Mülkiyet ve Sonrası |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
Kıbrıs sorunu yıllardır BM’nin gündeminde ve artık bıkkınlık sinyalleri gelmeye başladı New York’tan.
Belli ki BM Kıbrıs sorununu çözmeye ve gündeminden düşürmeye kararlı.
Kıbrıslı Rumların adaya tümüyle tekrardan sahip olmaları ülküleri nedeni ile her önerilen plana “Hayır” demeleri, Kıbrıs sorununu gereğinden de fazla uzattı ve artık bu sorun dünya barışını, daha doğrusu batı ülkeleri arasındaki ittifakı tehdit eder duruma geldi.
NATO-AB ilişkileri, Türkiye-AB Müzakereleri, Ortak Savunma ve Güvenlik Politikası, Barış İçin Ortaklık Politikası, AB-Orta Doğu İlişkileri, Euro Kontrol, Güvenli Uçuş Sistemi ve bunlar gibi daha nice ortak faaliyetler, Kıbrıs sorununun uzamasından olumsuz etkilenmeye başladı.
Yediyüz elli bin kişilik ufacık, dünya ekonomisine, Avrupa’nın güvenliğine ve Ortak savunmasına neredeyse hiç denecek düzeyde katkısı olan bir ülkenin, yetmiş iki milyonluk ve dünya üzerinde on altıncı büyük ekonomiye sahip bir ülkenin önüne takoz koymasını artık Batı kabul edemiyor, daha doğrusu kaldıramıyor.
Kıbrıs Rum Cumhuriyetini, AB’ye üye almakla büyük bir hata ettiklerini zaman zaman uygun ortamlarda dile getiriyor AB yetkilileri.
Bu nedenle de BM, AB’den de destek alarak bir dizi çözüm önerileri üzerinde yoğun çalışmalar başlattı.
Şöyle veya böyle bir şekilde, tarafların zoraki kabulü ile Kıbrıs sorunu bir zemine oturtulacak ve batı dünyasının gündeminden düşürülecek.
Yaşlı Avrupa’nın Türkiye’den beklentileri ve Türkiye’ye olan gereksinimi bilinenden ve tahmin edilenden de çok daha fazla.
Aslında Avrupa’nın ekonomik durumu, Orta çağdaki Haçlı seferleri ile 1. ve 2. Dünya savaşları öncesindeki durumundan pek farklı değil. Ekonominin kötü gidişatı, Avrupa’yı hasta etmiş durumda.
Eskiden yaptığı gibi eline silahını ve ordusunu alıp sömürgeler kuramadığı, yapay sınırlar çizip, kendine hizmet edecek yapay devletler ve pazarlar yaratamadığı için Avrupa şimdi, komaya girmiş durumda. Eski sağlıklı günlerine kıyasla, şimdi “Hasta adam” konumunda da diyebiliriz Avrupa için.
Küçülen ekonomisi, iflas eden üye devletleri, birbirine borç vermeyi reddeden ortakları ve güven yitirmiş para birimi ile Avrupa 21. Yüzyılda gerçekten de acınacak durumda.
Türkiye’ye çok gereksinimi var.
En doğusundaki Türkiye sınırında başlayan ve Çine dek uzanan topraklar üzerinde, Türkiye olmadan artık hiçbir nüfuzunun olamayacağını iyi biliyor.
Bu nedenle de Türkiye’yi yanına çekmenin yollarını arıyor.
AİHM’nin Kıbrıs sorununu ilgilendiren kararları, Başbakan Erdoğan’ın açıklamaları, 2010 yılının Kıbrıs sorununda dönüm noktası olacağı söylemleri bu gerçeğin doğruluğunu pekiştirmekte.
Kıbrıs sorununda temel öğe olan “Mülkiyet” konusu, AİHM’nin son kararları ile aniden çok dramatik bir değişikliğe uğradı ve çok farklı bir kulvara girdi.
Yıllardır, yerel tabir ile “Yüzümüze üfürmeyen” yabancı güçler aniden, mülkiyet konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını ve hukuki görüşlerini devreye sokmaya başladılar.
BM’den gelen haberlere göre, mülkiyet konusunda yepyeni bir kavram üzerinde çalışıldığı ve sorunun esasını teşkil eden mülkiyetin, bir şekilde adada yaşayan her iki halkın haklarını olabildiğince adilane bir şekilde koruyarak, çözüleceği şeklinde.
Mülkiyet çözüldükten sonra, diğer başlıkların çözüme kavuşturulması çok da zor ve çok da önemli değil. Daha doğrusu şart değil.
Yönetim ve Güç Paylaşımı, Güvenlik ve Garantiler, Avrupa Birliği, Toprak Düzenlemesi ve Ekonomik Konuları içeren diğer başlıklar üzerinde tarafların mutabakata varamaması durumunda, adadaki siyasi çözümün şeklini belirlemek ve uluslararası onayını almak, yabancı güçlerin inisiyatifine ve kararına kalıyor artık.
İşte bu aşamada, devreye Türkiye faktörü daha da ağırlıklı olarak girmekte.
Mülkiyet sorunu çözüldükten sonraki en büyük olasılık, taraflar birleşme istemediğine göre, adada iki ayrı devletin varlığının yasallık kazanması olacak.
Gelen işaretler öyle.