Rum kayıplar

Rum kayıplar

Uzun bir müddettir 1967-1974 yılları arasında Rum tarafından yaşanan olayları araştırıyorum.


Aklımdaki de “Rumlar adaya hâkimken ve her şey istedikleri gibi giderken 15 Temmuz 1974 tarihinde niye darbe yapıldı” sorusu.


14 Temmuz 1974 gününe geri gidersek, Makarios’un, Anayasası tek taraflı yasalara aykırı olarak değiştirilmiş Kıbrıs Cumhuriyeti”nin Cumhurbaşkanı olduğu, adaya Rumların silah ithalatının serbest bırakıldığı, Rum Milli Muhafız Ordusu’nun neredeyse 60 bini bulan asker ve ihtiyat kuvvetleri ile tüm adaya hakim bulunduğu, Polisin ve Jandarmanın tüm subaylarının ve erlerinin Rum olduğu, Gümrüklerin tamamen Rum idaresi altında işlev yaptığı, Kıbrıslı Türklerin dolaşım özgürlüklerinin bile bulunmadığı, parasız, pulsuz, ilaçsız, gıdasız ve çoğunluğu işsiz adanın yüzde üçü gibi, İngiliz Üslerinden bile daha küçük bir alana sıkıştırıldığı bir koşulda yaşadıklarını görürüz.


Akla da ister istemez “niye darbe yapıldığı” sorusu geliyor.


Gerçekte Rum tarafı, 15 Kasım 1967 Geçitkale ve Boğaziçi olaylarından sonra tam bir kaynayan kazana dönüşmüş. Güç yarışı Rumları üçe, dörde bölmüş.


13 Aralık 1967’de Yunanistan Kralı Konstantin, iktidarı askerlerden geri almak için bir darbe yapıp başarısız olunca İtalya’ya kaçmak zorunda kaldı ve Cunta lideri Yorgo Papadopulos, arkadaşı Yorgos Zoitakis’i Kral vekilliğine atayarak Yunanistan’daki iktidarı tam olarak ele geçirdi.


15 kasım1967 Geçitkale ve Boğaziçi olaylarından sonra da Türkiye ile iyi geçinmek prensibinden dolayı da adadaki Yunan Tümeninin geri çekilmesini onayladı.


Papadopulos’un bu kararı adada hizipleşmeyi, parçalanmayı ve iktidar kavgasını da beraberinde getirdi.


Dönemin, lakabı “Güçlü” olan İçişleri bakanı Polikarpos Yorgacis, bu kararından dolayı Papadopulos’a kin gütmeye başladı ve bir suikast düzenledi.


Başarısız olan suikast sonucunda Yunanistan’daki cunta’nın baskısı ile Makarios, Yorgacis’i istifaya zorlayınca ilk bölünme başladı. Yorgacis taraftarları hem Makarios’a hem de Cunta’ya karşı cephe aldılar.


Makarios’çular ve Yorgacis’çiler olarak sağ kesim ikiye bölünürken Yunanistan’daki Cuntayı destekleyen “Milli Cephe” de sesini duyurmaya ve ciddi bir şekilde örgütlenmeye başladı.


Solda ise AKEL zaten her üçünün de rakibi ve düşmanıydı. Siyasette ise Makarios’çuların karşısında Klerides, Yorgacis ve Tassos Papadopulos üçlüsü ile AKEL bulunmaktaydı. Demokratik Milli Partisi (DEK) faaldi ama taraftar sayısı çok azdı.


14 Temmuz 1974’de gelindiğinde Yunanistan’da şahinler grubunun lideri İyoannidis bir darbe ile demokratik görüşlü Papadopulos’u devireli bir yıl olmuştu.


Ada için için kaynıyordu ve taraflar Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinde iktidarı ele geçirmek için kıyasıya bir mücadele içindeydi. Yavaş yavaş kendi aralarında da silahlı çatışmalar başlamıştı bile.


15 Temmuz 1974’de Cunta, Helen dünyasının çıkarları için zararlı olduğuna karar verdiği Makarios’u devirmek için Milli Cephe taraftarlarının desteği ile adadaki Yunan asker ve subayları ile bir darbe yaptı.


İlk gün çok kanlı geçti ve taraflar birbirlerini acımasızca katlettiler. Makarios’u savunurken ölen direnişçilerin cesetleri neredeyse üç kamyonu doldurdu ve Lefkoşa mezarlığının dışına atılarak toplu halde gömüldüler.


Onların birkaç metre ilerisine de komandolar gömüldü.


20 Temmuzda başlayan harekât ile de çatışma taraf ve yön değiştirdi.


Birbirlerinin kanlı düşmanları olan Rum gruplar, kendi içlerindeki silahlı çatışmayı bırakıp Türklere yöneldiler.


Darbede ve ardından da Barış Harekatı sırasında ölen Rum ve Yunan askerleri, Rum kesimindeki Konstantino ve Eleni Mezarlığı’nda özensiz ve toplu halde gömüldüler.


Yıllardır hem kendi kamu oylarına hem de dünyaya Kıbrıs Rum Hükümeti tarafından “Barış Harekatı” sırasında öldüklerini söylenen Rum kayıpların toplu halde gömüldükleri mezarlar tespit edilip açıldıkça, Rum Hükümetine karşı açılan davaların sayısı da çoğalmaya başladı.


Bu son bulgulardan sonra “Kayıplar konusunda” Rum Hükümetinin başı çok ağrıyacak. Hem yalancılıkla suçlanacak hem de yüklü miktarda tazminatlar ödemek zorunda kalacak.

17 Kasım 2010
Rum kayıplar için yorumlar kapalı
Okunma 74
bosluk

Kıbrıs’a AB garantisi

Kıbrıs’a AB garantisi

Bugün KKTC’mizin kuruluşunun 27. yıldönümü.


KKTC’mizin kuruluşunu tüm kalbimle kutlarım.


Kıbrıs Türk’ü için “Büyük Başarı, Büyük Gurur.”


1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasasını oluşturan 1959 Zürih ve Londra Anlaşmalarını daha başından beri Rumlar, akıllarında 1796 patentli ENOSİS yani Yunanistan’a bağlanma ülküsü olduğundan kabul eder gibi görünmüşler ama hiçbir zaman kabul etmemişlerdi.


Özellikle Kıbrıslı Türklerin “Yönetime” yediye üç oranında ortak olmalarını, adada 650 kişilik “Türk Alayı”nın bulunmasını ve özellikle de Türkiye’nin “Etkin Garantörlüğü”nü, ENOSİS yolunda engel gördüklerinden, daha Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilk günden itibaren yok etmek ve çalışmaz hale getirmek için elden geleni yaptılar.


Başardılar da.


1963-1967 yılları arasında Kıbrıslı Türklere silahlı saldırılarla “Soykırım” uygulamalarına rağmen Kıbrıslı Türkleri yıldıramayınca, silahla bu işi çözemeyeceklerini anlayıp bu defa taktik değiştirip “Ekonomik Soykırım” uygulamaya başladılar.


Ve adanın kaderi, Rumlarla Yunanistan’ın kendi aralarındaki adaya hâkim olmak çatışmaları doruk noktasına ulaşınca, 15 Temmuz 1974 tarihinde yapılan darbe ile değişerek, Rumların hiç beklemedikleri bir sonuca ulaştı ve ada fiilen ikiye bölündü.


Yıllardır, uluslararası tanınmış devlet olmanın tüm olanaklarını kullanarak, dünyanın tüm politik platformlarında Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye’nin aleyhine her türlü kararı çıkarttırıp, ada üzerinde tekrar Rum egemenliğini kurmak için her yolu denediler ve halen de bıkmadan usanmadan deniyorlar.


Karşılarındaki ilk engel adada “Fiili Garantör”lük görevini yıllardır başarı ile yapan “Türk Askeri”. Öncelikli hedefleri, adadaki “Türk Silahlı Kuvvetleri”ni dış güçlerin Türkiye’ye yapacağı baskılar sonrasında geri göndertmek ve 1974’den beri var olan “Fiili Garantör”lüğü “Etkin Garantör”lüğe dönüştürmek.


“Etkin Garantör”lüğü kaldırmanın tek yolu da, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nda var olan “Ek I, madde 4”deki Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin “Garantör”lüklerini Anayasadan çıkarttırıp yerine Avrupa Birliği’nin Garantörlüğü’nü koydurtmak.


Bunun için gerek Rumlar gerekse de Yunanistan, yıllardır ağızlarında sakız etmişçesine “21. Yüzyılda garantilere gerek yoktur, Yunanistan ve İngiltere Garantörlüklerini iptal etmek kararındadır, Türkiye’de Garantörlüğünden vazgeçsin, gene de Kıbrıslı Türkler ısrarla Garantör istiyorlarsa adanın Garantörü AB olsun” diyerek, ada üzerindeki Türkiye’nin “Etkin Garantör”lüğünü iptal ettirmek için her yolu deniyorlar.


AB’nin Garantörlüğü ne denli güçlü olabilir, Kıbrıslı Türkleri bir saldırıdan ne kadar koruyabilir, bunu sorgulayan yok.


Gerçekte, askeri bir güce sahip olmayan AB’nin kendisinin bir Garantöre gereksinimi var ve bu edinmenin de uğraşısı içinde.


Bunun için zaten 1996 yılında NATO’ya başvurdu ve kapısında da hala bekliyor. Başvurudan sonra NATO Dışişleri Bakanları “Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği” yaratılması için NATO’nun olanaklarından faydalanılması yönünde bir karar aldılar.


Söz konusu toplantı Berlin’de yapıldığı için bu kararlara da “Berlin Plus” adı verildi. Berlin Plus düzenlemeleri şu dört unsurdan oluşuyor.


1. AB’nin NATO’nun “Operasyonel Planlamasını kullanabilmesinin garanti edilmesi,


2. AB’nin NATO yetenekleri ve ortak varlıklarını kullanabilmesi,


3. AB başkanlığındaki operasyonlar için NATO Avrupa komutanlığı seçeneğinin bulunması,


4. NATO savunma planlama sisteminin gerektiğinde, AB operasyonları emrine kuvvet verilecek şekilde uyarlanması.


Kısacası Avrupa Birliği’ne birileri saldırırsa, AB NATO’yu yanında istiyor.
Kendisinin Garantöre gereksinimi olan AVRUPA BİRLİĞİ, Kıbrıs’a veya Kıbrıslı Türklere nasıl “GARANTÖR” olacak ben pek anlamış değilim.


“Kel’in merhemi olsa başına sürer” şeklinde bir atasözümüz var.


Garantörlük konusunda aynen AB’nin durumunu anlatıyor sanki.

15 Kasım 2010
Kıbrıs’a AB garantisi için yorumlar kapalı
Okunma 20
bosluk

Hristofyas Çözüm İstemiyor

Hristofyas Çözüm İstemiyor

Rum Yönetimi Başkanı Dimitris Hristofyas’ın, 18 Kasım’da New York’ta gerçekleştirilecek üçlü zirve öncesinde BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’a gönderdiği mektup Kıbrıs Sorununa hangi niyetle yaklaştığını ortaya koyuyor.


Mektubun içinde, bu güne değin kendisinden başka hiç kimsenin benimsemediği ve beğenmediği “Üç eksenli önerileri” yer alıyor.


Bu bayat önerisinin yanına, hakemlik istemediğini, zaman kısıtlamasını kabul etmeyeceğini, prosedür değişikliği olmayacağını ve de birde “Nüfus Sayımı” ekledi.


Nüfus sayımındaki talebi ise iki gerekçeye dayanıyor.


Bunlardan birincisi sözde kolonizasyon iddialarını BM kayıtlarına geçirmek ve bunun arkasından da Türkiye’yi adaya taşıma nüfusla doldurduğu iddiası ile yasal  platformlarda suçlamak ve dava açmak.


İkincisi ise sayımdan sonra Mülkiyet Başlığı ile Toprak Başlığını birleştirerek T.C. kökenli KKTC vatandaşları ve Maraş konusunu birbirine bağlayarak yeni taleplerde bulunmak.


Tabii BM’nin Hristofyas’ın bu isteklerine pek de sıcak bakmadığı kesin.


Bırakın BM’yi, İngiltere ve ABD’de sıcak bakmıyor.


İngiltere Dış İşleri eski Bakanı Jack Straw ile Amerikan Savunma Sekreteri (Bakanı) Robert Gates’in AB-Türkiye Müzakereleri ile ilgili ortaya koydukları görüşlerinde, Kıbrıs Sorununun geleceği ve yeni çehresi pekte Hristofyas’ın istediği gibi değil.


Uluslararası tanınmışlığı ve güvenilirliği olan International Crisis Group (Uluslararası Kriz Grubu) bölge sorumlusu Hugh Pope’ın Washington merkezli araştırma kurumu Woodrow Wilson Center’in “South East Project” (Güney Doğu Projesi) çerçevesinde düzenlenen etkinlikte yaptığı konuşmada, “Devam etmekte olan Kıbrıs müzakerelerinde Mülkiyet sorunu çözülemezse, Rumlar başta BM, AB ve ABD olmak üzere ilgili tarafları adada çözümü istediklerine dair ikna etmeleri gerekecek” diyerek Kıbrıs sorununda gelinen son aşamayı gözler önüne serdi.


BM merkezi, Genel Sekreterin Kıbrıs Türk ve Rum taraflarının müzakerecileriyle görüşmesine büyük önem veriyor. 18 Kasımda görüşmesinde taraflardan masaya, mümkün olan en kısa sürede bir çözüme yönelik daha çok esneklik ve hareketlilik olmasına ivme katabilecek bazı önerilerin konması istenecek.


Türk tarafı konu ile ilgili geceli gündüzlü çalışırken, Rum tarafı peşinen bir mektup göndererek masaya artık bayatlamış ve uluslar arası toplumdan pekde kabul görmemiş “Üç eksenli öneriler”den başka bir şey koymayacağını peşinen belirtti.


Yani “Ben çözüm istemiyorum” demek istiyor dolaylı olarak.


BM Merkezinde çalışan görevliler, konu ile ilgili diplomatlar ve yetkililer, perde gerisinde ve koridorlardaki kulislerde, yürütülmekte olan çözüm prosedürü başarısız olursa Kıbrıs’ın bölünmeden kaçamayacağı öngörüsünde bulunuyorlar.


Buna ilaveten müzakerelerdeki tıkanıklık aşılamazsa, Genel Sekreter’in iyi niyet misyonunun sona ereceğinden, Downer’in ve çalışma ekibinin de adadan ayrılacağından söz ediyorlar.


Son günlerde de, görüşmelerin çıkmaza girmesi sonrasında Rumların ve Yunanlıların kabusu olan BM Barış Gücü’nün (UNFICYP) sayı olarak daha da azaltılacağı ile ilgili söylemlerde kulaklara çalınmaya başlandı.


BM tüm bu işittirmelerden ve verdiği korkudan sonra 18 Kasım görüşmesinde, müzakerelerin hızlandırılabilmesi için BM’nin  müzakerelere daha aktif bir şekilde katılımını talep edebilir.


Rumların ise buna “Hayır” diyeceği kesin.


18 Kasım görüşmesi, Kıbrıs Müzakerelerinde bir dönüm noktasını oluşturacak gibi gözüküyor. 

12 Kasım 2010
Hristofyas Çözüm İstemiyor için yorumlar kapalı
Okunma 25
bosluk

Taşlar yerinden oynamaya başladı

Taşlar yerinden oynamaya başladı

Son gelişmelerden sonra Kıbrıs konusunda, eskiden beri süre gelmekte olan ve artık değişmez olduğu sanılan düşüncelerin ve kavramların yavaş yavaş değişmeye başladığının işaretleri gelmeye başladı.


Bu çok ilginç bir gelişme.


20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı da öyleydi.


Kıbrıs Türk halkı, Kıbrıs adasında Rumların mutlak hâkimiyetini ve Rumların Türklere karşı uyguladığı acımasız yaşam tarzını hiçbir güç değiştiremez, böyle gidecek bu yaşam diye düşünüyordu ki, aniden bir sabah bütün taşlar yerinden oynadı.


Bırakın taşların yerinden oynamasını her şey temelinden değişti ve yerine yeni koşullar, farklı özgürlükler ve yeni bir yaşam tarzı geldi, hem Kıbrıslı Türkler için hem de Kıbrıslı Rumlar için.


Şimdi de aynı değişim sinyalleri gelmeye başladı.


Bu defaki, silahlı değil ama politik müdahalelerle mevcut sistemi ve var olan kemikleşmiş kavramları temelinden değiştirecek bir değişim olacağı görüntüsünde.


Farklı ülkelerin farklı düşünce yapısındaki siyasetçileri ve stratejistleri ağız birliği etmişçesine aynı görüşü dile getirmeye başladılar.


Deneyimli İngiliz siyasetçisi Jack Straw, Avrupa Birliği’nin, Kıbrıs’ta iki devletli çözüm seçeneğini artık gündemine alması gerektiğini dile getirerek ortaya yeni bir kavram attı.


İngiliz politikacılar boşuna konuşmazlar.


Straw’ın bu son sözleri ve önerisi çok dikkat çekici.


Ada’daki paylaşımın son ve kalıcı şeklini alabilmesi için, uluslararası toplumun geçmişten gelen bir “tabu”yu yıkmasını önererek yeni ve Kıbrıs gerçeklerine uyan  bir yaklaşım ortaya koydu.


Bu tabu da ısrarla Kıbrıslı Türklere ve Rumlara kabul ettirilmek istenen “Tek Devletli” çözüm şekli ve Straw artık bundan vazgeçilmesini, yerine de  “kuzey ve güneyde iki devleti resmen tanımanın”, çözüme çok yardımcı olacağını önerdi.


Belli ki her tür baskıdan ve art niyetten uzak olarak Kıbrıs sorununu iyice analiz edebilmiş eski İngiliz Dış İşleri Bakanı.


Straw bunları dile getirirken, Financial Times gazetesinin de Birleşmiş Milletler’de yapılacak Kıbrıs görüşmelerinin Kıbrıs sorununun çözümü için “Son şans” olduğunu belirten bir “Yorum”a yer vermesi ise hiçte tesadüf değil.


James Blitz imzalı makalede, “müzakerelerden bir sonuç alınmazsa, ada resmen olarak ikiye bölünebilir” diyen diplomatların görüşleri öne çıkarılmış. Deneyimli BM diplomatlarının görüşleri de aynen İngiliz siyasetçisi Jack Straw’ınki gibi.


Müzakerelerde rol alan bir diplomatın “Burada sonsuza dek kalıp, anlamsız görüşmeler yapmayı sürdürmeyeceğiz” demesi ve 18 Kasım’da başlanması beklenen müzakerelerin son şans olduğunu söyleyen bir başka diplomatın ise “Artık, başarısızlığın acı verici sonuçlarıyla yüz yüze gelmemiz gereken noktaya yaklaşıyoruz” demesi, yılların kalıplaşmış, hatta betonlaşmış “Kıbrıs’ta tek devletli çözüm” efsanesinin yıkılmaya yüz tuttuğuna işaret etmektedir.


Amerikan Savunma Sekreteri (Bakanı) Robert Gates’in, Avrupa ile 74 milyon nüfuslu Türkiye’nin stratejik ilişkileri, 750 bin Kıbrıslı Rum’un ve 250 bin Kıbrıslı Türkün yaşadığı Kıbrıs konusundaki müzakerelerce rehin alınmış durumda.


AB’nin Türkiye’ye daha çok gereksinimi var” sözleri ise değişimin Atlantik’in öteki yakasından bir başka habercisi.


18 Kasım’da New York’ta BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu ve Rum Cumhurbaşkanı Hristofyas ile yapacağı görüşme ve bu görüşmenin sonuçları, 1968 yılından beri sürdürülen Kıbrıs müzakerelerine yeni bir kavram getirecek ve eskiye kıyasla “Kıbrıs Sorununu” farklı bir kulvara sokacak.


Türkiye’nin bölgesindeki politik, ekonomik ve askeri gücü, dünya klasmanında ilk 20 içinde 16. olarak yer alması artık yeni değişimleri de beraberinde getirmesini kaçınılmaz kıldı.


Kıbrıs konusunda, eskiden beri süre gelmekte olan ve artık değişmez olduğu sanılan düşünceler ve kavramlar değişim sürecine girdi bile.


Değişim yolda.

10 Kasım 2010
Taşlar yerinden oynamaya başladı için yorumlar kapalı
Okunma 40
bosluk

Güney’de ırkçılık yükseliyor

Güney’de ırkçılık yükseliyor

Larnaka sahil yolunda önceki akşam ırkçılar ve ırkçılık aleyhtarları arasında çıkan ve 6’sı yabancı uyruklu 2’si polis olmak üzere toplam 13 kişinin yaralandığı, 5’i yabancı 2’si Rum 7 kişinin de tutuklandığı kanlı olay kötü bir geleceğin habercisi.


Kayıtlı ismi “Eşitlik, Destek ve Irkçılık Karşıtı Hareketi” olan KISA tarafından Larnaka’da düzenlenen “Rainbow” isimli festivalin, yabancı uyruklulara karşı protesto yürüyüşü düzenleyen kayıtlı ismi “Helen Direniş Hareketi” olan KEA ile kayıtlı ismi “Tüm Kıbrıs Anti İşgal Hareketi” olan PAK üyesi 100 – 150 kişilik grup tarafından basılması ve sonrasında çıkan kanlı olaylar, adaya Türk ve Rum siyasetçiler ile BM’nin, AB’nin ve ABD’nin çabaları ile barış getirilebilse bile Rum halkının belli bir kesimi tarafından yaşatılamayacağını göstermekte.


“Helen Direniş Hareketi” KEA, örgütün kuruluş manifestosunun ilk başında olması nedeni ile kuruldukları günden beri yabancılar konusunu siyaset gündemine sokmaya çalışıyordu.


Aslında KEA için “yabancı” kelimesinin karşılığı “Türk” ve “Müslüman”dır.


KEA birincil ilke olarak “Kıbrıslı Türkler”i, ikincil ilke olarak da “Müslüman”ları adada istememektedir ve mücadelesini de bu yönde sürdürmeye hedeflidir.


KEA’ya destek veren “Tüm Kıbrıs Anti İşgal Hareketi” adlı grup da aynı davaya baş koymuş bir başka oluşumdur.


Türkçesi “Altın Başak” olan “Hrisi Avgi” örgütünün bu olayın dışında kalması ise aklıları karıştıran bir başka gelişme.


Genelde bu üçü beraber hareket ederler ve hedeflerinde daima Kıbrıslı Türkler vardır. Nitekim geçen geceki saldırıda o kadar kalabalığın içinde Sertunç Akdoğdu isimli bir Kıbrıslı Türk’ün beyzbol sopaları ile darp edildikten sonra 2 yerinden bıçaklanması ve isminin ilk harfleri S.Ö olan bir diğer Kıbrıslı Türk’ün de ağır biçimde darp edilmesi hiçte tesadüf değildir.


Hrisi Avgi’nin Yunanistan Merkezinin hedefinde ise Trakya’da yaşayan Müslüman Türkler bulunmaktadır.


24 Temmuz 1923 yılından beridir Yunanistan Trakyası’nda yaşayan soydaşlarımıza yapmadıkları eziyet kalmamıştır.


Bir dönem yurtlarından dışarı çıkmaları bile yasaklanmış, yaşadıkları bölge yasak bölge ilan edilmiş ve neredeyse 70 sene hiç kimse o bölgeye girememiş, kimse de bölgeden dışarı çıkamamıştır.


Soydaşlarımız yıllarca açık hava hapishanesinde yaşamaya mahkum edilmişlerdir.


AB’nin müdahalesi ve AİHM’in kararları ile son 18 yılda bu insanlık dışı uygulama Yunanistan hükümeti tarafından hafifletilmeye başlanmıştır.


Hala daha soydaşlarımızı kendi müftülerini seçememekte, okullarında ana dilleri olan “Türkçe” eğitim yapamamaktadırlar.


Larnaka’daki “Anti Irkçılık Festivali”nin açılışında Avrupa Komisyonu’nun Güney Kıbrıs’taki temsilcisi Bayan Andrulla Kaminara kürsüde konuşma yaparken, festival alanına girmeleri polis tarafından engellenen ve aralarında DİKO Milletvekili Zaharias Kulias’ın da bulunduğu KEA ve PAK örgüt üyelerinin önce “Yunan Milli Marşı”nı okumaları sonra da “Yabancılar Kıbrıs’tan Dışarı” şeklinde slogan atarak festivale katılan yabancı uyruklulara sopa, zehirli boya ve hatta bıçaklarla saldırıda bulunmaları çok dikkat çekici ve Kıbrıslı Türkler olarak bizim tarafımızdan iyice değerlendirilmesi gereken bir olaydır.


Özellikle Rum Hükümetinde koalisyon ortağı olan DIKO’nun, 18 Kasım’da BM Genel Sekreterinin daveti ile New York’ta KKTC Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu ile Rum Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas arasında yapılacak “Üçlü Görüşme”yi desteklemediğini açıklaması, adada kurulması düşünülen bir Türk-Rum ortak devletini istemediğinin ve barışı desteklemediğinin en güzel örneğidir.


Sen hem Hristofyas’ın koalisyon ortağı ol, hem “Yabancılar (Kıbrıslı Türkler) Dışarı” diyerek festivale katılan Kıbrıslı Türklere saldırıda bulun, arkasından Barışa yönelik görüşmeleri desteklemediğini resmen açıkla, sonra da Hristofyas çıksın ve “Türkiye ile Kıbrıslı Türkler çözüme hazır değil” diyerek, müzakerelerin çıkmaza doğru gidişini Türklerin sırtına yüklemeye çalışsın.


Umarım bu ikiyüzlülüğü ve sahtekârca davranışı artık, BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon, ABD Lefkoşa Büyükelçisi Bay Frank Urbancic, AB üyesi devletlerin Lefkoşa Büyükelçileri ve Kıbrıs konusu ile ilgili diğer devletlerin Büyükelçileri görürler ve devlet başkanlarına bildirirler.


Müzakerelerden barışçıl bir sonuç elde edilemeyeceği Larnaka’da iyice belli oldu.

8 Kasım 2010
Güney’de ırkçılık yükseliyor için yorumlar kapalı
Okunma 44
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3

Arşivler

Son Yorumlar