Yaşamımdaki Süleyman Demirel

Yaşamımdaki Süleyman Demirel

Allah Rahmet eylesin, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel benim hayatımın ergin döneminin değişmez politikacısıydı.

 

Süleyman Demirel1964 yılında Ragıp Gümüşpala’nın vefatı ile Adalet Partisi’nin başına geçtiğinde ben daha 16 yaşındaydım,  Süleyman bey de 40. Ertesi sene hükümeti oluşturmayı başarmış ve 41 yaşında Türkiye’nin en genç Başbakanı olmuştu.

 

15 Kasım 1967 tarihinde Kıbrıs’taki Rum Milli Muhafız Ordusunun Genel Komutanı olan Georgios (Yorgos) Grivas, Yunanistan’dan Kıbrıs’a gizlice gönderilmiş 20 bin kişilik Tümenin ve Komando birliğinin içinden seçtiği tepeden tırnağa silahlı 2 bin kişilik bir askeri güç ile Lefkoşa-Limasol-Larnaka kavşağını elinde tutan Geçitkale ve Boğaziçi kantonuna saldırıp, katliam yapınca, siyaseten Türkiye’nin ve Başbakan Demirel’in nasıl bir tavır aldığını pek anlamamıştım. Üniversitede derslerim ile boğuştuğumdan neler olup bittiğinin farkında bile değildim işin doğrusu.

 

Gerçeği, 20 Temmuz 1974 günü TSK’nın gerçekleştirdiği Mutlu Barış Harekatı sonrasında öğrenmiştim. Dönemin Başbakanı Ecevit 17 Temmuz Çarşamba günü İngiltere Başbakanı Harold Wilson ile görüşmek üzere Londra’ya gitmeden önce yaptığı “Konuyu 20 Temmuz Cumartesi günü TBMM’de görüşeceğiz gerekirse Yurt dışına asker gönderme kararı alacağız” açıklamasına rağmen, kendi kendime sorduğum “nasıl olur da TSK, TBMM kararı olmadan 20 Temmuz Cumartesi günü sabahı yurt dışına harekat yapabilir” sorusunun yanıtını bulmuştum.

 

Yurt dışına asker gönderme kararını 18 Kasım 1967 günü, Başbakan Süleyman Demirel almıştı ve hala daha geçerliydi. Rahmetli Necmettin Erbakan da, Başbakan Bülent Ecevit’in yurt dışına gitmesini fırsat bilmiş ve Başbakan yardımcısı olarak, bu kararı öne sürerek, Ecevit’in uçağının Esenboğa havaalanından kalkışına müteakip dönemin Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar’a gerekli talimatı vermişti.

 

Bu konuyu rahmetlik Süleyman Demirel ile 1978 yılında, Kıbrıs Türk Federe Devleti Milletvekili olarak (kendi masraflarımı kendim karşılayarak) TBMM’nin açılışına katılmak için gittiğim Ankara’da görüşmüştüm.

 

TBMM’nin açılış töreninden sonra nasıl olmuşsa Ankara’ya geldiğimi, nerede kaldığımı öğrenmiş ve o dönemde Ankara Hacettepe üniversitesinde Pataloji kürsüsü başkanı olan babam Prof. Dr. Hakkı Atun’un evine beni alması için bir araç göndermişti. Önünde ve arkasında eskortlar olan siyah bir Mersedes ile Çankaya’daki Başbakanlık köşküne gitmiştim. Az daha heyecandan bayılacağımı saklamamam gerekir bu yolculuk ve karşılanış esnasında. Yanında Dışişleri Bakanı rahmetli Sabri Çağlayangil ile beni karşılamıştı. Kollarını belime dolamış- 83 kilo olamam rağmen- ayaklarımı yerden kesecek şekilde beni havaya kaldırmıştı.  Yaklaşık 1 saat süren bu görüşmemizin içinde 1967 yılında TBMM’den çıkarttırdığı “yurt dışına asker gönderme kararı”nı nasıl ve niye aldığını dolambaçlı yoldan, ince bir manevra ile sormuştum.

 

Gerçekte adada gerçekte nelerin yaşanabileceğini o günlerde görmüş ve TSK’yı hazırlık içine sokmuştu.

 

Canımı ve Kıbrıslı Türklerin canlarını, siyaseten önce Süleyman Demirel’e sonra da Erbakan ile Ecevit’e, silahlı kuvvetler olarak da TSK’ya ve Mücahitlerimize borçlu olduğumu ve olduğumuzu çok iyi biliyorum.

 

Arkasında parlak bir siyaset hayatı, o günün koşullarına göre başarılı bir devlet yönetimi bırakmış olan Süleyman Demirel’i, politik tarihe geçmiş “Dün dündür. Bugün bugündür”,  “Yollar yürümekle aşınmaz”, “Binaenaleyh” gibi benzeri ünlü sözleri ile hatırlayacağız.

 

Nurlar içinde yatsın, mekanı Cennet olsun, Allah’ın rahmeti üzerinden eksik olmasın…

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

19 Haziran 2015

18 Haziran 2015
Yaşamımdaki Süleyman Demirel için yorumlar kapalı
Okunma 130
bosluk

Atalarımızın Kaybolan Ramazan Adetleri

Atalarımızın Kaybolan Ramazan Adetleri

“On Bir Ayın Sultanı” Rahmet ayı Ramazan’ın ilk günü de yarın.  Oruç tutabilenlerin orucunu Allah kabul etsin. Bugün Yatsı namazından sonra mübarek Ramazan ayının ilk teravih namazı kılınacak. İlk sahuru ise bugünü yarına bağlayan gece yapacağız. Atalarımızın tabiri ile sahur vaktinin bittiği an, beyaz ipliğin siyah iplikten ayırt edilebildiği andır. Diğer bir tanımlama ile de sahur, sabaha karşı doğu ufkunda tan yeri boyunca genişleyerek yayılan dağınık ve enlemesine bir aydınlığın gözle görülebildiği an olan İmsak vaktinde bitiyor.

 

Ozanköy Camii, GirneTarih kitaplarımı karıştırarak eski ramazan adetlerini derlemeye çalıştım. Atalarımızın nasıl rafine birer insan olduklarını,  dinlerine bağlı, mükemmel gelenek ve görenekleri olduğunu görüyoruz biraz araştırınca…

 

Güzel bir Ramazan adeti olarak “az yiyen melek olur, çok yiyen helak olur”, “az yiyen her gün yer, çok yiyen bir gün yer” gibi vurgulu sözler, hat sanatçılarına yazdırılıp yemek odalarına asılırdı. İftar sofralarında bunu görenler yemede ölçüyü kaçırmaz, doymadan sofradan kalkmayı bilir ve Peygamber Efendimizin (sav) sünnetini de yerine getirmiş olurdu.

 

Osmanlının en güzel âdetlerinden biri de Akşam Ezanı okununca adı “iftariye” olan hurma ve zemzem’e ilaveten çörek, hoşaf, komposto ve reçel gibi hafif yiyeceklerle orucun açılmasıydı. Oruç iftariye ile açıldıktan sonra akşam namazı kılınır daha sonra da asıl yemek faslı başlardı. Böylece akşama kadar boş duran mide birden tıka basa doldurulmamış olurdu.

 

Osmanlı’da fakirlerin gözdesi, zengin konakları idi. İsteyen istediği vakit hiç bir davet beklemeden, beğendiği bir konağın kapısını çalıp, “İftara Allah misafiri!” diyebilirdi ve bu asla o dönemde yadırganmazdı. Çünkü bu tür davetsiz misafirler için de ayrı ayrı sofralar hazırlanırdı. Evlerde iftar için 3 ayrı sofra kurulurdu. Birincisi evin beyi ve misafirleri, ikincisi evin hanımı ve misafirleri, üçüncüsü ise evin uşakları, misafirleri ve davetsiz misafirler içindi. Lakin her üç sofradaki yemekler de aynı olurdu. Orta halli ailelerde de yedi akşam komşulara iftar verilirdi.

 

Ramazanda evsizler, kimsesizler ve yoksullar unutulmaz, onların da iftar ve sahur yemekleri davulcular ve bekçiler eliyle zengin konaklardan gönderilirdi. Hatta ramazan başlamadan dileyen zenginlerin konakları numaralanır, sırası gelen iftarını sahurunu hazırlayıp bekçi veya davulcu vasıtasıyla yoksullara gönderirdi. Ramazanın sahavetinden hayvanlar da nasipsiz kalmaz, iftar ve sahur artıklarından başka, özel olarak kendileri için hazırlanan yiyeceklerden nasiplenirlerdi.

 

Ramazan’da halk, eşine-dostuna iftar vermeyi büyük bir ibadet kabul eder, misafir ağırlamak için çırpınılırdı. Ramazan boyunca iftar vakitlerinde kapılar açık tutulurdu. Böylece yolda kalan ve ihtiyacı olan herkes istediği eve girer iftar sofrasına dahil olurdu. Bunun için tanıdık olmaya gerek yoktu ve iftar için gelenin kim olduğu da asla sorulmazdı.

 

Osmanlıdan gelen hoş bir âdet de Zimem defteridir. Bakkal, manav, kasap gibi esnafların tuttuğu borç defteri. Ramazanda zengin biri bakkala gelir ve zenginliği ölçüsünde “İlk 20 kişinin borcunu hesapla” der ve bu şahısların borcunu öderdi. Bazen de tek bir şahıs tarafından bu borç defteri kapatılırdı. Böylece fakirler borçlarından kurtarılırdı. Burada bir başka letâfet daha vardı ki, o da ne borçlu borcunu kimin ödediğini bilir, ne de ödeyen kimin borcunu ödediğini bilirdi. Böylece ne zenginde gurur, ne fakirde minnet olurdu. Büyük bir incelik gerçekten….

 

Osmanlı’da Ramazan-ı şerifin yaklaşmasından dolayı gerek ekmek, gerekse eşya fiyatlarının inip çıkmaması konusunda devlet tarafından sabit fiyatlar belirleniyor ve belgelerde kayda geçiyordu. Bu çıkan fiyat belgelerine narh defteri deniliyordu. Bu fiyat belgelerini mahalle imamlarının bakkallara iletmeleri emrediliyordu. Bu şekilde Ramazan ayından özellikle gıda maddelerinin fiyatları düşük tutulması ve fakir ailelerin de Ramazanda rahat alış veriş yapması sağlanırdı…

 

Teknolojik gelişmeler ve sosyolojik değişim bu güzel adetlerin birçoğunu unutturmuş, bir kısmını da -toplum olarak yozlaştığımızdan- biz unutmayı tercih etmişiz maalesef…

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

17 Haziran 2015

 

16 Haziran 2015
Atalarımızın Kaybolan Ramazan Adetleri için yorumlar kapalı
Okunma 212
bosluk

Eli Öpülesi Yaşlılarımız

Eli Öpülesi Yaşlılarımız

Evvelki gün tanınmış bir gazeteci-köşe yazarı arkadaşımın Lapta Huzur Evi ile ilgili yazısını okudum. Okudukça gözlerim yaşardı, kalbim burkuldu ve büyük bir düş kırıklığına uğradım. Kıbrıs Türk toplumu veya da halkı olarak, zaman içinde nasıl yozlaşmış (dejenere) olduğumuzu, geleneklerimizi, göreneklerimizi, hassalarımızı ve en önemlisi de inançlarımızı nasıl yitirmiş olduğumuzu gördüm maalesef bu yazıda.

 

El Öpülesi YaşlılarımızYazıyı okumayanlar için konuyu özetleyeyim; Lefkoşa’nın çok ünlü ve servet sahibi olan bir ailesinin en büyüğü olan anneyi yaşlandığı için Lapta Huzur evine koyarlar. Bu yaşlı anne uzunca bir müddet Lapta Huzur Evi’nde yaşar ve kaderinin son noktası geldiği vakit de vefat eder. Yıllardır üzerinde titrediği, soykırıma uğradığımız yıllarda kendi yemeyip yedirdiği, giymeyip giydirdiği çocukları ve torunları ise tatildedir o gün. Lapta Huzur Evi’nin vefakâr ve fedakâr yöneticileri yurt dışında tatil yapmakta olan aileyi telefonla arayıp durumu bildirirler. Aldıkları yanıt ise inanılmazdır.  “Ben şu anda tatildeyim, lütfen siz gömüverin…”

Tam da zurnanın “zırt” dediği andır bu…

 

Gerçekten de koşullar ne olursa olsun, Kıbrıs Türk toplumu içinde böylesi bir yanıtı verilebilecek bir ailenin olabileceğini hiç düşünmemiştim.

 

Bu kısa, fakat büyük ve düşündürücü mesajlar veren bu olay beni derinden etkiledi.

Arkadaşımın bu yazısına göre aile ünlü, varlıklı ve servet sahibi olmasına rağmen, büyük bir olasılıkla bütün servetini daha hayattayken kendilerine bıraktığı annelerine kendi evlerine bir oda verip bakımı üstlenmedikleri gibi sevgilerini de esirgemişler.

 

Dikkate alınacak bir servetleri olmasına rağmen, para tatlı gelmiş ve yanı başlarında bir ev kiralayıp, bir bakıcı tutup bakımını da üstlenmemişler maalesef. Atmışlar başlarından ve Lapta Huzur Evine yerleştirmişler. Kendileri sadece parasını ödemeyi tercih etmişler Huzurevi’nin. Ve anladığım kadarı ile de yılda birkaç kez lütfen ziyaret etmişler, içinde sevginin yer almadığı yapay duygularla.

 

Tatilde eğlenmeyi ve günlerini gün etmeyi, annelerine layık olduğu şekilde bir cenaze töreni yapmaya ve yasını tutmaya tercih etmişler.

 

Belli ki; Geleneklerimizi, göreneklerimizi, Türklere özgü aile yapısını ve yaşlılarımıza saygıyı kaybetmişiz. Tarihimiz, akıllı ve adil sultanların, kağanların, padişahların, beylerin ve diğer isimleri tarihe geçmiş yöneticilerin yanlarında hep bir akil adamlardan veya da ak sakallılardan oluşan heyetlerin olduğunu ve onlara danışmadan karar almadıklarını yazar.  Zaten ünleri de, adil olmaları da, tarihe geçmeleri de hep bu yüzdendir. Yaşlılara hürmeti ve onların deneyimlerinden faydalanmayı hiç elden bırakmamışlar.

 

Yılların biriktirdiği, geçmişten gelen ve ırkımızın geleneklerinden kaynaklanmış soylu aile bağlarını fena halde kaybettiğimiz de apaçık ortada.  Paranın, sorumsuzluğun ve nemelazımcılığın da esiri olmuşuz. Halbuki bu soylu aile bağları ve yaşlılara saygı, soykırıma uğradığımız o kötü yıllarda bizi bir arada tutan ve direnişimizin yıkılmamasına neden olan etkenlerden bir tanesiydi.

 

En önemlisi de, Kıbrıs Türk halkı olarak dini inançlarımızın çok zayıflamış veya da zaman içinde bilinçli olarak zayıflatılmış olması. Gerçekte İslamiyet, kuşaktan kuşağa hepimize aktarılmış kişisel ve toplumsal hayatımızı kuşatan inanç ve yaşam kurallarıyla bizlere, ruhî hayatımızı tatmin, maddî hayatımızı düzenleyecek mükemmel bir yaşam sunmasına rağmen, toplum olarak bilinçsiz bir şekilde bizler veya da bilinçli olarak başkaları tarafından İslamiyet’ten uzaklaştırılmışız. Ki, sonucunu hep birlikte görüyoruz.

 

Mutlu olmayan, elindeki ile yetinmeyen, maddiyatın esiri olmuş, çalışmayan, üretmeyen, kendimizden başka hep başkalarını suçlamaya alışmış ve en önemlisi de aile bağları zayıflamış, insanoğlunu ait olduğu topluma ve insanlığa yararlı bir insan yapmayı içinde barındıran dinimizden uzaklaşmış bir hale düşmüşüz. Belki de bizleri zayıflatmak, parçalamak ve ulusal bütünlüğümüzü yıkmak için bilinçli bir şekilde bu hale düşürülmüşüz…

Kıbrıs Türk Toplumu olarak yıkılışın ayak seslerini duyuyorum adeta…

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

15 Haziran 2015

 

14 Haziran 2015
Eli Öpülesi Yaşlılarımız için yorumlar kapalı
Okunma 489
bosluk

AB’ye Ne Kadar Güvenilir

AB’ye Ne Kadar Güvenilir

Avrupa Birliği’nin ne kadar tarafsız olduğunu veya da bir başka tanımlamayla tarafsız olabilmeye ne kadar yaklaşabildiğini son yayınlanan Avrupa Parlamentosu (AP) Türkiye raporunda açık ve net olarak görmek mümkün.

 

Taraflı AB AdaletiAvrupa Birliği nerede tarafsızmış, nasıl tarafsızmış, kim demiş, neden söylemiş pek de anlamış da değilim, nerede yazdığını da hiç bulamadım. Zaten Avrupa Birliği’ne inanmamak için onlarca, yüzlerce neden var ortada. Yakın tarihte kim ve hangi tıynette olduklarının tümünü bulmak mümkün.

 

Avrupa Birliği’nin Kıbrıs konusuna bakışı at gözlüğü ile. Gözleri sadece Rumların istediklerini görüyor ve kulakları da sadece Rumların söylediklerini duyuyor.

 

Türkiye’den Kıbrıs’tan askerini çekmeye başlamasını ve kapalı bölge Maraş’ı da BM’ye iade etmesi isteniyor Avrupa Parlamentosu’nun bu yüzkarası raporunda. 1974’den öncesinde aklı neredeydi, gözleri neredeydi Avrupa Birliği’nin bizler soykırıma uğrarken. O dönemde ağzını açıp tek kelime söylemeyen AB, şimdi olaylar tersine dönünce Rumları desteklemeye, her ortamda da konuşmaya başladı.

Eğer Avrupa Birliği Kıbrıs konusunda adilane bir çözüm istiyor idiyse, bu raporda Rumlara masaya oturması ve Türkleri ”eşit ortak” olarak kabul ederek müzakerelere başlaması çağrısı yapardı, Maraş’ın iadesini isteyeceğine.

 

A l tarafsızlık iddialarını çal başına demek gerekiyor aslında Avrupa Birliği’ne. Yüzyıllardır Türklerin, Avrupa Birliğinden yemediği kazık kalmadı. Biz garantörüz diye diye Girit hem elimizden uçtu gitti, hem de Girit’te yaşayan Türk kalmadı. Canlarını kurtarmak için bütün varlıklarını arkalarında bırakarak, halk tabiri ile cascavlak kaçtılar, kaçamayanlar ise katledildiler. Osmanlı devleti Avrupalılara güvenmenin bedelini, Girit adasını kaybetmekle ödedi. Öldürülen kardeşlerimiz, topraklarını ve varlıklarını bırakıp kaçan yurttaşlarımız da hediyesi oldu bu güvenin.

 

Avrupa Parlamentosu bu son kararı ile Avrupa Birliği’nin Kıbrıs Müzakerelerinde açık ve net olarak Kıbrıs Rum tarafını desteklediğini ortaya koydu. Tarafsız olmadıkları nedeni ile de müzakerelerde yer almamaları, rol almamaları ve arabuluculuk yapmamaları gerekmektedir eğer kendilerini adil insanlar olarak görüyorlarsa.

 

Rumların yatıp kalkıp dua ettikleri gibi de Avrupa Birliği’nin, kurulması bazılarının rüyalarını süslediği “Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti”nin garantörü olması ve Türkiye’nin garantörlüğünün de kaldırılması söz konusu bile değildir.

 

Başkaları unutmuş olabilir ama Avrupalıların gözlerini kırpmadan gerçekleştirdikleri katliamları ben unutmadım. Fransa’nın II. Dünya savaşını kazanmak için Cezayir halkına bağımsızlık vaat ederek yanlarında savaşmalarını sağladıktan sonra savaş bitince verdikleri sözü tutmalarını isteyen on binlerce Cezayirliyi gözlerini kırpmadan öldürmelerini unutmuş değilim. Belçika’nın, Kongo’da yaptığı katliamı ve Patrice Lumumba’yı ormanda kalleşçe öldürmelerini de unutmadım. Aynılarının gelecekte bizim de başımıza gelmeyeceğini hiç kimse garanti edemez.

 

Avrupa Birliği’ne ve Avrupalılara güvenmek için Kıbrıs Türkçesi ile “Softoroz” (herşeye inanan aptal)  olmak gerekiyor.

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

12 Haziran 2015

11 Haziran 2015
AB’ye Ne Kadar Güvenilir için yorumlar kapalı
Okunma 98
bosluk

Vatandaşlık ve Yurttaşlık Eziyeti

Vatandaşlık ve Yurttaşlık Eziyeti

Meclise sunulan Yurttaşlık Yasa Tasarısı ve Daimi İkamet Yasa Tasarısı bence tekrar gözden geçirilmeli, insan haklarına uygun ve çağdaş bir şekilde, bizi gelecekte Rumların nüfusu ile kıyaslandığı vakit azınlık sınıfına sokmayacak yeni bir düzenleme yapılmalıdır.

 

Vatandaşlık EziyetiKıbrıs’ta 6 yıl çalışana daimi ikamet izni verilmesi adeta bir lütuf gibi halka ve çalışanlara sunuluyor. Oysa tam bir yüz karası, insanlık dışı bir uygulama.  Avrupa Birliği’nde 6 yıl aralıksız çalışana vatandaşlık veriliyor ama biz AB’den çok daha üstün bir ülke olduğumuzdan, 15 yıl çalışmasını, yani ortalama iş hayatının üçte birini burada, ikinci vatanı addettiği ülkemizde geçirmesini ve sonra da vatandaşlık için başvuru yaparsa lütfen değerlendirebileceğimizi söylüyoruz, KKTC’yi seven ve kendine ikinci vatan edinmek isteyen kişilere. Çocukları burada doğmuş ve büyümüş bu insanlara biz “hadi güle güle” diyoruz zamanı geldiğinde, çocuklarının gözünün yaşına bakmadan, geleceklerine nasıl bir zarar vereceğimizi hiç düşünmeden.

 

Hastalıklı bir beyin zamanında burada doğan çocuklar için çıkardığı bir kuraldan ötürü, doğum belgesine “vatandaş değildir” diye insanlık dışı bir damga vuruluyor, daha çocuk doğar doğmaz. Tam insanlık dışı bir uygulama. Biz ona “burada doğdun ama burası senin vatanın değil, defol git” diyoruz bir anlamda.

 

Ülkemize çalışmak için gelenlerin niye vatandaş olamayacaklarını da hiç anlamış değilim gerçekten. Bu düşüncede olanlardan bir tanesi bana, Dubai’yi ve Kuveyt’i örnek göstermek istedi kendisine konuyu açtığım ve neden diye sorduğum vakit. Oralarda çalışmak için gelen kişiler kesinlikle vatandaş olamazmış bu siyasimize göre… Bu devletlerin çoktan, daha kendisi bile doğmadan evvel bağımsız ve tanınmış bir ülke haline geldiklerini, bizim ise bağımsız ve tanınmış bir devlet olmak yolunda hala daha mücadele verdiğimizi unutmuş anlaşılan bana bu örnekleri verirken.

 

Sürmekte olan müzakereler sonucunda Rumların, nüfusumuzun az olduğu gerekçesi ile bizi azınlık sınıfına sokmak isteyeceklerini ve bu yönde çalışmalar sürdürdüklerini ya bilmiyor, ya da bilmez havalarına yatıyor, KKTC’nin varlığına son vermek, şanlı mücadelemizi tarihten silmek ve bizleri Rum’a yamalamak için. Rumların niye nüfusumuzun artmasını istemediklerini bir türlü kavrayamıyor bazı siyasilerimiz maalesef. Bütün hedefleri KKTC’yi batırmak veya da politik sıkıntıya sokmak pahasına seçmenlerine şirin görünmek. Hepsi o kadar. Onlar için en değerli konu popülizm ve seçmenlere şirin görünmek, gerisi çok da önemli değil.

 

Ekonomimizin kalkınması, çalışan sayısının, üretim yapan sanayicilerin ve yatırımcıların sayısının artması ve ülkemiz sınırları içinde daha fazla nakit paranın dolaşması için fazla nüfusa gereksinimimiz olduğunu hangi ekonomiste sorsa kendisine tavsiyede bulunacak ama bunlar marazlı kafalar maalesef. Bir “ari ırk” ütopyasına katılmışlar, sanki de bizlerin ataları Anadolu yerine Ay’dan gelmiş gibi, aynı ırktan olan, dili dilimize, tarihi tarihimize, dini dinimize uygun aynı eğitim içeriğini okullarda okuyan kardeşlerimizin ülkemize gelip yerleşmelerine mani olmak için her tür engeli çıkarıyorlar.

 

Çalışma ve ikamet izni kolayca alınmasın diye, başvuru yapan kişilere -maksatlı olarak- yapay zorluk çıkarıldığı ve bu nedenle de e-devlet uygulamasının başlatılmadığı inancındayım. Bu işlemlerle ilgili bölümlerde çalışan memurlarımız, gerek ikamet için, gerekse de çalışma izni için başvuru yapan kişilerle aşağılayıcı bir şekilde konuşmakta ve davranmaktalar. Bunu yapmaya ve bu şekilde davranmaya hiçbir hakları ve yetkileri yok ancak böyle davranmayı misyon edinmişler. Gerçekte bu tür kendini bilmez memurlarımız için soruşturma açılıp, disiplin cezası gerekmektedir. Bu işlemleri yapmak için maaş alıyorlar ve en iyi şekilde de görevlerini güler yüzle yapmak zorundalar.  Bu dairelerde çalışan personelin nasıl davranacaklarına ve işlemleri en kısa zamanda nasıl bitireceklerine dair “Hizmet içi” eğitim açılması ve bu çalışanların da bu eğitime tabi tutulmaları gerektiği konusunda ısrarcıyım, bu tür olumsuz, itici ve aşağılayıcı davranışların dairelerimizde tekrarlanmaması ve alışkanlık haline gelmemesi için…

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

10 Haziran 2015

9 Haziran 2015
Vatandaşlık ve Yurttaşlık Eziyeti için yorumlar kapalı
Okunma 153
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3

Arşivler

Son Yorumlar