ANNAN Planı nasıl yutturuldu |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
Kıbrıs Türk toplumuna yönelik, uzun vadeye yayılmış, dahiyane bir toplumsal beyin yıkama yöntemi ile Annan Planı toplumumuza, bilimsel yöntemler kullanılarak açıkça yutturuldu.
İnsan oğlunun zayıf tarafları dikkate alınarak, algılama teknikleri en iyi şekilde kullanılıp, medyaya yardımı ile yapay beyin yanılgıları yaratılarak Annan Planı açıkça Kıbrıs’lı Türklere gayet güzel bir şekilde pazarlandı. Papadopulos olmasaydı daha doğrusu Papadopulos da bu oyuna gelseydi, şimdiye çoktan vatanımız elden gitmiş, bizde 5.ci sınıf “Birleşik Kıbrıs Devleti” vatandaşı olmuştuk.
Sıralamayı hatırlatmama gerek yok sanırım. Hıristiyan olup olmamak ayırımı gizli kapılar ardında her zaman geçerli olduğundan, bu toplumumuza yutturulmaya çalışılmış yeni devletteki sınıflama Rum, Maronit, Ermeni, Latin ve Türk şeklinde olacağından, bizler de ancak 5.ci sınıf vatandaş olabilecektik. Aynen Yunanistan Trakyasında yaşayan ve AB vatandaşı oldukları halde kendilerine Türk denilmesi yasaklanmış soydaşlarımız gibi.
İstanbul’dan hiç görmediğim ve tanımadığım, adının da sadece “Duygu” olduğunu yazdığı bir okuyucum aktardı bana aylar önce “Manufacturing Public Perception” konusunu.
Ve balıklama daldım bu konunun üzerine. Araştırmadığım web sitesi, okumadığım yazı ve kitap kalmadı bu konuda. Kavram yeni olmasına rağmen ders kitaplarına bile saldırdım.
“Manufacturing Public Perception”nın kelime bazında Türkçesi “Toplum Algılaması Üretmek”dir. Çeviriyi biraz daha geniş tutup, kelime bazından manasal çeviri zeminine dönüştürürseniz “Kamuoyunun Algılama Silsilesini Üretmek” veya “Halkı bir fikre inandırmayı planlamak” şeklinde daha doğru bir tanımlama ve çeviri yapmış olursunuz. İşin özü ise açıkça “Medyadaki haberlerin istediğiniz biçimde çıkmasını sağlamak için çok uzun ve sabırlı çalışmalar zinciri kurmak”dır.
Bu konudaki saptamalarımı yerine oturtmak için önce 68 sene evvelsine geri gitmemiz gerekmektedir, yani 2.ci dünya savaşı evvelsi yıllara.
Propaganda, 2.Dünya Savaşı öncesi ve sırasında Almanya’da Naziler tarafından çok korkunç bir silah olarak kullanılmıştır. Kendisi müthiş bir konuşmacı ve usta bir propagandacı olan Hitler, hükümetinde bir de Propaganda Bakanlığı kurmuş, başına da çok zeki ve yetenekli Dr.Joseph Goebbels’i getirmişti. Tarihçiler, Almanya’da Faşizmin yayılıp güçlenmesinde Hitler’den sonra en büyük rolü oynamış kişi olarak Goebbels’i göstermektedirler.
Tüm iletişim araçlarını, sinemalar, tiyatrolar ve sanat sergileri de dâhil tekeline geçiren Goebbels, propagandasını şu temel ilke üzerine kurmuştu: “Eğer bir yalan, uzun bir süre yeterince tekrarlanırsa, sonunda o yalan bir gerçekmiş gibi algılanır”.
Propagandanın, sürekli olarak yalan söyleme sanatı olduğunu çok iyi bilen Goebbels, yalan uydururken de şeytanca bir yol izlemiştir: Tamamı yalana dayalı bir propaganda asla yapmamıştır! Hep, söylediği büyük yalanların arasına bazı küçük doğruları da serpiştirmiştir! Böylece, dinleyicilerini ve izleyicilerini çok daha kolay kandırıp aldatmıştır!
Avrupa Birliği (AB) projesinin mimarları da, yaptıkları propaganda da, Goebbels’i kendilerine örnek almışlardır. Günümüz AB propagandacıları da tıpkı Goebbels gibi, büyük yalanların arasına birkaç doğru sıkıştırarak kitleleri aldatmayı, kandırmayı hedeflemişler ve uygulamaya koymuşlardır.
Bakın sistem nasıl çalışıyor.
Önce, hedef saptanıyor. Sonra Halkla İlişkiler firmaları ve onlara bağlı reklam ajansları ince çalışmalarla bu fikri şekillendiriyorlar. Propaganda adımları tespit ediliyor. İkinci aşamada, toplumun tanınan kişilerinin ve bilim adamlarının maaşa veya bir tür menfaate bağlanması yer alıyor. Bazı Vakıf Kuruluşlarında veya Sivil Toplum Örgütlerinde yüksek ücretle maaşa bağlanmış kişilere istenilen sonuca yönelik bilimsel açıklamalar ve konuşmalar yaptırılıyor. İyi niyetle kurulmuş Vakıflara veya Sivil Toplum Örgütlerine girmek veya ele geçirmek, o masum insancıkları “eğitmek”, bir takım çalışmalar için karşılıksız hibeler vermek ve yurt dışı geziler maskesi altında saptanmış hedef doğrultusunda eğitmek, uygulamanın olmazsa olmazları arasında yer alıyor.
Son aşamada da, Medyaya görsel minik haberler hazırlayıp vermek, hedefin yaratacağı olumlu gelişimleri sürekli ısrarla tekrarlamak, aksinin kabul edilemez olduğunu binlerce kere vurgulayıp, aksi gelişmelerin ülkeyi felakete sürükleyeceğini ısrarla ve inandırıcı bir şekilde kitlelerin bilinç altına yerleştirmek geliyor. Ve tabi, ulaşılması istenen hedef doğrultusunda yeni Sivil toplum örgütleri ile Siyasi partiler kurmak ve medyada taraftar satın almak da en son vurucu adım oluyor.
Bunun sonucunda da, topluma kabul ettirilmek istenen fikri, iyice inceletilmeden aceleye getirtilerek toplumlara onaylatmak çocuk oyuncağı oluyor.
İşte “Manufacturing Public Perception” veya benim çeviri anlayışımla “Halkı bir fikre inandırmayı planlamak” yönteminin esası bu. Şimdi gözünüzü kapayın ve Mart 2003 den sonra KKTC’de olanları, yapılanları, mitingleri, KTTO seçimlerini, kurulan siyasi partileri, Annan Planını kayıtsız şartsız destekleyen görsel ve yazılı medya kuruluşlarını, onların yayınlarını iyice hatırlayın ve gözünüzün önüne getirin.
Ne tezgah kurulmuş ve insanımız nasıl gaza getirilmiş ama. İnanılır gibi değil.
Neydi bu tezgahın saptadığı hedef? Kıbrıs’ta azınlık statüsünde olan Kıbrıs’lı Türklere Annan Planını benimsetmek ve onları adada çoğunluk olan Rum idaresi altına sokmak, Türkiye’yi adadan uzaklaştırmak ve ada ile bağını ilelebet koparmak.
Bu hedef hiçbir zaman gerçekleşmeyecek, Kıbrıs’lı Türkleri hiç kimse hiçbir zaman teslim alamayacak ve 5.ci sınıf vatandaş yapamayacak. Hele son İsrail-Lübnan olayından sonra, böyle bir girişim asla başarılı olamayacak ve dünyada sınırlar değişirken, Kıbrıs’ta da sınırlar yeniden çizilecek. Tarih bunu böyle gösteriyor ve beni haklı çıkaracak.