Rum Gazetecinin Kıbrıslı Türk Tanımlaması

Rum Gazetecinin Kıbrıslı Türk Tanımlaması

Güney Kıbrıs’ta günlük olarak yayınlanan “Filelefthoros gazetesi”nin ünlü yazarı “Aristos Mihailidis”, 17 Nisan tarihinde yayınlanan “Kıbrıslı Türk kardeşlerimiz altını da istiyorlar” başlıklı makalesinde, biz Kıbrıslı Türkler için çok çirkin bir tanım kullandı.

 

Yazmaktan dahi utandığım kelimeler var yazıda.

Bu tür deyimlerin benim yaşam felsefemin içinde yerleri yok ancak bizlerle ilgili hangi düşünceler içinde olduklarını göstermek adına bu kelimeleri olduğu gibi koymak gerekiyor.

 

Sayın Aristos Mihailidis’in makalesinde biz Kıbrıslı Türkler için kullandığı cümle “Aşağılıklar s..tirin gidin!” Hem de noktalı yerler, benim yazdığım gibi boş değil, uygun harflerin yerli yerinde olduğu şekli ile. Bu 3 kelime, söz konusu gazetecinin biz Kıbrıslı Türklere bakış açısını yalın ve net bir şekilde gözler önüne seriyor.

 

Tabii bu konuda Aristo Mihailidis yalnız değil.

Arkasında kendi gibi düşünen neredeyse 800 binden fazla kişi daha var. Aynı fabrikanın tornasından çıkmış gibi gazetecisi de, öğretmeni de, papazı da, milletvekili de, bakanları da ve neredeyse Kıbrıslı Rumların yüzde 99 buçuğu da hep bu şekilde düşünüyor.

 

Eğer sizin Kıbrıslı Türk olduğunuzu anlarlarsa duygularını maskelemeye çalışıp geçmişte beraber pek mutlu yaşadığımızı ve bu yaşantının 1974 Barış Harekatı ile bozulduğunu söylerler,  yok sizi Rum veya yabancı zannederlerse, o vakit Kıbrıslı Türkler ve Türkiye için yapmadıkları hakaret, söylemedikleri aşağılayıcı söz ve etmedikleri küfür kalmaz. İçlerindeki kini kusarlar destursuzca.

 

Griye Aristo da (Aristo bey) belli ki kendini tutamamış ve duygularını aleni bir şekilde kağıda dökmüş, hem de güneyin tiraj olarak yüksek, sağcı bir partiye yakın bir gazetesinde.

 

Yalnız o mu?

18 Nisan tarihli Simerini gazetesinde Savvas Yakovides de “İşlerine geldiğinde Kıbrıs Cumhuriyeti” başlıklı yazısında farklı ve biraz daha kibar kelimelerle aynı düşünceleri dile getirmiş.

KKTC basınında çıkan veya da KKTC’deki belli bir kesimin kendisine bire bir aktardığı düşüncelerini kendi düşüncesiymiş gibi ertesi gün yazan Politis gazetesinin yazarı Vangelis Vasiliu da, 18 Nisan tarihli  “Kıbrıslı Türkler de dalga geçiyor” başlıklı yazısında, aynı konuyu işleyerek, Kıbrıs Türk halkı yerine Kıbrıslı Türk siyasilere çatmayı tercih etmiş bu yazısında.

 

Hadi Rum gazeteciler kendilerini tutamadılar ve halkın Kıbrıslı Türk adadaşları ile ilgili düşüncelerini alenen kağıda döktüler diyelim. Peki ya Lefkoşa’daki Rum Meclisinde Rum milletvekillerinin biz Kıbrıslı Türklerle ilgili söyledikleri kibar kelimeler (!) ve tanımlar ne? Onların nazarında biz kurucu ortak değil, şamişici, lokmacı ve köfteciyiz sadece. Yapabileceğimiz en yüksek kademedeki iş evlerinde hizmetçi olarak çalışmakmış ve başka da bir hakkımız yokmuş!

 

Rum Meclisindeki Rum milletvekili söyler de Avrupa Parlamentosundaki  Rum milletvekilleri söylemez mi? Elbet söyler, hem de hem kürsüden sözlü olarak hem de yazılı olarak mektupla.

 

AB Haber’in 18 Nisan tarihli haberinde Rum ve Yunan AP milletvekillerinin Brüksel’de bizler ve Türkiye için sarf ettikleri sözler ve tanımlamalar var ki  hepsi de evlere şenlik.

Bakın Rum AP milletvekili Eleni Theocharus ne demiş: “Şimdi  Kıbrıslı Türklere AP’de gözlemci statüsü isteniyor. Kıbrıslı Türklerin böyle bir hakkı da yok“. Bir diğer Rum milletvekili Kyracos Triantaphyllides de “Kıbrıslı Türklere AP’de gözlemci statüsü verilemez. Böyle olursa çözüme darbe vurulur!

 

Yıllardır bir türlü insanımızın anlamadığı ve çelişkiye düştüğü de bu zaten. Özellikle de 24 Nisan 2004 Referandumundan sonra Kıbrıslı Türklerin neredeyse tümü, adadaşları Rumların kendileri için neler düşündüklerini ve ortak bir devlet kurmayı isteyip istemediklerini çok iyi algıladı ve artık sorgulamaya da başladı “Niye BM Güvenlik Konseyi bizi Rumlarla ortak bir devlet kurmaya mecbur ediyor” diye…

Buna “zorla nikah kıymak” diyorlar sivil yaşamda. Zoraki nikahın akıbeti ise herkesin malumu…

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

22 Nisan 2013

21 Nisan 2013
Rum Gazetecinin Kıbrıslı Türk Tanımlaması için yorumlar kapalı
Okunma 100
bosluk

Kanser Vakalarında Neredeyiz

Kanser Vakalarında Neredeyiz

Analitik bir beyin yapısına sahip olduğumu düşünmekteyim. Zaten bu nedenle de ana bilim dalım, matematiğe dayalı olan mühendislik. Araştırmacı oluşumun da kökeninde bu analitik kafa yapısı yatıyor.

 

Tasarımcı ve yaratıcı bir mühendis olmam nedeni ile de olaylara bakış açım çok yönlü. Buna dairesel de diyebilirsiniz. Bir konunun etrafında dört dönüp, konuyu farklı açılardan değerlendirebiliyorum.

 

Dünya güzeli KKTC’mizdeki kanser vakaları ile ilgili olarak geçen hafta içinde Kanser Hastalarına Yardım Derneğinin, “Kansere Karşı Farkındalık Ayı” dolayısıyla düzenlediği “Dünyada ve Türkiye’de Kansere Karşı Mücadele” konulu seminerde Sağlık Bakanımızın yaptığı konuşma ve bu konuşmaya getirilen eleştiriler, uzun zamandır aklımda olan bu olaya başka bir açıdan bakmama neden oldu.

 

Tıp mensubu değilim, tıptan ve tıbbi konulardan da hiç anlamam.  Ama buna karşın tıp dünyasında hizmet veren, halkımızın sağlıklı yaşayabilmesi için fedakarca çalışan doktoruna, hemşiresine, teknisyenine, uzman personeline ve diğer adını saymadığım tıp mensuplarına da büyük saygım ve sevgim var. Hepsine kolay gelsin.

 

Kanser vakaları ile istatistiki bilgiler ise ilgi alanımın tam ortasında yer alıyor analitik kafa yapımdan dolayı. O rakamlar, grafikler ve istatistikler bana çok şey söylüyor aslında. Birçoklarından çok daha farklı bakıyorum, çoğu zaman bir anlam ifade etmeyen ve de bilgi içermeyen bu anlamsız gözüken birbiri ardına dizilmiş sayılara…

 

Basında çoğu zaman ve de sıklıkla yer alan “Kanser vakalarında dünyada beşinci sıradayız” veya da “Nüfusa oranla birinciyiz” sözleri veya da tanımları insanların içlerine bir korku saldı. Haklılar da bu korkuyu duymakta.

 

Bana ise farklı hitap ediyor bu iki cümle veya tanımlama. Ve de tam tersine beni hiç korkutmuyor. Bu cesurluğumdan veya da fütursuzca ölüme meydan okuduğumdan değil tabii. Sadece kafamda “KKTC’de teşhis edilen kanser vakalarının sayısı” ile “KKTC’de kanser vakalarından ölenlerin sayısı”nı orantılıyorum ve dünya geneli ile karşılaştırıyorum, hepsi o kadar…

2013 yılında Avrupa Birliği’nde kanserden ölüm sayısı erkekler için 100 bin de 140.1 ve kadınlar için de 85.3. Bu bilgileri “cancer incidence and mortality rates” yani “kanser vakası ve ölüm oranı” başlıklı AB kaynaklı resmi yazıdan aldım.

 

Bu verileri biraz daha açalım şimdi; 1990 yılında 15 üyesi olan AB’de kansere 706,900 erkek ile 644,200 kadın yakalanmış ve bunlardan 497,500 erkek ile 398,200 kadın aynı yıl kanserden ölmüş.

Şimdi bu rakamları konuşturursak,  AB’nin 1990 yılındaki toplam nüfusu yaklaşık ve yuvarlak olarak 331 milyon.  O yıl AB’deki kanser vakası sayısı 1,351,100. Nüfusa göre oranı yüzde 0.41. Aynı yıl kanserden ölenlerin sayısı 895,700. Nüfusa göre yüzde 0.27. Kanserden ölenlerin kansere yakalananlara oranı ise yüzde 66.29.

 

Bence önemli olan ve kıyaslanması gereken sayı ve orantı bu olmalı KKTC’nin kanser vakalarında nerede olduğunu tespit etmek için.

 

KKTC’de toplam kanser hastası sayısı yaklaşık 8 bin ve her yılda ortalama 700 kişi kansere yakalanıyor. Ortalama nüfusumuzu 300 bin olarak temel alırsak, kanser hastası sayısının nüfusumuza oranı yüzde 2.66. Bu gerçekte çok yüksek bir sayı olarak gözükse de bence farklı bir açıdan bakarak değerlendirmek lazım.

 

Bu oranın yüksekliği bana, insanımızın farkındalığını ve kansere karşı bilinçli olduğunu söylemektedir.

 

Buna karşın yıl bazında KKTC’de kansere yakalananların nüfusumuza oranı yüzde 0.23. Her yıl kanserden ölen hastalarımızın sayısını değil de neredeyse dört misli fazla olan kansere yakalananların sayısı, “kanserden ölen hasta sayısı” olarak esas alınsa bile, bu sayı AB’de her yıl kansere yakalanıp ta ölen Avrupalı hastaların, toplam nüfusa oranının çok altında olduğu görülmekte.  Her yıl AB’de 100 binde 225.4 kişi kanserden ölürken, bizde bu oran yüzde 0.06 veya 100 binde 58.3.

 

Bu rakamlarda, ülkemizde faaliyet gösteren Yakın Doğu Üniversitesi Hastanesindeki ve Dr. Burhan Nalbantoğlu Hastanesindeki personel ile teşhis ve tedavi olanaklarının, ortalamanın çok üstünde olduğunu ve gerek teşhisin gerekse de tedavinin çok ileri düzeyde olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

 

Şimdi doğru oturup, doğruları konuşalım. Kanserden ölümlerde mi liste başıyız, yoksa kanser teşhisi ve tedavisinde mi?  Yazımı bir daha okuyun ve siz karar verin bu soruya.

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

19 Nisan 2013

 

 

18 Nisan 2013
Kanser Vakalarında Neredeyiz için yorumlar kapalı
Okunma 162
bosluk

Polisteki Değişim (2)

Polisteki Değişim (2)

Polis teşkilatında her işlenen suçla ilgili bir bölüm var. Bu bölümde de “Suçluların yakalanması” ile bu tür “suçun hangi tedbirlerle önlenebileceği”ni araştıran iki ekip mevcut. Komiserlerin ve Müdürlerin hepsi çok iyi eğitimli. Terfi alabilmek için temel kıstaslardan birisi yabancı dile bilmek, diğeri de lisansüstü eğitim almak olmuş artık. Sadece liyakat yeterli değil.

 

Suç işleyenin, geçmişi, sicili, kültürü, sosyal yapısı, aile yapısı, yetişme tarzı, yetiştiği ortam, işlediği suçun türü, suç işleme süreci ile grafiği ve işlediği suçun her seferinde boyutlarının büyüyüp büyümediği veya da çeşit değiştirip değiştirmediği iyice analiz edilip grafikler çıkarılıyor, önlemin nasıl alınacağının tedbiri ve kararları da bu verilere göre alınıyor.

 

Bu yöntemle hem suçlu mercek altına alınıyor, hem de suçun türü.

Bir ekip suçluyu analiz edip incelerken, diğer ekip de suçu, suç ortamını ve ‘nasıl önlenebilir’ konusunu etüt ediyor.

 

Anladığım, artık Türk polisi için “suçluları yakalamak” önem sıralamasında ikinci derecede yer alıyor. “Nasıl olsa yakalayacağız, asıl önemlisi bu suçun işlenmesini daha başından nasıl önleyebiliriz” mantığı ve çalışması birinci sıraya oturmuş. Müthiş “Bilimsel” çalışmalar yapıyorlar bu yönde.

 

Türkiye’deki Polis teşkilatında gözle görülür bir iyileşme olduğu kesin. Gerekli aracın gerecin ve çağdaş aletlerin tedarik edilmiş olmasına ve giysilerin iklim koşullarına göre en iyi malzemeden yapılmış olmasına ilaveten sokakta görevi sırasında polise verilen sıcak yemek, mobil tuvalet ve diğer olanaklar polisin hizmet kalitesini arttırırken, insan hakları, yasalar, orantılı güç kullanımı, psikolojik eğitim, vatandaşa saygı ve kritik anda doğru karar verebilme eğitimleri de Türk Polisine belli ki çağ atlama yolunu açmış.

 

Türk Polisinin, halkın korku duymadığı, nefret etmediği, tam tersine şehirlerimizde ve tüm yerleşim yerlerinde görevi huzuru ve asayişi sağlamak olan, bulunmadığı yerlerde orman kanunlarının geçerli olacağından toplu yaşamımızdaki yerinin olmazsa “olmaz olduğu”, sevimli ve sempatik, yabancılardan değil gene Türk vatandaşlarından oluşan bir “halkı koruma gücü” haline getirilmeye çalışıldığı kesin. Bu yoldaki tüm çağdaş atılım ve uygulamalar da yolda.

 

Toplu gösteri ve mitinglerde kalabalığın arasına sızmış provokatörlerin nasıl fark edileceği ve bunların kışkırtıcı eylemlerine karşı nasıl galeyana gelmeden ve hırslanmadan davranılacağı konusunda teşkilatın ilgili birimlerindeki tüm personel eğitime tabi tutulmuş.

 

Gerçekte her birim kendi konusunda sıkı bir eğitime tabi tutuluyor, bıkmadan usanmadan ve sık aralıklarla… İnsan hakları, vatandaşlık hakları, vatandaşa karşı polisin yetki sınırları tüm detayları ile öğretiliyor. Kaba gücün yerini, anlayış, bilgi ve bilinç alıyor yavaş yavaş.

En çok hoşuma giden tarafta, halkın huzurunu sağlamak için alınan önlem kararlarının “ben yaptım oldu” mantığı ile değil, uzun süren sokak araştırması, psikolojik değerlendirmeler ile bilimsel araştırmalardan sonra halkın yararına en iyi olanın tespit edilmesi ve ilgili yasal mevzuatın değiştirilebilmesi için hükümete önerilmesi.

 

Türkiye Cumhuriyeti Polis Teşkilatı, bizim polisimizi yani KKTC Polis Teşkilatını da kendinden saymış ve bağrına basmış. Her türden bulgusunu aktarıyor, gerekli eğitimlerini paylaşıyor. Çağdaş araç gereçlerle birlikte, KKTC’de geçmişte hiç ortaya çıkmamış yeni tür bir suç işlendiğinde de gerekli önlem tedbirlerinim ne olabileceğini anında bildiriyor.

 

Suçla ilgili tüm laboratuarlarını KKTC polisine açmış. KKTC’den talep edilen her tür analiz yapılıyor.

 

En önemlisi de eğitimler ve araştırmalar. Her iki konuda da Türkiye Cumhuriyeti Polis Teşkilatı, KKTC Polis Teşkilatına suçlar, önlemler ve araştırmalar konusunda tüm kapılarını ve olanaklarını sunmuş. Gerek hizmet için eğitimler olsun, gerekse de uzmanlık alanlarındaki eğitimler olsun, ikamet (yatı) ve iaşe (yemek) sorunlarını kendi imkanlarıyla çözüp KKTC’den gönderilen her personeli çağdaş bilgilerle donatıyor.

 

KKTC Meclisinin, iktidarı ve muhalefeti ile birlikte “Suçların Önlenmesi” konusunda özel bir oturum yaparak polisi teşkilatından gelen ve yasal değişiklik isteyen tüm önerileri yasalaştırması ve bir kısmı İngiliz sömürge döneminden kalan ceza yasasında da gerekli değişiklikleri yaparak güncelleştirmesi ve suçlara karşı ağır cezalar getirmesi gerekmektedir.

 

Siyasilerimizin bu çok hassas konuda, büyük sorumlulukları bulunmaktadır ve geleceğimizin daha huzurlu olabilmesi, hem iktidarın hem de muhalefet milletvekillerinin omzundadır. Bir an evvel bu yasal değişikliklerin yapılması halkımızın olmazsa olmaz isteğidir.

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

17 Nisan 2013

16 Nisan 2013
Polisteki Değişim (2) için yorumlar kapalı
Okunma 45
bosluk

Polisteki Değişim

Polisteki Değişim

Bu yıl tam tabirle “akademik leyleği” havada gördüm. Ortalama her 10 günde bir, bir yerlerdeki konferans, sempozyum, toplantı veya çalıştaya konuşmacı olarak katılıyorum.

 

Mart ayı sonunda İstanbul’daki Rahmi Koç Müzesinde katıldığım bir toplantı beni hem konu hem de ortam olarak çok etkilemişti. Önümüzdeki haftalarda hayran kaldığım Rahmi Koç Müzesini anlatan bir yazı yazacağım. İstanbul’a gidince mutlaka görülmesi gereken yerlerden bir tanesi benim görüşüme göre. Yakın tarihimizin uçak, gemi, otomobil ve taşıma ile ilgili diğer alet ve makinelerinin büyük bir çoğunluğu orada. Geçmişten günümüze yürüyor insan müzeyi gezerken…

 

Nisan ayının daha ortasına gelmedik ama bu ay katıldığım 4. konferans oldu Ankara’daki “Kıbrıs Çalıştayı.”  EkoAvrasya’nın (Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği) Keçiören Belediyesi ile birlikte düzenlediği mükemmel bir etkinlikti ve kalite çıtası da çok yukarılardaydı bu bilimsel toplantının.

 

Bir başka yazımda EkoAvrasya’dan ve faaliyetlerinden bahsedeceğim, KKTC’mize bakış açılarını ve bir şeyler yapabilmek için çırpınışlarını dile getireceğim. Türkiye’mizde kalplerinde KKTC sevgisi taşıyan bu denli çok insanı görmek gerçekten de beni çok mutlu ediyor, gönlümü okşuyor.

 

Çalıştayın kapanışına doğru katılımcı bir arkadaşımızın daveti ile salona gelen Ankara 1. Sınıf Emniyet Müdürü, “Ata bey hoş geldin” diyerek gelip yanıma oturdu. Kapanıştan sonra ise etrafımız sarıldı ve yanımıza gelenlerle çember genişledi.

 

Hoş beşten sonra ilk sorusu Müdür Beyin sorusu “KKTC Polis Genel Müdürü Ahmet Zaim beyi tanır mısın?” oldu.

 

Ben Mağusa’lıyım, Ahmet bey de Mağusa’mızın iftihar ettiği insanlardan birisi, elbette tanıyorum” yanıtını verdim ve bu sorudan sonra da genelde polisle, özelde bizim polisimizle ilgili konuşmamız başladı.

 

Kapkaçı nasıl önlediklerini ve bıçakla kesilmiş gibi durdurabildiklerini sordum. Gerçekten de bir dönem gazeteler insanların yollarda yürürken gasp edildikleri haberleriyle doluydu. Sonra ne olduysa oldu ve aniden bıçakla kesilmiş gibi durdu bu kapkaç.

 

Emniyet Müdürünün yanıtı çok açık ve netti. “Hükümetteki yöneticilerimiz ile iletişimimiz mükemmel. Vatandaşlarımızın huzurlu bir yaşam sürmelerine yönelik isteklerimiz vakit geçirilmeden hemen yerine getiriliyor. Kapkaça verilen ceza arttırıldı ve ilk vakada 32 yıl hapislik verilince, arkası hemen kesildi” diyerek, mucizenin ipucunu vermiş oldu.

 

“Suç işlemeyi yaşam tarzı olarak görenler işledikleri suçun kaç yıl, kaç ay, kaç gün ve kaç saat ceza alacağını daha suçu işlemeden çok iyi biliyorlar. Bu nedenle de caydırıcı cezalar, gerçekten de caydırıcı oluyor” diyerek çok önemli ve hassas bir konuyu dile getirdi.   Darısı bizim Meclisin başına. Maraton oturum yapıp, A’dan Z’ye tüm cezaları arttırmaları gerekiyor, suçları önleyebilmek için bu küçücük dünya güzeli adamızda.

 

Aslında bu yanıt ve yanıttan sonra anlattıkları, bir yerde sormak için kafamda sıraya soktuğum diğer sorularımın da yanıtını kendiliğinde verdi. Türkiye Cumhuriyeti Polis Teşkilatında gözlü görülür, elle tutulur bir gelişme yaşanıyor son bir kaç yıldır ve bunu nasıl başardıklarını, hırsızları, katilleri, gaspçıları, uyuşturucu satıcılarını ve diğer suç işleyenleri nasıl 80 milyon insanın içinden cımbızla çekip alabildiklerini sordum ister istemez, hiç hata yapmadan ve tüm delilleri ile birlikte…

 

Türkiye, bir adalı olarak benim bakış açımdan karasal olarak “çoook” büyük, nüfus olarak da “çoook” kalabalık bir ülke. İşin doğrusu da, bu büyüklüğün ve kalabalıklığın içinde suçlu takibinin nasıl yapıldığını ve sonuca gidildiğini adalı kafam pek almıyordu, Sayın Müdürün açıklamaları bitene kadar.

 

64 ekranlık bir odada tüm suçların görsel takibi yapılıyor. Çekimler o denli güzel ve net ki, bırakın suç işleyenin yüzünü gözünü net olarak seçebilmeyi, o anda içtiği sigaranın markası bile tespit edilebiliyor, sokaklara kurulmuş kamera sistemleri ile.

 

Buna ilaveten “suçlular” ve “suç türleri” çok yakından bilimsel olarak inceleniyor herhangi bir önleyici karar alınmadan evvel…. (Devam edecek)

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

15 Nisan 2013

14 Nisan 2013
Polisteki Değişim için yorumlar kapalı
Okunma 58
bosluk

Rumlar Kıbrıs Lirasına Dönebilir mi

Rumlar Kıbrıs Lirasına Dönebilir mi

Güney Kıbrıs’ta birçok Rum, “ekonomik krizden kurtulmak amacı ile Troika’nın vereceği kredi karşılığında bize şart koştuğu korkunç yaptırımlardan kurtulmak için Euro Bölgesinden çıkalım, Euro’yu bir kenara bırakalım ve 2004 Yılında AB’ye girmeden evvel kullandığımız Kıbrıs Lirasına” geri dönelim diyor.

 

Çok değil iki ay evvelinin iktidar partisi, şimdilerinde ana muhalefet partisi konumunda olan AKEL,  kendi iktidar döneminde bile Troika ile anlaşmak istememekteydi.  Bu nedenle de bir evvelki Rum lider olan AKEL’in Ruhani başkanı Dimitris Hristofyas, Temmuz 2012’den itibaren çeşitli bahaneler ileri sürerek kredi karşılığı önüne konan  Memorandumu imzalamadı ve yeni seçilecek olan başkana bıraktı.

 

Şimdi ise AKEL’in görüşü, “derhal Euro’dan çıkılsın, Kıbrıs Lirasına geri dönülsün ve AB’nin kredi için şart koştuğu yaptırımlardan kurtulunsun! Ne 100 bin Euro’nun üzerindeki hesaplardan ne de altındaki hesaplardan para kesintisi yani tıraşlama yapılmasın. Hiç kimseye baş eğmeyelim ve sorunumuza kendimiz çare bulalım…”

 

Söyleyenin bir yüzü kara anlamayanın iki yüzü… Dilin de kemiği yok. İstediği tarafa dönüp, istediğini söylüyor. Ama mantıklı, ama guduru (kafadan atma).

 

Meclis Başkanı Omiriu’nun partisi olan EDEK, “Euro’dan çıkmayalım ama Troika’yı da adadan kovalım. Nasıl olsa bir yerlerden para buluruz,  kendi sorunumuzu kendimiz çözelim” diyor.

 

Kıbrıs Rum tarafının en etkili siyasi oyuncusu olan Kıbrıs Ortodoks Kilisesi başı II. Hrisostomos ise Troika’yı baştan tırnağa eleştirip, yerin dibine sokuyor. “Kendilerine gereksinimimiz yok, gerekirse atın adadan gitsinler” ifadeleriyle…

 

Rum komşuların megalomanlıkları zaman zaman mantıklarının önüne geçiyor ve onarılmaz hatalar yapıyorlar; ki tarihte bunun örneklerini görmek mümkün.

15 Mayıs 1919’da kendilerinden 5 misli daha kalabalık olan Anadolu’nun yarısını işgal edip kendi topraklarına katmak için İzmir’e çıkmaları, bu hastalıklı düşüncelerinin en güzel örneği. 30 Ağustos 1922’de Anadolu’ya çıkan 20 bin kişilik ordudan geriye kalan birkaç bin kişi ile geri dönmek zorunda kalmışlardı.

 

Aynı hatayı 15 Temmuz 1974’de de yaptılar ve darbeden sonra “Türkiye nasıl olsa müdahale edemez” diyerek Kıbrıs adasını Yunanistan’a bağladıklarını ilan ettiler ancak 5 gün sonra tamamı kendi yönetimleri altında olan Kıbrıs adasının üçte birini ebediyen kaybettiler.

 

Aptallık parayla değil. Uluslararası ilişkilerde veya da siyasette hata yaptın mı bedelini ağır ödüyorsun. Ödediler…

 

Euro’dan çıkılınca, geriye kalan tek seçenekleri Kıbrıs Lirasına geri dönmek.

Kıbrıs Lirasına da geri dönülünce de, piyasaları dengelemek için tıraşlama kadar değerini düşürmek gerekecek.

 

İflastan kurtulmak için gerekli olan tıraşlamanın düzeyi yüzde 60 ise, tüm devlet gelirleri ve maaşlar yüzde 60 düşecek demektir. Yani Mart ayında 6 bin Euro maaş olan bir devlet görevlisi Nisan ayında 2 bin 400 Euro’ya denk Kıbrıs Lirası olarak maaş alacak. Güney Kıbrıs’ta enflasyon daha ilk günden yüzde 60 olarak hayata gözlerini açacak.

 

Geriye son çare olarak Kıbrıs Rum Yönetiminin Moratoryum ilan etmesi kalıyor. Ekonomi dünyasında Moratoryum, “Üzerime gelmeyin, borcumu ödeyecek param yok, çok sıkıştırırsanız hiç bir şey ödemem” demektir. Yani ilan resmen ilan edilmeyen iflas.

 

Kıbrıs Rum tarafı şimdi tam bir çıkmazın kapı eşiğinde. Euro bölgesinde kalsa vay, çıksa vay, iflas ilan etse bir başka vay…

Rumların bu krizden tek çıkış yolları, adada son 50 yıldır devam eden sorunu ve anlaşmazlığı sonlandıracak kalıcı bir siyasi “ÇÖZÜM”e yönelik müzakereleri hemen başlatmak ve en kısa zamanda da Kıbrıslı Türklerle el sıkışarak bitirmek. Zaten bundan başka çıkar yolları yok.

Tüm çıkış yollarının illaki müzakerelerden ve Kıbrıslı Türklerle el sıkışmaktan geçtiği kesin artık.

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

12 Nisan 2013

11 Nisan 2013
Rumlar Kıbrıs Lirasına Dönebilir mi için yorumlar kapalı
Okunma 88
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2

Arşivler

Son Yorumlar