Rusya, eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) bağlarını kullanarak Kafkasya üzerinden Orta Doğu’ya ve Akdeniz’e inmeye hazırlanıyor artık.
Petrolün ve doğalgazın Doğu Akdeniz’deki varlığı bölgenin stratejik önemini bayağı arttırdı. ABD’nin ve İngiltere’nin 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken, Kıbrıs adası üzerinde “Egemen Üs” istemeleri boşuna değildi. Bölgede hidrokarbon yataklarının varlığını tespit etmişlerdi ve bu nedenle de kiralanmış toprak değil, tapusu kendilerine ait bir bölgenin var oluşunu 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasının içine koydular ve “Egemen” olduğunu da BM’de tescil ettirdiler.
ABD destekli İngiltere, 1. Dünya savaşından sonra 1948 yılına kadar Orta Doğu’nun petrol alanları ile Lübnan’dan Libya’ya kadar olan deniz kıyısının da yönetimini elde tutmuştu. İsteselerdi bu bölgeler içinde Cebel-i Tarık Devleti gibi Akrotiri Devleti gibi kendilerine bağlı, devlet statüsünde “Egemen Bölgeler” kurabilirlerdi. O günkü koşullarda kurmak gereği duymadılar. 1950’li yılların ortasında Doğu Akdeniz’de hidrokarbon yataklarının farkına varınca elde kalan son kale Kıbrıs adasında, devlet statüsünde bir üs kurmak zorunda kaldılar. Zaten başka çareleri de kalmamıştı.
Gerçekte Ağrotur (Akrotiri) ve Dikelya üs bölgeleri, Egemen Üs Bölgesi olmaktan öteye resmen tanınmış “Akrotiri Devleti”nin topraklarıdır. Kendi yönetimi, polisi ve mahkemesi vardır. Bu bölge içinde trafik suçu dahi işlerseniz, ne Türk ne de Rum Mahkemelerinde yargılanırsınız. Akrotiri Devleti’nin hakimleri İngiltere’den gönderilmiş mahkemesinde yargılanırsınız ve cezanızı da Akrotiri Devletine ödersiniz.
1945’de başlayıp 1991 yılında SSCB’nın dağılımı ile son bulan “Soğuk savaş” döneminde, 1960 yılında ilan edilen bu Anglo Sakson kökenli Akrotiri Devleti’nin varlığı Doğu Akdeniz’de dengeleri bozduğundan, SSCB’de alternatif olarak kendisine Suriye’nin Tartus limanını üs olarak seçmiş, ABD’nin Akdeniz’deki 6. Filo’suna karşı da 50 gemilik bir Rus donanmasını Akdeniz’e göndermişti.
SSCB dağıldıktan sonra Akdeniz’deki ABD’nin 6. Filosunun karşıt gücü olan 50 gemilik Sovyetler Birliği Akdeniz Filosu dağılmış olmasına rağmen Rusya Federasyonu Suriye’nin Tartus limanı ile olan bağlarını koparmadı, deniz üssünü de küçülttü ama kapatmadı.
21. Yüzyılda bölgede ve küresel olarak dünyada, ekonomik ve politik dengeler değişiklik göstermeye başlayınca, Rusya tekrardan bölgeye inme girişimlerini başlattı. Suriye’de Beşar Esad yönetiminin devrilmemesinin nedeni de bu. Rusya’nın bölgeden kopmak istememesi. Şimdi bu istek havuzuna İran ve Çin de dâhil oldu.
Rusya bölgede Ermenistan’ı ve Esad Suriye’sini karşılıksız desteklerken, İran da Ermenistan’a ve Esad Suriye’sine uzun vadeli ve sıfır faizli ödeme koşullarıyla petrol ve gıda satışı yapıyor. Çin ise kesinlikle bölgede ama şimdilik Esad Suriye’sine nasıl ve hangi yolla silah ve yardım gönderdiği daha resmen açıklanmadı.
Rusya, Çin ve İran her ay düzenli olarak Esad Yönetimine toplamı 5 Yüz Milyon Dolar tutan nakit para, silah ve gıda yardımı yapıyorlar. 2011 yılının Mart ayından beridir devam eden çarpışmalarda, Suriye’nin ticari, sanayi ve endüstri hayatının bitmesine ve ihracatının da sıfırlanmasına rağmen Esad Suriye’sinin ayakta durabilmesinin tek nedeni bu üç ülkeden gelen düzenli ve aksamasız yardımlar ve siyasi destek.
Rusya’nın ve Çin’in BM Güvenlik Konseyi (GK) daimi üyesi olması nedeni ile de hiç bir koşulda BM GK’den Suriye aleyhine bir yaptırım kararı çıkmıyor. Irak ve Libya’da hükümet karşıtı güçlere destek olmak amacı ile daha ilk haftalarda “Uçuşa yasak” bölgeler ilan edilmişken, Suriye’de halen daha böylesi bir girişim yapılamadı ve uçuşa yasak bölgeler ilan edilemedi.
Rusya, Akdeniz’e yönelik askeri varlığını arttırma girişiminin ilk adımını Ermenistan’da attı…(Devam edecek)
Ata ATUN
e-mail: ata@kk.tc
http://www.ataatun.com
1 Temmuz 2013
Biz Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs’ta, Rumlarla ortak hiç bir yanımız ve tarafımız yok.
Ne dilimiz benzer, ne dinimiz, ne de kültürümüz.
Tarihimiz ve tarihi değerlerimiz de farklıdır. Bizim sevinçle kutladığımız, kahramanlarını takdirle andığımız Kurtuluş Savaşımız onlar için “Küçük Asya Felaketi”dir. Biz kutlarken onlar ağlarlar.
Cumhurbaşkanımız Derviş Eroğlu ile Rum Lider Anastasiadis’in sosyal nitelikli bir toplantı amacı ile BM tarafından 29 Mayıs gecesi olarak organize edilen akşam yemeği, Rumların bu tarihin İstanbul’un Fethinin 560’ci yıldönümü olduğu gerekçesi ile itiraz etmeleri sonucunda değiştirildi. İstanbul’un fethini biz kutlarken onlar duymak bile istememektedirler.
Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar arasında hiç ortak bir şirket, ortak köy kahvesi, ortak spor kulübü ve benzeri sosyal faaliyetlerin yapıldığı yerler ve kuruluşlar olmadı. Evlilikler ise hiç yapılmadı.
Ben hayatımın tümünü, eğitim yıllarım hariç hep Mağusa’da geçirdim.
Kıbrıs adasında sözde Rumlarla ortaklaşa yaşadığımız yıllarda, yani 1974 öncesi, Rumların adına Kataklizmos dedikleri, dini kökenli “Deniz Panayırı”nı hiç birlikte kutlamadığımız gibi, Rumların, biz Türklerin kutladıkları bir şenliğe veya da dini bayrama katıldıklarını da görmedim.
Ortak bir kültürümüz, dinimiz, dilimiz, geleneklerimiz ve göreneklerimiz olmadığı için hiç bir sosyal, kültürel ve dini faaliyetimiz de ortak olmadı Rumlarla.
Ama sanki de daha evvel böylesi faaliyetlerimiz varmış gibi, bir müddettir Mağusa Belediye plajında Kataklizmos kutlaması yapılıyor Rumlarla birlikte. Konuşmalar yapılıyor, yeniliyor, içiliyor, Belediyenin folklor ekibi gösteriler yapıyor sonra da birleşme ve ortak yaşam için vaazlar verilip, isteklerde bulunuluyor.
Gerçekten de bu ortak ve iç içe yaşam istek ve dileğinin nerden kaynaklandığını anlamakta zorlanıyorum. Geçmişte bu adadan bizi atmak ve izlerimizi silmek için elden gelen her şeyi yapmış olan, 1974 sonrası da bizleri dünyadan soyutlamak ve kendi idareleri altına sokmak için her tür ambargoyu uygulatan, izolasyonların kaldırılmaması için her yolu deneyen bu Kıbrıslı Rumlarla nasıl ortak ve eşit düzeyde bir yaşam sürdüreceğiz, anlamak mümkün değil.
Bu tür faaliyetlere destek veren zihniyet, sokaktaki vatandaşın adına “23 Nisan Hükümeti” dediği geçici seçim hükümetinde kaderin politik bir cilvesi olarak yer alınca da, ilk iş 1974 yılının 19 Temmuz’unu 20 Temmuz’a bağlayan gecenin sabahında, hepimizin siperlerde “Türk askeri bu sefer gelir İnşallah” dualarının kabul görüp, Türk ordusunun adaya çıkarak bizleri özgürlüğe kavuşturduğu sabahın kutlamasına karşı çıkmakta.
Elinden gelse kutlamaları yasaklayacak ama bunu yapamadığı ve yapamayacağı için sadece parasal katkıda bulunmayacağını açıklayabildi. İster katkıda bulunsun ister bulunmasın, 20 Temmuz sabahı “Şafak Nöbeti” tutulacak ve Türk askeri sembolik olarak karşılanıp bağrımıza basılacak ve şehitlerimizin ruhları da şad edilecek.
Aynı zihniyetin bir başka kolu da ikbalden (piyangodan) çıkmış koltuğuna oturur oturmaz, ilk açıklamasını vatandaşlıklar konusunda yaptı. Sanki de yasalara uygun bir şekilde hak sahibi olan kişileri, bu topraklarda yıllarca terini akıtmış, evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış insanlarımızı, soydaşlarımızı vatandaş yapmak suçmuş gibi, 2009 yılından beri yapılan vatandaşlıkların sayısını açıklayarak ve “Araştırılacaktır” gibi büyük laflar ederek sanki ortada bir suç varmış da kendisi bu suçun faillerini cezalandıracakmış havası yaratmaya çalışmakta.
Bu laf-ı güzafları duyunca aklıma 2005 yılında Annan Planı rüzgarı ile 35 yıllık varoluşları içinde ilk defa iktidara gelen CTP hükümetinin ilk icraatları içinde yer alan vatandaşlıkları iptal etme kararı geldi. Büyük bir tafra ile sanki de çok önemli bir iş yapılmış gibi gazetelerde ve TV’lerde yayınlatılarak yapılan vatandaşlıkları iptal işlemleri içinde, Jak Kamhi gibi uluslararası üne ve saygıya sahip nice Türkiyeli ileri gelen kişilerin de vatandaşlığı iptal edilmişti.
Anayasamıza göre herhangi bir icraat yetkisi olmayan bu geçici hükümet de sanki “büyük işler yapıyormuş” havalarında atıp tutuyor. Gelecek ay bu vakitlerde tarihin tozlu sayfalarına havale edilecekler, istihza ile…
Ata ATUN
e-mail: ata@kk.tc
Kıbrıslı Rum Lider Anastasiadis Şubat ayında seçimleri kazandıktan sonra, KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu ile müzakereleri başlatmamak için ekonomik krizi öne sürmüş ve sosyal yemeğe katılmamak için bile ayak diretmişti, ne olur ne olmaz, yemekte masaya bir kağıt koyarlar, müzakereler endirekt başlayabilir çekincesi ile…
Özel temsilcisini, yani müzakerecisini de atamamıştı, BM çağrı yapar müzakerecileri masaya oturtup, bir şekilde müzakereleri başlatabilir diye.
İstanbul’da Taksimdeki Gezi Parkında yaşanan olaylar, bu konuda Rumların ekmeğine yağ sürdü ve iyice ayak diremeğe başladılar.
Kıbrıslı Rum Yöneticiler şimdi de aynen “oynamak istemeyen gelinin yeri dar olur” deyimine uygun olarak Türkiye’de Gezi Parkı olaylarını bahane ederek, “Türkiye’de siyasi ortam kaygan” bahanesini öne sürüp, “zaten Yunanistan’ın durumu berbat, biz de ekonomik krizle boğuşuyoruz, bu nedenle müzakereleri 2014 yılına erteleyelim” diyorlar.
Bir de tüm bu gelişmelere, KKTC’de 2009 yılından beri iktidarda olan UBP hükümetinin, yapay bir şekilde yaratılan kurultay sorunu sonrasında istifa eden 7+1 milletvekilinin de desteklediği güvensizlik oylaması sonrasında düşmesi eklenince Türkiye, Yunanistan, KKTC ve Kıbrıs Rum kesiminde var olan siyasi tablo aniden değişikliğe uğradı.
Hem Türkiye’de hem de KKTC’de, çok değil daha Haziran ayının başındaki siyasi ve sosyal tablo ile bugünkü tablo arasında oluşan dramatik değişiklikler, Kıbrıs konusunda Türk tarafının elindeki güçlü pozisyonun yara almasına neden oldu. Üstelik bir de buna KKTC’deki seçim hükümetinin Güvenoyu yoklaması sırasında yaşanan rüşvet skandalı eklenince, yaranın üzerine tuz biber ekildi.
Sonbelirlediği ekonominin istikrara kavuşturulması 20132ün sonbaharına kadar imkânsız göründüğünden müzakerelerin 2014 yılına ertelenmesi kaçınılmaz.
Evvelki gün Lüksemburg’da yapılan AB Dış İşleri Bakanları toplantısında bu konuyu dile getiren Rumlar üye ülkelerden Kıbrıs sorununa çözüm bulmak için yapılacak kapsamlı müzakerelerin 2014 yılında başlaması isteklerine destek talep ettiler.
Benim tanıdığım Rumlar bu taleplerinin peşini bırakmayacaklar ve görüşlerini başta BM olmak üzere ilgili tüm yerlere aktaracaklar. Rusya, Fransa veya da Çin kanalı ile BM Güvenlik Konseyi üyelerinin bilgisine getirecekler ve gerek BM Genel Sekreteri Kıbrıs özel Temsilcisi Downer’in, gerekse de BM Genel Sekreterinin müzakerelerin başlaması yönünde yapacağı her tür girişime de peşinen engel çıkaracaklar.
Bir taraftan Türkiye’de Gezi parkında yaşanan olayların, diğer taraftan da UBP Kurultayındaki başkanlık yarışının UBP hükümetinin düşürülmesine kadar uzaması, siyasi hırslar nedeni ile biz Kıbrıslı Türklere ve anavatan Türkiye’ye dış politikada çok kayıplar verdirdiği kesin.
En güçlü olduğumuz bir anda, gücümüzün böylesi nedenlerle elimizden kayıp gitmesi gerçekten çok üzücü…
Ata ATUN
e-mail: ata@kk.tc
http://www.ataatun.com
26 Haziran 2013
Yunanistan’ın Başbakanı Antonis Samaras’ın “Annan Planı’nın tekrardan diriltilmesine kesin olarak karşıyım” sözlerinin Güney Kıbrıs’ta alenen eleştirilmesi ve birçok kişinin yüksek sesle “Samaras’tan sağduyulu olmasını beklemek yapılacak en son iştir” diyerek bu görüşe karşı çıkması, güneyde yıllardır tabu olan birçok kavramın değişmeye başladığını ortaya koymakta.
“Bizdeki demagogların kendisini alkışladığını görmek hiçte sürpriz olmadı” diyorlar ve “Genç Papadopulos” olarak tanımlanan DIKO Lefkoşa Milletvekili Nikos Papadopulos’un “Samaras, Kıbrıs’ın içinde veya dışında Annan Planı’nın geri gelmesini planlayan veya da dört gözle bekleyen ilgili herkese net mesajlar gönderdi” sözlerini de “Artık böylesi saçma deyimleri duymak istemiyoruz” şeklinde protesto ediyorlar.
Bunları söyleyenler Rum solcular ya da Rum komünistler değil, sıradan ve artık sesini çıkarmaktan korkmayan Kıbrıs Rumlar.
Rum taksici, satıcı, gazeteci, market çalışanı, memuru, sendikacısı, garsonu, bankacısı ve sıradan kişilerin birbirlerini tanımamalarına rağmen farklı şikâyetlerinde çok ortak noktalar var. Bakın neler diyorlar;
“Papadopulos ve birlikte olduğu kişilerin sınırı olmayan cüreti çok hayret verici. 2004 referandumundan 9 sene sonra ve bunların paranoyak davranışlarından dolayı Kıbrıs’ın kalıcı olarak bölünmesi nedeni ile seslerini kesmeleri gerek…
Aklı başında olan herhangi bir Rum inanır mı ki, Papadopulos (DIKO Milletvekili), Garoyan (DIKO Başkanı), Omiriu (EDEK Başkanı), Perdikis (Ekologlar Başkanı), AKEL’in yönetim kadrosundakiler ve 2004 yılında Annan Planını reddeden diğer kişiler, verdikleri kararın bizleri nerelere sürüklediklerinin farkında değiller.
Bize neler söylediler, hatırlayın.
“Hayır deyin ve korkmayın. Bir hafta içinde AB’nin üyesi olacağız. Türkiye artık Kıbrıs sorununu Avrupa ile müzakere edecek ve herkesin haklarının korunduğu, tüm göçmenlerin geri döneceği, taşınmaz malların iade edileceği Avrupalı bir çözümü kabul etmek zorunda kalacak. Her şey AB müktesebatına göre yapılacak” diyorlardı.
Şimdi bu demagoglar, kandırdıkları tüm bizlere açıklama yapmak zorundadırlar.
Papadopulos bize “Avrupalı Çözüme” ne olduğunu söylemelidir. İnsan haklarına saygı nerede. Kuzeyde kalan taşınmaz mallardan ne haber. Bize kötü, meşum ve hayatımızı karartacak diye tanıttığınız Annan Planı, 2004 yılında Maraş’ı, 2007 yılında da Güzelyurt’u geri verecekti ve bunlarla birlikte de 50 tane köyümüzü geri alacaktık. Nerede bunlar…
Hayırcılar verdikleri bu kahramanca mücadele ile kaç tane şehrimizi ve köyümüzü özgürlüğe kavuşturdular. Annan Planı, göçmenlerden arzu eden olursa 150 bin kişinin terk ettikleri köy ve şehirlere geri dönüşüne olanak sağlıyordu, bu dokuz senelik süre içinde bu büyük vatanseverler kaç tanesini kahramanca geri göndertmeyi başardılar? Kaç tane taşınmaz mal eski sahiplerine iade edildi? Türkiye tümünü satın almaya başladığı için kısa bir müddet sonra kuzeyde hiç bir taşınmaz malımızı kalmayacak. İşte bunlar bizim sözde kahraman takımımızın elde ettiği başarılardır.
Bu kötü plan tüm Türk ordusunu Anadolu’ya geri gönderecekti. Geriye sadece hafif silahlarla 600 asker kalacaktı. 2004 yılından beri Papadopulos ve Garoyan kaç tanesini geri göndertmeyi başardı?
Türk ordusuna ait tankların Mesarya ovasında tatbikat yaparken çıkardığı tozlar ve sesler buradan bile duyulmakta. Bu tanklar ve askerler Türkiye’nin 2004’de geri çekmeye onay verdikleriydi ama bizim süper kahramanlarımız buna izin vermeyip, Türk askerlerine adada kalın dediler. Türk askerleri bu askeri eğitimi sürekli yapıyorlar, hazır olmak için. Eğer bir gün Erdoğan hadi derse, bir gecede Baf’a kadar gelecekler. Kim durabilecek ki karşılarında…
Papadopulos, Garoyan, Omiriu, Lissaridis, Perdikis, Hristofyas gibi tüm süper vatanseverler ve geri kalan tüm Hayırcılar 2004 yılında yaptıklarından utanç duymalıdırlar. Selanik’ten bize mesaj gönderip cüretkar bir şekilde kötü ve lanet Annan Planı konusunda dikkatli olmamızı tavsiye eden Samaras da tabii…”
İşte Güney Kıbrıs’ta çeşitli mesleklerden sıradan Rumların, ağız birliği etmişçesine söyledikleri bunlar. Anlaşılan Güney Kıbrıs’ta yaşanan ekonomik kriz, Rumların Kıbrıs konusuna ve Kıbrıs’ta yaşanan olaylara bakışını değiştirmeye yetmiş.
Belli ki ekonomik kriz Rumların kör gözlerine iyi gelmiş ve aniden etraflarını net olarak görmeye ve olan biteni anlamaya başlamışlar.
Ata ATUN
e-mail: ata@kk.tc
http://www.ataatun.com
24 Haziran 2013
11 Haziran Salı günü KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun yeni hükümeti kurmak görevini CTP Milletvekili Dr. Sibel Siber’e tevdi etmesi ve 13 Haziran Perşembe günü de Siber’in CTP-BG + DP-UB + TDP Koalisyonun üzerinde mutabakata vardığı Bakanlar Kurulu listesini Cumhurbaşkanına vermesi ile KKTC siyasi hayatında geçmişte benzeri olmayan, kendine özgü koşullarla yapay olarak yaratılan bir sürecin ilk adımları atılmış oldu.
Cumhurbaşkanının aynı gün listeyi onaylaması ile de bu kendine özgü süreç başladı.
CTP-BG + DP-UB + TDP Koalisyon hükümetinin meşrulaşması ve resmen göreve başlayabilmesi için de önce hükümet programının Mecliste okunması sonra da güvenoyu alınması gerekmekte.
KKTC Anayasasına göre güvenoyu almadan söz konusu Bakanlar Kurulu sadece kağıt üstünde liste olarak kalıyor ve güvenoyu alınamazsa da hükümet kurma görevi verilmiş kişinin de Cumhurbaşkanına istifasını sunması gerekiyor.
Güvenoyu alınmadan, Bakanlıklar da kurulamıyor. Bakanlıklar kurulamayınca da dairelerin, müdürlüklerin ve kurumların hangi Bakanlığa veya Bakana bağlı kalacağı belirlenemiyor.
Bakanlıkların isim ve görev alanları, Bakanlığa bağlı dairelerin, müdürlüklerin ve kurumların belirlenebilmesi için de önce Meclisten güvenoyu alınması, sonra Meclisin güvenini kazanmış Bakanlar Kurulunun oturup karar alması ve sonra da bu kararın Resmi gazetede yayınlanması gerekmekte anayasamıza göre.
Meclisten güvenoyu alınmadan, bunların yapılamayacağı için de, güvenoyu alınana kadar Bakanlar Kurulu herhangi bir karar almıyor ve sadece hükümet programını oluşturmakla uğraşıyor.
19 Nisan 2009 tarihinde yapılan Milletvekili seçimlerinden sonra, 23 Nisan 2009 günü 2. Cumhurbaşkanı M. A. Talat hükümeti kurmak görevini UBP Genel Başkanı Dr. Derviş Eroğlu’na vermişti. Eroğlu’da Bakanlar Kurulunu 5 Mayıs Salı günü açıklamış ve Bakanlar görevlerine başlamıştı. 14 Mayıs’ta Eroğlu Hükümetinin programı Mecliste okunarak tartışılmaya açılmış, 18 Mayıs günü de Meclisten güvenoyu alarak resmen göreve başlamıştı.
Ancak bu tarihten sonra Bakanlıklar yeni isim ve görev alanları ile kurulmuş, Bakanlıklara bağlı daireler, müdürlükler ve kurumlar belirlenmiş ve kararlar alınmaya başlanmıştı.
Anayasamıza göre Siber hükümeti şu anda sadece Cumhurbaşkanı tarafından listesi onaylanmış, yeni hükümetin müstakbel adayıdır ve daha resmiyet kazanmamıştır. Güvenoyu aldıktan sonra resmi bir hüviyet kazanacak ve yaptığı işler, aldığı kararlar meşru olacaktır (Madde 108).
Bakanlar Kurulu Listesinin Cumhurbaşkanı tarafından onaylanması ile Meclisten güvenoyu alınması arasında geçen süre içinde müstakbel Bakanlar Kurulunun karar alıp alamayacağı Anayasamızda açık olarak belirtilmemiştir.
Siber hükümetinin KKTC Meclisinden Güven oyu alabilmesi için Meclisinin salt çoğunluk oylarına gereksinimi vardır. Salt çoğunluk, yarıdan bir fazla olarak tanımlandığı için KKTC Meclisinde yapılacak oylamadaki salt çoğunluk sayısı 25+1, yani 26’dır.
İskele Milletvekili Ejder Aslanbaba’nın güvenoyu doğrultusunda oy kullanmaması durumunda, güvenoyu kritik sayı olan 26’da kilitlenmektedir. Eğer Ulusal Güçler olarak tanımlanan 8’lerden bir kişi daha, Ejder Aslanababa’ya yapılan haksızlığa karşı çıkıp güvenoyu doğrultusunda oy kullanmazsa, Siber hükümeti, Meclisten güvenoyunu almamış olur ve Anayasamıza göre istifa eder (Madde 109-6).
Bu nedenle de, Cumhurbaşkanı tarafından Bakanlar Kurulu listesinin onaylanarak Bakanların atanması ile KKTC Meclisinden güvenoyu alınması arasında geçen süre içinde (müstakbel) Bakanlar Kurulunun hükümet programı dışında çalışma yapması ve kararlar alması siyasi etiğe uymamaktadır. Daha güvenoyu almamış ve aday konumundaki bir Bakanlar Kurulunun aldığı kararların meşruluğu, Anayasamızdaki boşluktan dolayı tartışmaya açıktır.
Ata ATUN
e-mail: ata@kk.tc
http://www.ataatun.com
21 Haziran 2013