KKTC-SURİYE İLİŞKİLERİ NEREYE KADAR |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
Hafız Esad’ın 2000 yılında ölmesi Türkiye-Suriye ilişkilerinde yeni bir dönemin başlangıcını oluşturdu. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den sınır dışı edilmesi ve karşılıklı güvenlik komitesinin kurulmasından sonra yumuşamaya başlayan Türkiye-Suriye ilişkileri, Türkiye’nin en üstü düzeyde, Cumhurbaşkanı seviyesinde Hafız Esad’ın cenaze merasimine katılması ile de normalleşmeye başladı.
Türkiye ve Suriye’yi endişelendiren bölgedeki ABD gücü, Irak’ın geleceği ve bu ikisinin bölgedeki daha geniş kapsamlı etkileri yavaş yavaş ortaya çıkarken, 2003 yılı Temmuz ayında Suriye Başbakanı Miro’nun Türkiye’ye yaptığı ziyaret, Türkiye ile Suriye arasındaki buzları tamamen eritirken, Ortadoğu’nun geleceği açısından da önemli açılımları beraberinde getirdi. 17 yıldır ilk kez bir Suriye başbakanının Türkiye’ye gelmesi, birçok kemikleşmiş tabuların yıkılmasına neden olurken, Ekim 1998’de neredeyse savaşın eşiğine gelmiş olan bu iki ülkenin sıcak ilişkilerini de zirveye taşıdı.
2003 yılı Temmuz ayında gerçekleşen bu üst düzey ziyaret Türkiye ile Suriye arasındaki buzları tamamen erittiği gibi, Ortadoğu’nun geleceği açısından önemli açılımları da beraberinde getirdi.
Ve ilişkilerin zirveye çıkmasına, 1946 yılından bu yana bağımsız Suriye tarihinde ilk defa Suriyeli bir devlet başkanının Türkiye’ye gelmesi yol açtı. Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın 2004 yılında Türkiye’ye yaptığı resmi ziyaret iki ülke ilişkileri açısından olduğu kadar, bölgesel dengeler açısından da yepyeni bir dönemin başlangıcını oluşturdu.
Dönem, AKP iktidarı dönemi idi.
Bölgede Türkiye-Suriye arasında bu gelişmeler sürerken bir diğer bir gelişme de ABD’nin Irak’a girmiş olması ve ABD-İsrail-Ürdün bloğunu oluşturmuş olmasıydı.
Suriye-Türkiye-İran, ayrı bir güç merkezi oluşturarak blok halinde ABD-İsrail-Ürdün bloğuna karşın bölgede yerini aldı.
Beşşar Esad’ın Türkiye ziyareti, bu yönüyle bölgeye yabancı müdahalelerinin kabul edilmeyeceğinin de bir tür ilanı oldu. Özellikle 1990’lı yılların ortasından itibaren artan Türkiye-İsrail ilişkileri, Suriye’yi büyük bir kıskaca almışken, aradan geçen zaman içinde Türkiye’ye yakınlaşmayı sistemli biçimde sürdüren Suriye, Türkiye ile sevecen ve sıcak ilişkiler içine girerek bu kıskaçtan kurtulmayı başardı.
Suriye’nin 2007 ilkbaharında Moskova’dan stratejik silahlar ve Hizbullah’ın kullandığı yerden havaya (SAM) uçaksavar ve tanksavar füzeleri alması, İsrail’i bayağı endişelendirdi. Bu endişeyi yapımı devam etmekte olan nükleer tesisler de bir kat daha arttırdı.
6 Eylül tarihinde İsrail uçaklarının Suriye’nin kuzeyindeki bir tesisi bombalaması ve Türkiye’nin olaya ister istemez taraf olması, yeni bir gelişmenin ortaya çıkmasına neden oldu.
İsrail savaş uçaklarının Suriye hava sahasını ihlal etmesi ve Türkiye tarafından İsrail’in Türk hava sahasını da ihlal etmekle suçlanması, olaya yeni bir boyut getirdi ve bölgedeki dengelerin değiştiğinin açık mesajını verdi.
Amerika’nın 2005 yılında Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin öldürülmesinden sonra Suriye’ye uyguladığı ambargo pek başarılı olamadı. ABD ile Suriye arasındaki ticari ilişkilerin çok düşük düzeyde olması ambargonun etkilerini kırarken, Avrupa Birliğinin Suriye’nin ihracatının %60’ını alması, Türkiye-Suriye ticaret hacminin her sene katlanarak artması, söz konusu ambargonun başarısız olmasına yol açtı.
Suriye ile Türkiye arasında 2000 yılında 750 milyon dolar olan karşılıklı ticaret hacmi, 2001’de bir milyar dolar sınırını aşmış, 2002 yılında 1,5 milyar dolara, 2003 yılında 2 milyar dolara çıkmış, günümüzde de 4 milyar dolara yaklaşmıştır. Her iki ülke 2010 yılında bu miktarı 10 milyar dolara çıkarmayı hedeflemiştir.
Bu gelişmelerin ışığında ABD Suriye’ye bakış açısını ve taktiğini değiştirmiş, başka çare bulamayınca Türkiye’yi aracı devlet olarak kullanarak Suriye’yi kendi saflarına çekmek planını uygulamaya koymuştur.
Aslında İsrail’in Suriye’ye saldırı amacı bir yerde Suriye’yi Türkiye’ye doğru itmek ve Türkiye vasıtasıyla ABD ile işbirliğini sağlamaya çalışmaktır.
ABD’nin yumuşak karnı olan Irak konusu ve Orta Doğu’da karşılaştığı zorlukların çözüm anahtarının Türkiye’de olduğu artık iyice su yüzüne çıkmıştır.
KKTC’ye uygulanan haksız ambargoların ve AB-Türkiye müzakerelerinde Kıbrıs Rumlarının çıkardıkları zorluklar, Türkiye’yi bayağı rahatsız etmesinden dolayı, bu kritik aşamada, KKTC konusu da AKP hükümeti tarafından masaya konmuş, ABD-Türkiye-Suriye pazarlığı içinde KKTC’de dolaylı olarak yerini almıştır.
Erdoğan’ın BM’nin 62.ci Genel Kuruluna katılmak için gittiği Amerika’daki temasları ve yoğun programı gerçekten de Türkiye’nin dış politikadaki ataklığını ve önemini bir kez daha ortaya koymuştur. Hiçbir devlet başkanının programı, Erdoğan’ınki kadar yoğun ve temas düzeyi bu denli yüksek olarak geçmemiştir.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Dış İşleri bakanı Markulli’nin New York’ta Suriye’li muhatabından ve Kıbrıs’taki Suriye Maslahatgüzarı Nadir’den, Mağusa-Lazkiye deniz otobüsü seferi ile ilgili olarak karın doyurucu bir yanıt alamamasının nedeni de budur.
Makarios ve Kyprianou dönemindeki Kıbrıs Rum-Suriye ilişkilerinin ve azılı bir Türk düşmanı olan Rum Meclis Başkanı Vassos Lisaridis’in yıllar önceki Suriye ilişkilerinin altından çok sular akmıştır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Mağusa- Lazkiye seferlerini durdurmak için son çare olarak, eski günlerin hatırına Vassos Lisaridis’i Suriye’ye göndermek kararını dahi almıştır.
Ama artık hiçbir şey eskisi gibi değildir. Türkiye ile Suriye arasındaki o eski düşmanlık duyguları yüklü günler bitmiştir.
Bunun yansıması doğal olarak KKTC’ye de gelecektir.