
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar