Rumlar İpin Ucunu Kaçırdı

Rumlar İpin Ucunu Kaçırdı

Kendini Dev sanan Pireler1959 yılının Aralık ayında Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı seçilen Başpiskopos III. Makarios, din adamı olmaktan öte, tam bir “yalancı politikacı”ydı. Hem yalan söyler, hem de bu söylediği yalanlara kendi de inanır, sonuna kadar da savunurdu.

 

Yalanlarından birkaç tanesi “Türkler isyan etti”, “Türkler Temsilciler Meclisini terk etti”, Türkler devlet dairelerini boşalttı”, “1960 Anayasasını iptal ettim” gibi ipe sapa gelmez iddialardı. Kıbrıslı Türklere uyguladığı ve uygulattığı soykırımı bu sloganlar üzerine inşa etmişti.

 

Kıbrıslı Rumların büyük bir çoğunluğu hala daha Kıbrıslı Türklerin isyan ettiğine, kendi devletlerini kurmak için Kıbrıs Cumhuriyetinden ayrıldıklarını, kendi Meclislerini kurmak içinde Temsilciler Meclisini terk ettiklerine inanır Makarios’un bu söylemlerinden dolayı.

 

Batı dünyası ve Rusya gerçekte Kıbrıs’ta olup bitenleri çok iyi bilmektedir. 1963 yılında Kıbrıslı Rumların 1960 Kıbrıs Cumhuriyetini yıktığını, 1964 yılından beridir Türklerin mevcut olan yönetimde yer almasına Rumlarca müsaade edilmediğini, bu nedenle kendi yönetimlerini kurduklarını ve Kıbrıslı Rumların adanın ancak yarısını temsil ettiklerini, yeni ortak bir devletin kurulması için Rumların istekli olmadıklarını, buna karşın Kıbrıslı Türklerin ortak bir devlet istediğini çok iyi bilmekteler. Bu nedenle de elden geldiğince Kıbrıslı Türklerin haklarını korumaya ve Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türklerin haklarını gasp etmesine izin vermemeye gayret gösterirler. Bu şekilde de adada bir denge oluşturduklarını düşünürler. Hem Kıbrıslı Rumları devlet olarak tanırlar, hem de Kıbrıslı Türklerin Türkiye tarafından mali, ekonomik ve askeri yönden desteklenmesine de ses çıkarmamayı tercih ederler.

 

Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıslı Türklerin isyan ettiklerine ilaveten çapsız Rum politikacıları nedeni ile de ABD’nin şeytan olduğuna, İngiltere’nin her fırsatta Rumları sırtından bıçakladığına, Avrupa Birliği’nin ikiyüzlülük yaptığına ve Rusya’nın da erdem sahibi bir dost olduğuna inanırlar tüm kalpleri ile.

 

1976 yılında, bugün artık hayatta olmayan eski Rum Yönetimi Başkanı Glafkos Klerides ve arkadaşları tarafından kurulmuş olan DISY’in kuruluş sloganı, “Hastalıklı politik kültür ile mücadele, vatandaşlara doğruları söylemek, şehir efsanelerini yıkmak ve ilkel düzeydeki politik görüş ve tavırları çağdaşlaştırmak” idi.

 

Glafkos Klerides ilk başlarda bu kurallara uymaya çalıştıysa da, Kıbrıs Rum halkının isteklerine uymanın ve onlara duymak istediklerini söylemenin iktidarda kalmak için yegane yol olduğunu anlaması çok zamanını almadı. Başkanlık döneminde kendisi de bu furyaya uydu ve Rum halkına doğruları söylemediği gibi, bol bol gaza getirdi.

 

Şimdi de alkolik Anastasiadis ile yardakçısı Dışişleri Bakanı Kasulides, ABD-AB ittifakı ile Rusya-Çin ittifakının birbirlerine el-ense çektikleri arenada ortaya çıkıp akıllarınca Makarios’un 1960-1974 yılları arasında kendine göre başarı ile oynadığı uluslararası ikili oynama stratejisini uygulamaya çalışıyorlar, sonunda darbe yapılarak Makarios’un görevinden uzaklaştırıldığını ve mutlak hakimi oldukları Kıbrıs adasının üçte birini ebediyen kaybettiklerini unutarak veya göz ardı ederek…

 

Bu ikili o denli aptal ve gözlerine perde inmiş durumdaki, ABD Büyükelçisi  John Koenig’i bile ağzını kapatmazsa, diplomatik dilde “Personna non Grata” olarak tanımlanan “istenmeyen adam” olarak ilan etmek tehdidi ile susturmaya çalışıyorlar.

 

Kıbrıs Rum Yönetimi, ABD’nin gözünde bırakın devede kulak olmayı, devenin üzerindeki kıl bile değil. Anastasiadis ile Kasulidis’in de yerinde zıp zıp zıplayan pirelerden farkı yok uluslar arası camiada, özellikle de batı dünyasında….

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

11 Mart 2015

10 Mart 2015
Rumlar İpin Ucunu Kaçırdı için yorumlar kapalı
Okunma 124
bosluk

SUDAK

SUDAK

Günümüzde, çalışmadan üretmeden, bir takım yasal hakların arkasına saklanarak yan gelip yatarak para kazanmak sevdasında olan birçok kişinin ağzının suları akarak kurulmasını bekledikleri bir kurum bu SUDAK.

 

Ya bu kuruma önce kendileri kapak atmak için elden geleni yapacaklar, ya da evladı, torunu veya yakınlarını sokmak için elden geleni artlarına koymayacaklar.  Buna karşın akıllarına da “bu işi en iyi yapabilecek olan işe alınsın” demek ya da düşünmek bir türlü gelmeyecek.

 

“Devlet malı deniz, yemeyen keriz” mantığından yola çıkarak önce bu kurumun devlet tarafından kurulması için, “Ezen, ezilen, sömürü, sermaye, emperyalist, kapitalist, işçi, çalışan, emek” gibi geçen yüzyılın ortalarında üretilmiş ve yanlış ellerde sık sık kötü amaçlarla kullanıldığı için cılkı çıkmış, halkımızda da artık nefret duyguları u yandırmaya başlamış çağdışı sloganları ısıtıp ısıtıp piyasaya sürmekle işe başlayacaklar.

 

Özel sektör enine boyuna çekiştirilerek iyice kötülenecek ve Türkiye’den bin bir emek ve milyonlarca TL karşılığı Kıbrıs adasına getirilmesi başarılacak olan hayat suyunun- yaşam suyunun dağıtımı için devlet eli ile SUDAK’ın yani “Su Dağıtım Kurumu”nun kurulması için her yol denenecek, her oyun sahnelenecek.

 

İkinci ölümcül adım olarak, bu işte uzman olan kişilerin istihdamı yerine akraba, dost, evlat, torun veya da yakın tanıdıkların hiç hak etmedikleri yüksek yüksek maaşlarla işe alınmaları sağlanacak.

 

SUDAK, ehil ellerde işini iki haneli sayılarla ifade edilebilecek kişilerle hizmet verebilecekken, 400-500 kişi istihdam edilecek. Hemen bir sendika kurularak, diğer kurumlarımızda olduğu gibi ilave ücretler, tazminatlar, beleş kullanım hakları, bayram harçlıkları, yıllık elbise ve gıda yardımlarının verilmesi için halkın en doğal hakkı olan suyu kesilerek grevler başlatılacak ve mevcut 1987 tarihli “Grev ve Referandum Yasası” içeriğince de tüm talepleri karşılanacak.

 

Elbiselerinin ıslanması olasılığı yüksek olan SUDAK çalışanları, aynen KTHY’de çalışanların “gürültü tazminatı” veya KIB-TEK’de çalışanların “tehlike tazminatı” adı altındaki aldıkları ek gelir benzeri, “ıslanmadan dolayı üşütüp hasta olma” tazminatı olarak ayda maaşlarına ek olarak 800 TL talep edecekler. Tabii SUDAK’da çalışmalarından ötürü, aynen KIB-TEK’te olduğu gibi “K Değeri” yerine “S Değeri” adı altında evinde beleş su kullanım hakkı için ayda 700 TL ek ödeme yapılması istekleri de -ister istemez- kabul edilecek. Aksi takdirde, kurulmasında ve hayata geçirilmesinde on paralık katkıları olmayan çalışanların, istedikleri verilmezse suyu kesmek tehdidiyle suyu kesmeleri, vatandaş ile su kullanan sağlık, akademi, sanayi ve tarım tesislerini cezalandırmaları kaçınılmaz olacak.

 

Zira, bu çirkin mantığı gerek elektrik enerjisini eline geçirmiş olan, gerekse de dünya ile bağımızı sağlayan Ercan Havaalanı’nda uçuşların kontrolünü eline geçirmiş olan sendikanın, kendi çıkarları ve ihtirasları uğruna vatandaşı cezalandırmak için acımasızca sık sık uygulamaya koyduklarını geçmiş yıllarda acı acı yaşadık ve gördük.

 

En sonunda da Türkiye’nin neredeyse kuruş talep etmeden göndereceği, adanın yaşam kalitesini arttıracak, doğanın zenginleşmesini sağlayacak ve ekonomik kaderini değiştirecek olan suyu, bir sürü işe yaramaz asalağın yüksek yüksek maaş almaları ve yan gelirler elde etmeleri uğruna aynen elektrik enerjisinde olduğu gibi fahiş bir fiyatla satın almak zorunda kalacağımız kesin, eğer suyun dağıtımını devlet eliyle yapmak yoluna gidilirse….

 

Artık bazı ehil olmayan kişiler, çalışmadan, yorulmadan ve hak etmeden, yüksek maaşlar alsınlar, yan gelirler elde etsinler diye vatandaşın zorla soyulmasına ve sömürülmesine bir son verilmesi gerekiyor….

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

9 Mart 2015

8 Mart 2015
SUDAK için yorumlar kapalı
Okunma 104
bosluk

Anastasiadis Başarısızlığını Örtmeye Çalışıyor (2/2)

Anastasiadis Başarısızlığını Örtmeye Çalışıyor  (2/2)

Kıbrıs adasının yakın geçmişi, özellikle de Makarios dönemi bana gerçekte birçok ipucu veriyor önümüzdeki aylarda yaşayacaklarımızla ilgili.

 

ABD’nin Güney Kıbrıs’taki Büyükelçisi John Koenig’in geçen hafta sonu attığı twitter mesajı ne yanlıştı, ne de yanlış anlaşıldı, her ne kadar kendisi “yanlış anlaşıldım” dediyse de sonradan.

 

Kıbrıs jeopolitik olarak yani hem coğrafik, hem de politik olarak dünyanın önemli kriz merkezlerinden bir tanesinin içinde yer alıyor. Gerek ABD’nin, gerekse de İngiltere’nin yani Anglo-Sakson dünyasının adaya gönderdiği diplomatik misyon şefleri ve personel, genelde hep ellerindeki en iyiler ve en seçkinler oldu bugüne değin. Rusya da aynı şekilde davranıyor ve aynı stratejiyi uyguluyor. En iyi diplomatları bir dönem Kıbrıs’ta görev yapıyorlar mutlaka.

 

Tabii ki anavatan Türkiye de aynı politik ve askeri stratejiyi uyguluyor yıllardır. T.C. Dışişleri Bakanlığı ile T.C. Lefkoşa Büyükelçiliğinde ataşelikleri olan Bakanlıklar,  KKTC’ye en iyi personellerini göndermeye gayret ediyorlar. TSK da öyle. KKTC’ye gönderdiği subaylar ve astsubaylar hep en seçkinler. Üst düzey subayların büyük çoğunluğu dönüşlerine ve ya da zamanı geldiğinde generalliğe terfi ediyorlar.

 

Helen’lerin, ki bu terim dünyada ki tüm kendini Yunanlı kabul eden veya hissedenleri kapsamaktadır, kendilerine özgü bir megalomani, büyüklük duyguları vardır.  Kendilerini dünyanın en ari, en üstün ve en ileri ırkı olarak görürler, başkalarını da küçümserler, adamdan bile saymazlar. Hele de Türkleri hizmetkarları sınıfına koyarlar hayal güçleri içinde. Biz Kıbrıslı Türkler asırlardır hizmetkarlıktan kahyalığa bile terfi edemedik Rumların bu hayal dünyası içinde…

 

Rumlara göre kendileri ne isterlerse yapabilirler ve hiç kimse de onlara dokunamaz. Herkes de onların yaptıklarını kabul etmek zorundadır. Dokunanın da eli yanar. Yanmaya yanar da, bugüne değin megolamanik kararlarının tümünün sonucunda elleri yananlar hep kendileri oldular, dokunanların eli olacağına.

 

Makarios’un iki taraflı oynayarak Batı’ya yanaşmayı öne sürüp Rusları yanına çekme, Rusya’ya yanaşmayı öne sürüp Batı’yı yanına çekme oyunu, Yunanistan kaynaklı darbe ile son bulmuş, hüsranla bitmişti. Sonunda adanın tümünü Yunanistan’a bağlamak ve Kıbrıs adasını Helen adası yapmak hayallerini gerçekleştirmek yerine bir de adanın yaklaşık üçte birini bir daha görmemek üzere kaybetmişlerdi.

 

Anglo-Sakson ittifakının son birkaç aydır, daha doğrusu müzakere masasından kaçmasından beridir Anastasiadis’e gizli gizli aba altından sopa gösterdiği dikkatli gözlerden hiç kaçmıyordu, şimdi bu sopanın açık ve net olarak ortaya çıkmasının zamanı geldi.

 

Anastasiadis’in Rusya’ya yaptığı resmi ziyaretin ve bu ziyarette söylediklerinin bedelini başta kendisi olmak üzere Kıbrıslı Rumların tümü, yakın bir zaman dilimi içinde ödemeye başlayacaklar, hem de biraz acı olarak.

 

Fatura ya KKTC üzerinden çıkartılacak, ya Türkiye-AB ilişkilerinde ani bir gelişme yaşanacak, ya ekonomik içerikli olacak, ya da aniden Kıbrıs Rum tarafı “Uyuşturucu Kaçakçılığı Merkezi”, “Beyaz Kadın Ticareti merkezi”, “Kara Para Aklama Yeri”, “Terörist Barınağı” veya da farklı bir suçlama ile karşı karşıya bırakılacak ve eş zamanlı olarak Troika da Rumların boğazına geçirdiği ipi daha da sıkacak. Sonucunda ne mi olacak? Boynu altında kalan gidecek….

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

6 Mart 2015

5 Mart 2015
Anastasiadis Başarısızlığını Örtmeye Çalışıyor (2/2) için yorumlar kapalı
Okunma 132
bosluk

Anastasiadis Başarısızlığını Örtmeye Çalışıyor (1/2)

Anastasiadis Başarısızlığını Örtmeye Çalışıyor  (1/2)

Rum Yönetimi Başkanı Anastasiadis’in Rusya’ya yaptığı resmi ziyaret ve bu ziyaretteki davranışları ile söyledikleri nasıl kalitesiz bir “sözde Cumhurbaşkanı” olduğunu gözler önüne serdi. Tam bir alaylı politikacı veya da Türkiye’de çapsız ve kalitesiz politikacılar için çok yaygın bir şekilde kullanılan “çarıklı politikacı” tanımlamasına tıpa tıp uygun olduğunu ortaya çıkardı bu ziyaret.

 

Anastasiadis’in en büyük dezavantajı alkolik olması ve güne bir bardak çay veya kahve yerine viski ile başlaması. Günde neredeyse 3 pakete dayanan sigarasının ilk dumanları ve bir bardak viskisi ile güne bulanık ve yorgun bir kafayla merhaba diyor her sabah.

 

Rusya seyahatinde, topluluk karşısında konuşurken ölçülü olabilmeyi sürdürememek yeteneksizliği, duygularının aklının önüne geçmesine mani olamadığı, olayları ve gelişmeleri derinlemesine değil yüzeysel olarak değerlendirmesi, diplomasi bilgisinin ve tekniğinin yetersiz olduğu, her an damarlarında hissettiği Kıbrıs Rum tarafındaki kamuoyu desteğini yitirdiği korkusu ve uluslararası dinleyicilerin ve liderlerin önünde yaptığı konuşma ile babutsa mahallesindeki Yorgo’nun kahvesinde yaptığı konuşma arasında bir fark olması gerektiğinin bilincinde olmadığı bütün çıplaklığı ile ortaya çıktı Rusya’da.

 

Kendisine -bol bol- yaratılan konuşma fırsatlarında, her konuştukça farkında olmadan önce kendisine, sonra da Rum yönetimine bayağı zarar verdi.  Sıkça, Avrupa Birliği’ndeki ortaklarının Rusya’ya olan tavırlarını ve Rusya’ya yönelik yaptırım politikalarını açık ve net bir şekilde eleştirdi, Rusya Cumhurbaşkanı Putin’i de Ukrayna’da yaşananlardan hiç sorumlu tutmadı. Böylesi aptalca bir davranışı, AB içinde kendisine yeni dostlar kazandırması yerine yeni düşmanlar edinmesine yol açtı doğal olarak.

 

Rusya’ya yaptığı bu resmi ziyaretin zamanının çok yanlış olduğunu ne Anastasiadis, ne de kurmayları fark edemediler. Günün sonunda bu ziyaret ziyaret kelimenin tam anlamı ile AB ile ABD’yi suçlama misyonuna dönüştü. Elbette Anastasiadis bunun bedelini bir gün ödeyecek. Benim tanıdığım ABD ve AB bu saygısızlığı, diplomatik terbiyesizliği ve batıyı dikkate almamayı Anastasdiadis’in yanına bırakmaz.

 

Bu kritik dönemde Rusya’yı ziyaret eden ilk Avrupa Birliği üyesi olmakla övünerek, basın mensuplarına her iki ülkenin birbirlerini her konuda özellikle de Kıbrıs konusunda, ekonomik sorunlarda ve Kırım konusunda desteklediklerini açıklayarak başını iyice derde soktu.

 

Açık ve net olarak Avrupa Birliği’nin, Rusya’nın ayrılıkçıları destekledikleri şüphesi ile Rusya’ya yaptırımlar uygulamasının yanlış olduğunu dile getirdi Anastasiadis ve o konuşmayı yaparken herhalde ne söylediğin farkında da değildi. Üstelik Türkiye’nin Kıbrıs adasındaki varlığını kınamayan Avrupa Birliği’nin, niye Rusya’yı Ukrayna’daki varlığı nedeni ile kınadığını anlamadığını ve tasvip etmediğini üzerine basa basa dile getirdi. Zaten birincil hedefi de, yaptığı gafın farkında bile olmadan, RIK’in (Kıbrıs Rum Resmi Televizyonu) Kıbrıs Rum tarafında yaptığı direkt yayından sonra Kıbrıslı Rumlardan alkış ve takdir almaktı.  Herhalde Ukrayna’da 5 bin kişinin öldüğünü ve bir milyondan fazla insanın da göç ettiğini, AB’nin de bu nedenle Rusya’yı kınadığını unuttu o an kafası bulanık Anastasiadis.

 

Moskova’da mangalda kül bırakmayan Anastasiadis; Kıbrıs Rum Yönetimi’nin kahramanca ve inançla karşı koymasının, dik duruşunun AB’nin Rusya’ya karşı çok daha ağır yaptırımlar uygulamasını engellediğini bile söyledi!

 

En büyük gafı da, Rusya Cumhurbaşkanı Putin ile yaptığı ortak basın açıklamasında “Kıbrıs Rum Yönetiminin, Rusya’nın AB içindeki en güvenilir sesi olduğunu”  söylemesi oldu. Putin’in kulağına hoş gelmesi için söylenmiş bu cümle, gerçekte AB içinde Kıbrıslı Rumların “Hiçbir şekilde güvenilemez bir ortak” olduğunu gözler önüne serdi.

 

Aslında bu ziyarette Anastasiadis hiçbir kazanım elde etmedi, borcunu erteletmenin dışında.   Rusya Cumhurbaşkanı Putin, “Türkiye’yi üzmeden ve gücüne gitmeyecek şekilde Kıbrıslı Rumları destekleyeceğiz” prensibi Anastasiadis’i gölge altında bıraktı hep… (Devam edecek)

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

4 Mart 2015

3 Mart 2015
Anastasiadis Başarısızlığını Örtmeye Çalışıyor (1/2) için yorumlar kapalı
Okunma 82
bosluk

Tutuculuk Nereye kadar

Tutuculuk Nereye kadar

“Hala daha geçmişte mi yaşıyoruz?”, “Çok mu tutucuyuz?” diye kendi kendime soruyorum çoğu zaman, yaşamımız içindeki geçen asrın ortalarından kalma standartlara baktıkça.

 

Bazı politikacılar Avrupa Birliği üyesi olacağız diye yırtınıyor, dualar ediyor ama Avrupa Birliği içinde kullanılan temel standartları ülkemize getirmek için kıllarını bile kıpırdatmıyorlar.

 

Elektrik sistemimiz, özellikle de sayıları 80 binleri aşmış ev ve işyerlerinde kullanılan elektrik standartları, aygıtların giriş ve çıkışları ile sistem halen daha İngiliz standartlarında. İngiliz Sömürge yönetimi 1960 yılında adadan ayrıldı ancak sadece kendine özgü ve dünyanın parmakla sayılabilecek kadar az ülkesinde kullanılmakta olan standartlarını bize miras bıraktı.

 

İngiltere ve Kıbrıs Rum tarafı hariç Avrupa Birliği’nin içinde yer alan ülkelerde kullanılan elektrik standardı Alman kökenlidir. Evde kullanılan fişler, İngilizlerin aksine dikdörtgen ve 3 uçlu değil, yuvarlak ve iki uçludur. Topraklamayı fişin yan kenarından gerçekleştirir.

 

Türkiye’de ve Avrupa’da üretilen elektrikli aygıtların tümü, AB standartlarına göre 2 uçlu fişlerle evlerdeki elektrik sistemine bağlanır. Ama KKTC’de bunları kullanmak isterseniz illaki satın aldığınız elektrikli aygıta ilaveten bol sayıda 2’li fişten, 3’lü fişe dönüştürücü almak zorunda kalırsınız. Yurtdışına gidecekseniz, bu sefer de, 3’lü fişten 2’li fişe dönüştürücüler koymak zorunda kalırsınız bavulunuza. Başka da çareniz yoktur.

 

Bu sıkıntının, pahalı İngiliz standartlarında İngiliz malı elektrikli aygıt almak zorunda kalmanın, buna ilaveten dönüştürücüler alarak milli servetimizin boşu boşuna yurt dışına akmasını önlemenin çözümü KKTC’de artık bizimde Türkiye’nin kullandığı Avrupa Birliği Elektrik standardına geçmemiz olacaktır.

 

Böylece hem dönüştürücülerden kurtulmuş, hem de ürettiğimiz elektriğin Hertz dalga boyu ile voltajını gerek Türkiye’de gerekse de AB’de üretilen aygıtlara uyumlu hale getirmiş olacağız. Ki, İngiltere bile yıllardır 240 V olarak ürettiği elektriğini AB’ye uyum sağlayabilmek için 230 Volt’a düşürdü.

 

KKTC Hükümeti veya hükümetleri, radikal bir karar alarak sistemimizi, belli bir tarihte İngiliz standardından çıkarıp, AB standardına geçirmek kararı almalıdırlar. Zaten kıt kanaat olan milli servetimizi, boşu boşuna adaptörlere harcıyoruz.

 

Aynı sorunu trafikte de yaşamaktayız.

İstisnasız bütün Avrupa’da trafik sağdandır, otomobillerin direksiyonları da buna göre sol taraftadır, İngiltere ve eski birer İngiliz sömürgeleri olan Malta ve Kıbrıs Rum tarafı hariç.

 

Türkiye’de her tür araç, her yıl milyonlara varan miktarlarda üretilmektedir ama 2005-2009 yıllarında arasında icraat yapan hükümet sol direksiyonlu arabaların ithalini yasaklayarak, Kıbrıslı Türkleri sadece İngiltere’de üretilen ve İngiltere için üretilen araçları satın almaya mahkum etmiştir.

Sağ direksiyonlu arabaların hem maliyetleri, sol direksiyonlu araçlara kıyasla daha pahalıdır, hem de deniz taşımacılık ücreti otomobil başına ortalama 2 bin Sterline kadar çıkmaktadır.

Zaten kıt kanaat olan milli servetimiz, standartlarımızı Avrupalılaştıramadığımız için adeta havaya atılıp, boşa saçılmaktadır.

Eski bir İngiliz sömürgesi olan Çin 1945 yılında, İsveç de 1970 yılında sağ trafiğe, hem de bir tek gecede geçtiler.

 

Artık bizlerin de sağ trafiğe geçmesinin zamanı gelmiştir. Bu şekilde hem AB, hem de Türkiye ile uyum sağlamış olacağız, hem de insanımız Türkiye’de AB’ye kıyasla daha ucuza üretilen ve satılan araçları istediği model ve marka da satın almak olanağına kavuşacaktır…

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

2 Mart 2015

1 Mart 2015
Tutuculuk Nereye kadar için yorumlar kapalı
Okunma 101
bosluk
  • Sayfa 3 ile 3
  • <
  • 1
  • 2
  • 3
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar