Nazarbayev Niye Ödüllendirilmedi

Nazarbayev Niye Ödüllendirilmedi

Batı tam manasıyla tarafgir.


İstediğini tutuyor, hak etmediği halde istediğine de “Barış Ödülü” veya “Nobel Ödülü” gibi ödülleri de veriyor.


Kendinden olmayana da, yaptıkları ve insanlığa koydukları katkı ne olursa olsun sadece “Nasihat” veriyor.


Ülkesine nükleer teknolojiyi ve silahları getirten, bir başka ülkeden nükleer teknolojiyi nasıl aldığını ve çaldığını ayrıntılarıyla gazetelere anlatmaktan çekinmeyen ve Güney Afrika ülkelerine nükleer silah sattığı belgeleriyle ortaya çıkan devlet başkanına Nobel Barış Ödülü verilirken, ve de aynı şekilde sadece ağzından “Nükleer silahlar sınırlandırılmalı” sözleri çıkan ama sınırlama için parmaklarını dahi oynatmayan devlet başkanına Nobel Barış Ödülü verilirken niye Nazarbayev’e kuru bir teşekkürden başka bir şey verilmiyor anlamak mümkün değil.


Nursultan Nazarbayev Kazakistan’ın Cumhurbaşkanı.


İktidara geldikten sonra, kendisine verilen bir dizi gizli brifing de, Kazakistan topraklarına konuşlandırılmış kitle imha silahlarının kapsamını öğrenir ve şok olur. Adeta duyduklarına inanamaz. Kazakistan’da 1200’den fazla Kıtalararası Balistik Nükleer Füze başlığı ile bunları taşıyacak rampalar ve özel uçak üsleri bulunmaktadır.


Kazakistan sınırları içinde 164 değişik yerde bulunan bu nükleer başlıklı füzeler, sayıca en çok Akmolinsk, Kızılorda ve Semipalatinsk bölgelerinde konuşlandırılmıştır. İşin ilginç yanı hepsi de Rusya’nın bir askeri kuruluşu olan “Stratejik Füze Komutanlığı”nın emrindedir ve Kazakistan da bunlara karışamamaktadır.


Bu nükleer silahlara ilaveten Kazakistan’da 79. Rus Hava Tümeni ve bu tümenin kullanımındaki nükleer bombaları ve füzeleri taşıyan, uzun menzilli uçaklar ile özel üsleri de bulunmaktadır. Kazakistan, topraklarındaki bu nükleer güçle, ABD, Rusya ve Ukrayna’dan sonra dünyanın dördüncü büyük nükleer gücü durumundadır. Fransa, sahibi olduğu 512, İngiltere 296 ve Çin 284 nükleer füze ile toplamda bile Kazakistan’a yetişememektedir.


Emanetçilik yaptığının farkına varan Nursultan Nazarbayev, 20 Ağustos 1991 tarihinde aldığı kararla Semipalatinsk nükleer deneme alanını kapatmış, arkasından da topraklarındaki tüm nükleer silahları da Rusya’ya geri göndermiştir.


Nazarbayev’in  bu girişimi ve kararlılığı aynı zamanda Kazakistan’ın, uluslararası nükleer güvenlik ve kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesi düşüncesinin pekişmesine de büyük katkı sağlamıştır.


Nazarbayev, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması ve Stratejik Silahların Azaltılması Antlaşması’nı imzalamayı kabul eder ve Kazak topraklarındaki tüm nükleer füzeleri Rusya’nın yardımıyla sökmeyi taahhüt eder. Clinton, Yeltsin ve İngiltere Başbakanı John Major, Budapeşte’deki AGİT zirvesi çerçevesinde “Kazakistan İçin Nükleer Garantiler Memorandumu”nu imzalayınca, daha da büyük bir başarı elde edilmiş ve yeni bir kavramın dünyada yer etmesinin zemini de hazırlanmış olur.


Kazakistan’ın da dahil olduğu “Nükleer Güç Sahibi Olmayan Ülkelerin Korunması” mutabakatı, Çin’in girişimi ile iki ay sonra, Şubat 1995’te Beijing’de imzalanır. Bu anlaşmalar sonucunda, Kazakistan nükleer silahlara sahip olmayan ve Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’nı imzalayan bir devlet sıfatıyla uluslararası alanda tanınır, saldırı ya da saldırı tehlikesi karşısında uluslararası toplum tarafından korunacağı da belirtilir.


Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in yaptığı, büyük bir cesaretle ülkesindeki tüm nükleer silahları dışarı atmak ve denemeleri de yasaklayarak insanlığın dünya üzerindeki varlığının sürdürülmesine büyük bir katkı koymak aslında.


İnsanlığın geleceği açısından, çok yerinde bir karar ve uygulama bu ve bence “Barış Ödülü”ne de, “Nobel Ödülü”ne de layık bir davranış. Keşke onun gibi bir çok devlet başkanı, insanlık için bu denli cesurca davranabilse ve radikal kararlar alabilse.

18 Ağustos 2010
Nazarbayev Niye Ödüllendirilmedi için yorumlar kapalı
Okunma 39
bosluk

Mülkiyet ve Sonrası

Mülkiyet ve Sonrası

Kıbrıs sorunu yıllardır BM’nin gündeminde ve artık bıkkınlık sinyalleri gelmeye başladı New York’tan.


Belli ki BM Kıbrıs sorununu çözmeye ve gündeminden düşürmeye kararlı.


Kıbrıslı Rumların adaya tümüyle tekrardan sahip olmaları ülküleri nedeni ile her önerilen plana “Hayır” demeleri, Kıbrıs sorununu gereğinden de fazla uzattı ve artık bu sorun dünya barışını, daha doğrusu batı ülkeleri arasındaki ittifakı tehdit eder duruma geldi.


NATO-AB ilişkileri, Türkiye-AB Müzakereleri, Ortak Savunma ve Güvenlik Politikası, Barış İçin Ortaklık Politikası, AB-Orta Doğu İlişkileri, Euro Kontrol,  Güvenli Uçuş Sistemi ve bunlar gibi daha nice ortak faaliyetler, Kıbrıs sorununun uzamasından olumsuz etkilenmeye başladı.


Yediyüz elli bin kişilik ufacık, dünya ekonomisine, Avrupa’nın güvenliğine ve Ortak savunmasına neredeyse hiç denecek düzeyde katkısı olan bir ülkenin, yetmiş iki milyonluk ve dünya üzerinde on altıncı büyük ekonomiye sahip bir ülkenin önüne takoz koymasını artık Batı kabul edemiyor, daha doğrusu kaldıramıyor.


Kıbrıs Rum Cumhuriyetini, AB’ye üye almakla büyük bir hata ettiklerini zaman zaman uygun ortamlarda dile getiriyor AB yetkilileri. 


Bu nedenle de BM, AB’den de destek alarak bir dizi çözüm önerileri üzerinde yoğun çalışmalar başlattı.


Şöyle veya böyle bir şekilde, tarafların zoraki kabulü ile Kıbrıs sorunu bir zemine oturtulacak ve batı dünyasının gündeminden düşürülecek.


Yaşlı Avrupa’nın Türkiye’den beklentileri ve Türkiye’ye olan gereksinimi bilinenden ve tahmin edilenden de çok daha fazla.


Aslında Avrupa’nın ekonomik durumu, Orta çağdaki Haçlı seferleri ile 1. ve 2. Dünya savaşları öncesindeki durumundan pek farklı değil. Ekonominin kötü gidişatı, Avrupa’yı hasta etmiş durumda.


Eskiden yaptığı gibi eline silahını ve ordusunu alıp sömürgeler kuramadığı, yapay sınırlar çizip, kendine hizmet edecek yapay devletler ve pazarlar yaratamadığı için Avrupa şimdi, komaya girmiş durumda. Eski sağlıklı günlerine kıyasla, şimdi “Hasta adam” konumunda da diyebiliriz Avrupa için.


Küçülen ekonomisi, iflas eden üye devletleri, birbirine borç vermeyi reddeden ortakları ve güven yitirmiş para birimi ile Avrupa 21. Yüzyılda gerçekten de acınacak durumda.


Türkiye’ye çok gereksinimi var.


En doğusundaki Türkiye sınırında başlayan ve Çine dek uzanan topraklar üzerinde, Türkiye olmadan artık hiçbir nüfuzunun olamayacağını iyi biliyor.


Bu nedenle de Türkiye’yi yanına çekmenin yollarını arıyor.


AİHM’nin Kıbrıs sorununu ilgilendiren kararları, Başbakan Erdoğan’ın açıklamaları, 2010 yılının Kıbrıs sorununda dönüm noktası olacağı söylemleri bu gerçeğin doğruluğunu pekiştirmekte.


Kıbrıs sorununda temel öğe olan “Mülkiyet” konusu, AİHM’nin son kararları ile aniden çok dramatik bir değişikliğe uğradı ve çok farklı bir kulvara girdi. 


Yıllardır, yerel tabir ile “Yüzümüze üfürmeyen” yabancı güçler aniden, mülkiyet konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını ve hukuki görüşlerini devreye sokmaya başladılar.


BM’den gelen haberlere göre, mülkiyet konusunda yepyeni bir kavram üzerinde çalışıldığı ve sorunun esasını teşkil eden mülkiyetin, bir şekilde adada yaşayan her iki halkın haklarını olabildiğince adilane bir şekilde koruyarak, çözüleceği şeklinde.


Mülkiyet çözüldükten sonra, diğer başlıkların çözüme kavuşturulması çok da zor ve çok da önemli değil. Daha doğrusu şart değil.


Yönetim ve Güç Paylaşımı, Güvenlik ve Garantiler, Avrupa Birliği, Toprak Düzenlemesi ve Ekonomik Konuları içeren diğer başlıklar üzerinde tarafların mutabakata varamaması durumunda, adadaki siyasi çözümün şeklini belirlemek ve uluslararası onayını almak, yabancı güçlerin inisiyatifine ve kararına kalıyor artık.


İşte bu aşamada, devreye Türkiye faktörü daha da ağırlıklı olarak girmekte.


Mülkiyet sorunu çözüldükten sonraki en büyük olasılık, taraflar birleşme istemediğine göre, adada iki ayrı devletin varlığının yasallık kazanması olacak.


Gelen işaretler öyle.

16 Ağustos 2010
Mülkiyet ve Sonrası için yorumlar kapalı
Okunma 29
bosluk

Hristofyas Oyun Oynuyor

Hristofyas Oyun Oynuyor

Rumların Cumhurbaşkanı Hristofyas, geçen haftalarda AB’nin 26 üye ülke başkanlarına gönderdiği, çözüm paketi diye eski önerilerini allayıp pulladığı ve içinde kapalı bölge Maraş’ın iadesi karşılığında Gazi Mağusa Limanı’nın AB gözetiminde doğrudan ticarete açılması da bulunan mektubuna pek çok olumlu yanıt aldığından bahsetmeye başladı.


Herhalde Yunanistan’dan başka bir ülkeden bahsettiği gibi olumlu sözler içeren bir mektup almamıştır. Diğer üye ülkelerin devlet başkanlarını aptal, Dışişleri Bakanlıklarını kör ve sağır, elçilerini de dünyadan bihaber zannedip, yazdıklarına körü körüne inanacaklarını sanıyor anlaşılan.  


AB’ye üye ülkelerin Kıbrıs’taki elçileri nelerin olup bittiğini pek çok Kıbrıslı Türk ve Rumdan çok daha iyi biliyorlar ve yakinen de takip ediyorlar.


Belli ki, Rum tarafında Mayıs 2011’de yapılacak seçimlerin hazırlığı ve telaşı şimdiden başlamış.


DISY Genel Başkanı Nikos Anastasiadis ile Ulusal Konsey toplantısında pencerelerden sokaklara taşan çekişmesi de boşuna değil.


Hristofyas, 14 Şubat 2008 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 1. turunda almış olduğu gerçek oylarının şimdi 4.5 puan altında. DISY ise puanlarını arttırmış durumda. Bu gün Cumhurbaşkanlığı seçimi olsa, Anastasiadis ortalığı siler süpürür.


Hristofyas kaybettiği halk desteğini, iç tribünlere oynayarak tekrar kazanmaya çalışıyor. Rum Ekonomisinin geri gittiği, işsizliğin de son elli yılda hiç yaşanmadığı kadar yüksek olması nedeni ile çareyi Kıbrıs Müzakerelerinde Rumları memnun edecek ama gerçekleşemeyecek öneriler yapmakta ve iç tribünlere vaatler içeren, gönülleri kaldıran nutuklar sallamakta buldu.


Evvelki hafta Güzelyurt’u istiyordu ve “Olmazsa çözüm olmaz” gibi kilosundan da ağır laflar etti.


Geçen hafta Maraş’ı istedi ve bununla yetinmedi, Türklerin neredeyse son beşyüz yıldır ikamet ettiği Mağusa Kale içini de talep etti.


Bu hafta da Karpaz yarımadasını istediğini dile getirdi.


Öbür hafta da herhalde “Öyle bir miktar toprak tavizi verin ki, bütün Rumlar geri dönsün” diyecek.


“İsteyenin yüzü bir kara vermeyenin iki” misali Hristofyas, gerçekleşemeyecek ama iç tribünlerde de Kıbrıslı Rumları memnun ve mesut edecek taleplerde bulunmayı, vaziyeti kurtarıcı bir davranış gibi görmeye başladı.


Bütün bunlara nazire edercesine “Kıbrıs Sorununa Kapsamlı bir Çözüm Bulmak” müzakereleri ise Türk tarafının inisiyatifinde devam ediyor.


Aradaki kişiler, ilgili BM görevlileri ve yabancı diplomatlar, Türk tarafının düşünce yapısını olumlu, önerilerini de yapıcı ve ileriye doğru adım atıcı buluyorlar, bu bulgularını çekinmeden de dile getiriyorlar. 


Hristofyas’ın kapalı bölge Maraş’ın iadesi karşılığında Gazi Mağusa Limanı’nın AB gözetiminde doğrudan ticarete açılmasını içeren önerisi, elmalarla hıyarları aynı kefeye koymaya benziyor.


Uluslararası hukuka göre Gazi Mağusa Limanı zaten 1974 yılından beri ticarete açık. KKTC’de üretilen ve ihracat kaleminde büyük bir payı olan süt ürünleri, Orta Doğu ülkelerine hâlihazırda Gazi Mağusa limanından ihraç edilmekte. Herhangi bir kısıtlama veya yasa dışılık yok. BM’nin bu konuda kısıtlayıcı herhangi bir kararı da yok. Kısıtlı olan KKTC halkının ürettiklerinin ABAD kararı nedeni ile AB ülkelerine sıfır gümrük ve fonla girebilmesi.


Kıbrıs Türk halkının herhangi bir isteği ve başvurusu olmadan, 24 Nisan 2004 Referandumundan hemen sonra Avrupa Birliği, kendi inisiyatifi ile kabul ettiği “Doğrudan Ticaret Tüzüğü” ile bu kısıtlamayı kaldırmayı hedeflemişti. 1 Mayıs 2004 tarihinde, AB’ye üye olan Rumlar, büyük bir maharetle bir gecede “Doğrudan Ticaret Tüzüğü”nü mezara gömdüler.


Hiçbir alakası ve bağı olmadığı halde verin Maraş’ı, Gazi Mağusa Limanını AB yönetiminde ihracata açalım önerisini yaptı Hristofyas ve sanki çokta önemliymiş gibi bu önerisini de AB’ye üye 26 ülkenin Devlet başkanlarına gönderdi.


Maraş konusu 1997 Doruk Anlaşmasından beri “Bütünlüklü Çözüm” kapsamı içinde ve tek başına ele alınması da olanaksız.


Farzedin yedik zokayı ve Direk Ticaret karşılığı Maraş’ı iade ettik. Rumlar Maraş’a girdikten sonra, AB şimdiki gibi gene bir gecede Direk Ticareti askıya alıp yasaklarsa, kim Maraş’taki Rumlara “Hadi bakalım siz de geri gidin” diyebilecek veya diyecek. Maraş elden çıkacak ama yasaklama tekrardan gene yürürlüğe konmuş olacak.


Bu filimi, 17 Aralık 2004 AB Devlet Başkanları zirvesinde Türkiye ile Katılım Müzakarelerinin Başlatılması Kararında ve 3-4 Ekim 2005 AB-Türkiye Müzakere Çerçeve Belgesi görüşmelerinde yaşamış ve sonradan AB’nin verdiği sözleri nasıl tutmadığını da görmüştük.


Hristofyas galiba kendisini dahi, başkalarını da aptal zannediyor.

13 Ağustos 2010
Hristofyas Oyun Oynuyor için yorumlar kapalı
Okunma 30
bosluk

Türkiye’nin Bölgesel Liderliği

Türkiye’nin Bölgesel Liderliği

Türkiye belli ki artık büyük oynamaya karar vermiş. Yüzünü hem Doğu’ya çevirmiş, hem de Batı’ya, biraz da Kuzey’e. Siyasette ve ekonomide, durdurulamayan bir yükseliş trendine girdiği tartışılmaz bir doğru. Yılların yalnız Türkiyesi, şimdi yanına birçok ülkeyi almış dolu dizgin ilerliyor ve uluslararası arenada oyununu kendi kurallarına göre oynuyor. Sadece oynamıyor, oynatıyor da.


Genel Sekreterliğe Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun seçilmesinden sonra İslam Konferansı Örgütü’nün (İKÖ) Kıbrıs konusuna ve Kıbrıs Türk halkına bakışı ve yaklaşımı değişti. Bu değişimin kökeninde Türkiye Cumhuriyeti’nin son on yılda uygulamaya koyduğu geçmiştekinden çok farklı “Dış Politikası” ve yeni vizyonu yatıyor aslında.


İKÖ’nün Tacikistan’ın Başkenti Duşanbe’de Mayıs ayında yaptığı toplantıda, “Kıbrıs’taki Durum” başlıklı bir oturum yapması olağan üstü bir gelişme.
Geçmişte bu tür, özellikle de “Kıbrıs” başlıklı toplantılar hiç olmamıştı. Olanlarda da yüzeysel kararlar alınmıştı.


20 Mayıs tarihli, 7/37-POL sayılı Duşanbe kararının girişinde yer alan 15 paragrafa ilaveten, içinde yaptırımların da bulunduğu 13 madde, Kıbrıs Türk halkına büyük destek vermekte. İKÖ’deki bu olumlu gelişmeye ilaveten yeni bir adım da “Arap Parlamentosu”nda atıldı.


Arap Parlamentosu, Arap Ligi’nde yer alan 22 Arap ülkesinin parlamentolarından 4’er üyenin katılımı ile oluşan 88 sandalyeli uluslararası nitelikte bir Parlamento. İlk toplantısını 28 Aralık 2005 tarihinde Kahire’de yaptı ve hedeflerinden biri de Avrupa Birliği Parlamentosu gibi, milletvekillerinin kendi ülkelerinde ayrı bir seçimle seçilerek Arap Parlamentosunu oluşturması.


Arap dünyası ile ilişkilerin geliştirilmesine önem veren Türkiye, Arap ülkelerinin kurduğu uluslararası örgütlerde etkinliğini artırma girişimleri çerçevesinde, önce Arap Ligi’ne gözlemci üye oldu şimdi de Arap Parlamentosu’na gözlemci üye olacak. Kararı Şam’da alındı ve Aralık ayından itibaren de Arap Parlamentosu’nun sandalye sayısı, Türkiye’nin “Gözlemci Statüsü”nde katılımı ile 92’ye çıkacak.


Şam’da Cumartesi günü başlayan ve Arap Parlamentosu üyeleri ile yapılan toplantılarda, Türkiye’nin katılımı ile gerçekleşecek ikinci toplantının Aralık ayı içinde Kuveyt’te yapılması konusunda mutabakat kararı alındı. Kuveyt’te yapılacak Türk-Arap Parlamenterler Diyaloğu toplantısının gündeminde, “Kıbrıs Sorunu” ile “Orta Doğu’nun Nükleer Silahlardan Arındırılması” ve “İslamofobi” başlıkları yer alıyor.


Böylece Türkiye ile Arap dünyası arasında gelişen ilişkilere yeni bir halka daha eklenecek. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin Dış İlişkiler gündeminde, Kıbrıs meselesinin, İKÖ’de ve Arap Ligi’ne üye Arap ülkelerinin parlamentolarında iyi anlaşılmasını sağlamak var ve her iki yerde de öncelik taşıyor bu hedef.


Bu ilişkileri ile Türkiye, dünya üzerinde hem Avrupa Birliği ile hem de İKÖ ve Arap Parlamentosu ile birebir bağı olan tek ülke konumunda. AB’nin Orta Doğu ilişkileri ile Arap ülkelerinin AB ile ilişkilerinde tam bir “Elçi” görevi yapacak.


En önemlisi ise Kıbrıs konusundaki gerçek durumun ve bilgilerin, birinci ağızdan ve Türk tezi olarak Arap ülkelerine aktarılacağı ve gerektiğinde de tam desteğin alınabilecek olması.


Geçmiş yıllarda Rumlar, özellikle de Makarios, “Bağlantısızlar Bloku” kanalı ile Arap ülkelerine Kıbrıs konusunda Rum tezlerini istediği gibi aktarabiliyordu ve bu yöntem ikibinli yıllara kadar da devam etti. Artık koşullar değişti, olanaklar da farklılaştı ve de en önemlisi de Kıbrıs konusunda ortaya yeni etkin güçler çıktı.


Görünen o ki, bundan böyle Kıbrıs konusunda Türkiye’nin istedikleri gerçekleşecek, iflas etmiş Yunanistan’ın ve AB’nin Don Kişot’u Rumların değil.

11 Ağustos 2010
Türkiye’nin Bölgesel Liderliği için yorumlar kapalı
Okunma 25
bosluk

İKÖ’nün Son Kararı

İKÖ’nün Son Kararı

İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) 18-20 Mayıs tarihleri arasında Tacikistan’ın başkenti Duşanbe’de bir toplantı yaptı.


Adı “Daha Güvenli ve Refah İslam Dünyası için Paylaşılmış Vizyon” olan bu toplantı, Dış İşleri Bakanlarının Otuz Yedinci toplantısıydı.


Toplantının 7/37-POL sayılı “Kıbrıs’taki Durum” adlı kararı çok önemli maddeler içeriyor.


Bana göre bu toplantının bitiminde açıklanan ortak kararın hem giriş paragrafları, hem de sonuç maddeleri Kıbrıslı Türklere büyük bir destek veriyor. Bu kararın Kıbrıs konusunda sürdürülen müzakereleri etkileyeceği de kesin.


Giriş bölümünün 2. Paragrafı; 13-14 Mart 2008 tarihinde Senegal’in başkenti Dakar’da yapılan 11. Zirve Konferansında alınan 3/11-P(IS) sayılı kararda ve Suriye’nin başkenti Şam’da 23-25 Mayıs tarihleri arasında yapılan Dış İşleri bakanlarının 36. toplantısında alınan karara değinmekte ve “Kıbrıs’taki iki tarafın TAM EŞİTLİĞİ ve Uluslararası topluluğun, daha fazla gecikme olmadan Kıbrıs Türk halkına uygulanan izolasyonlara son verilmesi için çok sağlam adımlar atması” çağrısını tekrar teyit etmektedir.   


Giriş bölümünde yer alan 15 Paragrafın tümü de Kıbrıslı Türklere destek vermekte, izolasyonların kaldırılmasını talep etmekte ve aşırı silahlanmalarından dolayı da Kıbrıslı Rumları kınamaktadır.


Aşağıda özet olarak yer verdiğim “Sonuç Bölümü”ndeki maddelerin tamamı ise bizlere ayrı ayrı destek vermekte, hak arayışlarımızda bizlere arka çıkmaktadır.


1. Madde, yan yana güven içinde yaşayabilmemizin ana gerekçesi olarak tam ve eksiksiz eşitliğimizi teyit etmekte,


2. Madde, Uluslararası topluluğa Rum tarafını erken bir zamanda kapsamlı bir çözüme teşvik etmeye çağrı yapmakta,


3. Madde, Kıbrıslı Türklere uygulanan izolasyonların kaldırılması için Uluslararası topluma daha evvel yaptığı çağrıyı tekrarlamakta,


4. Madde, Üye ülkelere, kendilerine insanlık dışı bir yöntemle empoze edilen izolasyonların üstesinden gelebilmeleri için Kıbrıslı Türklerle etkin bir dayanışma içine girmeleri çağrısını yapmakta,


5. Madde, bu kapsamda Kıbrıslı Türklerle, ekonomik işbirliği, direkt ulaşım, turizm ve enformasyon konularında karşılıklı ziyaretler yapılması, Kültürel ve sportif etkinlikler gerçekleştirilmesi, Kıbrıs Türk Üniversiteleri ile öğrenci ve akademisyen değişimi de dahil olmak üzere işbirliğini teşvik etmekte,


6. Madde, 2011 yılının ilk çeyreğinde İKÖ’nün bir toplantısının Kıbrıs Türk Devleti’nde yapılmasına karar vermekte,


7. Madde, üye ülkelerden Kıbrıslı Türklerle yüksek seviyede karşılıklı ziyaretler gerçekleştirilmesini teşvik etmekte,


8. Madde, Kıbrıs sorunu çözülene değin, Kıbrıs’ta iki tarafın eşitliği temelinde, Kıbrıs sorununun dile getirildiği her uluslararası açılımda, Kıbrıslı Türklerin haklı taleplerinin dile getirilmesi isteklerinin desteklenmesini teyit etmekte,


9. Madde, İKÖ Genel Sekreterinden, Kıbrıs Türk tarafındaki yatırım projelerinin geliştirilebilmesi için İslam kalkınma Bankası ile gerekli temasların kurulmasının güvence altına alınmasını rica etmekte,


10. Madde, Kıbrıslı Türklerin, İKÖ üyesi ülkelere serbestçe seyahat etmeleri arzularının doğruluğunu kabul etmekte,


11. Madde, Kıbrıslı Türklerin İKÖ’ye tam üye olmak rica başvurularının alınmış olduğu kararını açıklamakta,


12. Madde, Üye ülkeleri, İKÖ tarafından daha evvel alınmış olan kararların ve de özellikle 2/31-P, 6/35-P 6/36-POL ve 3/11-P(IS) sayılı kararlarının uygulanamaya konması yönünde yaptıkları çalışmaları İKÖ Sekreterliğine bildirmeleri konusunda zorlamakta,


13. Madde, İKÖ Genel Sekreterinden, bu kararın uygulanmaya konması için gerekli her tür tedbiri almaya, yeni tavsiyelerde bulunmaya ve Dış İşleri Bakanlarının 38. Toplantısında rapor olarak sunmasını rica etmektedir.
 
İKÖ belli ki artık yavaş yavaş Kıbrıs konusuna ağırlığını koymak eğiliminde.


Kıbrıslı Türklerin yıllar süren mücadelelerinin sonrasında kurabilmeyi başardıkları devletlerinin, başından beri yanında olan ana vatan Türkiye ile birlikte, Türkiye’nin ısrarlı girişimleri sonucunda İslam Konferansı Örgütü üye ülkelerini de bu aşamada görmek, gerçekten de lehimize olan büyük bir adım, Kıbrıs sorunun çözüm yolunda da önemli bir gelişme.


İKÖ üyesi ülkelere ve Genel Sekreter Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’na teşekkürlerimi sunarım. Lütfen siz sevgili okuyucularım da teşekkürlerinizi iletmekten çekinmeyin.
http://www.oic-oci.org  sitesinde sol kenar altındaki “Contact Us” bölümünden mesaj gönderebilir  veya info@oic-oci.org mail adresine mesajınızı iletebilirsiniz.

9 Ağustos 2010
İKÖ’nün Son Kararı için yorumlar kapalı
Okunma 32
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar