Adamızda başkaları da Var |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
Dün, bütün günümü her zaman yaptığım gibi aile vakfımız olan SAMTAY Vakfı binasındaki odamda araştırmalar yapmakla, kitap okumakla ve makale yazmakla geçirdikten sonra, gün bitiminde Vakıf binamızdan eve gitmek üzere çıktım.
Bazen aracımla, bazen de bisikletimle gider gelirim evden Vakıf binasına.
Mecbur olmadıkça, gün içinde uzak bir yere gitmeyeceksem muhakkak bisikletimle giderim Vakıf binasına.
Ama bisiklet sürmenin de keyfine doyum olmuyor.
On beş yirmi dakikalık bir yolculuk ve spor yapmanın ötesinde müthiş bir sosyal yaşamı da beraberinde sürüklüyor bisikletle iş yerine gidiş.
Mağusa’da neredeyse tanımadığım yok, tabii beni tanımayan da.
Bu nedenle de yoldan geçen araçların içindeki kişilerle selamlaşmanın, yolda yürüyenlerle konuşmanın ve özellikle de kale içine girdikten sonra ana cadde üzerinde sıra sıra dizilmiş dükkanların neredeyse tümünde durup sohbet etmenin tadına doyum olmuyor.
On beş yirmi dakikalık yol oluyor bir saat ama, keyifli bir birsaat oluyor bu uzama.
Akşamüstü eve dönüşte de aynı keyfi yaşarım her zaman.
Yolda durup konuşurum, çoluk çocuk, genç kız, delikanlı, kadın, erkek, yaşlı demeden her kesle sohbet ederim muhakkak.
Deneyin çok zevkli olduğunu göreceksiniz.
Tavsiye ederim.
Dün dönüş yolumda, evime yakın bir yerde, neşe içinde yeşil siyah mezuniyet töreni cüppesi giymiş ve yan tarafından da püskülleri sarkan şapkasını takmış öğrencileri gördüm yolda.
Kızlı erkekli büyük bir coşku içindeydiler.
Benim gibi bisikletliler de dahil, gelip geçen arabalar umurlarında bile değildi.
Haklıydılar.
Uzun bir eğitim maratonunun sonuna gelmişler, mezun olmanın coşkusunu yaşıyorlardı.
Eminim o günü hiç unutmayacak anıları olmuştur hepsinin de.
Durup konuştum gençlerle.
Bana “Hocam” diye hitap etmelerine de için için bayıldığımı itiraf etmem gerekir.
Hepsinin ayrı ayrı hayalleri vardı geleceğe yönelik.
Kimi Mühendis olmak istiyordu, kimi Doktor, kimi de Hukukçu.
Bir tanesi ben Cumhurbaşkanı olacağım dedi.
Çok hoşuma gitti bu gencimizin büyük düşüncesi.
Büyük düşünceler, azimle o yolda ilerlenildiğinde, eninde sonunda gerçek oluyor.
Genç mezunların neşesinden ve coşkusundan biraz da ben içime çekerek evin yolunu tuttum.
Evim büyükçe bir bahçe içinde tek katlı, tipik bir Kıbrıs evi.
Bahçemde kendi ellerimle diktiğim ve gözüm gibi baktığım çiçeklerim, fidanlarım ve yetişkin ağaçlarım var.
Üç kuşak bir arada yaşayan beş kedimiz ve iki de köpeğimiz, ailemizin dört ayaklılar bölümünü oluşturuyor.
Fındık, Tombiş, Arap, Pamuk, Sarmoş, Cingöz ve Kral. Hepsinin de adları görünüm ve karakterlerine uygun.
Kral kedi olmasına rağmen hepsinin yöneticisi.
En kıdemli o.
Hepsi de ona saygıda kusur etmiyor.
Bunlara ilaveten güvercinlerimiz ve kınalı serçelerimiz var.
Bahçemdeki hurmaların dallarını yıllardır kesmiyorum, sırf serçelerimiz içine yuva yapabilsin diye.
Nitekim yıllar içinde mahallenin bütün serçeleri bizim bahçeye taşındılar ve ortam yaz kış cıvıl cıvıl.
Onlara da özel bir kuş evi yaptım ve her sabah yemeklerini ve özellikle de sularını oraya koyuyorum.
Yerden yaklaşık 1.80 m. yukarıda ve kedilerin tırmanması da olanaksız.
Keyifle yiyorlar yemeklerini ben koyunca.
Hemen içeri geçip penceremden neşeli bir halde yemek yemelerini ve su içmelerini seyrediyorum.
Müthiş bir keyif ve ruhsal rahatlama.
Ailenin dört ayaklı fertlerine seslendikten, çiçeklerle ağaçlara da sularını verdikten sonra eve girdim.
Evimdeki çalışma odamda sessiz sakin çalışırken, yakındaki okulun mezuniyet töreni kutlamasında da çalınan müziğin, söylenen şarkıların yerini havai fişekler almıştı artık.
Rengarenk göğe yükselen havai fişekler belli bir yükseklikte müthiş bir gürültü ile arka arkaya patlıyordu.
Aniden birileri, hoyratça ve düzensiz bir şekilde kapıya vurarak çalmaya başladı.
Çok olağan dışı bir çalıştı bu.
Doğal olarak yerimden büyük bir merakla fırladım.
Kapının penceresini açtığımda Fındık’ın patilerini kapıya dayayıp korkuyla bana baktığını, kedilerinde onun iki ayağı arasında büzüştüğünü gördüm.
Korkmuşlardı benim güzellerim, havai fişeklerin patlama sesinden ve tirtir titriyorlardı.
Hemen onları içeri aldım.
Özellikle Fındık, neredeyse bir metrelik boyu ile hemen kucağıma atladı.
Kediler de kaşla göz arasında oturduğum koltuğun altına sığındılar.
Hepsini yavaş yavaş severek okşadım ve sakinleştirmeye çalıştım “korkmayın” diyerek ama, söylediklerimi anlayıp anlamadıklarından da emin değildim.
Sonra da pencereye koştum.
Ne serçelerim bahçedeydi ne de güvercinlerim.
Hepsi korkudan kaçmıştı.
Benim bilmediğim ama doğayı paylaştığımız diğer hayvanlar da eminim kaçmışlar, bir yere saklanmışlardı.
Bizler insan oğlunun, kendi zevklerimiz ve kutlamalarımız için bu topraklarda bizlerle birlikte yaşayan ve soluk alan diğer canlıların hayatlarını hiç dikkate almadığımızı fark ettim aniden.
Hakkımız var mıydı, onların sessiz, sakin ve mutlu hayatlarını bozmaya.
Sanırım hiç yok.
Bence havai fişeklerin sesli olanları ve yüksek sesle patlayanları yasaklanmalı, bizlerle birlikte bu topraklar üzerinde yaşayan diğer canlıların yaşam düzenlerini bozmamak için.
Onlara saygılı olmamız gerektiği düşüncesindeyim.