AB’nin Mali Yardım Hikayesi

AB’nin Mali Yardım Hikayesi

AB’nin Mali Yardım Tüzüğü, yazarları AB’nin 24.5 üyesi devletin olduğu, “Dünya Hikayeler Klasiği”ne girmeye aday,  tam bir “Uyduruk Hikaye” klasiği oldu. 264,172 kişilik bir toplumu uyutmaya ve keriz yerine koymaya yönelik ilginç, ilginç olduğu kadar da dahiyane bir hikaye.

 

Bakın 18 Mart 2006 ve 20 Mart 2006 tarihli KÖŞE YAZI’larımda neler yazmışım bu eşi benzeri görülmemiş Mali Yardım Hikayesi üzerine.

 

Tarih : 18 Mart 2006, Başlık : Yüz karası bir Tüzük (Cumhuriyet K. Kıbrıs)

“Mali Yardım Tüzüğü” biz Kıbrıslı Türkler için tam bir tuzak. Aslında yüz karası bir tüzük. Adanın kuzeyinde egemen olan KKTC devletinin bu egemenliğini delmek için ustaca hazırlanmış bir tuzak.

Üstelik dün (Cuma) yerel bir radyo yayınında konuşan bir yetkili vardı. Kendisinin adı o ana kadar söylenmemiş olmasına rağmen, ses tonundan ben o kişiyi KKTC’nin, lütfen Avrupa Parlamentosu toplantılarına misafir olarak katılmasına izin verilmiş olan bir Milletvekilimiz olduğunu tahmin ettim. Tabi eğer o kişi iseydi. Bana göre milletvekili idi ama AB’ye göre adı sadece ve sadece “Kıbrıs Türk Cemaati Temsilcisi” idi.

Keşke dinlememiş olsaydım …..

 

Tarih : 20 Mart 2006, Başlık : Mali Yardım Yalanının Mumu Söndü (Cumhuriyet K. Kıbrıs)

Mali yardım Tüzüğü konusunda atan atana. AP’ye gönderdiğimiz temsilcilerimiz bile işin detayının farkında değil.

Radyolara çıkıp, AB’nin Mali Yardım Tüzüğünün onaylanmasından sonra Lefkoşa’nın Türk kesiminde, Rum tarafındaki AB ofisinden bağımsız ve GKRY kontrolü olmaksızın icraat yapacak AB ofisinin açılacağından bahsediyorlar.

Neyse ki yalancının mumu yatsıya kadar yanar diye bir atasözümüz var, kimin okuduğunu anladığı kimin de okumasına rağmen anlamadığı ve attığı, yakında ortaya çıkacak …..

 

Zaman ve gelişmeler, kötü günlerde Kıbrıs’ta yaşamış olan, Rumları saçındaki telinden, ayağındaki tırnağına kadar iyi tanıyan bizleri haklı çıkardı.

Her iki köşe yazısında bahsettiklerim ve öngördüklerim bu gün aynen gerçek oldu. Mali Yardım Tüzüğü tam bir hikâye. Biliyorsunuz hikâyeler hayal ürünüdür ve gerçekleri değil, içindeki hayali kahramanlarla olması arzu edilenleri anlatır.

 

AB Komisyonu Genişleme Genel Müdürlüğü’nün Doğrudan Ticaret ve Mali Yardım Tüzüklerinden sorumlu Görev Ekibi (Task Force) bölümünün başkanı (AB Komisyonu Kıbrıs Türk Çalışma Masası Başkanı) Andrew Rasbash’ın bu konuda yaptığı bir söyleşisi ve açıklaması var.

Öncelikle Mali yardım Tüzüğünde KKTC topraklarının veya Kuzey Kıbrıs’ın tanımının “Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetinin etkili bir denetime sahip olmadığı Kıbrıs Cumhuriyeti bölgeleri” şeklinde yapıldığını hatırlatmak ve bu yazımda da Kıbrıs’ın Kuzey bölgelerini kapsayan yöreyi, varlığına inandığım KKTC olarak belirttiğimi vurgulamak isterim.

 

Rasbash sözlerinde, 259 milyon Avroluk Mali Yardım Tüzüğünün uygulanması için Kıbrıs’ı üs edinecek yaklaşık 20 kişilik bir ekibin olacağını ve bu ekibin, teknik ve diğer hizmetleri sağlamakla yükümlü olan Alman GTZ şirketi adına, KKTC bölgelerinde kiralanacak bir büroda, yani bizim tanımıza göre KKTC’de, zaman zaman ve günün belirli saatlerinde görev yapacaklarını söyledi.

Bize söylenen hikayede ise, bu büroda çalışacakların tümünün Kıbrıs’lı Türk olacağı ve büronun da AB adına kiralanıp, AB temsilciliği görevi yapacağı idi ama neyse. Biz gene de daha işin başındaki bu oyun bozanlığa aldırmayıp devam edelim…

 

Rasbash, KKTC’deki büronun yanı sıra Güney Kıbrıs’taki AB Temsilciliği binasında da bazı teknik birimlerin bulunacağını ve zamanlarının bir kısmını KKTC’deki büroda geçireceklerini, ancak “yasal” işlemler ve AB Komisyonu ile temasa geçmeleri için de Güney’deki AB ofisini kullanacaklarını net ve açık bir dille söyledi.

İlgili siyasi mevkilerde bulunan kişilerce bize ve halkımıza televizyonlarda ve basında anlatılan hikayede, bu durum, KKTC’deki büronun direkt olarak AB ile ilişkide olacağı ve Güney Kıbrıs ile hiçbir bağı olmayacağı şeklindeydi.  Ne hayal ama!.

 

Rasbash, Mali Yardım Tüzüğü çerçevesinde verilecek yardım ile KKTC’de yapılacak yatırımlarda 1974 sonrası terk edilen Kıbrıs’lı Rumlara ait taşınmazların kullanılması gereğinin doğması durumunda, Rum mal sahibinin rızasının isteneceğini ve bunun gerçekleşmemesi halinde ise söz konusu alt yapı yatırımın yapılmayacağını veya bir başka yerde yapılacağını dile getirdi.

Bence bu koşul, bu yardımın gerçekleşmemesi için büyük bir engel ve egemenliğimize çomak sokmanın AB’cesi. Tam bir “Gerçekleşemeyecek Hikaye”.

Aslında burada kullanılan terim “Rumlara ait taşınmaz mal” değil, “mal edinme hakkı ve mülkiyet hakkı dahil” (Giriş bölümü- madde 9) şeklinde olup, sizin anlayış ve yorumunuza göre, gömlekten pantolona, arabadan yedek parçaya, ağaçtan binaya, araziden elektrik direğine kadar aklınıza gelen, mülkiyeti Rumlara ait her tür taşınır ve taşınmaz malı kapsamaktadır.

 

Zaten bu güzel ve çağdaş hikâye de işte tam da burada doruk noktasına ulaşıyor. İnsanoğlu hayal ettikçe var olurmuş diye bir söz duymuştum. İşte bu söz ve bu Tüzük tam da, içinde GKRY’nin olduğu bir AB’nin, Kıbrıs’lı Türklere faydası olacağı hikâyesine inananlara göre.

 

Bir de son olarak, daha üzerine dokunulmamış ve şimdilik kimsenin de doğru yanıtını veremediği çok küçücük bir detaycık var. Mali Yardım Tüzüğü ile Kıbrıs’lı Türklere verilecek parayla KKTC’de yapılacak yatırımlarda kullanılacak malzemelerin hangi limandan adaya gireceği ve gümrüğünün kime ödeneceği konusu.

Hadi bu mallar AB’den geleceği için belki gümrükleri olmayacak ama Kıbrıs adasına giriş limanı illaki Larnaka veya Limasol olacak. Aksine daha şimdiden Rumlar “OXİ” demeye hazırlanıyorlar, yani “Mali Yardım Tüzüğüne HAYIR”a. AB içinde geri kalan 24 üyenin hangisi Rumlara, “Otur yerine!. Bu mallar Mağusa limanında girecek” diyecek, çok merak ediyorum ama galiba aralarında öyle birisi de yok.

Ne hikaye ama!  Tam bir uyduruk Hikaye Klasiği veya olmayacak duaya Amin! Tüzüğü, pardon Klasiği..

30 Temmuz 2006
AB’nin Mali Yardım Hikayesi için yorumlar kapalı
Okunma 55
bosluk

Rum-Yunan danışıklı dövüşü

Rum-Yunan danışıklı dövüşü

Türkiye-AB ilişkilerinin şekillendirilmesinde en üst düzey karar organı olan Ortaklık Konseyinin 45’inci toplantısı bugün Lüksemburg’da başlayacak. Ortaklık Konseyinin bu toplantısı, bu gün aynı zamanda “Bilim ve Araştırma” başlığında Türkiye’nin AB ile fiili müzakerelerin başlatılması açısından da çok önemli.

 

Tabi başlayabilirse. Kıbrıs’lı Rumların Yunanistan’la beraberce oynadıkları danışıklı dövüşe de sahne olacak bu başlangıç. Dora teyzemize göre bugünkü olası “Rumların VETO’sundan hiç haberi yokmuş”.

Rum kesiminin Türkiye’nin AB üyeliğiyle ilgili fiili müzakerelerin başlatılması konusundaki olumsuz tutumunu İstanbul’da öğrenmiş ve Rum kesiminin, bu gün başlayacak olan Türkiye’nin AB üyeliğiyle ilgili müzakereler konusundaki olumsuz tavrı yüzünden Türkiye-AB ilişkilerinde kopan fırtına nedeniyle son derece zor durumda kalmış.

 

Tam Kıbrısca “İnananında!”. Yunanistan’ın onayı olmadan Kıbrıs’lı Rumların tuvalete bile gidemeyeceğini sağır sultan bile biliyor.  Nasıl olmuşsa duymuş da geçenlerde bana soruyordu.

 

Türkiye ile AB arasında 1963 tarihli Ankara Anlaşması ile kurulan Ortaklık Konseyinin gündemi, üst düzey bürokratlar seviyesindeki Ortaklık Komitesince belirleniyor ve Türkiye, AB Komisyonu ve AB Konseyi temsilcilerinden oluşan bakanlar düzeyindeki bu  Konsey, yılda iki kez toplanıyor ve kararlarını oy birliğiyle alıyor.

 

Ortaklık Konseyi toplantısının ardından düzenlenmesi öngörülen Hükümetler Arası Konferans ile, “Bilim ve Araştırma” başlığı (faslı) altında Türkiye ile AB, fiilen katılım müzakerelerine başlayacak.

 

Kıbrıs’lı Rumlar tabi pusuda bu günü bekliyorlardı ve gün geldi çattı. Hemen masaya Türk deniz ve hava limanlarının, Kıbrıs Rum gemi ve uçaklarına açılmasını ve belirlenecek bir tarihte de, Türkiye’nin Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini tanıması koşulunu koydular.

 

Başlığın içeriği ile Rumların yukarıdaki talebinin bir ilişkisi yok ama şantaj şantajdır.  Yarın görevini Lillikas’a devredeck olan Yakovou, AB’li ortaklarına sunduğu mesajında, ilkelere dayalı koşullarının tatmin edilmemesi halinde Türkiye-AB müzakerelerinde ilk başlığın açılmasına onay vermeyeceğini açıkça belirtti.

 

Rumlara göre bu başlık sorunsuz olarak açılıp aynı gün veya daha sonra kapanırsa, Türkiye’ye, Avrupa Birliğine karşı yükümlülüklerini yerine getirmeden de bir faslın kapanabileceği gibi yanlış bir mesaj vereceğini iddia ediyor.

 

Politikada ve gerçek hayatta buna “Ucuz Kahramanlık” deniyor.  Rumcada da karşılığı “Bedavadan Kabadayılık”.  Tam yerine “cuk” diye oturan, Rumlara yakışan bir tabir.

 

Elleri kolları bağlı sandığı rakibine kabadayılık yaptığını sanıyor Rumlar. Biz bu filimi 1821’de Yunanistan’da, 1897’de Girit’te, 1922’de Sakarya’da ve 1974’de Kıbrıs’ta görmüştük.

Avrupalıların gazına gelen Yunanlılar kendilerini güçlü sandıkları her seferinde, hüsranla oturmuşlardı yerlerine.

 

Tarih tekerrürden ibarettir. Bu sözü boşuna söylemediler. Şimdi aynı film gene sahnede ve yerine hüsranla oturacak olan da Türkler olmayacak.

12 Haziran 2006
Rum-Yunan danışıklı dövüşü için yorumlar kapalı
Okunma 57
bosluk

AB’nin temas grubu adlı Garagözleri

AB’nin temas grubu adlı Garagözleri

Bence Avrupa Birliği tam bir şov gösterisine başladı. Önce hiçbir işe yaramayan Mali yardım Tüzüğü, arkasından içinde “Moratoryum” olan Direk Ticaret Tüzüğü şovu, şimdi de “Avrupa Parlamentosu Yüksek Seviyede Temas Grubu”nun KKTC ziyaretleri.

Havanda su dövmenin Avrupalıcası

 

AP Temas grubu zaten ölü doğduydu. KKTC’de görüşmeler ve incelemeler yapmak için bu grubun KKTC’ye gelmesi sadece 1.ci sınıf ağırlamalar ve konaklamaların yer alacağı turistik bir geziden öteye hiçbir zaman gitmedi ve gitmeyecek de.

 

İsmi büyük, kendi peşin hükümlü ve fasa fiso “Avrupa Parlamentosu Yüksek Seviyede Temas Grubu”nun KKTC ziyaretlerinin birincisinin sonucu tam bir fiyasko olduydu.  Adadaki gerçeklerle ilgili hiçbir doküman okumadan, utanılacak bir şekilde Kıbrıs’ın kuzeyinde mahsur kalmış Kıbrıs’lılarla görüşebilmek için gelmişlerdi.

Biz de onları elimizde Türk ve KKTC bayrakları ile karşılayıp, kuzeyde mahsur insanlar olmadığını, sadece Kıbrıs’lı Türklerin olduğunu ve kan pahasına kurdukları KKTC’de yaşadıklarını hem göstermiş hem de söylemiştik.

 

Bu “Garagözler” geçen defa yaptıkları hatadan hiç ders almadan gene geldiler. Akıllarınca ellerini kollarını sallayarak Maraş’a gireceklerdi ve araştırma yapacaklardı. Kendileri Güney Kıbrıs’ın efendileri olabilirler ama bizim hükümetimizden izin almadan da bizim topraklarımız içinde hiçbir yere gidemezler.

 

Zaten daha KKTC’ye gelmeden kafalarında ne var,  KKTC için neler düşünüyorlar ve Kıbrıs konusunda hangi tarafı ve kimi destekliyorlar, bu herkes tarafından biliniyor.

 

İlk Kıbrıs seferinden sonra geriye dönüşlerinde grubun adını Avrupa Parlamentosu, Kıbrıs’lı Tüklerle Yüksek Seviyede Temas Grubu” olarak değiştirmişler (?) ama grubun Larnaka’dan adaya ayak basması ve sonra da KKTC’ye geçmesi, grubun yeni ismi ile hiç bağdaşmıyor.

 

Rumların temsilcilerine “Milletvekili”, bizim Milletvekillerine de “Temsilci” demeleri  daha peşinen akıllarındakini ve zikirlerindekini ortaya koyuyor.  Sarayda resim çekerken de, kan pahasına, ter pahasına, göz yaşı pahasına kurduğumuz KKTC devletimizin hiçbir alameti, hiçbir amblemi, bayrağı veya KKTC’yi hatırlatacak hiçbir şeyin olmayacağı koşulunu koymaları ise asla kabul edilebilir bir yaklaşım değil.

 

Kendilerini, KKTC Cumhurbaşkanının Sarayında kiminle görüşüyor zannediyorlar acaba?

 

Siz, bu “Garagözlerin”, pardon, ünlü ve yüksek seviyeli temas grubunun yazacağı KKTC raporunu okuduktan sonra bana gene hak vereceksiniz.

 

Bunlar tam birer Garagöz. Şimdi de gözlerini Maraş’a diktiler. Referandum öncesi verdikleri sözlerle, sonrasında yaptıkları hiç bağdaşmıyor. Güvenilir insanlar değiller ve utanmadan, sıkılmadan “Kıbrıs’ın kuzeyinde mahsur kalmış Kıbrıs’lılarla görüşmek” için gene geldiler.

4 Haziran 2006
AB’nin temas grubu adlı Garagözleri için yorumlar kapalı
Okunma 56
bosluk

Karadağ, KKTC’nin kaderini değiştirecek

Karadağ, KKTC’nin kaderini değiştirecek

Karadağ’ın referandumundaki ayrılık sonucu ve BM’nin buna yaklaşımı,  Kıbrıs konusunda yeni bir pencereyi açtı ve Kıbrıs konusuna yeni bir vizyon ile alternatifi getirdi.

 

Türkiye’nin KKTC’ye uygulanan izolasyonların ve ambargoların bir daha geri gelmemesi koşulu ile kaldırılmadan, hava ve deniz limanlarını Kıbrıs Rum uçak ve gemilerine açmak niyetinde olmadığı iyice ortaya çıktı.

Türkiye’nin AB ile yürüttüğü katılım müzakerelerinin tehlikeye girmesi pahasına da olsa, siyasi açıdan bunu yapmayacağını, iktidardaki AKP hükümetinin  çok değil sadece 17 ay sonra Ekim 2007 tarihinde yapılacak Milletvekilliği seçimleri öncesinde böylesi bir kararı almayacağını artık Avrupalısı da, Asyalısı da, Amerikalısı da ve de en önemlisi Türkiye’deki halk ve siyasetçilerde biliyor.

 

AKP’nin seçimlere kadar bu kararı almaması yeterli değil, seçmene böylesi bir kararı seçildikten sonra da asla almayacağını kesin bir şekilde belli etmesi ve o güveni vermesi gerekiyor.

Güney Doğuda işlerin iyi gitmemesi, Kürt kazanının hala kaynaması ve dış güçlerin PKK kepçesi ile doğuyu karıştırmaya devam etmesi,  Türkiye’deki mevcut siyasi iktidarı ve 17 Ekim seçimlerinden sonra iktidara gelecek olanları da Kıbrıs konusunda taviz vermemeye zorlamaktadır.

 

Şimdi AB, 1 Mayıs 2004 tarihinde Kıbrıs Rum tarafını üye olarak kabul etmekle ne denli büyük bir hata yaptığını yeni yeni fark etmeye başladı.

 

AB toprağı olarak ilan ettiği KKTC topraklarının, Kıbrıs konusunda taraf tutmasından ve beceriksizliğinden dolayı hiçbir zaman AB toprağı olamayacağının dehşeti içinde, kafası kesik bir tavuk gibi çırpınıyor.

 

Karadağ referandumu Kıbrıs konusunda, AB için beklenmedik kötü bir örnek olarak aniden ortaya çıktı.

 

Aslında bizim şimdi yapmamız gereken, adada artık barışı engelleyenin KKTC olmadığının kesin bir şekilde ortaya çıkmış olması nedeni ile BM’den 541 ve 550 No.lu kararları kaldırmasını talep etmek olmalıdır.

Arkasından da  Karadağ’da yapılan “Sırplarla Birleşmek veya Ayrılmak” Referandumu gibi Rumlarla “Ortak Devlet Kurmayı” isteyip istemediğimizin” Referandumu yapılmalıdır.

 

Referandum sonuçları “Hayır” çıkarsa, Karadağ örneğinde olduğu gibi bunu BM’nin saygı ile karşılamasını istememiz ve BM’nin KKTC’yi bağımsız yeni bir devlet olarak tanımasını talep etmemiz gerekmektedir.

 

Beklenmedik Karadağ referandumu Kıbrıs konusunda yeni bir kapıyı açtı ve Türkiye’nin elini müthiş güçlendirdi.

 

Türkiye’nin ve Kıbrıs’lı Türklerin önünde artık canlı bir örnek var. Ya ambargolar kaldırılmalı ya da “KKTC’de Referandum yapılmalı” diye ısrarlı olunmalıdır. Buna hiç kimsenin artık “Hayır” demeye cesareti olamayacak.

 

Eğer AB iki yüzlü değilse, eğer AB Hıristiyan kulübü değilse, eğer AB’de Hukukun üstünlüğü geçerli ise ve de eğer AB’de insan haklarına saygı varsa, Hıristiyan Karadağ’lıların haklarına saygı gösterirken, Müslüman KKTC Türklerinin de haklarına saygı göstermelidir.

5 Mayıs 2006
Karadağ, KKTC’nin kaderini değiştirecek için yorumlar kapalı
Okunma 95
bosluk

Kıbrıs buzdolabına girmek üzere

Kıbrıs buzdolabına girmek üzere

Günlerdir, hatta haftalardır Türkiye’nin KOB’da yer alan “Türk deniz ve hava limanlarının Kıbrıs (Rum) gemi ve uçaklarına açılması koşulu”nun 2007’ye erteleneceği, bunun için ABD’nin devrede olduğu, AB-LAK Viyana zirve toplantısında Erdoğan ile Karamanlis’in konuyu görüşüp mutabakata vardıkları söylenmekte ve yazılmakta.

 

Bu söylentilerde gerçek payı var mı?.

Evet var. Hatta az bile var.

 

Gerçekte son zamanlarda Kıbrıs Rumlarının dışında hiçbir Allah’ın kulu Ek protokolü hayata geçirmesi konusunda, Ankara’ya baskı yapmıyor. Ankara’nın 29 Temmuzda açıkladığı karşı protokole de, “Geri çekin” diye bir baskı da yok.

 

AB,  Türk yetkilileri ile yaptığı görüşmelerde Türk hükümetinin Gümrük Birliği Ek Protokolü’nün 10 yeni üye ülkeye ve dolayısıyla Kıbrıs Cumhuriyeti’ne uygulaması konusunda özellikle ısrarlı davranmıyor.

 

İşin kayıtsız koşulsuz kabul edilen tarafı söz konusu protokolün hiçbir zaman Türkiye’nin üyelik sürecinde sorun olamayacağı gerçeğinin tüm üyeler tarafından bilinmesi ve konuya artık o mantıkla yaklaşılması ve bakılması.

 

Türkiye protokolü hayata geçirmek konusunda resmen bir yıl uzatma istemedi ama bunu büyük abi ABD, uygun bir zaman ve mekanda dile getirdi.   Şimdi herkes biliyor ve sesini çıkarmıyor.

 

Zaten çıkarsa da, baskı yapsa da olacak hiçbir şey ve değişecek hiçbir koşul yok. Kıbrıs konusu 22 Mayıs 2006 ile 21 Ekim 2007 arasında buzdolabına girmek zorunda ve girdi bile.

 

Hele 2006 Kasımından sonra Türkiye’de hiçbir siyasi, Kıbrıs konusunda taviz verilmesini, limanların açılmasını, Maraş’ı iadesini ve benzeri  tavizleri veya kayıpları ağzına almaya bile cesaret edemeyecek.

 

2007 yılında Türkiye’de 2 seçim birden var.

 

Mayıs 2007’de Cumhurbaşkanlığı seçimleri, 21 Ekim 2007’de de Parlamento seçimleri var.

 

AKP, Türbanın yasaklanmasının altına imza atan yargıçlara karşı benzeri görülmemiş saldırıdan ve yargıçlardan birinin öldürülmesinden sonra Mayıs 2007 tarihinde yapılacak Parlamento içindeki seçimle Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkabilmesini garantilemek için çok daha dikkatli olmak ve Türkiye’nin “İç Politikası” ile “Dış politikası”nda daha da başarılı olmak zorundadır.

 

Türkiye iç politikası için dış politikasındaki başarısı, “Taviz vermemekten” geçmektedir.

 

Bunun için Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Hükümet olarak Kıbrıs’taki kısıtlamaların kaldırılması hedefini taşıyan  Eylem Planı’nda ısrarlı olduklarını, ve ‘KKTC’ye uygulanan izolasyonların kaldırılmadığı sürece Türkiye’nin hava ve deniz limanları Kıbrıs Rum uçak ve gemilerine açmayacaklarını ısrarla her ortamda dile getirmektedir.

 

Gidişat ve 2007 seçimleri, AB ile yapılan görüşmeleri dondurma noktasına dahi getirebilir.

Zaten Türkiye, 17 Mayıs tarihinde Viyana’da, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin Wassenaar Düzenlemesi’ne katılım için yaptığı başvuruyu ve  18 Mayıs’ta da Dublin’de Avrupa Taşımacılık Bakanları Konferansı’na katılmak için yaptığı başvuruyu hiç düşünmeden “VETO” etti.

 

Söz konusu Vetoların 24 saat içinde gerçekleşmiş olması ve AB’yle Katılım Konseyi ışığında 25’lerin, Ortak Tutuma yönelik belirleyici kararlarını almalarının arifesinde,  Türkiye’nin,  Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin uluslar arası örgütlere katılımını engellemekteki ısrarlı tutumu, Türkiye’nin Kıbrıs ve AB müzakereleri konusunda düşündüklerinin, açık ve net bir mesajıdır.

 

Bence bu mesaj Brüksel tarafından doğru algılanacaktır.

4 Mayıs 2006
Kıbrıs buzdolabına girmek üzere için yorumlar kapalı
Okunma 59
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar