Solcuların parayla imtihanı

Solcuların parayla imtihanı

Ankara Devlet Tiyatrolarında izlemiştim Azizname’yi. Aziz Nesin’in eserleri bir oyunda toplanmış. Kara mizah türünde, şahane bir oyundu. Yücel Erten, Rüştü Asyalı, Ahmet Mümtaz Taylan, Hüseyin Avni Danyal’ lı kadrosuyla 4 yıl kapalı gişe oynamıştı. Aziz Nesin’in bu oyunu seneler öncesinden bugünü anlatmış. Ve onca yıl içinde bir şey değişmemiş insan fıtratında. Hele bir solculuk kısmı var ki, kopyala, bugüne yapıştır. Zerre fark yok bugünle.

İzleyenler bilir ama izlemeyenler için aklımda kaldığı kadarıyla özetleyeyim; Gençten bir çocuk… Fakir bir aileden gelme. Üniversite çağında tam bir sosyalist. Kapitalist düzene lanetler yağdırıyor, yaşasın komünizm nutukları atarak geziyor. Gel zaman git zaman işleri yaver gidiyor, yavaştan yavaştan para kazanmaya başlıyor. Biraz biriktir, biraz aklını kullan derken ülkenin önemli fabrikatörleri arasına giriyor. Emrinde adam çalıştırmaya başladığında bizim eski solcu, “canım şu kapitalist sistem de pek fena bir şey değil… Çalışsınlar, onların da olsun” demeye başlıyor. İşler büyüdükçe, kapitalist sisteme övgüler artıyor, sosyalizm yerden yere vuruluyor. Derken rüzgar tersine dönüyor, eski solcu fabrikatörün işleri bozuluyor. Tabi işlerle beraber siyasi görüşleri de değişiyor fabrikatörün. Yeniden fabrika ayarlarına dönüyor, sermayeye küfretmeye, “emek, bölüşme” nutukları atmaya başlıyor.

Yani, şimdilerde sosyal medyada paylaşılan “feminizm kocayı, komünizm parayı bulana kadardır” sözünün tiyatro oyunu haline getirilmişi…

***

Hükümet uzunca bir süredir su tartışmalarının ara finalini yaşıyor.

Türkiye, suyun yönetimi konusunda yapılan anlaşmaya uymayan KKTC’yi ufak yollu uyarıyor, parayı keserek.

Basit bir mantıkla baktığınızda KKTC’nin tepkilerini haklı bulabilirsiniz. “Kendi ülkesi canım, elbette o dağıtacak” demeniz normal ama kazın ayağı öyle değil. Türkiye bu parayla terbiye işinde yerden göğe haklı. Niye mi? Su çalışmalarının sürdüğü 5 yıl boyunca  parmaklarını kıpırdatmayanlar-Bakanlıklar, belediyeler, üniversiteler, sivil toplum örgütleri dahil- iş bitince dağıtma yani rant kısmına talip oldular. Suyu dağıtmak için gereken altyapının maliyetini düşünseler zaten böyle bir teklif yapamayacaklar ancak düz mantıkla baktıklarından ötürü kafalarından geçen, “zaten bizim sularımızı dağıttığımız borular yok mu. Onlardan akıtırız olur biter!”

Oysa kabataslak  600 milyon liralık yatırım gerektiği söyleniyor dağıtım için. Çünkü bunun arıtılması var, İçme suyunun arıtma tesisinden yerleşim bölgelerine ve bu bölgelerdeki dağıtımında kullanılacak boruların ‘ductilefond’ çelik döküm boru olması var, su kaybının önlenmesi için çalışmamalar var, içme suyu sistemi ile birlikte kanalizasyon sisteminin yenilenmesi var, atıksu tesisinin yapılması var, var da var…

 

Bu para tabiî ki de ne devlette var, ne de -çoğu batık- belediyelerde.

Zaten olsa bile atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş.

Yıllar önce imzalar atılmış, şartlar konmuş, suyun yönetimi Türkiye’ye verilmiş.

Geçtiğimiz aylarda Ankara’da düzenlenen “KKTC Su Temin Projesi ve Doğu Akdeniz’de Değişen Dengeler” Çalıştayı’nda konuşmacıların ortaya koyduğu veriler ve yaptıkları çalışmalar, bugünkü tartışmaların ne kadar boş olduğunu anlatıyor. Elimize tutuşturulan dosyanın üzerinde bir komite adı yazıyor. “Suyun Dağıtımı Komitesi” Ne zaman kurulmuş dersiniz: 2010 yılında! Suyun gelmesi için temellerin atıldığı ama buradan birçoklarının inanmayarak dalga geçtiği yılda. Herşey bilimsel temellere göre hazırlanmış. Tüm olumsuzluklar takip edilmiş, en sağlıklı sonuçlar için gece gündüz çalışmışlar. Dosyada uykusuz geceler yok ama binlerce sayfalık çalışmaların özeti var. Bize gelen suyun geçtiği güzergahın topografisini bizden iyi biliyorlar.

Ki yukarıda da söylediği gibi zaten atı alan Üsküdar’ı geçmiş. KKTC hükümeti Türkiye’ye suyun dağıtımının yap-işlet-devret modeliyle yapılacağına dair taahhüt vermiş. Dönemin başbakanı İrsen Küçük ile TC Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay bu konuda protokol imzalamış, DP-UG ile CTP koalisyon hükümeti de aynı protokole imza koymuş.

Anlaşmaların altında hem UBP’nin, hem CTP’nin hem de bundan önceki CTP- DP-UG Hükümeti adına Özkan Yorgancıoğlu’nun imzası var. Yani imza Meclis’teki üç partiyi de bağlıyor.

Durum böyleyken CTP Genel Başkanı Mehmet Ali Talat’ın birilerine hoş görünme adına yaptığı konuşmaların yarattığı sonuç sadece “pişmiş aşa su katmak” olarak nitelendirilemiyor. (Suyu biz yönetmeliyiz diyen aynı Talat, Türkiye’nin önceki protokolde ayda 30 milyon TL verme yönündeki taahhüdünü yerine getirdiğini, sorunun reformlara bağlı aktarılacak olan kaynaklarla ilgili olduğunu, reformların hiç biri yapılmadığı için Türkiye’nin parayı vermediğini söylemişti.)

 

İki ülkenin anlaşamadığı su yönetimi konusu sadece memurların 13’üncü maaşını etkilemiyor, hükümeti çatır çatır sallıyor. Türkiye, “anlaşmanın arkasında dur, paranı al” diyor açıkça. Ki bir devlet olmanın koşulu da bu.

Yılın son gününün sorusu şu: Peki şimdi ne olacak? CTP’nin “ben Türkiye’ye karşı dik durdum, onun için 13. maaşlar ödenmiyor” sözleriyle yaptığı Don Kişot’luk, sol düşüncenin namusunu mu kurtaracak? CTP ve “Türkiye ne seni, ne paranı” diyen bilumum zatlar CTP’ye destek verecek mi? Özetle, 13. Maaşlar ve para konusu solcuların imtihanı olmuş durumda, zira sağcılar zaten attıkları imzanın ve yaptıklarının arkasındalar…

Yurdagül ATUN

31 Aralık 2015
Solcuların parayla imtihanı için yorumlar kapalı
Okunma 84
bosluk

21 Aralık 1963 (6)

21 Aralık 1963 (6)

Müthiş bir geceydi ve elimizde silah olmamasına rağmen kahramanca direnmiş, mevzilerimizi terk etmemiştik. Neyse ki onlarca kez ateş etmelerine rağmen bana isabet ettiremediler ve hiçbir yara almadım o silahlı çatışmada.

 

Ertesi sabah gün ışırken, gece bana doğru açılan ateşte arkasına sığındığım 3. kattaki terası çepeçevre çevreleyen parapet duvarının kuzey batı köşesinin ne hale geldiğini görmek için uykulu uykulu yukarı çıkmış, terasa kapısından sürünerek çıkıp, düşmana hedef göstermeden saklandığım köşeye kadar gitmiştim. Artık serde Mücahit olmak vardı ve çok dikkatliydim. Düşmana hedef olmadan hareket etmeyi de öğrenmeye başlamıştım. (İstersen öğrenme…)

 

Etrafı iyice incelemiş, didik didik etmiştim ama ne bir saçma izi, ne de mermi deliği görebilmiştim benim arkasına saklandığım, daha doğrusu sindiğim köşenin dış yüzeyinde. Herhalde beni ıskaladı, tüm mermileri de boşa gitti diye düşündüm günün ilerleyen saatlerinde binanın geri kalan kısmını inceleyene dek.

 

Öğleye doğru bir fırsatını buldum ve lise binasının çepeçevre tüm dış duvarlarını sürüne sürüne inceledim.  Duvara gömülmüş saçmalardan ve kırılan pencerelerden anladığım kadarı ile sadece alt kat pencerelerine ateş etmişti Rum polisler. Herhalde bizden, özellikle de benden korkmuş olmalılar ki, terasa doğru hiç ateş etmemişler.

 

Bunun ve ileriki aylardaki deneyimlerimin faydasını hem 1970 yılında mücahitliğimi yaparken (askerlik), hem de mücahit olarak katıldığım 20 Temmuz 1974 günü başlayan Mutlu Barış Harekatında bol bol gördüm. Çatışmalarda düşmanın sıktığı mermilerin tümünün bana doğru gelmediğini artık iyice öğrenmiştim. Zaten bir tanesi bile gelmiş olsaydı, şimdiye hayatta olmaz, bu yazıyı da yazamazdım…

 

22 Aralık 1963 gecesi, silah sesleri altında korku ile dolu yaşadığım o dakikalar içinde bir an, 4 yıl önce yaşadığım bir olay sinema şeridi gibi gözümün önünden geçmişti. O vakit daha 11 yaşındaydım ve bende hayat boyu iz bırakacak bir silahlı çatışmaya göz şahidi olmuştum istemeden.

 

1959 yılının sonbaharının burnunu gösterdiği Eylül ayının bir sabahı Lefkoşa, Köşklüçiftlik’te Doros Sokak (Sabri Kazmaoğlu Sokak) No. 14’deki tek katlı evimizden çıkıp Sarayönü’ne gitmek üzere bisikletime binmiştim. Amacım eve gazete almak ve de fırsattan istifade Kemal Deniz kitabevine yeni gelen kitaplara bakmaktı. Bu güzergahım hiç şaşmazdı.

 

Bizim sokak bitince sola Osman Paşa Caddesine döner, Caddenin sonuna doğru, şimdiki KKTC Meclisinin yan kapısının çaprazındaki, Osman Paşa Caddesi ile Servet Somuncuoğlu Sokak’ın köşesinde yer alan ünlü bakkal Blacky’den 2 kuruşa Kit Kat alır, sonra da Ledra ışıklarına doğrulurdum.

 

Ledra ışıklarına yönelmemin nedeni de günümüz adları ile Memduh Asaf Sokak ile İkinci Selim Caddesinin kesiştiği köşede Türkiye Cumhuriyeti Konsolosluğunun bulunması ve önündeki direkte de Türk Bayrağının dalgalanıyor olmasıydı. İllaki bu bayrak direğinin önünden geçecek ve Türk Bayrağına selam verecektim….  (Devam edecek)

 

Tüm okuyucularıma sağlık, mutluluk ve huzur dolu yeni bir yıl diliyorum….

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

1 Ocak 2016

31 Aralık 2015
21 Aralık 1963 (6) için yorumlar kapalı
Okunma 105
bosluk

21 Aralık 1963 (5)

21 Aralık 1963 (5)

Yurt binasına gelen abimiz bize artık çok büyük görevler düştüğünü, olası bir silahlı çatışma durumunda çok önemli bir yerde olduğumuzu ve nöbet tutmamız gerektiğini söyledi. Müdürün zemin kattaki odasında siyah bir telefon vardı. Çevirmeli tuşlu olanından. Bir arkadaşımız telefonun başında oturacaktı. Diğeri Müdür odasının kapısının önüne konacak sandalyede. Diğerleri de birbirlerini görecek ve duyacak şekilde, binanın içinden 3. katta bulunan terasa çıkan merdivenin başında ve sinilerde (sahanlıklarda) oturacaklardı. Rum tarafında, özellikle de Rum Polis Merkezinde olağan dışı bir hareket görürsek hemen birbirimize seslenecektik. Telefondaki arkadaş da kendisine verilen numarayı arayıp bilgi verecekti.

 

Tüm arkadaşlar ilk nöbet tutmak heyecanımızı 21 Aralık gecesi yaşadık. Hayatımın ilk askeri görevini 15 yaşında gerçekleştirmiştim. Artık adımız “Mücahit” idi. Gerçekte “Mücahit” kelimesini de hayatımda ilk kez o gün duymuştum. Arapça ile daha tanışmadığım için de manasını hiç bilmiyordum. Çok sonraları “Cihat için savaşan asker” manasına geldiğini öğrenecektim.

 

Bütün gece boyunca nöbet tuttuk. Saatler hiç geçmiyordu. Bırakın saatleri, dakikalar bile geçmiyordu. Hava ayaz, binanın içi de buz gibiydi. Ama biz artık Mücahit olduğumuz için hiç üşümüyorduk. Soğuk bize asla işlemezdi. Göz kapaklarımız kurşun gibi ağırlaşmış olsa dahi hiç uyumadık o gece. 22 Aralık sabahı güneş birazcık ışıyınca rahat bir nefes aldık. Nasıl olsa korkak Rumlar cesur Türklere, gündüz vakti saldırmaya cesaret edemezlerdi.

 

Bütün bir Pazar günü, terasta ve merdiven sinilerinde nöbet tutmakla geçti. Pek bir olay yaşamadık o gün. Akşam olunca, yanı başımızdaki polis Merkezinden bağırmalar, küfürler ve silah sesleri gelmeye başladı. Gecenin karanlığı içinde, Polis Merkezinin arka tarafından hızla çıkarak koştuğunu varsaydığımız birkaç kişi, Namık Kemal Lisesi’nin etrafı açık futbol sahasının içinden koşarak geçtiler ve küçük tepeyi hızla çıkarak çam ağaçlarının arasında kayboldular. Arkalarından koşan ve ellerinde av tüfeği olduğunu sandığımız birkaç kişi de onları kovalıyordu. Kaçanlar, göz açıp kapayıncaya kadar önlerindeki küçük tepeye tırmanıp koyu karanlığın içinde gözden kaybolunca, onları kovalayanlar küçük tepenin eteklerine geldiklerinde durdular ve tepeye tırmanmaya gerek duymadılar. Futbol sahasının kuzey tarafındaki kale direğinin oralarda kendi aralarında bir şeyler konuştuktan sonra okula taraf döndüler ve “Zito Enosis” (yaşasın Yunanistan’a ilhak) diye bağırarak içinde olduğumuz lise binasına ateş etmeye başladılar. Ben diyeyim yirmi kez, siz deyin beşyüz kez. O heyecan ve korku içinde kim kaç el ateş ettiklerini sayabilirdi ki.

 

Bu hengame içinde aramızda altına eden var mıydı bilmiyorum ama ben korku ile karışık büyük bir heyecan yaşamış olmama rağmen etmemiştim. Tek taraflı bir silahlı çatışmanın tam ortasındaydım. Av tüfekleri ile ateş eden Rum polislerin beni gördüklerini, tüfeklerini bana doğru doğrultarak beni hedef aldıklarını ve ellerindeki tüm mermileri de bana sıktıklarını sanıyordum.

 

Hepimiz pencerelerin altına veya da parapet duvarlarının arkasına sinmiş onları seyretmeye çalışıyorduk. Yanan herhangi bir lamba yoktu ve okul binası tamamen karanlık içindeydi. Herhalde dıştan bakınca binayı kapkaranlık gördüler ve de okul tarafından kendilerine karşı ateş edilmediği için de, binanın içinde hiç kimsenin olmadığını düşündüler. Mermileri bitene dek ateş ettikten sonra da güle oynaya gerisin geriye polis merkezine döndüler.

 

Müthiş bir geceydi ve elimizde silah olmamasına rağmen kahramanca direnmiş, mevzilerimizi terk etmemiştik. Neyse ki onlarca kez ateş etmelerine rağmen beni hiç tutturamadılar ve hiçbir yara almadım o silahlı çatışmada… (devam edecek)

 

Tüm okuyucularımın yeni yılını kutlar, mutluluk, saadet, sağlık ve huzur dolu yeni bir yıl dilerim.

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

30 Aralık 2015

29 Aralık 2015
21 Aralık 1963 (5) için yorumlar kapalı
Okunma 116
bosluk

21 Aralık 1963 (4)

21 Aralık 1963 (4)

Kendisini “akıllı” olarak tanımlayamayacağım Makarios, rahmetlik İnönü’nün bu kibarlığını Türkiye’nin acizliği olarak algılamış ve Türkiye’nin gücü ile varlığını küçümseyip, Türkiye’nin değiştirmeği reddettiği 13 Anayasa maddesini silah gücü ile değiştirebileceğini sanma yanılgına düşmüş, 21 Aralık 1963 sabahı erken saatlerde organize bir şekilde Kıbrıslı Türklere saldırarak adayı kana bulamıştı.

 

Cumartesileri benim için sıra dışı bir okul günüydü. Hafta içi günlerden farklı olarak Cumartesi günleri okul saat 12.00’de biter ve İstiklal Marşından sonra koşarak yemekhaneye giderdik. Sonrası da macera doluydu. Önce, Mağusa Hastanesi Başhekimi amcam, eski Sağlık bakanı ve UBP Milletvekili, Dr. Ali Atun’un evine gider, bir yemek de orada yerdim. Sonra da harçlığımı alıp, doğru kız arkadaşımla birlikte gideceğimiz sinemanın yolunu tutardım.

 

Tabii kız arkadaşımla gideceğimiz sinema derken, sakın hayalinize el ele sinemaya gittiğimiz gelmesin. Kız arkadaşım kendi arkadaşları ile 15. sırada oturuyorsa, ben de kendi arkadaşlarımla ona en yakın yer olan 25. olmadı 30. sırada veya o civarlarda oturabilirdim. Daha yakına oturmak kesinkes yasaktı. Sonra hemen duyulur dedikodu olurdu…..

 

21 Aralık 1963 Cumartesi günüm aynen bu rutinle başlamıştı ama sabah sabah uzun kulaktan duyduklarım olağan yaşamın dışındaydı ve pek de iç açıcı değildi. Gelen dedikodu cinsinden haberlere göre Lefkoşa’nın Tahtagala (Tahtakale) bölgesinde sabaha doğru bir takım olaylar olmuş ve Zeki Halil ve Cemaliye Emirali adlı iki Türk Rum polisince vurulmuş. Gerçekte bu haber çok sıra dışıydı. Ortada ne EOKA vardı ne de TMT. Nereden çıkmıştı bu vurma olayı pek de anlamamıştık çocuk aklımızla. Arkadaşlarımızla öğlene kadar bu konuyu konuşmuş, öğlen törenden sonra da tamamen unutmuş, aklımız ve tüm dikkatimiz sinemaya ve kız arkadaşlarımıza yoğunlaşmıştı. Doğanın kuralı böyle. Varsa yoksa kız arkadaşımız, sinema, kola, çakulet ve gezme tozma! Bütün dünyamız bunlardan oluşmaktaydı o yıllarda. Bir de çok can sıkıcı olmasına rağmen ders çalışmak vardı tüm bu güzelliklere ilaveten.

 

Mağusa’da Kıbrıslı Türklerin büyük bir çoğunluğu Surlariçinde yaşarken, bir kısmı da Karakol (Karaolos), Sakarya, Yeni İzmir ve Baykal bölgelerinde yaşamaktaydı. Namık Kemal Lisesi ise konum olarak çok stratejik bir yerdeydi. Rumların neredeyse tümünün yaşadığı Maraş şehri ile Türklerin yaşadığı ve etrafı 12 metre yüksekliğinde surlarla çevrili Mağusa Kaleiçi’nin arasında kalan bölgedeydi.

Namık Kemal Lisesi’nin karşısında Mağusa Genel hastanesi, Doğusunda Maraş Polis Merkezi, Güneyinde eski İngiliz kampı ve batısında da Surlar ve Surların içine giren tarihi kapı yer almaktaydı.

 

Akşamüzeri Namık Kemal Lisesi’nin ikinci katında yer alan yurt binamıza kısa boylu bir abimiz geldi. O güne kadar kendisini hiç görmemiştim ve tanımıyordum kendisini. Yurtta kalan tüm erkek öğrencileri, sıraların arkaya doğru basamak basamak yükselen platformların üzerine konumlandırıldığı amfi tiyatro görünümündeki Müzik salonuna topladılar ve bu abimiz bize hitap etti. Sırtında kahverengi deri bir mont vardı ve Kıbrıs şivesinden daha çok Türkiye şivesiyle konuşuyordu. Ancak dili her iki tarafa da çarpıyordu.

 

Bize artık çok büyük görevler düştüğünü, önemli bir yerde olduğumuzu ve nöbet tutmamız gerektiğini söyledi. Müdürün zemin kattaki odasında siyah bir telefon vardı, çevirmeli tuşlu olanından. Bir arkadaşımız telefonun başında oturacaktı. Diğeri Müdür odasının kapısının önüne konacak sandalyede. Diğerleri de birbirlerini görecek ve duyacak şekilde, binanın içinden 3. katta bulunan terasa çıkan merdivenin başında ve sinilerde oturacaklardı. Terasta nöbet tutan arkadaşımız Rum tarafında, özellikle de Rum Polis Merkezinde olağandışı bir hareket görürse hemen en yakındaki nöbetçiyi bilgilendirecekti. O da merdiven başındakilere seslenecek ve sıra ile birbirimize seslenerek Müdürün odasındaki telefondaki arkadaşa mesajı iletecektik. O da kendisine verilen numarayı arayıp terastaki nöbetçiden gelen bilgiyi iletecekti… (devam edecek)

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

28 Aralık 2015

27 Aralık 2015
21 Aralık 1963 (4) için yorumlar kapalı
Okunma 135
bosluk

21 Aralık 1963 (3)

21 Aralık 1963 (3)

21 Aralık Cumartesi sabahına girdiğimiz güne kadar olan yaşamım ve hatıralarım üç aşağı beş yukarı böyleydi. Ama sonrası…

 

Sonrası çok kötüydü ve Kıbrıslı Türklerin yaşamı tam bir kabusa dönüştü ileriki günlerde, aylarda ve yıllarda.

 

Dönemin Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı III. Makarios, Enosis, yani adanın Yunanistan’a bağlanması doğrultusunda Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs Cumhuriyetine ortak olmasını ve Anayasal haklarını önünde engel olarak görmekteydi. Bu nedenle de Enosis yolundaki ilk adımını Anayasa ile Kıbrıslı Türklere verilen ortaklık haklarını ortadan kaldırmak yolunda attı ve Kıbrıs sorununun başlangıcını oluşturan aşağıdaki 13 maddelik Anayasa değişikliğini önce Kıbrıslı Türklere, sonra da Türkiye Cumhuriyeti’ne sundu.

 

1.    Cumhurbaşkanı ve yardımcısının veto hakkının kaldırılması. (Makarios istediği kararı alabilecek ve yardımcısı rahmetlik Dr. Fazıl Küçük bunu VETO edemeyecekti.)

2.    Cumhurbaşkanının geçici yokluğunda veya görevini yapamayacak hallerde Cumhurbaşkanı vekilinin kendisine vekaletinin kaldırılması. (Makarios yurt dışına gittiği vakit yerine bir Türk Kıbrıs Cumhuriyetine başlık edemeyecekti.)

3.    Temsilciler Meclisi başkan ve yardımcısının cemaatleri tarafından ayrı ayrı değil Meclisin tüm üyelerinin iştirak edeceği bir seçimle ve oy çokluğuyla seçilmesi. (Rum çoğunluk Meclise hakim olup istediğini yönetici olarak seçecek, Türkler söz ve makam sahip olamayacaklardı.)

4.    Temsilciler Meclisi başkanının geçici yokluğunda veya görevini yapamayacak durumdaki hallerde temsilciler Meclisi başkan yardımcısının bu makama vekalet etmesinin kaldırılması. (Rum Meclis Başkanı yurt dışına gittiğinde, Türk Başkan yardımcısı Meclis Başkanlığına vekalet edemeyecekti)

5.    Anayasanın bazı maddelerinde öngörülen Türk ve Rumların bazı yasaları geçirebilmek için ayrı ayrı çoğunluğun sağlanmasını gerektiren maddelerin kaldırılması. (Kıbrıs Cumhuriyetini sadece Rumların yönetebilmesi için Türklerin Meclisteki söz ve veto hakları kaldırılacaktı.)

6.    Belediyelerin ayrı olması maddesinin iptali. (Türklerin ayrı Belediyeye sahip olması iptal edilecek ve Rum çoğunluk Belediyelere hakim olacak, Türkleri idare edecekti.)

7.    Adalet mekanizmasının tek elden idare edilmesi. (Mahkemelerde Türk Hakim ve Savcılar olmayacak. Bir Türk ile Rum arasındaki davada Türkler hep haksız bulunacaktı.)

8.    Emniyet müessesesinin polis ve jandarma olarak iki ayrı güç şeklinde çalışmasının iptali ve bunların birleştirilmesi. (Polis ve Jandarma birleştirilerek çoğunluğu Rum olan silahlı bir güç oluşturulacak, Türkler silah zoru ile sindirilecekti.)

9.    Emniyet birimlerinde çalışan Türk-Rum oranının yeniden düzenlenmesi. (Polisin yapılanmasındaki yüzde 60 Rum, yüzde 40 Türk oranı Rumların lehine istenildiği gibi değiştirilecek ve uzun vadede polis gücü sadece Rumlardan oluşacaktı.)

10.  Emniyet, savunma ve amme hizmetleriyle ilgili olarak Türk ve Rum oranının nüfus oranına göre yeniden düzenlenmesi. (Ortak asker gücündeki yüzde 60 Rum, yüzde 40 Türk oranı, yüzde 82 Rum, yüzde 18 Türk şeklinde değiştirilecekti.)

11.  Amme Komisyonu üye sayısının 4 Rum, 1 Türk olarak yeniden düzenlenmesi. (Devlete memur alımında söz sahibi Amme Komisyonundaki eşit oran, dörde bir şeklinde değiştirilecek ve karar için Türklerin çoğunluk oyu istenmeyecek, devlet Rum memurlarla doldurulacaktı.)

12.  Amme Komisyonu’nun kararlarının salt çoğunluğa göre alınması. (Rum üyelerin onayladığı kararlar kabul edilecek, Türklerin itirazı veya istekleri dikkate alınmayacak)

13.  Rum Cemaat Meclisi’nin feshedilmesi. (Türkler muhtariyet düzeyine indirilsin, Türk Cemaat meclisi sembolik olarak kalsın, Temsilciler Meclisi ise sadece Rumlardan oluşsun.)

 

III. Makarios, önce bu teklifi Cumhurbaşkanı Muavini rahmetlik Dr. Küçük’e sundu. Ondan red yanıtını alınca da Ankara’nın yolunu tuttu, belki Garantör Türkiye’yi ikna ederim düşüncesi ile. 22-26 Kasım 1962 tarihlerinde III. Makarios’un Ankara’ya yaptığı resmi ziyarette dönemin Başbakanı rahmetlik İsmet İnönü kendisini büyük bir saygı ile karşılamış, kusursuz bir şekilde konuk etmiş ve nazik bir şekilde önerisini reddederek geri göndermişti.

 

Kendisini “akıllı” olarak tanımlayamayacağım Makarios, rahmetlik İnönü’nün bu kibarlığını Türkiye’nin acizliği olarak algılamış ve Türkiye’nin gücü ile varlığını küçümseyip, Türkiye’nin değiştirmeği reddettiği 13 Anayasa maddesini silah gücü ile değiştirebileceğini sanma yanılgına düşmüş, 21 Aralık 1963 gecesi organize bir şekilde Kıbrıslı Türklere saldırarak adayı kana bulamıştı…. (Devam edecek)

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

25 Aralık 2015

24 Aralık 2015
21 Aralık 1963 (3) için yorumlar kapalı
Okunma 151
bosluk
  • Sayfa 1 ile 3
  • 1
  • 2
  • 3
  • >
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar