Kıbrıslı Türkler Kaç Kişi

Kıbrıslı Türkler Kaç Kişi

Birileri çıkıyor ve Kıbrıslı Türklerin nüfusu 85 bin kaldı diye ahkam kesiyor ama bu 85 bin kişiyi nereden ve nasıl bulduğunu hiç açıklamıyor.


Bir başkası çıkıyor ve Kıbrıslı Türkler azınlıkta kaldı diyor ama bu açıklamanın arkasında da herhangi bir hesaplama veya somut veri yok.


Önce kimin “Kıbrıslı Türk” sınıfına girdiğini saptamak gerekli.


1974 öncesi Kıbrıs’ta doğan anne ve babadan doğan kişiler ve onların da çocuklarının evlenmesinden doğanlar mı?


Annesi veya babasından bir tanesinin 1974 öncesi Kıbrıs’ta doğmuş olan kişiler ile onların Kıbrıs’ta doğmuş çocukları ve onların da Kıbrıs’ta doğmuş çocukları (torunları) mı?


Nenesi veya dedesinden bir tanesinin 1974 öncesi Kıbrıs’ta doğmuş olan kişilerin KKTC’de doğmuş çocukları ve onların da Kıbrıs’ta doğmuş çocukları (torunları) mı?


Bırakın KTFD veya KKTC yasalarını bir kenara, tüm bu yasaların kökenlendiği İngiliz Sömürge İdaresi’nin ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin vatandaşlıkla ilgili yasaları, anne veya babasından bir tanesinin “vatandaş” olması durumunda eşinin ve nerede doğduklarına bakılmaksızın çocuklarının da vatandaş olduğunu emreder. 


Geçmiş yıllarda görev yapmış ve günümüzde de görev yapmakta olan birçok ünlü Kıbrıslı Türk politikacının eşleri ve benim kendi çevremde tanıdığım birçok arkadaşımın eşleri çoğunlukla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Sayıları az da olsa bazıları da İngiliz vatandaşıdır. Bu ve benzeri KKTC vatandaşlarının yurt içinde veya yurt dışında doğmuş çocukları mevcut yasalara göre “KKTC vatandaşı”dır. 


Saptama burada başlıyor.


Eğer bu çocuklar “Kıbrıslı Türk” ise ve Kıbrıslı Türk addediliyorsa, günümüzde KKTC sınırları içinde yaşayan Kıbrıslı Türklerin sayısını saptamak için biraz gerilere gitmek gerekiyor.   


Öncelikle Annan Planı döneminden başlamak isterim. 24 Şubat 2004 tarihinde başlayan ve 4 Nisan 2004 tarihinde biten görüşmelerde yer aldığım ve tutanakları imzalayan “amir” konumundaki kişi olduğumdan kopyaları arşivimde. Papadopulos’un “Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti”nin vatandaşları olmasını kabul ettiği “Türkiye’den gelip adamıza yerleşen kişilerin” yani Kıbrıslı Türk olmayanların sayısı 45 bin olmasına rağmen, tespit edilebilen sayı sadece 41 bin civarındaydı. 


Zaten 2006 seçimleri sonucunda da bakılırsa, 2004 yılındaki bulgularımızla, sayım sonuçlarının örtüştüğü görülmektedir.


KKTC’de ilki 1996’da, ikincisi 2006’da olmak üzere iki kez nüfus sayımı yapıldı.


1996 yılındaki nüfus sayımında gerekli olan bilgileri toplamak için 29 soruluk formlar kullanılırken 2006’da AB ve BM’nin sayımlarla ilgili tavsiye metni uygulandı ve 61 soruluk formlar kullanıldı.


İlk olarak 15 Aralık 1996 genel nüfus sayımı sonuçlarına göre KKTC’nin nüfusu 200,587 kişidir.


Tüm nüfusun yüzde 98,3 oranındaki Türk nüfusunun % 82’si (164,460 kişi) sadece KKTC uyruklu, % 15’i (31,977 kişi) Türkiye Cumhuriyeti uyrukludur. KKTC uyruklu nüfusun % 83’ü (137,398) KKTC doğumlu, % 15’i (23.924) Türkiye doğumludur.


Son olarak 4 yıl evvel 30 Nisan 2006’da yapılan nüfus ve konut sayımının yayınlanan sonuçlarına göre ise KKTC’nin “de facto nüfusu” yani adanın kuzeyindeki KKTC sınırları içinde yaşayan kişilerin sayısı 265 bin 100, “de jure nüfusu” yani KKTC’de sürekli ikamet eden KKTC vatandaşlarının nüfusu ise 256 bin 644.


Bu 256 bin 644 kişinin doğum yerine göre sınıflanması ise aşağıdaki gibi.


Resmi nüfus miktarı içinde sadece KKTC vatandaşı ve çift uyruklu olduğunu beyan eden KKTC vatandaşlarının sayısı 178 bin 31 kişi.


Bu 178 bin 31 kişinin de detayına bakarsak;


120 bin 7’sinin anne ve babaları Kıbrıs (KKTC veya Güney Kıbrıs) doğumlu,


8 bin 84’ünün annesi Kıbrıs, babası üçüncü ülke doğumlu,


4 bin 544’ünün babası Kıbrıs, annesi üçüncü ülke doğumlu.


Bu bulguları da alt alta toplarsak, anne ve/veya babası Kıbrıs doğumlu olanlar 132 bin 635 ki bu rakam KKTC vatandaşlarının yüzde 74,5’ini oluşturmaktadır.


Anne ve babası Türkiye doğumluların sayısı ise 42 bin 572 ve yüzde oranı da 23,91.


2006 yılı sayımları temel addedilip, üzerine o günden bu güne verilen vatandaşlıklar da ilave edildikten sonra Devlet Planlama Örgütü’müzün yaptığı hesaplamalara göre KKTC’de yaşamlarını sürdüren KKTC vatandaşlarının sayısı 2006’da 256 bin 644, 2007’de 271 bin 223, 2008’de 279 bin 64 ve 2009’da ise 285 bin 356 kişidir.


Bulgulanan 285 bin 356 kişinin ayrışımını 2006 seçimlerindeki gibi yaparsak;


Resmi nüfus miktarı içinde sadece KKTC vatandaşı ve çift uyruklu olduğunu beyan eden KKTC vatandaşlarının sayısı 197 bin 948 kişi.


Bu 197 bin 948 kişinin de detayına bakarsak;


133 bin 432’sinin anne ve babaları Kıbrıs (KKTC veya Güney Kıbrıs) doğumlu,


8 bin 988’inin annesi Kıbrıs, babası üçüncü ülke doğumlu,


5 bin 52’inin babası Kıbrıs, annesi üçüncü ülke doğumlu.


Bu bulguları da alt alta toplarsak, anne ve/veya babası Kıbrıs doğumlu olanlar 147 bin 472 ki bu rakam sadece KKTC vatandaşı ve çift uyruklu olan KKTC vatandaşlarının yüzde 74,5’ini oluşturmaktadır.


Gerçekte aradan geçen 4 yılda, KKTC’de doğan anne ve/veya babadan doğan çocukların sayısı oransal olarak çok daha fazladır.


Karar okuyucunun.


Kıbrıslı Türkler 85 bin mi, 147 bin 472 mi, yoksa 197 bin 948 mi?

18 Ekim 2010
Kıbrıslı Türkler Kaç Kişi için yorumlar kapalı
Okunma 436
bosluk

Hristofyas’ın Niyeti Belli Oldu

Hristofyas’ın Niyeti Belli Oldu

Açık ve net bir şekilde belli oluyor ki, Hristofyas’ın adaya barış getirecek bir sonuca gitmeye niyeti yok.


Rum tarafındaki iç siyasete bakarsak, buna artık gücünün kalmadığı da görülmekte.


AKEL’in koalisyon ortağı DİKO Çarşamba günü Genişletilmiş Yürütme Kurulu’nun toplantısı yaptı. Yaklaşık 6 saat süren ve akşam saatlerinde tamamlanan bu toplantıda Hristofyas’ın önerilerinin mülkiyetin çözümüne zemin olamayacağı kararı oy birliği ile alındı.


Gerçekte bu karar, DIKO’nun koalisyon hükümetinden çıkışını gündeme dahi getirebilir.


DIKO Hristofyas’a “böyle gidersen ben arkanda yokum” diyor açıkça.


“Ben adaya barış getirmek için Cumhurbaşkanlığına aday oldum, bu yolda her girişimi yapacağım ” diyen Hristofyas ise, daha düne kadar “Zaman Tahdidi istemiyorum” derken aniden yöntem değiştirdi ve Çarşamba günkü görüşmeyi iki  saatte bitirmek için elden gelen her şeyi yaptı.


Daha evvel varılan mutabakatta Eylül ve Ekim aylarında yoğun görüşmeler yapılıp 2010 Kasımında bir sonuca gidilecekken, Hristofyas son Türk Önerileri ile köşeye sıkışıp, iç siyasette de çok eleştirilmeye başlanınca, müzakerelerden kaçmanın yollarını aramaya başladı.


Niyeti önceleri 3. Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu’nu uzlaşmazlıkla suçlayıp müzakerelerin çıkmaza girmesini Türk tarafına yüklemekti ama Eroğlu, Hristofyas’ın bu planını bozup, ilaveten bir de yalancı durumuna sokunca ister istemez müzakereleri devam ettirmek zorunda kaldı.


Müzakerelere devam ediyor ama bal yapmayan arıdan pek farkı yok.


Sonuca gidip adaya çözüm getirmeye yönelik bir gayreti de yok.


Hristofyas Çarşamba günü Kıbrıs doğrudan müzakereleri çerçevesindeki Eroğlu ile 13. görüşmesini yaptı. Cumhurbaşkanı Talat ile yaptığı görüşmeleri de hesaba katarsak bu sayı tamı tamına 86 ama ortada elle tutulur, gözle görülür bir gelişme de yok.


Bu tempoyla değil 2010 Kasımında, 2020 Kasımında bile çözüme ulaşılamaz.  Görüşme sayısı da Allah bilir beşyüzlere yaklaşır.


Hristofyas’in birbirine paralel iki stratejisi var.


Birincisi gündemi sulandırmak ve müzakereleri uzatmak.


Bu doğrultuda ısrarla daha evvel mutabakata vardığı gündemi değiştirmek ve “Mülkiyet” konusu ile “Toprak” ve “T.C. kökenli KKTC vatandaşları” aynı anda tartışmak istiyor.


Her ne kadar Cumhurbaşkanı Eroğlu buna defaten ve kesin olarak da “Hayır” demişse de, her toplantıda bu konuyu dile getiriyor ve ısrarını sürdürüyor. Amacı belli, görüşmeleri daha büyük boyutlarda çıkmaza sokmak ve Kıbrıslı Türkleri oyun bozancılıkla suçlayarak masadan kalkmak.


İkincisi ise zamana oynayarak müzakereleri alabildiğince uzatmak ve Mayıs 2011’de Rum tarafında yapılacak Temsilciler Meclisi seçimlerini fire vermeden atlatmak.


Rum tarafındaki seçim hesaplaşması daha şimdiden başladı.


DIKO, Çarşamba günü Hristofyas’a “OXI” yani Hayır diyerek sağcılardan oy toplamanın başlangıcını yaptı. Bu atağa elbette DISY, EDEK ve EVRO.KO farklı bir girişimle yanıt verecekler. AKEL dışındaki partiler sağ oyların peşine düştüler. Bu sefer seçimler çok neşeli ve kıran kırana geçeceğe benziyor.


Rum tarafındaki seçimlerden hemen sonra Türkiye’deki Milletvekili seçimlerinin heyecanı başlayacak. Aradan geçecek olan 8-10 aylık bir süreden sonra da Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’nin AB Dönem Başkanlığı 1 Temmuz 2012’de başlayacak ve 31 Aralık 2012’de bitecek.


Hristofyas’ın siyasi geleceğini bu kritik dönem ve müzakerelerin gidişatı belirleyecek. Nedeni de bu dönemin bitiminin hemen sonrasında, yani Şubat 2013’de de Rum Cumhurbaşkanlığı seçimlerin olması.


Takvim belli.


Olaylar da belli, olacaklar da.


Hristofyas açıkça zaman kazanmaya çalışıyor. Hedefi de Şubat 2013’e kadar müzakereleri uzatmak.


2013 Mart’ında ise sade bir vatandaş olacak. Falı öyle gösteriyor.

15 Ekim 2010
Hristofyas’ın Niyeti Belli Oldu için yorumlar kapalı
Okunma 29
bosluk

Kimyasal Kastrasyon’u Destekliyorum

Kimyasal Kastrasyon’u Destekliyorum

Dünya güzeli bu küçücük ülkemizde “Cinsel taciz, cinsel saldırı, tecavüz girişimleri ve tecavüzler” maalesef aldı başını gidiyor. Biz hiç bu tür suçlara alışık değildik.


Hiç yaşamamıştık kadınlara tecavüzü. Hele erkek çocuklarına tecavüzü ise hiç duymamıştık bile. Hayvanlara tecavüzü de öyle.


Nereden çıktılarsa, sapık ruhlu insanlar ülkemize tecavüz kavramını ve tecavüz suçunu da getirdiler. Gazetelerimizde hafta geçmiyor ki bir tecavüz olayı yer almasın.


Üniversiteli kızlara, kız çocuklarına, evine kadar takip edip evli kadınlara, erkek çocuklarına ve hayvanlara tecavüz etmiş veya tecavüze yeltenmiş bu sapık insanlar. Neredeyse, olanakları olsa uçan kuşa bile tecavüz edecekler.
Geçenlerde yer alan son cinsel taciz olayı ise hepsinin üstüne tuz biber ekti.


Nefret uyandıran bu son olay, bir kuaförün, doğum günü olduğu için saçlarını yaptırmak amacıyla annesi tarafından kuaföre gönderilen ayni mahallede oturan 8 yaşındaki kız çocuğuna elle cinsel tacizde bulunması şeklinde yaşandı.


Çocukluğunun bütün güzelliğini ve coşkusunu yaşayan, annesinin babasının kendi gözlerinden bile sakındıkları ve doyasıya bağırlarına bastıkları, daha gerçek yaşama gözünü bile açmamış olan minicik bir kız çocuğunun “Yetişkin bir dişi” olarak algılanıp taciz edilmesi, kabul edilebilir bir davranış değildir.


Bu tür sapıklara, caydırıcı olması için artık en ağır cezalar verilmelidir. Hâkimlerimiz kendi inisiyatiflerini kullanarak, kitapta yazan cezanın en ağırını verebilmek için her yolu deniyorlar ama ancak bir yere kadar başarılı olabiliyorlar.


Artık bu konuda yasa değişikliği yapılması veya daha da doğrusu yeni bir yasa yapılması kaçınılmaz oldu.


Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, ceza yasalarında yapılacak değişiklikle “Elektronik pranga ve ev hapsi” tartışılırken, çocuk istismarı ve tecavüz suçlularına Avrupa ülkelerinin bir kısmında uygulanan kimyasal kastrasyon yani “İlaç yoluyla cinsel isteğin azaltılması” cezası verilmesi için de bir çalışma başlatıldı.


Hazırlanmakta olan yasa teklifinde kimyasal kastrasyonun yanı sıra kadınlara ve çocuklara tecavüz edenlere verilen hapis cezalarının artırılması, ensestin bağımsız bir suç olarak tanımlanması, tecavüz edene mağdurun bulunduğu kente giriş yasağı getirilmesi, okullarda iyi ve kötü dokunma dersi verilmesi gibi öneriler de bulunmakta.


Bu yasa değişikliği çalışmasını bizim Meclisimiz de başlatmalı ve daha deneyimli olan TBMM Parlamenterleri ve Yasa Hazırlayıcıları ile işbirliği yaparak KKTC’ye uygun, KKTC’de yaşananları ve var olan koşulları göz önüne alarak yeni bir yasa yapmalı.


Bu yeni yasa ile insana veya hayvana karşı “Tecavüz veya taciz suçu işlemiş” suçlulara ibret verici cezalar getirilmeli, onbeş yıl yirmi yıl gibi olası en uzun hapis cezası verilmeli, mahkemenin suçlu bulduğu aynı gün içinde de zanlı, “İlaçlı Kastrasyon”a tabi tutularak kimyasal yöntemlerle hadım edilmeli.


Ülkemizde işlenen suç oranını aşağılara çekmenin en etkili yöntemi, suç işleyen kişilere ağır cezaların verilmesini yürürlüğe koymak olacaktır.   
Bu gün küçücük bir ada devleti olan Singapur’da vatandaşların insanca ve korkusuzca yaşamasının sırrı yürürlükteki ağır cezalardır. En basitinden yere tükürmenin veya çiğnenen sakızın yere atılmasının cezası 700 TL’dir.


Aynı doğrultuda ülkemize turist olarak gelip hırsızlık veya gasp suçu işleyenlere verilecek ceza da bir yıllık hücre hapsine ilaveten on yıllık hapis veya daha fazlası şeklinde yeniden düzenlenmelidir.


Maalesef bu dünya güzeli ülkemiz, hırsızların yakalanamadığı ve soygunculara az cezanın verildiği bir ülke olarak yurt dışında ün yapmıştır.


Üstelik ağızdan ağza da bu ünü, suç dünyasında bir efsaneye dönüşmüştür.
Bu efsaneyi çökertmek bizlerin elindedir ve gelecek nesiller için de boynumuzun borcudur.


Siyasi yapımız ve Yargı sistemimiz bu önlemi alabilecek yetenek ve güçtedir. Haydi…

13 Ekim 2010
Kimyasal Kastrasyon’u Destekliyorum için yorumlar kapalı
Okunma 110
bosluk

Hristofyas Yakında Hata Yapacak

Hristofyas Yakında Hata Yapacak

KKTC Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu’nun “Mülkiyet” konusunda yaptığı son öneri, geçmiştekilerden çok farklı ve hakça bir çözüme yönelik olması nedeni ile Rum tarafını fena halde köşeye sıkıştırdı.


Hristofyas köşeye o denli sıkıştı ki, kıpırdayamıyor bile.


Ne Kıbrıs Rum halkından destek var kendisine, ne de Birleşmiş Milletlerden ve Avrupa Birliğinden.


Eroğlu’nun yaptığı “Mülkiyet” önerisi, 42 yıldır bir türlü sonuçlandırılamamış  görüşmelerin, uluslararası kurallara uygun olarak sonuçlandırılmasına kapı açacak nitelikte.


Bu sadece benim fikrim değil ve bunu sadece ben “Müzakere Heyeti Danışma Kurulu”nda olduğum gerekçesi ile gözleri kapalı söylemiyorum.


Hangi yabancı diplomat ile konuşsam, Kıbrıs konusu ile ilgili hangi yabancı politikacı ile görüşsem veya yazışsam, Türklerin sunduğu son “Mülkiyet” önerisinin çok mantıklı, çok yapıcı ve Kıbrıs sorununa çözüm getirici olduğunu dile getiriyorlar.


Hepsinde de belirli bir heyecan, belirgin bir olumlu beklenti var.


Eroğlu’nun bu önerisinin, Kıbrıs sorunun çözümüne kapı açıp ivme kazandıracağını söylemelerine ilaveten Türkiye-AB müzakerelerinin önünü de açacağından bahsediyorlar, adeta ağız birliği etmişçesine.


Belli ki Eroğlu’nun bu son “Mülkiyet” önerisi, tüm Rum tezlerini alt üst etmiş, Rumların geleneksel “Türkleri oyun bozanlıkla suçlama” stratejisini de daha doğmadan yok etmiş.


Hristofyas o denli sıkışık bir duruma düştü ki, Türklerin bu önerisinden kurtulmanın çarelerini aramaya başladı. Ekim ayında müzakereler yoğunlaşacak dendi, masaya oturmamak için sadece 13 ve 19 Ekim bana uyar diyebildi.


Kıbrıs Rum siyasi arenasında Hristofyas’a destek veren, arka çıkan kendi partisi olan AKEL’den başka hiçbir siyasi parti veya halk hareketi yok.


Koalisyon ortağı DIKO bile Hristofyas’ın müzakerelerdeki tutumunu acı acı eleştiriyor, kendisini Türklere taviz vermekle suçluyor.


EDEK, EVRO.KO ve Ekologlar ise daha baştan Türklerle ortak bir devlet kurulmasına karşı olduklarından, Hristofyas bu doğrultuda ne derse hemen ağız birliği etmişçesine “Hayır” diyorlar.


Kıbrıslı Türklerin son sunduğu “Mülkiyet” önerisine BM yetkilileri çok olumlu bakıyorlar ve Kıbrıs sorununun çözümü yolunda çok yapıcı bir adım olduğunu söylüyorlar. Keza AB yetkilileri de aynı doğrultuda düşünce beyan ediyorlar.


Çalacağı bir kapı bulamayan Hristofyas, acil olarak son elli yıldır Kıbrıs Rumlarının ve Yunanistan’ın, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyindeki sözcüsü ve Truva atı olan Rusya’ya başvurdu.


Bunun karşılığı olarak da Kıbrıs Rum Cumhuriyeti Avrupa Birliği Parlamentosunda, Komisyonlarında ve Konseyinde yıllardır Rusya’nın Truva atı görevini başarı ile yerine getiriyor. AB tarafından geçmiş yıllarda Rusya’ya konması istenilen ithalat kotasını Kıbrıs Rum tarafı veto ederek önlemişti.


Hristofyas sıkıştığı köşeden kurtulmanın son çaresini Medvedev’i adaya davet etmekte buldu. Medvedev’in bu ziyareti neredeyse bir oldu bitti şeklinde gerçekleşti.


Amaç Kıbrıs Rum tarafında siyasi bir destek vermekti ve en geniş bir biçimde verildi de.


Rumlar genlerinde megalomanlık olan hastalıklı bir ırktır.


15 Mayıs 1919’da Anadolu’yu fethetmek megalomanisi ile İzmir’e çıkmaları, II. Dünya Savaşında Alman ordusuna “hayır” deyip işgale uğramaları, 15 Temmuz 1974 tarihinde dünyada Türkiye diye bir devlet yokmuş gibi davranarak, Kıbrıs’ta darbe yapmaları ve “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”ni ilan etmeleri hep bu megalomanlıklarından kaynaklanmaktadır. Kendilerini çok güçlü ve dokunulmaz hissetmektedirler zaman zaman boylarına ve poslarına bakmadan ve sonunda da hüsrana uğramaktadırlar.


Medvedev’in Kıbrıs’ı ziyareti Hristofyas’a ve Rum siyasilere o denli bir megalomani kazandıracaktır ki, çok değil 8-10 aya varmaz Kıbrıs konusunda dramatik bir hata daha yapacaklardır.


Bekleyip hep birlikte göreceğiz.

11 Ekim 2010
Hristofyas Yakında Hata Yapacak için yorumlar kapalı
Okunma 27
bosluk

Kamu Hizmetleri Enstitüsü

Kamu Hizmetleri Enstitüsü

 


27 Eylül tarihinde yayınlanan “Memurların Eğitilmesi” başlıklı yazım, benim geçmiş yazılarım içinde “Yirmi dört Yorum” alarak liste başı olmuştu.


Yazımın içindeki fikirlerimi destekleyen de vardı eleştiren de. Kimi bunu yorumları ile yazılı yaptı, kimi de telefonla sözlü olarak.


Bana mektupla gönderilen bir yorum bunların içinde en çok bilgi içereneydi. Gönderen kişi de Sayın İbrahim Rauf.


Uzun yıllar yabancı ülkelerin Sayıştaylarında çalışmış ve kendi becerisi ve çalışkanlığı ile Sayıştay Başkan Yardımcılığına kadar yükselmiş. Şimdi emekli ve Lefkoşa’da yaşıyor.


Bana gönderdiği üç sayfalık mektubunun kamu görevlileri ile ilgili kısımları, gerçekten de okunması, ders alınması ve hemen uygulamaya konması gereken bilgiler içeriyor.


KKTC’de kamu hizmeti veren memurlarımızın artık “Kamu Hizmeti Eğitimi” alması şart oldu. Devlet dairelerinde vatandaşa verilen hizmet son derece düşük seviyede ve dökülüyor. Eğitimsiz memurlar, kendilerini vatandaşın amiri zannedip kendileri rahat edip yerlerinden kalkmasınlar veya herhangi bir sorumluluk yüklenmesinler diye vatandaşa her tür zorluğu çıkarıp sırtına da bütün angarya işleri yüklüyorlar.


Güya Türkiye gibi biz de “E-Devlet”e geçtik ama bu lafta kaldı.


Bu güne değin vatandaşa hizmet verilirken “E-Devlet” olanaklarından yararlanan hiçbir daire görmedim daha.


İçişleri Bakanlığında kimlik, doğum, ölüm, pasaport veya ikamet belgeleri için başvurulunca, sizi hemen önce “Yan odaya” gönderirler ve doğum belgesi almanızı isterler. Zaten üzerlerinde “Otonom Kıbrıs Yönetimi” veya “Kıbrıs Türk Federe Devleti” yazan kimlikler, doğum belgeleri, ölüm belgeleri ve benzeri belgeler geçersizdir, sanki bir başka ülkeden alınmış gibi.


“E-Devlet”e hakkı ile geçmiş olsaydık ve de devlet dairelerimizde de vatandaşa hizmet mantığı olan eğitimli memurlar bulunsaydı anında bilgisayardan başvuran kişi ile ilgili tüm bilgiler çıkartılır, yan odaya da doğum belgesi alması için gönderilmezdi.


Hiç oturma izni için ülkemizde yaşamayı tercih etmiş kişilerden nelerin istendiğine şahit oldunuz mu?


“Git polise giriş çıkış tarihlerini getir”


“Git temiz kağıdı getir”


“Git Vergi dairesinden borcun olmadığına dair belge getir”


“Git Sigortalardan yatırım belgeni getir”


Ve sonra da biz, “E-Devlet”e geçtik diye övünmek için bir harman yer isteriz.


Ya “E-Devlet”iz ve bir tuşa basılarak ki, genelde bu vatandaşlık numarasıdır, bu bilgiler alınır, ya da “E-Devlet” değiliz ve İngiliz sisteminde olduğu gibi ilgili memur beş dakika içinde bu bilgileri kendisi hemen ilgili dairelerden alır ve vatandaşın başvurusunu sonlandırır.


“Git kira kontratını getir” ise bir başka saçmalıktır ikamet izni başvurularında. Niye “Kira Kontratı” istenir hiç anlamış değilim. İkamet isteyen kişi veya ikamet iznini uzatmak isteyen kişi parkta ağacın altında mı yatıyor ki, bizim bürokrasiyi seven memurlarımız onca belgeye ilaveten bir de “Kira Kontratı” istiyorlar.


İbrahim beyin verdiği bilgilerden, memurları eğitmek ve bürokrasiyi oluşturmak kavramının yeni bir olay olmadığı anlaşılıyor.


Bu bilgilere göre memur eğitiminin kökeni Osmanlı Devletine gidiyor. Dörtyüz sene evvel Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Beyazıt, ki eğitime verdiği önemden dolayı lakabı “Sofu Beyazıt” imiş, “Devlet Adamı” yetiştirmek için “Galatasaray Eğitim Merkezi”ni kurmuş.


Fransa, II. Dünya savaşından sonra ülkesini hızlı bir şekilde kalkındırabilmek için çareyi “Kamu Yönetimi Ulusal Enstitüsü”nü kurmakta bulmuş ve hemen başkent Paris’te iki tane birden enstitü kurarak devlete alacağı memurları burada eğitmeye başlamış. Sonra da memurlarını birkaç senede bir “Bilgi tazeleme ve yenilikleri öğrenme” eğitimine tabi tutmuş. Başarısızları da kapının önüne koymuş, “senden adam olmaz” diye.


İngiltere ise hem kendi bünyesinde “Kamu Yönetimi Ulusal Enstitüsü”nü kurmuş hem de birçok “Ortak Refah” ülkesinde aynı sistemin kurulmasına yardımcı olmuş.


Bizim de acilen böylesi bir “Kamu Yönetimi Ulusal Enstitüsü”ne gereksinimiz olduğu kesin. Şimdi ülkemizde bu işi bilen ve yıllarını vermiş bir vatandaşımız da yaşamakta. Bilgi birikiminden faydalanmanın bence tam da zamanı.


Bu hantallık ve bu bürokrasi ile KKTC Devleti, dibi gözükmeyen bir batağa doğru hızla yol almakta. Verimsiz hizmet, yüksek maaşlar ve aşırı sayıdaki personel sayısının KTHY’yi batırdığı gibi bir gün sıra KKTC Devletine de gelecek eğer zamanında önlemler alınmazsa.


Alınacak önlemlerden bir tanesi de işte bu “Kamu Yönetimi Ulusal Enstitüsü”nü kurmak, Fransa’nın 65 sene evvel yaptığı gibi.

8 Ekim 2010
Kamu Hizmetleri Enstitüsü için yorumlar kapalı
Okunma 28
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3

Arşivler

Son Yorumlar