Rumların Zikri Belli Oldu |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
Müzakerelerin gidişatı ve Hristofyas’ın yaptığı açıklamalar ile tavırları, hedeflerinin ne olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaya başladı.
Dr. Derviş Eroğlu’nun Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra Hristofyas’ın tavırları belli bir şekilde gün be gün değişime uğruyor.
Karşısındakinin her istediğini kabul edecek birisi olmadığını anladıkça, doğru orantılı olarak da her gün biraz daha daha agresif ve hırçın olmaya başladı.
Hayra alamet değil bu.
Çarşamba günü müzakerelerin tamamlanmasının ardından Cumhurbaşkanlığına döndükten sonra mesai arkadaşlarına ve partililerine sert bir üslupla, müzakere alanında ne görüşüldüğü ile ilgili konuşmak istemediğini açık bir şekilde belirtmesi içine düştüğü sıkıntılı durumu net bir şekilde ortaya koyuyor.
Kafasında tilkilerin dolaştığından, aklından müzakereleri çıkmaza sokmanın veya sütten çıkmış ak kaşık gibi masayı terk etmenin, suçlanmadan müzakerelerin gidişatını geciktirmenin veya görüşmeleri incir ipi gibi uzatmanın hesaplarını yaptığından eminim.
Hristofyas, daha müzakereler başlamadan Cumhurbaşkanı Eroğlu’na tuzak hazırlamak ve tuzağa düşürmek çabası içine girdi.
Hazırladığı ilk tuzağa, Eroğlu’nun kurnaz manevrası nedeniyle kendisi düştü ve apar topar masaya oturmak zorunda kaldı. İlk girişimi akim kaldı ve yüzüne gözüne bulaştırdı.
İkinci tuzağını da “Mülkiyet” başlığı içinde kurmaya çalıştı.
Daha masaya oturmadan “Mülkiyet ve Toprak” ana başlıkları ile “Türkiye’den gelip adamıza yerleşen vatandaşlarımız” ile ilgili alt başlığın birleştirilmesini ve her üç konuyu birbiri ile bağlantılı olarak birlikte görüşmenin çok iyi bir yöntem olacağını söylemeye ve söyletmeye başladı.
Hristofyas’a ve akıl hocalarına göre “Mülkiyet” konusunun “Toprak Düzenlemeleri” ile birlikte ele alınması çok iyi olacakmış.
Toprak iadesi konusunda Rumlar, “Yerleşik” diye tanımladıkları “Türkiye’den gelip adamıza yerleşerek vatandaşlarımız olan kişilerin” geri gönderilerek onlardan boşalacak evlerin, işyerlerinin ve tarım arazilerinin Rumlara geri verilmesinin “Toprak düzenlemesi ve iade sorununu” çözeceği inancındaymışlar.
Tesadüfe bakın ki, Hristofyas masaya oturunca yaptığı önerinin içinde de bu üç konu, birbirleri ile bağlantılı olarak yer alıverdi.
Müzakereler başlarken Downer’in ortaya koyduğu prensiplerin dışına çıkan Hristofyas’a Eroğlu’nun tavrı ve yanıtı, başlıkların birleştirilemeyeceği ve her başlığın tek olarak kendi başına, diğerleri ile bağlantılanmadan ele alınması yönünde olunca da, Hristofyas’ın neşesi kaçtı ve hırçınlaşmaya başladı.
Sadece mülkiyetin tartışıldığı 23 Haziran tarihli müzakerede Hristofyas, birçok Kıbrıslı Rum’un büyük olasılıkla KKTC’deki mülkünü geri alıp Türk Devletinde yaşamak istemeyecek olsa bile, bu hakkın teminat altına alınması gerektiğine işaret edip, 1974 öncesi söz konusu taşınmazın sahibi olan kişilerin ilk söze sahip olması gerektiği konusunda ısrar edince, Cumhurbaşkanı Eroğlu da son AİHM kararlarına gönderme yaparak, “taşınmazların bugünkü kullanıcılarının takviye edilmiş haklarına ilişkin tutumunu” masaya koydu.
AİHM’nin geçmiş kararlarına göre bugünkü kullanıcıların hakları, Rumlarınkinden çok daha fazla.
AİHM’nin düşünüş ve karara varma mantığına göre, 1974 Barış Harekatı öncesi 3-5 yıl bir evde yaşamış olan bir Rum’un, aynı evde Barış harekatı sonrasında otuz dört yıldır oturan kişiden çok daha az olduğu şeklinde.
Bu düşünce tarzı ve alınan karar, Rumları can evinden vurulmuş konumuna soktu.
Bu kararın açıklanması ile Rumların mülkiyet konusunda yıllardır ısrarcı oldukları söz konusu taşınmazın 1974 öncesi eski sahibine iadesi ve ilk söz sahibi olmak iradesi talepleri geçersiz oldu. Olası bir uygulamada bunun tam tersi olacak ve söz konusu taşınmaz üzerinde, KKTC Tapu Dairesinin verdiği koçanlar (Tapular) üzerinde adları yazan kişiler, 1974 öncesi eski sahibinden çok daha fazla haklara sahip olacak.
Bu nedenle Hristofyas, böylesi bir kavramı, 1974’den beridir gerçekleşmeyeceğini bile bile “Geriye Dönüş” hayalleri ile kafalarını doldurdukları Rum vatandaşlarına izah edip kabul ettiremeyeceğini bildiği için, müzakereleri çıkmaza sokmanın veya sütten çıkmış ak kaşık gibi masayı terk etmenin, suçlanmadan müzakerelerin gidişatını geciktirmenin veya görüşmeleri incir ipi gibi uzatmanın hesaplarını yapıyor.
Başka bir çıkar yolu yok. İlk fırsatta da bu olasılıklardan bir tanesini uygulamaya sokacak.