RUMLAR SAYGINLIK MİRASLARINI YİYİP BİTİRDİLER |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
Son gelişmeler, Avrupa Birliği içinde, Orta Doğu’da ve devletlerarası platformlarda Rumların saygınlıklarını iyice yitirdiklerini göstermektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nde 2002 yılından beri işbaşında olan 58.ci, 59.cu ve 60.cı hükümetlerinin uyguladığı dış politika gözle görülür bir şekilde semeresini vermeye başladı.
Bir taraftan yüzünü batıya döndürüp, AB ile katılım müzakerelerini sürdürürken, diğer taraftan da aynı yüzünü Doğu’ya döndürüp İslam ülkeleri ve komşuları ile ilişkilerini iyice ilerletti. Ermenistan ile ilişkileri, Ermeni diasporasının Ermenistan halkı ve siyasetçileri üzerindeki baskısı nedeni ile şimdilik beklenilen düzeyde değil. O da bu günlere mahsus. Gelecekte Ermenistan’ın Türkiye ile olan ilişkilerini iyileştirmek zorunda kalacağı kesin.
1960 yılların başında Makarios’un, o dönemde, 2.ci dünya savaşından sonra iki kutuplu hale gelen dünyada, Amerika ve Rusya bloklarının dışında kalmak isteyen ülkelerin oluşturduğu “Bağlantısız Ülkeler Grubu”na girmesi ve kara cüppesi ile din adamlığına güvenerek bağlantısız ülkelerin liderliğine oynaması, Kıbrıslı Rumlara yıllarca tepe tepe kullanacakları bir saygınlık kazandırmıştı.
Makarios, Birleşmiş Milletlerde, arkasında “Bağlantısızlar Grubunu hissedince Kıbrıs’ı ele geçirmek ve Enosis adımlarını hızlandırmak için, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasını göz göre göre ve uluslar arası antlaşmalara aykırı olarak çiğnemekten hiç çekinmedi. Kıbrıslı Türklere soykırım uyguladığı halde, yargılanması gerekirken, 4 Mart 1964 tarihinde BM Genel kurulunda yapılan ünlü oylamada, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Kıbrıs’ın uluslararası tanınan tek hükümeti, Makarios da onun başkanı olarak kabul edildi.
Rumlar bu olanağı, 1977 yılına kadar Makarios’un şahsında, 1977 de Makarios’un ölmesinden sonra da “Miras” olarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği”nin dağıldığı 1992 yılına kadar tepe tepe kullandılar.
Birlemiş Milletler Genel Kurulunda veya Güvenlik Konseyinde Kıbrıslı Türkler ve Türkiye aleyhine, arkalarındaki bu gücün yardımı ile kendi istekleri doğrultusunda kararlar çıkarttırmaktan da hiç çekinmediler.
15 Temmuz 1974’de Kıbrıs Cumhuriyetini yıkmak içim darbe yapmalarına, 16 Temmuz 1974’de “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”ni ilan etmiş olmalarına rağmen, zeytin yağı gibi suyun üstüne çıkmayı başarmışlar ve adada Kıbrıslı Türklerin toptan katliama uğramalarına mani olmak için “1974 Barış Harekâtını” gerçekleştiren Türkiye’yi suçlu kendilerini de mazlum konumuna sokmayı başarmışlardır.
Tabii her şeyin bir sonu olduğu gibi, bununda sonu geldi ve kara papaz Makarios’tan kalan bu miras yene yene bitti.
Türkiye’nin söz sahibi bir konuma gelmesi ve Orta Doğu’daki kalıplaşmış dengeleri bozması, Kıbrıs Rum Yönetiminin Suriye ve Lübnan ile olan kırk yıllık ilişkilerinin değişmesinde çok etkili oldu. Miras bile işe yaramadı.
Rum Yönetimi günlerdir Suriye hükümetinden Mağusa-Lazkiye seferleri konusunda resmi bir yanıt beklerken ve Rum Dış İşleri bakanı Erato K. Markulli, Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim’den hala daha randevu beklerken, Türkiye Dış İşleri bakanı Ali Babacan’ın daha evvel ziyaret tarihi belirlenmemiş olmasına rağmen Suriye’ye resmi bir ziyaret yapması, Türkiye-Suriye ve Kıbrıs Rum-Suriye arasındaki ilişkilerin ne düzeyde olduğunu iyice ortaya koymaktadır.
Babacan’ın Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim ile tüm konuları etraflıca görüşmesi, Gül’ün Esad’ı Türkiye’ye davet ettiği mesajını iletmesi ve Esad’ın bu daveti memnuniyetle karşılayarak yakın zamanda Türkiye’yi ziyaret edeceğini bildirmesi, Türkiye-Suriye ilişkilerinin ne denli iyi ve yüksek seviyede olduğunu göstermektedir.
Babacan’ın Suriye’den İran’a geçmesi ve İran Dışişleri Bakanı Manuçehr Mutteki ile görüşme yapması, bölgedeki ağırlığını ve komşuları ile olan sağlam ilişkilerini ve işbirliğini gözler önüne sermektedir.
Doğu’da bunlar olurken, batıda Avrupa Parlamentosu (AP) Türkiye Raportörü Hollandalı Hristiyan Demokrat Ria Oomen-Ruijten tarafından kaleme alınan Türkiye kararının, tüm girişimlerine rağmen Rumların istediği şekilde çıkmaması, Rum tarafının çaresizliğini ve Rum Avrupa milletvekillerinin dolayısı ile de Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Avrupa Parlamentosu’nda yitirdiği saygınlığa işaret etmektedir.
Gül’ün Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde Türkiye Cumhurbaşkanı olarak konuşma yapması ise yepyeni bir gelişme.
En önemlisi ise artık ABD’nin, BM’nin ve AB’nin Kıbrıs sorunundan bıkmış olması ve Türkiye ile olan ilişkilerine Kıbrıs’lı Rumların zarar verir düzeye geldiğini fark etmiş olmalarıdır.
Miras bitti.
ABD’nin, BM’nin ve AB’nin aklında iki çözüm var. Ya “Birleşik Kıbrıs”, ya da adada tanınan “İki ayrı devlet”.
2008 ilkbaharından sonra bu düşünce iyice su yüzüne çıkacak ve Kıbrıs sorunu büyük bir olasılıkla 2009 AB Parlamento seçimlerini görmeyecek.