KKTC’ye Hava Sahası Darbesi |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
Rumların “Avrupalı Dostları” başımıza bir çorap daha örmenin tezgahını kurduktan sonra hazırlığını da bitirmek üzereler.
İşin başı 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması ile başlıyor. Geçen yıllar içinde Yunanistan tarafından düzenli ve sistematik olarak hep Yunanistan lehine değiştirilen Lozan Antlaşmasının bazı maddeleri, günümüzde halen yaşamakta olduğumuz sorunların kökenini oluşturuyor.
İtalyanlar ile Lozan Antlaşması sonrasında Meis Adası, diğer adacıklar ve 12 Adaların durumu ile ilgili yapılan bazı ikili anlaşmalar ve tutulan tutanaklarla o günlerde İtalyan hükümetine verilen haklar, II.ci dünya savaşı sonrasında 1947 yılında yapılan Paris anlaşmasıyla Yunanistan’a geçti.
Yani, Türkiye’nin hemen yanı başındaki adalarda gerçek Yunan hakimiyetinin kurulması, topu topu sadece altmış bir sene evvel başladı.
I.ci dünya savaşı sonrasında Yunanistan 1931 yılının Eylül ayında hava sahasını tek taraflı olarak gizli bir şekilde 6 milden 10 mile çıkarttı. 1936 yılında da Lozan Anlaşmasındaki 3 millik kara sularını 6 mile çıkarttı ve o günden bu güne de Türkiye-Yunanistan arasındaki sorunların başında sürekli olarak yerini korudu.
1931 yılında hava sahasını 10 mile çıkartan Yunanistan, aradan tam 45 yıl geçtikten sonra, gerçekte de 20 Temmuz Barış harekatından sonra mazlum rolü oynayarak, 10 Ağustos 1976 tarihinde tek taraflı olarak uluslar arası olan Ege sularını Yunan karasuları ilan etmek için Lahey Adalet Divanı’na baş vurarak krizi tırmandırdı.
Egedeki Yunan hava sahası ve Yunan karasuları sorunu aslında 10 Ağustos 1976 tarihinde bu başvuru ile başladı.
Her ne kadar Lahey Adalet Divanı bu başvuruyu kabul etmediyse de, artık iki ülke arasındaki “Ege Sorunu”nun fitili de o gün ateşlenmiş oldu.
Türkiye, adaların kıta sahanlığının bulunmadığı 1958 2.ci Deniz Hukuku Konferansına imza atarak, “Kıta Sahanlığı” kavramı ile Akdeniz ve Ege Denizinde, Türkiye’nin karşı kıyılarında bulunan kıtaların kıyılarında hükümranlığı olan Mısır, Yunanistan gibi devletlerle aradaki denizlerde yarı yarıya kıta sahanlığı haklarını bölüştü. Aradan 24 yıl geçtikten sonra 1982 yılında tekrar düzenlenen “Uluslar arası Üçüncü Cenevre Konferansı” sonucuna (UNCLOS), bu sefer adalara kıta sahanlığı hakkı verildiği için Türkiye imza atmadı. Türkiye ile birlikte, başta ABD olmak bir takım ülkeler de bu antlaşmayı imzalamadılar.
Yunanistan, tek taraflı bir girişimle, bu anlaşmayı Türkiye imzalamadığı için kendini “Adalar konusunda” haklı olan ülke olarak lanse etmeye başladı.
Bu olayın ardından 1987 Mart krizi yaşandı.
Kardak Krizi ise Ocak 1996’da Yunanistan ile Türkiye arasında Türk bandıralı bir geminin Kardak Kayalıkları’nda karaya oturması sonucu Türk ve Yunan kurtarma ekipleri arasında anlaşmazlık çıkınca patladı ve iki ülkeyi savaşın eşiğine getirdi.
Lozan Antlaşmasında bazı yerlerin isimleri ile birlikte hangi ülkeye ait olduğu yazılmış
olmakla beraber Kardak kayalıklarının sahipliliğini net olarak ortaya konmamıştır. 1950 yıllarındaki uluslararası haritalarda ve de ABD seyir haritalarında Kardak kayalıkları Türkiye hudutları içinde gösterilmiştir. Buna rağmen Yunanistan hala daha Kardak üzerinde hak iddia etmektedir.
Hava sahası konusunda ise Türkiye yeni bir girişimde bulunarak, Türkiye Hava Sahasının tek bir merkezden kontrol edilmesini sağlayacak “SMART” projesinin çalışmalarını başlatmış ve 2011 yılında da uygulamaya koymayı hedeflemiştir. Projenin amacı, Avrupa Birliği ülkelerinin sahip olduğu gibi, daha çağdaş, daha emniyetli ve daha nitelikli bir hava sahasına kavuşmaktır.
Bu projenin AB uzantısı ise Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini olumlu etkilerken, KKTC’ye de çok olumsuz etkiler yapabilir.
SMART Projesinin bir anlaşma durumunda, AB içinde Birliğin karar mekanizmaları yoluyla, üye olmayan ülkelerle de AB ile yaptıkları veya yapacakları havacılık alanındaki entegrasyon anlaşmalarından yararlanılarak hayata geçecek olması, Kıbrıs Rum ve KKTC konusundaki sıkıntıları hemen gündeme taşıyacaktır.
Avrupa Birliği, Türkiye’ye yaptığı çağrı ile aynen Gümrük Birliğinde olduğu gibi tek taraflı olarak “Avrupa Tek Hava Sahasına” katılımını talep etmektedir.
Türkiye ise, AB’nin “Tek Hava Sahasına dahil olun” önerisine, KKTC’ye yönelik izolasyonların kaldırılması ve Avrupa Uçuş Emniyeti Otoritesi’ne (EASA) Türkiye’nin aktif üye olması koşulu ile davetin olumlu değerlendirilebileceği yanıtını verdi.
Türkiye’nin AB’nin Tek Hava Sahası’na katılması demek, hava sahasını AB üyesi olan Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti uçaklarına açmak, Rumlarla işbirliği yapmak, devlet düzeyinde Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ile diplomatik ve Politik ilişkiler kurmak ve güney sahillerindeki uçuşların da Larnaka’daki merkezden kontrol edilmesine izin vermesi demektir.
Türkiye Uluslararası antlaşmalardan kaynaklanan kendi kıta hava sahasını kaldırıp Avrupa Birliğinin “Tek Hava Sahası”na girdiği vakit, karşılığında ortaya koşul olarak koyduğu “KKTC’ye yönelik izolasyonların kaldırılması ve Avrupa Uçuş Emniyeti Otoritesi’ne (EASA) Türkiye’nin aktif üye olması”nı gerçekleştiremezse, KKTC’ye ölümcül bir darbe, 1974 Barış Harekatına da “Haksız müdahale” damgası vurulmuş olacaktır.