AB Türkiye’yi ve KKTC’yi İstemiyor

AB Türkiye’yi ve KKTC’yi İstemiyor

Avrupa Birliği 2013 Türkiye İlerleme Raporu her ne kadar siyasi bir dille ve yuvarlak kelimelerle yazılmışsa da verdiği mesaj çok net. AB, ne Türkiye ile bir ortaklık istiyor ne de KKTC ile doğrudan bir bağ veya siyasi ilişki kurmak.

 

Avrupa Birliği doğalgaz konusunda, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölgenin (MEB) Üçüncü Deniz Hukuku Konferansında göre uluslararası geçerliliği olmamasına rağmen Rumların bu konudaki iddia ve görüşlerine tam destek veriyor. Gerekçeleri de doğal olarak Rumların AB üyesi olması. Biz ağzımızla kuş tutsak, son 50 yıldır Kıbrıs konusunda olduğu gibi, haklı olarak kabul edilen hep Rum tarafı.

 

Rapor Türkiye’nin, Kıbrıs Rum tarafı ile resmi ilişkilerini normalleştirmesini tavsiye edip, Türkiye’den Avrupa Birliği Konseyi’nin 2006 yılının Aralık ayında aldığı Ankara Protokolünün uygulanması kararını dile getirirken, Kıbrıslı Türklere uygulanan 21. Yüzyıl insanlığının yüz karası olan ambargoların kaldırılması ile ilgili bir tek kelime etmemekte.

 

Türkiye’den Rumların uluslararası örgütlere katılımına engel olmamasını isterken, Kıbrıslı Türklerin dünya ile sportif, kültürel, ticari, akademik ve ekonomik bağlar kurmasına mani olan Rumlara “Türklere Engel olmayın” çağrısını yapmamakta.

 

***

 

Akıncılar köyünün güney batısında yer alan ve sadece Türklerin yaşadığı Türkçe adı ile Arpalık köyü (Ayios Sozomenos), 1964 Şubatında Rum EOKA’cıların saldırısında 5 şehit ve iki yaralı verdikten sonra terk edilmek zorunda kalınmıştı. Rumlar bu köyü yaktılar ve yıktılar. İsteyen Rum tarafına geçer ve bu köyün içler acısı halini görebilir. Ben bugüne değin AB’de Maraş’ın iadesi ile ilgili alınmış çok karar ve tavsiye okudum ama EOKA’cılar tarafından yakılıp yıkılmış hiç bir Türk köyünün iade edilmesi hakkında bir tek söz duymadım, bir tek karar okumadım. AB’nin bu yıl ki raporunda da böyle bir çağrı yok Rumlara.

 

Türkiye’nin tüm ricalarına rağmen AB, 2013 Türkiye İlerleme Raporu’nu Hıristiyanların Paskalya kutlamalarına eşdeğer olan dini bayramımızı bizler kutlarken açıkladı. Bizlerin tatilde olacağını hiç dikkate almadı. Kendilerinin dini tatiline rast gelseydi, bir hafta öncesi ile bir hafta sonrası dahil olmak üzere en az bir ay ertelerdi açıklamayı. Sadece bu tutumları bile Türklere nasıl baktıklarının, bizlere karşı ne denli ön yargılı olduklarının ve hangi düzeyde saygı duyduklarının güzel bir örneği.

 

Türkiye’nin son on yılda gösterdiği gelişmeden çok korkuyorlar ve güçlü bir Türkiye’den, bölgede lider olan bir Türkiye’den, AB’nin uluslararası ihalelerde önüne rakip olarak çıkan Türkiye’den çok rahatsızlar. Saatin geriye doğru çalışmasını ve karşılarında 20. yüzyılın sonlarındaki silik Türkiye’nin yer almasını istiyorlar. Güçlü Türkiye’yi bir türlü kabullenemiyorlar.

 

Açık ve net olarak belli oldu ki, Türkiye ile Avrupa Birliği, eski adı ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) arasında 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan Ankara Anlaşması ile başlayan Avrupa Birliği Türkiye ilişkileri terminal aşamasına girmiş durumda.  “Terminal aşaması” bir tıp terimi ve kurtuluş ümidi olmayan hastaların bu dünyadan göç etmeden önceki son evresini tanımlıyor.

 

Türkiye AB ilişkileri resmen çökmüş durumda. İyileşme olanağı da yok. Zaten Türkiye’nin Avrupa Birliğine üye olmasına hiç bir AB üyesi ülke de açık ve samimi destek vermedi. Hepsi de kendilerine görev düştüğü zaman veya Türkiye’den çıkarları olduğu dönemlerde, laf ola konuştular,  takiyye yaptılar ve tribünlere oynadılar. Hiç birisi de söylediklerini fiiliyata dönüştürmedi, verdiği sözü tutmadı ve perde arkasında destek olmadı.

 

En basiti, “Kıbrıslı Türkler Annan Planına ‘EVET’ derse tüm ambargolar kalkacaktır” sözleri sadece geçmişe dönük hoş bir seda olarak kaldı. Ne ambargolar kalktı, ne de AB Kıbrıslı Türklere verdiği sözleri tuttu. AB’nin lideri Almanya isteseydi, Annan Planı referandumunun ertesi günü Kıbrıslı Türklere verilen sözler anında yerine getirilir, tüm ambargolar kalkardı, aynen Almanya’nın Hırvatistan’ın AB üyesi olmasını istediği gibi.

 

Hırvatistan hala daha Kopenhag kriterlerini karşılamış değil, AB uyum yasalarının tamamlamış da değil ama aynen Romanya ve Bulgaristan’da olduğu gibi, Hırvatistan da bir çırpıda AB üyesi yapıldı.

 

Türkiye ve dolaylı olarak da KKTC, AB’den ümidini kesmeli ve kendi çıkarları neredeyse oraya yoğunlaşmalı. Boşuna olmayacak duaya “Amin” diyoruz ısrarla…

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

18 Ekim 2013

17 Ekim 2013
AB Türkiye’yi ve KKTC’yi İstemiyor için yorumlar kapalı
Okunma 118
bosluk

Maraş ve K. Kaymaklı

Maraş ve K. Kaymaklı

Çocukluğumun bir dönemi Küçük Kaymaklı’da geçmişti, Rumlar tarafından yakılıp yıkılmadan evvel.

 

Orta birinci sınıftaydım ve şimdi Turizm Bakanlığı’nın bulunduğu binada eğitim veren Bayraktar Ortaokuluna gidiyordum. O dönem adı “By Pass” olan ve gene o dönemde Lefkoşa’nın dışından dolaşan çevre yolu üzerindeydi evimiz. Şimdi neredeyse şehrin göbeği oldu oraları.

 

Sabah okula gitmek için evden çıkar, o dönemin en gözde markası olan Ralli (Raleigh) marka bisikletime biner, Küçük Kaymaklının içinden geçerek Lefkoşa’nın Surları içine girer ve okuluma giderdim. Çok keyifliydi benim için bu günlük dolaşma. Her seferinde farklı sokaklardan gitmeyi tercih ederdim, yöreyi öğrenebilmek için.

Bir sonraki yıl Larnaka’ya (İskele) taşındık. İçine yerleştiğimiz devletin lojmanı, Rum bölgesindeydi. Bekirpaşa Ortaokuluna devam etmeye başladım. Sokak Rumcamı da sokakta birlikte oynamaya çalıştığım Rum çocuklardan öğrendim.

 

Bir sonraki yıl Mağusa’ya taşındık. Bu sefer de Namık Kemal Lisesine devam etmeye başladım.

 

Her yıl yeni yeni arkadaşlarla tanışmanın faydasını yıllar sonra gördüm. Bir dönem devlet dairelerinin tüm müdür ve üst düzey yöneticileri benim sınıf arkadaşımdı.

 

1963 yılının Aralık ayında adanın her yerinden felaket haberleri gelmeye başladı. Yakılan yıkılan köyler, şehit haberleri, göçmenler, işsizlik, açlık, sıkıntılar, çadır hayatı, kepçelerle tabaklara konan bir öğün yemekler, yağmur, ayaz, soğuk kaçıp kurtulamadığımız kocaman bir felaket gibi üzerimize çökmüştü.

 

O dönemde yayınlanan Halkın Sesi ve Bozkurt gazetelerinden birinde, Rumlar tarafından bir gece evvel yapılan saldırıdan sonra yakılıp yıkılmış Küçük Kaymaklı’yı görünce ve şehit edilenlerin adını okuyunca oturup ağlamıştım. Nur içinde yatsın rahmetli Hüseyin Ruso’yu çok yakından tanıyordum. Atletik yapılı, yakışıklı bir hocamızdı.

 

Bir müddet sonra eski Rumca bir gazetenin ön sayfasında yakılıp yıkılmış Küçük Kaymaklı’nın bir başka resmini gördüm. En önde Nikos Samson, bir elinde bir tabanca, diğer elinde kocaman bir Türk Bayrağı, bir kahraman edası ile arkadaşları ile yürüyordu. Savunmasız Türklere saldırdıktan sonra kazanılan zaferini kutluyordu.

Resmin altında ise iki kelimelik bir cümle vardı: “Kanla aldık…”

 

1964’den 1974 yılına kadar bir daha hiç gidemedim Küçük Kaymaklı’ya. Hiç göremedim Küçük Kaymaklı’daki evimizi. Ara sıra önünden geçmek zorunda kaldığım Büyük Kaymaklı’daki Rum Milli Muhafız Ordusu kampının şimdi neresinde olduğunu hatırlamadığım bir yerinde de “Μολών λαβέ” yazıyordu. Türkçe “Molon Lave” okunan ve kelimesel çevirisi “Gel ve Al” olan, halk dilinde de “Erkeksen gel al” manasındaki bu cümle,  Kıbrıslı Türklere hitaben “Küçük Kaymaklı ima edilerek yazılmıştı.

 

“Molon Lave” yanıtını,  silahlarını bırakıp teslim olmalarını isteyen binlerce kişiden oluşan İran ordusuna rest çekip kanlarının son damlasına kadar direnen 300 kişilik Sparta ordusunun komutanı Kral Leonidas vermişti. Hepsi öldüler ama İran ordusu da bir adım ilerleyemedi ve arkadan gelen kuvvetler tarafından yenilgiye uğratıldı.

 

1968 yılında Türk Cemaat Meclisi Başkanı rahmetlik Rauf R. Denktaş ile Rum Cemaat Meclisi Başkanı Glafkos Klerides görüşmelere başladıktan sonra, Türkler Küçük Kaymaklı’nın iadesini talep edince, Glafkos Klerides “Kanla aldık, kanla veririz” diyerek, reddetmişti bu talebimizi.

 

Kıbrıslı Türklerin bu talebine Kıbrıs konusu ile yakından ilgilenen Birleşmiş Milletler, ABD, İngiltere ve o dönemki adı ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) hiç destek vermediler, hiç arka bile çıkmadılar.

Hiç bir Allah’ın kulunun çıkıp da, “Türklerle görüşmeler yapıyorsunuz, iyi niyet gösterisi olarak Türklere Küçük Kaymaklı’yı iade edin” demediği gibi, Rumların içinden birileri çıkıp da “Türklerle görüşme yapıyoruz. Küçük Kaymaklı’yı verelim” demedi.

 

Şimdi Rum lider Anastasiades çıkmış müzakerelere başlamak için iyi niyet gösterisi olarak “Maraş iade edilsin”, çözüm için “işgal verileri ortadan kaldırılsın, işgal askerleri ile yerleşikler adadan ayrılsın” diyebilmekte.

 

Ya Rumlarla birlikte BM, ABD, İngiltere ve AB yöneticileri topluca bunadılar ve geçmişte bize Rumların neler yaptığını hatırlayamıyorlar ya da bizleri aptal zannediyorlar.

Gerçekte hangi olasılığın doğru olduğunu hala daha anlamış değilim…

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

16 Ekim 2013

15 Ekim 2013
Maraş ve K. Kaymaklı için yorumlar kapalı
Okunma 91
bosluk

Camilerimiz ve Ezan

Camilerimiz ve Ezan

Yarın Mübarek Kurban Bayramı.

Hac ziyaretinin son aşamasında Allah’a yakınlaşma adaklarının kurban keserek yerine getirilmeye çalışıldığı ve bayram olarak kutlandığı dönem “Kurban Bayramı.”

 

Kurban ibadetinin asıl amacı Allah’ın rızasını kazanmak ve O’na yakınlaşmayı arzu etmek. Kurban kesen, bu ibadetiyle Allah’a yaklaşmış ve O’nun hoşnutluğunu kazanmış olur.

Tüm okuyucularımın Kurban Bayramını kutlar, ayırımsız olarak herkese, mutlu, huzurlu, başarılı ve sağlıklı bayramlarla dolu uzun bir yaşam dilerim.

 

Dün çok sevdiğim bir ağabeyimizin köşe yazısında kullandığı “Ezanın ses bandından yayınlanması bu şekilde sürerse korkarım ki müezzinlerimiz ezan okuma melekelerini yitirecekler” cümlesi ve bu şekilde düşünmesi beni çok üzdü.

 

Bu cümleyi kendi yazmamıştı. Bir okuru göndermiş ve o da bu cümleye yer vermişti yazısında, altında gönderen kişinin adıyla. Genelde KKTC’de neredeyse yetişkinlerin büyük çoğunluğunu tanımama rağmen yazının altındaki ismi tanımadığımı itiraf etmem gerekir.

 

Beni üzen, bunu yazan kişinin dini ibadetin nasıl yapıldığı, namazın nasıl kılındığı ve de camide cemaatle topluca yapılan ibadet, kılınan namaz ve hangi dualar ile nelerin okunduğu hakkında herhangi bir bilgi sahibi olmadan bu cümleyi kaleme almış olmasıdır.

 

Bırakın Müezzinlerin, İmamların, Hocaların ve Yardımcı Müezzinlerin “Ezan”ı okuma melekelerini yitirmelerini, camiye her gün veya kendine uygun saatlerde giderek ibadete katılan cemaatin bile ezanı unutması ve ezan okuma melekesini kaybetmesi söz konusu değildir. Sabah, Öğlen, İkindi, Akşam ve Yatsı olmak üzere günde beş kez kılınan namaz için minareden hoparlörlerle okunan ezanın banttan veya da merkezi sistemden okunmasının, müezzinlerin ezan okuma melekelerini zayıflatacağı öngörüsü veya iddiası, konu hakkında yeterli bilgi donanımına sahip olmamaktan kaynaklanıyor gerçekte.

 

Namaza çağrı olarak hoparlörden okunan ezana ilaveten, cemaat camiye geldikten sonra caminin içinde belirli aşamalarda en az iki kez daha okunmaktadır ezan. Bu ezanları yardımcı müezzinler, müezzinler veya da hocalar okumaktadır. Minareden okunan ezanın banttan yayınlandığını farz etsek bile, caminin içinde gür sesi ile günde en az on kez ezan okuyan bir din görevlisinin nasıl ezan okuma melekesini yitireceğini çok merak etmekteyim.

Sanırım son günlerde dine karşı yükselen bir refleksin uzantısı olarak araştırmadan ve kulaktan dolma bilgilerle bir şeyler karalanıyor.

 

Dini konular en hassas, en bıçaksırtı konular, dini hassasiyetler ise en etkin hassasiyetlerdir. O yüzden konuyu fazla evirip çevirmeden, sizlere, evinize en yakın camiye günün belirli saatlerinde gitmenizi tavsiye ederim.

Zaman içinde camide geçirdiğiniz dakikaların sizi farklı bir ruhsal yapıya kavuşturacağını öngörerek,  “Denemekten hiç bir şey kaybetmezsiniz” diyebilirim.

Bugüne kadar dinden ve camiden uzak durmakla elde ettiğiniz kazanımlarınızın doğru olup olmadığını, bir müddet dine ve camiye yakın durarak elde ettiklerinizle kıyaslama olanağına kavuşur, hangisinin doğru olduğuna siz kendiniz karar verebilirsiniz, başkalarının düşüncelerini onaylamak ve uygulamak yerine…

 

Bölgenizdeki caminin cemaati ile tanışıp kaynaşmak; tüm insanların Allah huzurunda eşit olduğunu görmek ve şeytanın en sevdiği günah olan “kibir”den uzaklaşmak adına büyük bir kazanım. Camiye düzenli olarak giden ve dini vecibelerini kendi olanakları çerçevesinde yerine getirmeye çalışan kişilerin büyük bir çoğunluğu, belki zengin kişiler değiller, belki de toplumsal statüleri çok yükseklerde değil ama tümünün de mütevazi, alçak gönüllü, dürüst, çalışkan, verdikleri sözü tutan, güvenilir ve mükemmel birer ruh yapısına sahip kişiler olduklarını size garanti edebilirim.

 

Ortodoks Hristiyan Rum adadaşlarımızla yüzyıllarca Paskalya’da pilavuna yemekle, yumurta tokuşturmakla bir şeyler kaybetmedik ama artık Kıbrıslı Türkler olarak camilerimize ve din adamlarımıza daha sempatik bakmamızın, dinimize daha yakın olmamızın zamanı geldi, yerli yersiz, şehir efsanelerine dayalı eleştiriler üretmek yerine.

 

Yarınki Kurban Bayramımız bir vesile olsun, bu yıl Bayrama, her zaman gittiğiniz caminin cemaati ile sabah namazını kıldıktan sonra Bayram Hutbesini dinleyip, Bayram Namazını kılarak girin. Ne demek istediğimi, ne denli farklı bir dünyaya adım attığınızı anlayacaksınız.

Hayırlı Bayramlar Dilerim size…

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

14 Ekim 2013

13 Ekim 2013
Camilerimiz ve Ezan için yorumlar kapalı
Okunma 96
bosluk

AB’nin Kıbrıslı Türklere Desteği

AB’nin Kıbrıslı Türklere Desteği

Dünden beri Avrupa Birliği Komisyonu’nun Türkiye’ye İlişkin İlerleme Raporu’nun taslağını satır satır okuyarak inceliyorum.

 

Komisyon Başkanı Stefan Füle, gerçekten de Kıbrıslı Rumların kendi çıkarları doğrultusunda kasten ve bilinçli bir şekilde Türkiye ile AB arasındaki ilişkiyi zehirlediklerinin farkına varmış. Bu nedenle de hazırladığı “Rapor Taslağı” geçmiş yıllarınkinden farklı. Tabii şimdilik farklı, Rumlar müdahale edip, içeriğini kendi istekleri ve çıkarları doğrultusunda değiştirene kadar.

 

Rumlar bu konuda çok başarılılar. Rapor taslağının içeriğinin, kendi çıkar ve beklentileri doğrultusunda değiştirilmesi için hem her tür girişimi, hem de her çeşit rezilliği yapmaktan çekinmiyorlar. Bu “girişim” tanımlamasının içine şantaj gibi eylemler de dahil ediliyor zaman zaman.

 

Bu yılki rapor da Füle’nin bu zehiri pasifize edebilmek için elden geleni yaptığını görmek mümkün. Dolambaçlı yollardan ve kullandığı esnek kelimelerle bir şekilde, Kıbrıslı Rumlar tarafından, Kıbrıs konusunda Türkiye’den taviz koparmak için kasten ve bilinçli bir şekilde dondurulmuş sekiz adet müzakere başlığının açılabilmesi için olanaklar yaratmaya ve yeni kapılar açmaya çalışmış.

 

Çalışmaya çalışmış da, nasıl olsa Rumların koyacağı engellere ve duvara toslayacak.

 

Bunun örneklerini geçmişte çok yaşadık.

Annan Planı Referandumunda Kıbrıslı Türklere “Evet” demeleri karşılığında AB tarafından verilmiş sözlerin hiç birini Avrupa Birliği yerine getiremedi. Mali yardım Tüzüğü de, Doğrudan Ticaret Tüzüğü de, Yeşil hat Tüzüğü de Rumların koydukları engeller, çıkardıkları zorluklar nedeni ile hiç hayata geçmedi.

 

Aynı şekilde ambargoların kaldırılacağı vaadi de yerine getirilemedi.

 

Avrupa Birliğinin işleyiş tarzında, üyelerden biri hariç tümü bir konuya onay verse bile, o bir tanesinin itirazı dikkate alınıyor ve 28 ülkenin onayı çöpe atılıyor.

Avrupa Parlamentosu Başkanlar Konferansı ajandasında yer alan “Kıbrıslı Türklere Avrupa Parlamentosu’nda Gözlemci Statüsü” verilmesi konusu, Rumların girişimleri ile çoktan çıkmaz yılın ilkbaharına ertelendi. Seçimler yapılacak ve yeni Avrupa Parlamentosu konuyu görüşecekmiş! Onlar da bir sonraki seçimlerden sonra oluşacak Avrupa Parlamentosuna “Kıbrıslı Türklerin Gözlemci Statüsü” konusunu havale ederlerse, kısmet 2019’a!

 

“Kıbrıslı Türkler ile Yüksek Seviyede Temas Grubu” konusu ise Avrupa Birliğinin bir başka yüz karası. Söz konusu “Kıbrıslı Türkler ile Yüksek Seviyede Temas Grubu”, Kıbrıslı Türklerle temas kurmaktan çekindiği ve sadece Kıbrıslı Rumlarla görüştüğü için çalışmaları askıya alındı ve çıkmaz ayın son çarşambasına ertelendi.

 

AB’nin mevcut oluşumu ve AB’nin Anayasası olarak kabul edilen Anlaşmalar dikkate alındığında, AB’nin Kıbrıs konusunda, Kıbrıs müzakerelerinde ve Kıbrıslı Türklere bakışında herhangi bir değişikliğin olmasının mümkün olamayacağını anlamamız ve bu gerçeğe göre hareket etmemiz gerekmektedir.

 

Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun Kıbrıs Sorununa kalıcı bir çözüm bulmak için yaptığı müzakerelere başlamak ve 2014’ün İlkbaharında bitirmek çağrılarına, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs konusunu çözmek doğrultusunda zaman zaman ileri doğru adım atmak girişimlerine rağmen Avrupa Birliği içinde, Rumların ve Yunanlıların yoğun propagandası ve karşı girişimleri nedeni ile “Türk tarafı Kıbrıs’ta barış istemiyor ve Birleşmiş Milletlerin kurduğu müzakere masasında bozgunculuk yaparak müzakerelerin ilerlemesine engel oluyor” kanısı çok yaygın.

 

Bu nedenle de Kıbrıs sorunu uluslararası kabul görecek şekilde çözülmeden, Türkiye’nin AB’ye girmesi ve Kıbrıslı Türklerin de AB’den, Kıbrıslı Rumlara eşit düzeyde yaklaşım, iletişim ve kabul beklemesi tam bir hayal ve “olmayacak duaya amin” demekten öte değil.

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

11 Ekim 2013

10 Ekim 2013
AB’nin Kıbrıslı Türklere Desteği için yorumlar kapalı
Okunma 69
bosluk

Müzakerecilerin Anavatanlarla Görüşmesi

Müzakerecilerin Anavatanlarla Görüşmesi

Kıbrıs Rum Yönetiminin, Yunanistan Dışişleri Bakanı Evangelos Venizelos’tan “Ne yap et bizi Türkiye ile görüştür” talebi doğrultusunda Venizelos’un Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na konuyu dostane bir görüşmede çıtlatmasını, AK Parti hükümeti dahiyane bir şekilde değerlendirdi.

 

Kıbrıs sorununa çözüm getirme hedefini her zaman canlı tutan ve uygun politik ortamlarda ileri doğru bir adım atmaktan çekinmeyen Erdoğan hükümeti, Rum tarafının endirekt ilettiği bu isteği olumlu değerlendirdi ve devletlerarası ilişkilerde “Eşit düzeyde karşılıklı olma durumu” olarak tanımlanan “Mütekabiliyet” esasında ele alınmasını kararlaştırdı.

 

Hükümetin bu görüşü ve isteği doğrultusunda Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu, Yunanistan Dışişleri bakanı Evangelos Venizelos ile geçen hafta New York’ta BM’nin 68. Genel Kurulu toplantısı sonrasında yaptığı görüşmede, mütekabiliyet esasında Kıbrıs Rum liderlerinin müzakerecisinin kendisi ile görüşebileceğini belirtti.

 

İki Bakan arasında bu görüşmenin “Mütekabiliyet” esasında ele alınarak, eşit düzeydeki uygulaması da KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun özel temsilcisi Osman Ertuğ’un da Evangelos Venizelos ile görüşmesi olarak belirlendi.

 

Türkiye’nin kendilerini muhatap alacağını düşünerek gelen haberi etekleri zil çalarak karşılayan Rumları bir müddet sonra ateş sardı. Hem KKTC’nin düzeyi yükseltilecek, hem de bu görüşme Türklerin isteği olan “Dörtlü Konferans”ın alt yapısını oluşturacak korkusuyla aralarında bitmeyen tartışmalar başladı.

 

Rum müzakereci Andreas Mavroyannis’in Larnaka’dan kalkacak bir uçakla direkt uçarak Ankara’ya gideceğini ve Türkiye’nin uygulamaya koyduğu uçuş ambargosunu kıracağını hayal eden Rumlar, mütekabiliyet esasında Türk Müzakereci Osman Ertuğ’un da Ercan’dan kalkacak bir uçakla direk uçarak Atina’ya gideceği,  Andreas Mavroyannis’in, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu ile Türkiye’ye giriş yaparken, Osman Ertuğ’un da KKTC pasaportu ile Yunanistan’a giriş yapacağı ortaya çıkınca, bu işten nasıl kaçabileceklerini ciddi ciddi düşünmeye başladılar.

 

Boşuna “Bizans’ın torunlarıyız” demiyorlar kendilerine.

İllaki kendilerini sorumlu tutmayacak, omuzlarına bozguncu yaftasının asılmasını savuşturacak ve diplomasi dünyasında geçerliliği olan bir bahaneyi bulacaklar ve müzakerecilerin üzerinde mutabakata varılan çapraz görüşmeyi yapmalarının önüne geçecekler.

 

“Şeytan ayrıntıda gizlidir” sözü hiçte boşuna söylenmedi.

Bu doğrultuda ilk sinyal Yunanistan Dışişleri bakanı Evangelos Venizelos’tan geldi.

New York dönüşü sonrasında Atina’da yaptığı resmi açıklamada, T.C. Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu ile yapıcı bir görüşme yaptığını ve bu kapsam içinde, “Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetinin talebi üzerine“, Türk hükümetinin Kıbrıs Rum müzakereci ile görüşmeyi kabul etmesi üzerine, Yunanistan hükümetinin de Kıbrıs Türk tarafının müzakerecisi ile görüşmeyi kabul ettiğini dile getirdi.

New York’taki açıklama ile Atina’daki açıklama kelimesi kelimesine aynı ama fazladan beş kelime daha yer aldı Atina’daki açıklamada.

İçine ilave olarak “Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetinin talebi üzerine” cümlesi eklenen Atina açıklaması, çapraz görüşmenin gerçekleşmesini tamamen Kıbrıs Rum Yönetimi’nin isteğine ve inisiyatifine bırakıyor.

 

Rum siyasiler arasında son günlerde yer alan suçlamalar ve çekişmeler, Kıbrıs Türk ve Rum müzakerecilerin karşı tarafın anavatan dışişleri bakanları ile yapacakları söz konusu bu çapraz görüşmeleri tehlikeye sokacak ve gerçekleşmesini bir şekilde önleyecek düzeye çıkardı.

 

Dün Rum müzakereci Andreas Mavroyannis’in  apar topar seminere katılma bahanesi ile Atina’ya gitmesi ve sırası ile Yunan Dışişleri Bakanlığı’nın üst düzey personeli, Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Dimitris Kurkulas ve Dışişleri Bakanı Evangelos Venizelos ile görüşme yapması pek de diplomatik teamüllere uygun değil.

 

Bu ziyaretin perde arkasında, müzakerecilerin karşı tarafın anavatan dışişleri bakanları ile yapacakları çapraz görüşme sonucunda yüz yüze kalınacak diplomatik kayıptan nasıl kurtulunacağının olduğu kesin…

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

9 Ekim 2013

8 Ekim 2013
Müzakerecilerin Anavatanlarla Görüşmesi için yorumlar kapalı
Okunma 49
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2

Arşivler

Son Yorumlar