Rumların Dahiyane Mülkiyet Planı

Rumların Dahiyane Mülkiyet Planı

Rum politikacıların arasında dahiler çoktur!  Akla gelmeyecek kararları alırlar, mangalda kül bırakmayana kadar övünürler, sonra da kafalarını vurmak için duvar bakarlar.

 

15 Temmuz 1974 tarihinde büyük bir heyecanla Makarios’u deviren darbeyi yapan, 17 Temmuz sabahı “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”ni ilan eden, akşamına da “Enosis”i, yani Kıbrıs adasının Yunanistan’a ilhak kararını açıklayan Kıbrıslı Rumlarda ve Yunanlılarda müthiş bir coşku vardı. Yazık ki coşkuları sadece 36 saat sürdü komşuların. 20 Temmuz 1974 sabahı saat 05:00’de Mutlu Barış Harekatı’nın başlaması ile başlarını duvara vurmaya başladılar. Hala daha nedametle duvara vurulan kafaların sesleri geliyor güney Kıbrıs’tan.

 

Aynı hatayı 1963 yılında da yapmışlardı. Tam 3 buçuk yıl uğraşmışlar ve Kıbrıslı Türklerin tümünü 45 dakika içinde yok edecek Akritas Planının hazırlamışlardı. 21 Aralık 1963 gecesi de Akritas Planı uyarınca, ertesi sabah uyandıklarında adada Kıbrıslı Türklerin artık olmayacağı inancıyla Türklere saldırmışlardı. Yaptıkları dahiyane bir plandı ve sonucunda da Kıbrıs adasının tek sahipleri kendileri olacaktı. Hangi ertesi gün, hangi ertesi hafta, hangi ertesi ay… Kıbrıslı Türklerin şanlı direnişi tam 11 yıl sürdü ve sonunda da Mücahitler, Türk Silahlı Kuvvetleri ile kucaklaştılar.

Neticede Rumlar yaptıkları dahiyane plan sonrasında adanın tümüne sahip olacaklarına, üçte birinden fazlasını ebediyen kaybettiler.

Ama anlaşılan kafaları içinde akıl koyacak yer yok ki, tam 50 yıldır adanın tümünü ele geçirmek için başlattıkları saldırılar sonrasında ortaya çıkan sorunlar ve bölünmüşlük büyük bir inatla devam etmekte. 2004 yılında yapılan referandumda Annan Planına “Evet” deselerdi, 1974 öncesine çoktan dönülmüş olacaktı ama dedim ya, kafalarının içinde akıl koyacak yer yok.

 

Rumların söz konusu dahi politikacılardan Rum İçişleri Bakanı Sokratis Hasikos, dahiyane bir düşünce ile Rumların KKTC’deki eski mallarını satış veya takas yapmak amacı ile AİHM’nin Demopulos davası kararı içinde yer alan ve KKTC Meclisinin de yaptığı yasa ile kurulmuş olan Taşınmaz Mal Komisyonu’na (TMK) başvurmalarını engellemek amacı ile bir yasa taslağı hazırladı.

 

Bu yasa taslağı Rum Temsilciler Meclisinde yasalaşırsa, KKTC’deki eski malların Rum’dan-Rum’a satışına olanak tanıyacak ve bu satışlar sırasında hiçbir devir vb. vergi veya harç alınmayacak. Amacı da Rumların ekonomik kriz nedeniyle KKTC’deki eski mallarını, TMK’yı bir alternatif çözüm görerek başvuru sonrasında Türklere satmalarını veya da Güney Kıbrıs’ta kalan Türk malları ile takas etmek tehlikesini engellemek.

 

Hasikos’a göre Rumlar, TMK kanalı ile değerlerinin çok altında topraklarını Türklere satıyorlar ve bir müddet sonra da KKTC sınırları içinde Rum malı kalmayacak ve adadaki bölünmüşlük, mülkiyet bazında gerçekleşecek. Kıbrıs sorunu da, taşınmaz mal mülkiyeti konusunda müzakere edecek bir şey kalmayınca kendiliğinden çözülecek ve adanın bölünmüşlüğü yasallaşacak.

 

Rum İçişleri Bakanı Hasikos –kendince-  bir dahi ama unuttuğu bir küçücük detay var.

Taşınmaz Mal Komisyonu, sadece 1974 öncesi taşınmazın sahibi olan kişilerin başvurusunu kabul ediyor. El değiştirmiş taşınmaz malların sahipleri “Takas” veya “Satış” için başvuramıyor. Kullanım kaybından dolayı “Tazminat” ödenmesi veya iade ise, AİHM’nin Rum avukat Eleni Meleagrou ve ailesinin “toprak iadesi” talebine bakmayı reddetmesi ve Rumların deyimi ile 1974 Mutlu Barış Harekatı nedeni ile mülklerini terk etmiş Kıbrıslı Rumların evlerine dönmek haklarını da etkin olarak hükümsüz kılmasıyla son buldu.

 

“Hasikos Yasası” ile KKTC sınırları içindeki bir taşınmaz malın eski kullanıcısı, mülkünü bir başka Rum’a satarsa, yeni mal sahibi AİHM tarafından iptal edilmiş olan “Toprak İadesi” veya “Kullanım Kaybı Tazminatı”na ilaveten, TMK’ya başvuru hakkını da kaybedecek ve karşılığında hiç bir zaman “mal Bedeli” alamayacak veya da Kıbrıslı Türklerin güney Kıbrıs’ta bıraktığı bir taşınmazla takas edemeyecek…

 

Sanırım hiç bir aklı başında Kıbrıslı Rum, Hasikos Yasasını dikkate almayacak ve bu dahiyane yasa ölü doğmuş olacak.

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

19 Haziran 2013

 

 

18 Haziran 2013
Rumların Dahiyane Mülkiyet Planı için yorumlar kapalı
Okunma 73
bosluk

Nefret Edilen Korkunç Azınlık

Nefret Edilen Korkunç Azınlık

Kıbrıslı Rumların hiç akıllanacakları yok anlaşılan. Siyasileri de, ruhbanları da Kıbrıs adasının sadece kendilerine ait olduğunu zannettiklerinden olsa gerek, hep aynı ağızla konuşuyorlar. Düşünceleri, davranışları, etkinlikleri ve kararları da hep bu yönde.

 

Onlara göre Kıbrıs adasının tümü Rumlara ait ve biz Kıbrıslı Türklerin en ufak bir hakları bile yok adanın üzerinde.  Zaten bu nedenle de 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin anayasasını tek taraflı ve kanunlara aykırı bir şekilde değiştirdikten sonra, Cumhuriyet üzerindeki tüm haklarımızı da yok ettiler. Çok değil daha geçen ay aldıkları bir kararla Kıbrıslı Türklerin sağlık hizmetlerinden faydalanmasını da yasakladılar.

 

Elbette kendileri bilir ne yaptıklarını ama bu tür davranışlarla gittikçe Kıbrıslı Türklerin nefretini kazandıklarını anlayacaklar. Zaten arada samimiyet oluşturmak için çok geç kalmışlardı, şimdi geçinde geçi oldu. Geri dönüş çok zor.

 

Haftaya bazı Rumlarla yaptığım konuşmaları, köşe yazıma dökeceğim. Düşüncelerin nasıl değiştiğini sizlerde göreceksiniz. İnanılması güç ama Annan Planını bile arar oldular.

 

Rum halkı, Rum siyasiler ve Rum papazlar daha evvelden biz Kıbrıslı Türklere “Türk azınlık” diyorlardı ve Kara Papaz Cani Makarios’un döneminde de korkunç bir soykırım uygulamışlardı bizlere.

 

Şimdi bazıları bu tanımı değiştirdiler ve bir adım daha ileri giderek bizleri “Korkunç azınlık” olarak tanımlamaya başladılar. Bu bazıları dediğim de, kendilerini “Allah’ın insanlarla ilişkilerindeki aracılar” olarak tanıtan ruhban sınıfı, yani Rum Ortodoks papazlar. Hz. İsa’nın öğretilerine göre insanları din, dil ve ırk ayırımı yapmadan kucaklamaları gereken kişiler.

 

Hz. İsa öyle demiş ve o şekilde davranmalarını istemiş ama nerde bu davranış bizim adamızdaki Rum papazlarda. 1963-1974 döneminde elde silah, Türklere mermi sıkan Rum papazların resmini isteyen okuyucuma gönderebilirim. İnsanlığa faydalı olmak ve Allah’ın öğretilerini yaymak, elde silah insanoğlunu öldürmek şeklinde mi ifade edilmektedir, bilemiyorum.

 

Baf Metropoliti Yeorgios, evvelki gün Kara Papaz Cani Makarios’un 100. doğum günü kutlama etkinliklerinde yaptığı konuşmada bizleri aynen, kelimesi kelimesine “Nefret edilen korkunç azınlık” olarak tanımladı.

 

Üstelik bir de, ” Nefret edilen korkunç azınlık ve cuntanın Helen karşıtları işini baltalamasaydı bugün vatanımız Türk işgalini yaşamayacak, halkımız özgürlüğün tadını çıkaracaktı” diyerek, kendileri adada bize soykırım uygularken, geleceğimizi ellerimizden alıp, yaşantımızı kabusa dönüştürürken, yollardan, işyerlerinden ve tarlalardan silah tehdidi altında topladıkları Kıbrıslı Türkleri öldürüp bedenleri bulunmasın diye kuyulara atarken, kendileri de “özgürlüğün tadını” çıkarıyorlarmış ama Türk ordusu gelmiş, adayı işgal etmiş ve bizlerin kan ve gözyaşları üzerine inşa ettikleri özgür yaşamlarını da bozmuş!

 

Hala daha bir keçi inadıyla, adayı geri alacaklarını ve bizleri adadan atarak adanın tümüne sahip olacaklarına inanıyorlar.  Siyasileri de aynı kafada, papazları da…

 

Yarın Rum Ulusal Konseyi toplanacak. Rum Meclisinde sandalyesi olan partilerin başkanları ile eski Rum Cumhurbaşkanları, RMMO komutanı ve Rum Ortodoks Kilisesinin başı, yeni Rum lider Anastasiades’in başkanlığında bu toplantıya katılacak.

 

Alacakları kararı ben size şimdiden söyleyebilirim.

Hristofyas tarafından müzakere masasına konan “Dönüşümlü Başkanlık, Çapraz Oy” benzeri önerilen geri çekilmesi, Papadopulos-Talat anlaşmasının uygulamaya konması ve Rum Ulusal Konseyi’nin 2009 tarihli kararından yola çıkılarak, Anastasiades ile Eroğlu arasındaki görüşmelerin sene sonuna doğru “kerhen” başlatılması.

İşte Rum adadaşlarımız aynen böyle düşünüyor. Bizi “Nefret Edilen Korkunç Azınlık” olarak tanımlayan komşuların ne “Müzakerelere de başlamak” gibi bir niyeti var, ne de ortak bir devlet kurmak…

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

17 Haziran 2013

16 Haziran 2013
Nefret Edilen Korkunç Azınlık için yorumlar kapalı
Okunma 57
bosluk

Taraflı Demokrasi Anlayışı

Taraflı Demokrasi Anlayışı

Atalarımızın çok güzel bir sözü var “İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır” diye.

Bayılıyorum bu tavsiyeye.

Empati aşılıyor, kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapmana engel oluyor.

Atasözünü neden hatırlattığıma gelince; Taksim Gezi Parkı’nda yaşananlar dış basında ve dış medyada bol bol yer aldı.

Özellikle Reuters, CNN International gibi uluslararası medya kuruluşları Taksim Gezi Parkı’nda yaşananları eskilerin deyimi ile “Tekmili birarada” saatlerce canlı yayınla dünyaya duyurdular.

 

Dış basın da, özellikle de batı dünyası olarak tanımlanan Avrupa Birliği ve ABD’deki basın da ön sayfalarının neredeyse tamamını kaplayan resimlerle okuyucularına duyurdular Taksim Gezi Parkı’nda yaşananları.

 

Görevleri zaten bu.

Dünyadaki olayları izleyicileri ve dinleyicilerine sansürsüz ve yorumsuz olarak aktarmak.

 

Buna karşın yaptıkları ve yayın prensipleri hiçte adil değil üstelik taraflı da. Savundukları ve öğündükleri medeniyetlerinin temel hak anlayışı ile hiç de bağdaşmıyor.

 

Dünden beri yana yana, İngilizcemin çok iyi olması nedeni ile İngiliz basınını takip ediyorum. İngiliz basının önde gelen gazetelerinden olan Daily Telegraph’ı, The Guardian’ı, The Times’ı, Independent’i ve ulaşabildiğim diğerleri ile bulvar gazetelerini didik didik ettim Londra’daki protesto ve gösterilerde yaşananları okuyucularına nasıl aktardılar diye.

 

Ne bir ses, ne de bir nefes vardı bu ünlü gazetelerin ön sayfalarında, ne de boydan boya neredeyse ön sayfanın tümün kaplayan resim…

Trafalgar Meydanında ve Londra’nın merkezi yerlerinde yapılan protesto eylemlerinin Taksim Gezi Parkı’nda yaşananlardan pek bir farkı yoktu. Üstelik İngiliz polisi de katılımcılara çok gaddar davrandı ama yerinde bir tabirle, gazetelerin ve ünlü TV kuruluşlarının gıkı bile çıkmadı.

 

Varsa da yoksa da Türkiye’yi eleştirmek. İğneyi kendilerine, çuvaldızı da Türkiye’ye batırmak da yok. Yapılan, koca çuvaldızı alabildiğince Türkiye’ye batırmak, kendilerine de kahve döküp içmek.

 

Kuzey İrlanda’nın Enniskillen şehri yakınındaki Lough Erne Golf Resort da 17 Haziran Pazartesi ve 18 Haziran Salı günü, dünyanın en büyük ekonomisine sahip 8 ülke olan Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Rusya, Birleşik Krallık ve ABD’den oluşan ve adlarına G8 (Group Eight) denilen grubun olağan zirvesi yapılacak.

 

Bilindiği gibi kapitalizm karşıtı gruplar, her yıl bu zirve nerede yapılıyorsa orada ve de temsili olarak da bazı başkentlerde protesto gösterileri yaparak G8 ülkelerini ve kapital düzeni protesto ederler.

 

Bu yıl protestolarını Londra’da yapmaya karar verdiler ve Londra’nın göbeği veya da merkezi addedilen Soho’ya ilaveten ünlü yerler olan West End, Piccadilly meydanı ve Trafalgar meydanında bu gösterilerini düzenlediler.

 

İngiliz polisi daha hafta başında yapılacak protestolar için tedbirler aldığını ve planlamalar yapıldığını açıkladı ama bu planlar içinde meydana kimseyi sokmamaya, medyaya yer vermeyeceğini, resim alınmasına ve canlı yayın yapılmasına izin vermeyeceğini açıklamadı.

 

Protestoculara karşı son derece haşin ve gaddar davranıp neredeyse 60’a yakın kişiyi tutuklayıp içeri sokarken, canlı yayın araçlarının da elektrik kablolarını kesti ve uzaktan çekim yapılmasına bile izin vermedi. Meydana yaklaşmaya çalışan medya mensuplarını da engelledi.

 

Sonuçta, özellikle Londra’nın merkezi yer ve meydanlarında yer yerinden oynadı ancak bu olaylar dünya basınında yer almadı, daha doğrusu yer almasına izin verilmedi.

 

İşte buna demokrasi diyor, batılı ülkeler. Kendileri dışındaki ülkelerde yaşanan olayları abartıp, allayıp pullayıp izleyici ve seyircilerine sunarken, kendi ülkelerinde olanların dışarı sızmasına olanak bile vermiyorlar…

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

14 Haziran 2013

13 Haziran 2013
Taraflı Demokrasi Anlayışı için yorumlar kapalı
Okunma 65
bosluk

Ermenilerin Talebi Duvara Tosladı

Ermenilerin Talebi Duvara Tosladı

Tamamen uydurma hikayelere ve kulaktan dolma bilgilere dayalı Ermeni iddiaları, olayların geçtiği iddia edilen 1915 yılının 100’üncü senesine yönelik çalışmalarında hiç beklemedikleri bir darbe aldı. Üstelik de Ermenilerin ABD’de yoğun olarak yaşadıkları California Eyaletinde.

 

Ermenilerin beklentileri çok büyüktü ve sonuçtan da yüzde yüz emindiler. Çalışmışlar çabalamışlar, her türlü parayı döküp, destekçileri siyasilerin girişimleri ile California Eyalet Meclisinden bir yasa çıkarttırarak, Ermenilerin California’da “Soykırım” iddiası ile sigorta şirketleri aleyhine dava açıp tazminat talep etmek haklarını yasallaştırmışlardı.

 

İlk adım olarak California Eyalet Meclisinin sözde Ermeni Soykırımı’nı tanıması için girişim başlatmışlar ve 2000 yılında da Eyalet Meclisinden bu kararı çıkarttırmayı başarmışlardı. Arkasından da sigorta bedellerini almak için ilgili sigorta şirketlerine karşı tazminat talebi davası açmak haklarını yasallaştırdılar.

 

Califorina Eyalet Meclisinin arka arkaya aldığı bu kararlardan yola çıkan Ermeniler,  önce Fransız AXA sigorta şirketi ile New York kökenli Life Insurance sigorta şirketine karşı tazminat davası açmışlar ve her iki şirketle de kapalı kapılar ardında mahkemenin sonucunu beklemeden bir ödeme mutabakatına varmışlardı.

 

Almanya kökenli Münich-Re sigorta şirketine ise Ermeni rahip Vazken Movsesian dava açmış ve Münich-Re şirketinin büyük direnci ile karşılaşmıştı. Münich-Re sigorta şirketi hem ödemeyi reddetmiş, hem de Eyalet Meclisinin bu konuda yetkisiz olduğunu iddia ederek konuyu California Federal Temyiz Mahkemesine götürmüş ve yasayı düşürtmüştü.

 

Bu kararı kabullenemeyen Ermeniler bu sefer  2003 yılında davacılar Harry Arzoumanian, Garo Ayaltin, Miran Khagerian ve Ara Khajerian, Münich-Re adlı şsigorta şirketi aleyhine 1915 yılında gerçekleşen sözde soykırım nedeni ile ödenmeyen sigorta bedellerinin ödenmesi talebi ile Yüksek Mahkemede  itiraz davası açtılar. Bu mahkeme aynı soydan gelen kişilerin sigorta şirketlerine karşı tazminat davası açmasının Federal Hükümetin ABD’nin Dış İlişkilerini yönetmesine haksız bir müdahale olarak değerlendirdi ve reddetti.

 

Aynı mahkeme aradan daha iki yıl bile geçmeden bu sefer kararını değiştirdi ve Ermenilerin istinaf iddialarını kabul etti. Bu sefer de Alman Münich-Re sigorta şirketi itiraz dosyalayınca Alman şirketini haklı buldu ve Ermeniler konuyu Yüksek Mahkemeye taşıdılar.

 

İşe bakın ki, savcı olan Ermeni Vartkes Yeghiayan bu itiraz davasını bizzat kendisi dosyalamış ve dava hiyerarşik olarak bir dizi istinaf mahkemelerinden geçerek Amerika Birleşik Devletlerinin en yüksek mahkemesi olan ve kararı artık temyiz edilemeyen ABD Yüksek Mahkemesinin (US Supreme Court) önüne gelmişti.

 

İşin ilginç yanı, Ermeniler sözde soykırım iddiaları ile ilgili davalarını o şekilde açıyorlar ki, Türkiye hiç bir şekilde taraf olamıyor. Ermenilerin endişesi ve korkusu Türkiye Cumhuriyeti taraf olursa, mahkemenin önüne gerçek belgeleri koyacak ve “Uydurulmuş Ermeni Soykırım” iddialarını kökünden çürütecek.

 

Bu davada da böyle oldu ve Türkiye davaya taraf olamadı.

Olmaya olamadı ama endirekt olarak taraf olmayı başardı. Türkiye’nin Washington Elçiliği, Büyükelçi (BE) Nabi Şensoy ve BE Namık Tan’ın çalışmaları ve girişimleri ile süreç içinde yer alan istinaf mahkemelerine çok sağlam ve güçlü, belgelere dayalı “Dostça Bilgiler” (Amicus Briefs) hazırladı. Türkiye’nin avukatları Günay Evinç ve David Saltzman da bu bilgileri mahkeme formatında hazırlayıp mahkemeye sundular.

 

Türkiye’nin Yüksek Mahkemelere sunduğu temel prensip “ABD’nin Dış politikaları konusunda California Valisinin mi, yoksa ABD Dışişleri Bakanının mı söz sahibi olduğu” idi ve ABD Yüksek Mahkemesi’nin de konu hakkındaki nihai ve değişemez kararı da, “ABD Dış İşleri Bakanı” şeklinde oldu ve bu kararla Ermenilerin uyduruk iddialara dayalı davası da çöpe atıldı.

Bakalian ve Davoian davalarından sonra Ermenilerin kaybettiği ve ABD hukuk sisteminde örnek oluşturan Üçüncü dava oldu bu Movsesian davası.  Gerçekte Ermeniler bu davaya çok bel bağlamışlardı ve kazanacaklarından da yüzde yüz emindiler…

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

12 Haziran 2013

11 Haziran 2013
Ermenilerin Talebi Duvara Tosladı için yorumlar kapalı
Okunma 112
bosluk

Siyasi Hırsın Kaybettirdikleri

Siyasi Hırsın Kaybettirdikleri

Son bir yıldır Rumların en kötü, bizim de en güçlü olduğumuz dönemi yaşıyoruz.

 

AB, Rumların batırdıkları ekonomilerinden dolayı illallah çekip, Rumlardan kurtulmak için elden geleni yaparken biz de güçlü, Gayri Safi Yurtiçi Hasılasını 768 Milyar Dolara çıkarmış, IMF’ye borcunu ödemiş, dünyanın 3. büyük havaalanı ile 3. Boğaz köprüsünün ihalesini tamamlamış, Türkiye’yi Montrö Anlaşmasının kıskacından kurtaracak “İstanbul Kanalı”ının olabilirlik çalışmalarını başlatmış, Orta Doğu’da söz sahibi olmuş, dünyanın 17. ve AB’nin de 6. büyük ekonomisine sahip Türkiye’nin dümen suyunda giderken ve de Kıbrıs sorununu tam da lehimize çevirebilecekken, bazı siyasilerin politik hırslarından dolayı açıkcası bu fırsatı kaçırdık.

 

Türkiye ve Kıbrıs Türkleri Kıbrıs konusunda ilk kez 1955 yılında oyuna dahil olabilmiş. Dönemin Demokrat Parti iktidarının güçlü Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve dünya siyasetindeki değişimleri iyi değerlendirerek Türkiye’nin siyasetini belirlemiş olan Başbakan Adnan Menderes sayesinde, adı federasyon olmayan ama kendisi Federal bir yapı olan 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nde adadaki nüfusumuzla orantılı olmayan ama adadaki geçmişimizden kaynaklanan, haklar elde edebilmiştik.

 

Sadece üç buçuk sene sürebilmiş olan bu haklarımızı 1963 yılında Rumların Kıbrıs adasından Türkleri atmak için başlattıkları saldırılar sonucu kaybetmiştik. O gün bu gündür bölgedeki siyasi zayıflığımız ve ekonomik güçsüzlüğümüz nedeni ile bu hakları geri alamadık. Bırakın geri almayı, sesimizi yükseltip talep bile edemedik.

İlk kez adadaki siyasi üstünlüğümüz, 2002 yılında iktidara gelen AK Partinin “Ustalık Dönemi”nde belirginleşmeye ve giderek de ağırlığını ortaya koymaya başladı.

 

Yıllardır hep Yunanistan’ın ve Kıbrıs Rum Yönetiminin uyguladığı Bizans diplomasisi nedeni ile gözü kapalı olarak Rum tezlerini savunmuş ve insanlığın yüz karası olarak dünya devletler tarihine geçen 18 Kasım 1983 tarih ve 541 sayılı kararı almış olan BM ve buna yeşil ışık yakan ABD, ilk kez Kıbrıs konusunda Türk tezlerini dikkate almaya başladılar.

 

Oyuna endirekt olarak dahil olan ve üyesi olmak için 1958 yılında başvurusunu yapmış olan Türkiye’yi, aradan geçen 55 yıl içinde çevirdiği çirkin oyunlarla dışarda bırakmayı başarmış, Yunanistan’ın ve de Kıbrıs Rum Yönetiminin üyesi olduğu Avrupa Birliği’nin bile Kıbrıs konusuna geleneksel Helensitik bakışını değiştirerek, Türk tezlerini dikkate almaya başladığı bu dönemde, bazı hırslı ve yeteneksiz politikacıların siyasi çıkarları nedeni ile elde edebileceğimiz fırsatları, Rumların üzerinde kurabileceğimiz baskıları ve de siyasi kazanımlarımızı göz göre göre kaçırdık.

 

Ekim 2012’de gerçekleştirilen UBP Kurultayından sonra yaşadığımız ve bir incir çekirdeğini bile doldurmayacak denli önemsiz iç siyasi çekişmeler bize dış politikada çok şeyler kaybettirdi.

 

Neticede, bu politikacıları Kıbrıs Türk halkının siyasetten silmesi gerekmektedir.

Ezildiğimiz, cefa çektiğimiz, soykırıma uğradığımız bu yarım asırlık bir süreçten sonra, Kıbrıs sorununu, içinde bulunduğumuz güçlü siyasi ve ekonomik ortamda lehimize sonuçlandırabilmek için birlik olup mücadelemizin temposunu arttıracağımıza,  ekonomik bunalım içinde yerlerde sürünen Rumları köşeye sıkıştırıp Kıbrıs konusunda tavizler alacağımıza, yıllardır ele geçirmek için çok uğraştığımız bu güçlü pozisyonumuzu siyasi hırslar nedeni ile kaybettik, gerek Kıbrıs’ta gerekse de Türkiye’de.

 

Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun birkaç ay evvel yaptığı altın değerindeki üç seçenekli plan ve “Ya Taksim Ya Çözüm” çağrısı maalesef, iç siyasi çekişmelerden dolayı güme gitti.

 

Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun, çiçeği burnunda Rum lider Anastasiadis’i masaya oturtmak ve müzakereleri başlatmak için yaptığı girişimler ve harcadığı zaman ile enerji de boşuna gitmiş oldu. Bırakın müzakere masasına oturmayı, sosyal bir yemeğe bire katılmak istemeyen Anastasiadis, yaşadığımız siyasi buhranı fırsat olarak değerlendirdi ve bir dansöz gibi kıvırarak istediğini elde etti.

 

Tarihimiz asla, kendi şahsi çıkarları doğrultusunda ulusal çıkarlarımızı ayaklar altına almaktan çekinmemiş bu siyasileri affetmeyecektir.

 

Belli ki bu tür davranışlar bizim genlerimizde var. Osmanlı tarihi ve Cumhuriyet tarihi bu tür kişisel hırslara dayalı politik girişim ve entrikalarla dolu. Eğitimliyiz diye geçiniyoruz ama yurtseverlikten nasibimizi hiç almamışız.

Varsa da, yoksa da kişisel hırs ve çıkarlar…

Yazıklar olsun diyorum…

 

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

10 Haziran 2013

9 Haziran 2013
Siyasi Hırsın Kaybettirdikleri için yorumlar kapalı
Okunma 70
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-3

Arşivler

Son Yorumlar