ABD Elçiliği

ABD Elçiliği

Geçen hafta Amerika Birleşik Devletleri Lefkoşa Büyükelçiliğinin bir davetine katıldım.


Organizasyonu, sunumu ve ikramı kusursuzdu diyebilirim.


Bu davetin gerekçesi göreve yeni atanan üst düzey bir Amerikalı diplomatın, benim davete katılan Kıbrıslı Türklerin kimliğini dikkate alarak kurguladığıma göre, Kıbrıslı Türk diplomatlara, siyasilere, gazetecilere ve dış ilişkiler ile ilgili halen görev yapmakta olan veya emekli olmuş bürokratlara tanıtılması ile ilgiliydi.


İlk kez ABD Elçiliğini ve diplomatlarını bu denli yakından tanıma ve onlarla kişisel olarak birebir konuşma fırsatım oldu. İstediğim soruyu sormak, istediğim konuda konuşmak ve Amerikalı diplomatları daha da yakından tanımak olanağım oldu bu davette.


ABD Elçiliği ile daha evvelki ilişkilerim hep akademik içerikli olmuştu.


Başvurduğum yerler ve görüştüğüm kişiler ya Fulbright bölümü ile ya da vize alımı ile ilgili kişilerdi.


Daha farklı ve üst düzey diplomatlarla hiç görüşmemiştim.


Yıllar önce, milletvekilliği dönemimde KKTC pasaportumu geçerli kabul ederek vize vermeleri beni çok mutlu etmiş, bayağı da heyecanlandırmıştı.


Bu davet benim için ikinci büyük deneyim oldu.


Birincisinde Sayın ABD Büyükelçisi, Cumhurbaşkanlığı Müzakere Heyeti Danışma Kurulu üyelerini Elçiliğin KKTC İrtibat Bürosu’nda yemeğe davet etmişti.


Üst düzey Amerikalı diplomatlarla ilk görüşme olanağını orada yakalamıştım.


Yemek daveti olması nedeni ile geçen haftaki davete kıyasla daha biçimseldi ve sınırlı sayıdaki Amerikalı diplomatlarla sadece tanışabilmiştim.


Geçen haftaki daveti Sayın Büyükelçi, girişini kusursuz bir “Türkçe” ile yaptığı, sonrasını da İngilizce devam ettirdiği konuşması ile açtı ve konuşmasının sonunda adamıza yeni gelen diplomatı bize tanıttı.  


Yeni gelen Amerikalı diplomat katılımcılara tanıtıldıktan sonra, kendisi de bütün grupları tek tek dolaşarak katılımcılar ile konuşmaya ve onları tanımaya çalıştı.


Asıl bundan sonra gelişen olaylar beni şaşırtmaya başladı.


Amerikalı diplomatların nasıl yetiştirildiklerini, mesleklerine nasıl hazırlatıldıklarını ve hizmet içi eğitimin ne denli önemli ve etkili olduğunu birebir yaşayarak gördüm ve hayran kaldım.


Önce Sayın Büyükelçi ile koyu bir sohbet yapmak olanağını buldum.


Daha doğrusu bir evvelki davette isim levham hemen yanındaki iskemlenin üstündeydi ve o yemekteki tanışmamıza güvenerek çekinmeden yanına gidip konuşmaya başladım.


Afganistan’dan battım, Irak’tan çıktım sonra da Kıbrıs’a geldim.


Amerika’nın 1974 Kıbrıs politikasından, Kofi Annan dönemine, Annan Planından iki toplumlu etkinliklere ve oradan da günümüz de sürmekte olan müzakerelere geldim, daha doğrusu geldik.


KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu ile Hristofyas’ın 18 Kasım’da New York’ta Ban Ki Moon ileyaptıkları toplantıyı görüştük ve sonra Sayın Büyükelçi bir başka davete katılmak üzere özürlerini beyan etti ve davetten ayrıldı.


Sayın Büyükelçiden sonra çok üst düzey bir başka Amerikalı diplomat ile sohbete başladım. Havadan sudan konuşmaya başladıktan sonra, konuşmayı ilerletmek amacı ile Kıbrıs’a gelmeden evvel hangi ülkede görev yaptığını sordum.


Yanıtı “Amerika’daydım” oldu.


Ben de, bizde olduğu gibi ve yakından tanıdığım Türkiye’deki diplomatlarımızın atanmalarında olduğu gibi, belli bir dönem merkezde, belli bir dönem de yurt dışında görev yaptıkları sistemin aynısı olduğunu sanarak kaç yıl Pentagon’da görev yaptığını sordum.


“11 ay” diye beni yanıtladı.


“Sadece 11 ay mı” diyerek kendisine biraz da hayretle sorunca, “Kıbrıs’a geleceğim için Türkçe öğrenmek amacı ile 11 ay yoğun Türkçe dil eğitimi aldım” diyerek, beni konuştuğumuz İngilizce yerine kusursuz bir Türkçe ile yanıtladı ve konuşmasına da ondan sonra Türkçe devam etti.


Küçükdilimi yuttum diyebilirim.


Ben güya şeytan. Hince bir düşünceyle Kıbrıs’ta Türkçe’den başka Rumca da konuşulur, ama Rumca öğrenmemiş diye aklımdan geçirip, çocukluğumda İskele’deki Rum komşularımızın çocuklarından öğrendiğim sokak Rumcam’la konuşmaya devam ettim ve sonrasında daha da şoke oldum.


Yanıtı Rumca oldu ve mükemmel bir Rumca ile de konuşmayı sürdürdü. Üstelik “Rumcayı öğrenmem daha kolay oldu. Türkçe çok farklı bir yapıya sahip, çok zorlandım” diyerek sohbete devam etti.


Daha başka hangi dilleri bildiğini sormaya artık cesaret edemedim.


Bildiği dillerin sayısının benimkinden fazla olduğundan yüzde yüz emindim. 


Amerikalı diplomatların nasıl yetiştiklerini, daha doğrusu nasıl yetiştirildiklerini ve gidecekleri ülkelere göre ne denli yoğun bir özel eğitim aldıklarını görmek beni çok etkiledi.


Beni asıl şaşırtan ise, o akşam benim konuştuğum tüm Amerikalı diplomatların, ki sayıları beş veya daha fazlaydı, ve Elçilik görevlilerinin beni kişisel olarak ismimle tanımaları, kariyerim ve kişiliğim hakkında bilgi sahibi olmalarıydı. Ama ben onları daha evvel hiç görmemiştim.


Diplomasi de niye bu denli başarılı olduklarını ve başa güreştiklerini o davetten sonra çok daha iyi anladım.


Yöreyi tanıyorlardı, yöresel dili veya dilleri biliyorlardı ve tanımaları gereken herkesle ilgili bilgi sahibiydiler.

29 Kasım 2010
ABD Elçiliği için yorumlar kapalı
Okunma 43
bosluk

Genel Sekreterin raporu

Genel Sekreterin raporu

Ekim ayı sonunda İtalyan Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nün Raporu açıklandı. Rapordaki ana tema, en geç Temmuz 2011 tarihinde Türkiye’nin AB katılım müzakerelerinin duracağı şeklinde.


Enstitü, Avrupa Parlamentosu’nun KKTC’ye Doğrudan Ticaret Tüzüğü’ne yönelik son kararıyla “çok önemli bir fırsatı heba ettiği” görüşünde.


“AB Müzakereleri durdurulan bir Türkiye’nin hem iç siyasi gelişmeler hem de dış politika tercihleri açısından hızla AB ile bağlarını koparacağı”nı öngören rapor, Kıbrıs konusuna da endirekt olarak değinerek, AB ile Türkiye’nin yollarını ayırmasının ne AB’ye, ne Türkiye’ye ne de Kıbrıs Rum kesimine faydası olacağı düşüncesinde.


İtalyan Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nün Raporu, AB’nin bu kafayla Türkiye dahil olmak üzere Avrupa’yı birleştirerek çok kutuplu dünyada güvenilir bir kutup olma fırsatını kaçırdığı”  uyarısında bulunuyor.


Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin dün açıklanan Kıbrıs’ta İyi Niyet Misyonuna İlişkin Raporu, bu güne değin yayınlanan raporlardan farklı. Daha dürüst, daha açık ve daha net.


Genel Sekreter raporunda, önemli bir fırsat penceresinin hızla kapanmakta olmasından korktuğunu dile getirerek, müzakere sürecinin ucu açık olamayacağını belirtiyor ve eninde sonunda da bir takvim uygulamasının olacağını ima ediyor.


2011 yılının ikinci çeyreğindeki siyasi ortamın, muhtemelen, yapıcı müzakerelere elverişli olmamasından da endişe duyduğunu ifade eden Genel Sekreter, Kıbrıs Rum tarafında Mayıs ayında parlamento seçimlerinin, Türkiye’de de Haziran ayında Milletvekilliği seçimlerinin yapılacağını ve sürdürülmekte olan müzakerelerde tüm başlıklarda seçimler öncesinde esaslı bir uzlaşma sağlanamaması durumunda, “müzakerelerin askıda kalabileceğini ve hatta ölümcül şekilde başarısız olabilmesi yönünde ciddi risk bulunduğunu” vurguladı.


Her iki rapor aynı anda değerlendirildiğinde, üst üste çakıştıkları görülmekte. Gerek BM, gerekse de İtalyan Uluslararası İlişkiler Enstitüsü,  2011 yılının ikinci çeyreğindeki siyasi ortamın, muhtemelen, yapıcı müzakerelere elverişli olmayacağı görüşünde.


Bu gidişata bir de, “Rum Ulusal Konseyi Mülkiyet Alt Komitesi”nin son kararı da eklendiğinde, gelecek yıl içinde nelerin yaşanacağı net bir şekilde ortaya çıkıyor.


Mülkiyet Alt Komitesi, Hristofyas’ın mülkiyet öneri paketinden üç maddenin silinmesi kararının oy birliğiyle aldı ve bu hafta içinde de Ulusal Konsey’e sunacak. Ulusal Konsey bu önerileri benimserse, Hristofyas dahil hiçbir yetkili politikacı bu kararın dışına çıkamayacak.


Alt Komite tarafından “Silinmesi veya Değiştirilmesi” kararı alınan üç madde, KKTC’deki Rum mallarının bugünkü kullanıcılarının hakları ile ilgili.


Rum Ulusal Konseyi Alt Komitesi, u günkü kullanıcının taşınmaz malı talep edebilme hakkını, Mal Komisyonu’nun tazmin, talep ve iade için kriter öngörme hakkını ve malın kullanıcısına elinde tuttuğu taşınmaz mal ile ilgili görüş beyan etme hakkını kabul etmiyor ve kesin iptalini istiyor.


Rum Ulusal Konseyinin bu önerileri kabul etmesi demek, 1977 ve 1979 Doruk Anlaşmalarında kabul edilen “iki bölgeliliğin” fiilen uygulanamaz hale getirilmesi demektir.


Zaten Genel Sekreter de raporunda bu olasılığa endişe ile değindi.


Kıbrıs Rum tarafının ilke olarak kuzeyde mülkleri olan Rumlar’ın “takas, tazminat, iade” şıklarından birini seçme haklarının olmasını istediğini, bu görüşün Kıbrıs Türk tarafınca kabul edilemez bulunduğunu, Türk tarafının Rumların bu talebinin iki bölgeliliği yok edeceği nedeni ile mallarının iadesini isteyen Rum’ların sayısında bir “tavan” talep ettiklerini ve bu kırılması olanaksız fasit daire nedeni ile de bir çıkmaza girildiği saptamasında bulundu.


Rumların “İki bölgeliliği” reddetmeleri ve tüm mülkleri geri istemeleri, ister istemez müzakereleri kilitleyecek ve bir çıkmaza sokacak.


Bunu hisseden Genel Sekreter Ban Ki Moon’a, İtalyan Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’ne, İngiltere eski Dış İşleri Bakanı Jack Straw’a ve Annan Planının Mimarı Lord Hanney’e göre müzakerelerin gidişatı pek parlak değil ve bir müddet sonra tıkanma veya kopma yaşanacak.


BM bu aşamada “Ne haliniz varsa görün” demeye hazırlanıyor…

26 Kasım 2010
Genel Sekreterin raporu için yorumlar kapalı
Okunma 43
bosluk

BM takvimi belirginleşiyor

BM takvimi belirginleşiyor

18 Kasım New York görüşmesinin bir dönüm noktası olduğu ve müzakerelere yeni bir bakış açısı ve yöntem getirdiği kesin.


New York’tan alınan bilgiler, BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un, müzakereler sona erene kadar Cumhurbaşkanları Dr. Derviş Eroğlu ve Dimitris Hristofyas ile her iki veya üç ayda bir görüşme yapıp, gidişatı izlemek ve gerekirse de müdahale etmek üzere yeni bir yöntem saptadığı şeklinde.


Takvim ve hakemlik hem var hem yok.


Daha doğrusu kendileri var ama adları daha resmen konmamış.


Müzakerelerin nereye kadar uzayabileceği ve hangi tarihte kırılma noktasına ulaşacağı, 2011, 2012, 2013 ve 2014 yıllarının siyasi takviminden belli.


Büyük bir olasılıkla müzakereler Mart 2011’in ortalarından sonra iyice yavaşlayacak, görüşme araları uzayacak ve Temmuz başına kadar da böyle ağır aksak gidecek.


Sağlıklı ve verimli bir şekilde müzakerelerin tekrar başlayabilme tarihi Temmuz 2011. Temmuz 2011’de müzakereler kaldığı yerden devam edecek diye de bir garanti yok.


22 Mayısta Rum tarafında yapılacak parlamento seçimlerinden dolayı, miting meydanlarındaki ve gazete manşetlerindeki ana konular, her seçim dönemi olduğu gibi  “Kıbrıslı Türkler, KKTC, Türkiye, Türk Askeri, Müzakereler, İşgal, İstila, Yerleşikler, EOKA, Kurtuluş, Bayrak ve Sınırlar Girne’de Bitene Kadar Mücadele” olacaktır.


Her ne kadar biz Kıbrıslı Türkler bu sözleri son 36 yıldır duymuşsak da ve Kıbrıslı Rumlar da hayal olduğunu bile bile bunları yıllardır duymaktan bıkmayıp tam tersine gaza gelip mutlu olmuşlarsa da, Mayıs 2011 seçimlerinde bu sloganlar gene ısıtılıp güney piyasasına sürülecek.


Yıllar evvel çaktırılmadan hortlatılmış olan Irkçılık ve Türk düşmanlığı zirve yapacak bu seçim döneminde.


Hristofyas’ın Cumhurbaşkanı seçilirken başkanı olduğu AKEL, bu seçimlerde mevcut 18 koltuğunu koruyabilirse ve DIKO’da gene 11 milletvekili çıkarıp, toplamda 29 sandalye ile kıl payı koalisyon kurabilirlerse ne ala.


Müzakereler bırakıldığı yerden devam etmek şansını yakalar.


Yok burnumun aldığı koku doğru çıkar ve DISY birinci parti olur ve Rum Meclisinde kendi muhalefet blokunu oluşturabilirse, seçimden sonra iş başında şimdikinden farklı bir hükümet olacak demektir.


En azından DIKO, EDEK, EVROKO ve YEŞİLLER, DISY’e felsefe olarak AKEL’den çok daha yakınlar. DISY’nin cephe oluşturmakta zorluk çekeceği uzak bir olasılık.


Tabii tüm bu olasılıklar Türkiye’deki seçim sonuçları için de geçerli.


Her ne kadar AK Parti seçimleri kazanacak ve TBMM’de hükümeti tek başına kurabilecek güçte gözüküyorsa da, topun yuvarlak olduğu gibi sandık da köşeli.


Sonuçlar halk iradesine bağlı.


Türkiye’de seçim sonuçlarında en ufak bir sürpriz olursa ve de AKP’nin tek başına hükümeti kurması yerine sandıktan bir Koalisyon çıkarsa, Kıbrıs Müzakereleri “Sil Baştan” başlayacak demektir.


Hem de yepyeni bir yerden, eskiye kıyasla çok farklı parametreler ve taleplerle.


En iyi olasılıkla Temmuz 2011’de başlayacak müzakerelerin ömrü Temmuz 2012’ye kadar olacak.


Sonrası “çok karışık”.


Bir olasılıkla Ağustos 2012 tarihinde Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak, Rumların AB Konseyi Dönem Başkanlığını yapacakları  Temmuz-Aralık 2012 dönemi çok tartışmalı ve hararetli geçecek, arkasından 2013 Şubatındaki Rum Cumhurbaşkanlığı seçimleri, onun arkasından ve 2014’deki KKTC Meclis seçimleri ve 1 Kasım 2014’de de Lizbon Anlaşması tam olarak yürürlüğe girecek.


Bu tarih Kıbrıs sorununu yıllardır geldiği raydan çıkartıp yepyeni parametrelerle yeni bir kulvara sokacak.


Tabii bu yıllar içinde adada kadife bir ayrılık olmazsa.


Söz konusu ayrılık illaki kadife olacak diye bir kural da yok, dikenli de olabilir.

24 Kasım 2010
BM takvimi belirginleşiyor için yorumlar kapalı
Okunma 33
bosluk

Müzakere takvimi belli

Müzakere takvimi belli

Kıbrıs’ta 1968’den beri süren müzakereler, geçen yıllar içinde dünyadaki politik ve ekonomik dengeler eskiye kıyasla çok fazla değiştiğinden, farklı bir sürece girmek üzere.


Aslında “üzere” kelimesi yanlış.


Buna “zorunda” desek çok daha doğru olacak.


Önümüzdeki 2011 yılının ilk altı ayının müzakereler açısından rölantide geçeceği kesin.


Her ne kadar BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon, Cumhurbaşkanları Eroğlu ve Hristofyas’ı Ocak ayı sonunda Cenevre’de ikinci “3.lü Toplantı”ya çağırmış olsa da, Rum tarafında ve Türkiye’de Mayıs ve Haziran aylarında yapılacak parlamento seçimleri müzakerelerin hızını ve ruhunu iyice yavaşlatacak.


2012 yılının 1 Temmuzunda Kıbrıs Rum Cumhuriyeti AB Konseyi Dönem Başkanı olacak.


Başkanlık dönemi 31 Aralık 2012’de bittikten iki ay sonra da, bir olasılıkla da 19 Şubat 2013 tarihinde, Kıbrıs Rum tarafında Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak.


Arkasından da Nisan 2014 tarihinde, KKTC parlamento seçimleri gelecek.


2014 yılı, Türkiye-AB müzakereleri açısından bir dönüm noktası olacak gibi. Lizbon Anlaşmasına göre, ki bu anlaşma AB’nin “Yeni Anayasa”sı olarak tanımlanmaktadır ve 1 Aralık 2009 tarihinde yürürlüğe girmiştir, oylamalarda “Nitelikli Çoğunluk” kavramı 1 Kasım 2014 yılında devreye girecek ve Rumların tek başlarına “veto” kullanma hakları sona erecek.


1 Kasım 2014’ten sonra yasama yetkisi için çifte çoğunluk aranacaktır.


Kararlar üye devletlerin en az yüzde 55’inin ve AB nüfusunun en az yüzde 65’inin kabulüyle alınabilecektir.


Büyük birkaç devletin bloke etmesini önlemek veya küçük devletlerin birleşip engel çıkarmalarına mani olmak için “asgari ülke sayısı” da on beş olarak belirlenerek önlem alınmıştır.


Bu da müzakerelerin devamı için eğer Almanya ve Fransa Türkiye’nin AB üyesi olmasını engellemek için bir başka konuyu engel yaratmak için ortaya atmazlarsa, “Kıbrıs konusu” 1 Kasım 2014 tarihinden sonra olumsuz bir faktör olarak ortadan kalkacak demektir.


Kıbrıs Rum tarafının müzakere takvimi, ellerine geçecek güç ve AB’nin tepsi içinde kendilerine sunduğu olanaklarla doğru orantılıdır.


Kıbrıs konusunda kendilerini en güçlü hissedebilecekleri ve taviz koparabilmelerinin en olası olduğu dönem Temmuz 2011 ile 31 Aralık 2012 tarihleri arasındaki 18 aydır.


Türkiye için ise, yıldızı gittikçe parlamakta ve yükselmekte olduğundan pek bir şey fark etmeyecek ama 1 Kasım 2014 tarihi AB-Türkiye ilişkileri açısından bir dönüm noktası oluşturacak.


BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon bu sefer sürece kişisel olarak müdahil oldu. Bu müdahalesi, ileriki günlerde müzakere yöntemine yeni olgular katacak ve özellikle de Rum tarafının cömertçe harcadığı “zaman”ın da içinde yer aldığı birçok seçeneği de kısıtlayacak.


Belli ki, 18 Kasım New York görüşmesi kendi başına ve Güvenlik Konseyi’nin herhangi bir talebi olmadan, Eroğlu-Hristofyas görüşmelerinin yöntemine yeni kurallar getirdi ve gidişatı da yeni bir kulvara soktu.


Genel Sekreterin Cumhurbaşkanlarını Ocak ayı sonunda Cenevre’de ikinci “3.lü Toplantı”ya davet etmesi gerçekte yeni bir sürecin ve bu sürecin takviminin bir işareti.


New York toplantısı sonrasında BM yetkilileri “Müzakerelerin takvime bağlanmadığını, ancak süresiz de olamayacağı”nı dile getirdiler ama bu çok masum bir cümlenin içinde belirgin bir mesaj yer almakta.


“Süresiz de olmayacak” tanımı, BM yetkililerinin akıllarında bir takvimin olduğunu söylüyor.


Bu takvim Annan planında yaşadığımız gibi, hangi maddenin, hangi gün hangi saatte tartışılacağı şeklinde değil.


Cenevre’de, Ocak ayında yapılacak ikinci “3’lü Toplantı”da Genel Sekreter, ya teslim işareti şeklinde ellerini havaya kaldıracak ve “Benden bu kadar” diyecek ve çıkmaza girildiğini resmen açıklayacak, ya da müdahalesinin dozunu arttırarak sürece yön verecek ve Kıbrıs konusunu “Uluslararası konferansa götürecek”.


Uluslararası Konferans, Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun New York’ta yaptığı çağrının büyük boyutlusu. Türkiye de aynı çağrıyı geçmişte birkaç kez dile getirmişti.


Rum tarafı, bir türlü kontrolü eline geçiremediği bir akıntıya kapılmış durumda.


Şimdilik çırpınıyor.

22 Kasım 2010
Müzakere takvimi belli için yorumlar kapalı
Okunma 33
bosluk

New York görüşmesi

New York görüşmesi

Dün New York’ta BM Genel Sekreterinin daveti ile Cumhurbaşkanı Eroğlu, Hristofyas ve Ban arasında yapılan “Üçlü Görüşme” Kıbrıs sorunu açısından büyük bir önem taşıyor.


Bana göre yeni gelişmelere kapı açacak bu görüşme.


Öncelikle Hristofyas’ın “Türk Lider Eroğlu ile Kıbrıs dışında görüşmem” tezini de kökünden çürüttü.


Zaten Türkiye’nin bölgesel yükselişi ve liderliği sonrasında, 1990’lı yıllara kadar “Bağımsızlar Bloku”nun ve “Arap Birliği”nin arkasına saklanıp istedikleri her kararı BM Genel Kurulundan ve Güvenlik Konseyinden çıkarttıran Rumların nefesi kesilmeye, etkileri de iyice azalmaya başladı.


Ne BM Genel Kurulu ne de Güvenlik Konseyindeki daimi ve geçici üyelerinin Kıbrıs konusundaki tutumları eskisi gibi değil artık.


Bugün Lizbon’da başlayacak olan NATO zirvesinde Türkiye adeta “Kilit Ülke” konumunda. 28 ülkenin devlet veya hükümet başkanları ile Rusya Devlet Başkanı Dimitriy Medvedev, Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai ve BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’un da katılacağı zirvede NATO’nun geleceği, NATO’nun AB garantörlüğü ve füze kalkanı konusunda Türkiye, NATO’daki ikinci büyük ülke olması konumu nedeni ile önemli derecede söz sahibi.


Türkiye ne isterse o olacak.


Tabii ki Kıbrıs konusu da, Türkiye’nin bu söz sahibi konumundan nasibini alıyor artık. Her şey eskiden geldiği gibi Rumların istedikleri şekilde gelişmeyecek.


Dünkü New York görüşmesine gündem açık olarak başlandı.


Hristofyas bildik önerisini, ilk kullanıcının mülkiyet üzerinde ilk söz sahibi olması iddiası ile artık kabak tadı vermiş olan “Üçlü Paketini” gene ortaya koydu.


Hristofyas’ın tüm çabası Mülkiyet ile Toprağı ve T.C. kökenli KKTC vatandaşları konusunu birbirine bağlamak.


Bu nedenle de konuşmasında ortaya koyduğu yeni bir öneri, fikir veya yapıcı bir yaklaşım yok.


Olması da geleneksel Rum uyuşmazlığı nedeni ile olanaksızdı zaten.


Rum tarafında Mayıs ayında yapılacak seçimler de bahanesi.


Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun masaya koyduğu mülkiyet zeminli önerisi ise Kıbrıs konusunu temelinden sarsacak nitelikte.


Hristofyas istese de, istemese de Türk önerilerini tartışmayı kabul etmek zorunda kalacak.


Şimdi veya birkaç ay sonra.


Sahnede Genel Sekreter’in Avustralyalı Özel Danışmanı Downer’e ilaveten Genel Sekreter’in siyasi konulardan sorumlu yardımcısı Lynn Pascoe da var.


Bu ikilinin hedefi Mülkiyet başlığında ileriye doğru adım atılmasının yolunu açabilecek küçük de olsa bir “Görüş Birliği”nin sağlanması.


Türk tarafının “Takvimler, Hakemlik ve Çok Taraflı Konferans Çağrı”sını kabul ettiğini açıklaması ise Rum tarafını iyice köşeye sıkıştırmışa benziyor.


Hristofyas bu açıklamadan sonra 2008 Şubatından beri ağzında sakız ettiği “sıkı takvime ve hakemliğe Hayır” görüşünden ister istemez uzaklaşmak zorunda kalacak.


New York görüşmesindeki Hristofyas’ın iç tribünlere yönelik tutumu, ister istemez Genel Sekreterliği müzakerelerin geleceğini disiplin altına almaya zorunlu kılacak.


Müzakerelerin gidişatı ile ilgili Downer’in hazırlayacağı rapor da çok önemli.


BM belgelerinin bir BM yetkilisinin dizüstü bilgisayarından çalınarak afişe edilmesi, Hristofyas’ın ilerleme vaat etmeyen tutumu ve Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun Kıbrıs sorununun özünü oluşturan mülkiyet konusundaki ileriye adım atıcı ve sorunu çözücü çaptaki önerisi Downer’in raporunda yer alacak.


Zaten Downer’in kişilik olarak karakteri, her iki tarafı memnun edecek kelimeler ve cümleler kullanmak yerine doğruları çekinmeden yazmak şeklinde.


Ban Ki Moon’un elinde en büyük silah 15 Aralık Kıbrıs Raporu.


Gidişat, Ban Ki Moon’un, 24 Nisan 2004 oylamasından sonra Genel Sekreter Kofi Annan’ın BM Güvenlik Konseyine sunduğu ve veto tehdidi ile yayınlayamadığı raporun yöntem hatasına düşmeyeceği ve Alexander Downer’in “Raporu”na kendi adına bir kapak ekleyerek yayınlayacağı şeklinde.


Taşlar iyice yerinden oynayacak.

19 Kasım 2010
New York görüşmesi için yorumlar kapalı
Okunma 28
bosluk
  • Sayfa 1 ile 3
  • 1
  • 2
  • 3
  • >
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar