Referandum mu yoksa Cumhurbaşkanlığı seçimi mi?

Referandum mu yoksa Cumhurbaşkanlığı seçimi mi?

Benim bildiğim “Referandum” yapılırken halka bir soru sorulur ve bunun yanıtı olarak halktan “EVET” veya “HAYIR” demesi veya vereceği oylarla kendisine sunulan seçeneği, “KABUL” veya “RED”  etmesi istenir.

17 Nisan’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylığını koymuş bir Cumhurbaşkanı adayımız, bu seçimi gerçek bir “Referandum” olarak nitelemekte ve halkımızdan Cumhurbaşkanlığı için değil “24 Nisan referandumunun tasdiki” olarak oy istemektedir.

Ben aslında 24 Nisan referandumu ile Cumhurbaşkanlığı seçimi arasında pek bir bağ kuramadım. Bu bağı kuramadığım gibi niçin 24 Nisan referandumunun teyidi isteniyor onu da anlamadım.

24 Nisan 2004 günündeki koşullar ile bu günkü koşullar arasında artık çok farkların olduğu, “Çözüm ve Barış” köprülerinin altından çok suların aktığı da bir gerçek. Ortada ne çözüm var, ne dünya ile bütünleşme var, ne direk uçuşlar var, ne AB’ye giriş var ve ne de izolasyonların, ambargoların kalktığı var.  Aynı tas aynı hamam,  hatta tellaklar bile aynı. Yıllardır aynı hamamda Kıbrıs Türk’üne yapılan keseleme de bu “referandumdan sonra gene değişmedi.

Eğer referandum yapılmak isteniyorsa, önce arzulanan “Çözüm ve Barış”ın alt ve üst çizgileri ile “olmazsa olmazları” net ve açık bir şekilde halka sunulmalı, sonra da halka çok açık bir soru sorularak “son kararı” istenmelidir. O vakit bunun adını “Referandum” koyabiliriz. Bu nedenle Pazar günü yapılacak olan seçim “Cumhurbaşkanlığı” seçimi olup asla bir Referandum” veya “24 Nisan referandumunun tasdiki” değildir ve olamazda.

Bizim kafamızdaki “Çözüm ve Barış”ın alt ve üst çizgileri ile “olmazsa olmazları” şunlardır;

a)     Türkiye’nin garantisinin devamı,

b)    Türkiye’den gelen kardeşlerimizin çözümden sonra tümünün adada kalması,

c)     Siyasi eşitlik,

d)    Türk askerinin hiçbir zaman ve hiçbir koşulda adadan ayrılmamasıdır.

YSK bu seçimleri Cumhurbaşkanlığı seçimi diye ilan etti ama benim hala 17 Nisan’da neyi seçeceğimiz konusunda aklım biraz karışık. Cumhurbaşkanını mı seçeceğiz, Kıbrıs Türk toplumunun liderini mi seçeceğiz yoksa görüşmeci mi seçeceğiz bir türlü anlayamadım gitti.

Denktaş ben kendimi bildim bileli bu toplumun, yani Kıbrıs Türk toplumunun lideridir. Hatırladığım kadarı ile 1968 yılında Cemaat Meclisi Başkanı iken resmen Türk Toplumu lideri olarak kabul edildi ve görüşmelere başladı. Arkasından Cumhurbaşkanı muavini oldu. 1974 Barış harekatından sonra Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi Başkanı, arkasından Kıbrıs Türk Federe Devleti Başkanı ve  sonra da KKTC Cumhurbaşkanı oldu.

Bu makama her seçilen toplum lideri mi oluyor. Yoksa Sayın Rauf Denktaş toplum lideriydi de sonra mı Cumhurbaşkanı oldu.

Adaylarımızdan bir tanesi, beni Cumhurbaşkanı seçin ki hem “Cumhurbaşkanı” hem “Toplum Lideri” ve hem de “Görüşmeci” olayım diyor.

Zaten beni çelişkiye düşüren de bu ince detay daha fazla. Yani şimdi görüşmeci bir başka birisi de, bu adayımız Cumhurbaşkanı seçilince, görüşmeci kendisi mi olacak. Yoksa Sayın “Arabacıoğlu” veya Sayın “Eroğlu” Cumhurbaşkanı seçilirlerse, hem Cumhurbaşkanı, hem toplum lideri, hem de görüşmeci mi olacaklar. Hayır olmayacaklar. Ülkemizin “demokratik ve siyasi yapısına” göre bu yetki göz bebeğimiz “KKTC Meclisi”nde. KKTC Meclisi görüşmeciyi kendisi tayin edecek ve her kimi uygun görürse onu görüşmeci olarak atayacak.

Bence birileri bu nedenle yanlış düşünce parkurunda ilerliyor. KKTC’de yaşayan ve çok ileri düzeyde bir demokrasi var. Bu demokrasimizin övünç kaynaklarından biri de Meclisimizdir. Halk adına kimin konuşacağına, kimin görüşmeci olacağına  KKTC Meclisi karar verecektir, ve de öyle olacaktır.

14 Nisan 2005
Referandum mu yoksa Cumhurbaşkanlığı seçimi mi? için yorumlar kapalı
Okunma 57
bosluk

Kıbrıs’lı Rumların Yunanistan’la olan sorunları gün geçtikçe daha da büyüyor

Kıbrıs’lı Rumların Yunanistan’la olan sorunları gün geçtikçe daha da büyüyor

Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Başkanı Tasos Papadopulos, birkaç ay evvel Yunanistan’ın Kostas Tritarisi’yi Büyükelçi olarak Güney Kıbrıs’a atamak isteğini reddetti ve bu davranışı sonunda Yunanistan ile Kıbrıs’lı Rumlar arasında bir diplomatik kriz başladı.  Arkasından Papadopulos’un  adeta bir misilleme gibi Atina’ya büyükelçi ataması yapmaması da Yunanistan’da bayağı huzursuzluk yarattı.

Kıbrıs’lı Rumların aylardır Yunanistan ile yaşadıkları bu sürtüşme, önceleri Atina’nın Lefkoşa’ya, Lefkoşa’nın da Atina’ya Büyükelçi atamaması ile su üstüne çıkmış gibi gözüküyordu ama “ayrımız gayrımız yoktur”, “Anavatan – yavruvatan” lafları ile bu ayrılık bu günlere kadar iyice kamufle edildi ve gözlerden saklandı.

Ama artık Lefkoşa ve Atina arasındaki çatlak her geçen gün biraz daha artıyor. İki tarafın da açığa vurmamak için özel çaba sarf ettiği bu çatlak gizlenemez duruma geldi ve gözlere batmaya başladı. Aylardan beridir Yunan medyası, Rumların Atina’ya büyükelçi atanmamasına ve Güney Kıbrıs’ın daha düşük düzeyde temsil edilmesine geniş yer veriyor ve olayı kınıyor.

Diplomatik temayüllere (alışılagelmiş uygulamalara) bakarsanız, iki devlet arasında aniden taraflarca kabul edilemez bir sorun çıktığı vakit, ilk yapılan işlem karşılıklı olarak Büyükelçilerin Dışişleri Bakanlığına çağrılması ve bilgi alınması şeklinde gelişir. Olay biraz ciddi ve ortada görüşmeler ile çözülemeyecek denli önemli bir sorun varsa, Bakanlığa çağrılan Büyükelçi kanalı ile karşı devlete nota verilir. İş daha da ciddi boyutlarda ise, karşı devletteki Büyükelçi geri çağrılır ve Diplomatik bağların seviyesi aşağı çekilir. Bu temayülün son aşaması da Büyükelçiliği kapatmak şeklinde olur ve iki devlet arasındaki tüm bağlar kopar.

Rumlar,  geçen hafta Yunanistan, Güneydoğu Akdeniz’de yapılacak NATO ve AB tatbikatının sunuşunda Kıbrıs’ın haritada yer almamasına tepki göstermeyince,  çok bozuldular ve Yunanistan’a ver yansın etmeye başladılar. Şimdi Rum medyası da Yunanistan’ı, Kıbrıs konusundaki sorumluluklarını üstlenmemekle suçluyor.

Yunan medyasındaki son haftalarda yer alan haberlere göre, Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis, Tasos Papadouplos’la birlikte hareket etmenin uluslararası ilişkilerde sorun yarattığı inancında.

Bu çok ciddi ama şaşırtıcı bir konu değil. Aslında 1 Mayıs 2004’te Kıbrıs Rumları AB’ye girince Yunanistan “Görevimi yeterince yaptım. Artık Kıbrıs Rumlarının koruyucusu olmaktan vazgeçtim” demişti. Şimdi bu sözlerini artık iyice fiiliyata dönüştürme kararı aldı.

Atina, Kıbrıs sorunu ve Türk-Avrupa ilişkileriyle ilgili olarak Rum tezlerine yapışıp kaldığı sürece uluslararası düzeyde ve özellikle ABD’yle ilişkilerinde sadece sorunlarla karşılaşacağını iyice idrak etti. Bu gerçek Yunanistan Dışişleri Bakanı Petros Moliviatis’in ABD’li meslektaşı Condoleezza Rice’la yaptığı görüşmede iyice ortaya çıktı.  Moliviatais bu görüşmede, Rice’a sadece müzakerelerin yeniden başlaması için değil, Papadopulos’un ikna edilmesi için de elinden geleni yapacağı sözünü verdi.

Dün, Yunanistan Dışişleri Bakanı Petros Moliviatis’in Ankara’ya gitmesi ve Türkiye Başbakanı Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Gül ile temaslarda bulunarak yapılacak görüşmelerde Kıbrıs sorununu da ele alacak olması Rumları korkutuyor. Bu görüşmelerin “Kıbrıs sorununun çözümü amacıyla müzakereleri başlatabilecek” bir yol açmasını ve bu nedenle de masaya oturmak zorunda kalmayı, Papadopulos düşünmek bile istemiyor.

Türkiye’deki “Casus Belli” krizi aslında boşuna değil. Türkiye ile Yunanistan arasında ne kadar çok iyi ilişkiler olur, sıcak yakınlaşmalar kurulursa, Kıbrıs sorununun da çözümü o kadar daha kolaylaşacaktır…

13 Nisan 2005
Kıbrıs’lı Rumların Yunanistan’la olan sorunları gün geçtikçe daha da büyüyor için yorumlar kapalı
Okunma 57
bosluk

Papadopulos ve 1963 EOKA Hükümeti

Papadopulos ve 1963 EOKA Hükümeti

Papadopulos 2 gün evvel yaklaşık 80 Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum gencin katılımıyla gerçekleştirilen toplantıda yaptığı konuşmada, aklında olanları, düşüncelerinin perde arkasındakilerini ve bilinç altındaki duygularını tam olarak ortaya koydu.

Konuşması sırasında ağzından çıkan “Annan Planı’nın Türkiye ve İngiltere gibi yabancı ülkelerin çıkarlarına hizmet ettiğini, planın dengeli olmadığını ve daha çok Türkiye ve yabancıların çıkarlarını tatmin ettiğini” sözleri aslında beni çok etkiledi ve düşünceye sevketti.

Eminim yukarıdaki cümle ve daha sonra vurgulayacağım kendinin veya baryalarının söylediği cümleler sizi de bayağı düşündürecek.

Yukarıdaki cümlede beni en çok etkileyen “Annan Planı’nın Türkiye ve İngiltere gibi yabancı ülkelerin kelime dizisi oldu. Papadopulos’un, Türkiye’nin Kıbrıs’lı Türklerin anavatanı olmasına rağmen ve de Kıbrıs’ın 500 yıldan fazla Türk idaresinde kalmış olmasına rağmen, Türkiye’yi yabancı ülke olarak tanımlaması bana “Türk” olan bizlere karşı yapılmış büyük bir saygısızlık olarak geldi.

Bizler de Kıbrıs’lıyız ama “Türkiye” bizim için yabancı olarak tanımlanacak veya sınıflandırılacak bir ülke değil. Tam tersine “Türkiye” bizim anavatanımız. Annan Planında bizim lehimize olan bir madde elbette ki Türkiye’nin de lehine olacaktır.

Annan Planına Papadopulos’un  bakış açısından bakarsam, demek ki bu planın kabul edilebilir olabilmesi için, planda ne biz “Kıbrıs’lı Türklerin” ne de “Türkiye”nin lehine her hangi bir madde olmaması gerekmektedir. Aksi takdirde “Annan Planı Türkiye ve İngiltere gibi yabancı ülkelerin çıkarlarına hizmet eden” bir plan olmaktadır.

Bana göre ikinci önemli konu ise, AKEL Genel Sekreteri ve Rum Meclis Başkanı Dimitris Hristofyas’ın Pazar günü Derviş Ali Kavazoğlu ve Kostas Mişaulis’i anma töreninde sarfettiği sözlere karşın, Eurodi Milletvekili Prodromos Prodromu’nun  verdiği yanıtta yer alan Papadopulos ile ilgili tanımlaması ve sözleri.

Prodromu “Hristofyas tarihi katlediyor. Meclis başkanıysa bunu EOKA’nın kurtuluş mücadelesine borçludur. Kendisi de EOKA ileri geleni olan ve ilk EOKA hükümetinde bakan olan Cumhurbaşkanı Papadopulos’tan ve bu ülkenin kurtuluş mücadelesine saygı göstermesi gerektiği konusunda Meclis Başkanı’na ikazda bulunmasını bekliyoruz” şeklindeki sözleri,  1963 yılında Kıbrıs’ta Türklere yönelik saldırıları başlatan Rum Hükümetinin yapısını ortaya koyuyor.

Kendisi de EOKA ileri geleni olan ve ilk EOKA hükümetinde bakan olan Cumhurbaşkanı Papadopulos’tan sözleri ve tanımı ile Prodromu, 1963 yılında iş başında olan hükümetinin “EOKA Hükümeti” olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

Benim bildiğim ve de adım gibi emin olduğum şu ki, Güney’de politik işler iyi gitmiyor. Ne vakit iş başında olan hükümet, günlük politikanın dışına çıkıp toplumun tabusu olan “Kahramanlıkları” bir bahane ile ortaya atıp arkasına saklanmaya çalışıyorsa, bilin ki işler kötüye gitmekte ve başları belaya girmek üzeredir. Tekrar toplumun desteğini kazanmak için “Eski Kahramanlara” sarılmaya çalışırlar ama bu destek kısa zamanlı ve geçici olduğundan, kaçınılmaz son aniden kapılarını çalar ve artık bundan kurtuluş yoktur.

12 Nisan 2005
Papadopulos ve 1963 EOKA Hükümeti için yorumlar kapalı
Okunma 57
bosluk

Hristofyas ile Papadopulos’un yolları mı ayrılıyor?

Hristofyas ile Papadopulos’un yolları mı ayrılıyor?

Bırakın AB’deki bazı ülkeleri ve KKTC’yi, Rumların kendi içinde de Papadopulos’1u gözden çıkaranların sayısı hızla artıyor.

Önce işe Papadopulos’un partisi DIKO’nun azılı rakibi DISY’den başlayalım. Sonra Papadopulos’a kayıtsız koşulsuz destek veren AKEL’e geçeceğiz.

Güneyden gelen haberlerde, ana muhalefet partisi Demokratik Seferberlik Partisi’nin (DISY) Başkanı Nikos Anastasidis’in, eski Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis’in yakın çalışma arkadaşlarından Yorgos Pandaya’nın “Polity” isimli şirketine, Cumhurbaşkanı Tasos Papadopulos’u “siyasi açıdan etkisizleştirme” planı yaptırdığı iddia ediliyor.  Bu habere göre, 2004’ün son aylarında hazırlanan bu plan, esasta Papadopulos’u güçsüzleştirme ve Anastasiadis’in profilini iyileştirme hedefini güdüyor. Senaryo,  Anastasiadis’in, Papadopulos’a karşı saldırılarını yoğunlaştırmasını ancak elindeki gücü ve silahları erken tüketmemesi üzerine kurulu.  Papadopulos’un yıpratılması planı ise esasta yıpratılmanın,  DISY Başkanı Anastasiadis’le sürtüşmesinden dolayı değil, özellikle Kıbrıs dışı gelişmelerden, Angloamerikanlar, Atina ve Avrupa tarafından olmasını ön görüyor”.

Papadopulos’u “Annan Planı’nın işleyebileceğine inanmıyorum. Kalıcı olabilecek ve iki topluma hizmet edecek bir çözüm istiyoruz. Maalesef, planın bazı unsurlarının ana hedefi, yabancı çıkarlara, Türkiye’nin ve İngiltere’nin çıkarlarına hizmet etmekteydi” sözleri, kendisini hedef tahtası haline getirdi.

AKEL  Genel Sekreteri ve Kıbrıs Rum Parlamentosu Başkanı Hristofyas, müzakerelerin başlaması için ön koşullarının olduğunu belirterek aklındaki  “olmazsa olmazları” nihayet açıkladı ve Annan Planı üzerindeki değişiklik taleplerinin, müzakere masasına getirileceğinin güvence altına alınması durumunda, BM Genel Sekreteri’ne bildirilmesine itirazları olmadığını söyledi.

Hristofiyas, Kıbrıs’lı Rumların bazı önerilerinin kabul edilmesi durumunda “Papadopulos’a rağmen” çözüme onay vereceklerini açıkladı.

Buna göre Kıbrıs’lı Rumların 12 Nisan’da açıklayacaklarını iddia ettikleri olası öneri paketinin en önemli unsurları şunlar:

1-     Türk askerlerinin adadan daha kısa bir takvim içinde geri çekilmaeis.

2-     Sayısı 90 bin olduğu tahmin edilen Kuzey’deki mülk sahibi olan Rumların yerleşme haklarına kısıtlama getirilmesin ve herhangi bir süre tahdidi konulmasın. (1974’de açıklanan bu sayı 60,000 idi. Ata ATUN)

3-     Annan Planı’nda Karpaz bölgesi Erdoğan’a (Türklere) hediye edilmişti, bu bölge (olduğu gibi) Rumlara bırakılsın.

Hristofyas, Rum tarafının Annan Planı ile ilgili görüşlerinin BM Genel sekreterine yazılı olarak iletilmesinden önce, Genel Sekreteri’n bu konudaki niyetinin “açıklığa kavuşturulmasının” gerektiğini ısrarla vurguluyor ama buna karşın, Papadopulos’un aksine Annan  Planında yapılmasını istediği değişikliklerle ilgili Rum tezlerinin ana hatlarının bildirilmesine itirazı yok.  Ancak, Genel Sekreter’in hakemlik yaparak, kendisine ulaştırılacak  Rum tezlerinden bazılarını önceden ret etme olasılığının ortadan kaldırılmasını  da istiyor. Bu nedenle Genel Sekreter’in niyetinin önceden açıklığa kavuşturulmasında ısrarlı ve Rum tezleri ile ilgili ayrıntıları müzakere masasında ortaya koymanın daha doğru olacağı düşüncesinde.

Rum Meclisinde sadece 9 sandalyesi olan DIKO’ya ve dolayısı ile de Papadopulos’a 20 sandalye ile destek verip iktidar olmasını sağlayan AKEL Genel Sekreteri Hristofyas’ın son görüşleri böyle.

Papadopulos ile aralarındaki görüş ayrılığı iyice ortaya çıkmaya başladı. Şimdi Papadopulos’a bir taraftan Anastasiades diğer taraftan Hristofyas salvo atıyor. Görünen o ki, önümüzdeki günlerde Papadopulos’un işi bayağı zor…

11 Nisan 2005
Hristofyas ile Papadopulos’un yolları mı ayrılıyor? için yorumlar kapalı
Okunma 36
bosluk

Limasol’da açılacak olan Türk okulu mu yoksa Türkler ve Çingeneler için açılacak ortak bir okul mu?

Limasol’da açılacak olan Türk okulu mu yoksa Türkler ve Çingeneler için açılacak ortak bir okul mu?

Sanki içimde bu okul konusunda oyuna geldik gibi bir his var.

Önce Karpaz’daki Rum okulundan biraz bahsedelim. Bu okul Rum çocuklarının sadece ana dilleri olan Rumcayı öğrenmeleri için açılmadı. Rum Eğitim Bakanlığının güneyde uyguladığı tedrisat programının aynısı uygulamak kaydı ile Karpaz’daki Rum çocuklarına, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin seçerek gönderdiği öğretmenlerin öğretisi ile tam bir Rum ortaokul eğitimi alabilmeleri için açıldı.

Okullarda sadece dil eğitimi yapılmamaktadır. Kültür, sosyal dersler, tarih, edebiyat, matematik vs. dersler de verilmektedir. Karpaz’daki Rum Orta okulunun tedrisatı tamamen güneyin ki ile aynıdır.

Güneydeki yani Limasol’daki Türk okulunun açılmasın gelince, Rumlar önce  bu okulu Türk çocuklarına Türkçe öğretmek amacı ile açmayı palnalayarak, KKTC Eğitim bakanlığından öğretmen istemek yerine ilanla öğretmen bulmak yoluna gittiler. Sonra Türk tarafından gelen baskılar nedeni ile bu fikirlerinden şimdilik vaz geçmiş gözüküyorlar.

Rum Hükümet Sözcüsü Kypros Hrisostomidis, Rum Yönetimi’nin, Limasol’daki Türk okulunu yeni öğretim yılında açmaya hazır olduğunu söylemesine ve evvelki günkü Bakanlar Kurulu toplantısının ardından yaptığı açıklamada da, Rum Yönetimi’nin, Limasol’daki Kıbrıslı Türklerin, Türkçe eğitim görme haklarının yeni öğretim yılında teminat altına alınması amacıyla faaliyetlerde bulunacaklarını söylemesine rağmen daha bize ulaşmış olan her hangi resmi bir belge yok.

Aslında bu aşamada beni üzen üç küçük detay var.

Birincisi haluhazırda şu anda Limasol’da Türk çocuklarının devam ettikleri okula Rum anne-babaların çocuklarını göndermek istememeleri.

İkincisi, Limasol’da yaşayan Türklerin, çocuklarının gerekli eğitimi alamadıklarından çok şikayetçi olmaları ve Türk çocuklarının Rum dilindeki eğitimde başarılı olamamaları .

Üçüncüsü ise, bence en dramatik olanıdır, Rum Başkanlık Komiseri Polakis Sarris’in Türk okulunda 19 Kıbrıslı Türk ve  50-60 civarında Çingene çocuğunun eğitim görmesinin beklendiği yönünde yaptığı açıklamadır.

Şok oldunuz değil mi!

Ben açılacak bu okulun, tamamen KKTC Eğitim Bakanlığı tarafından gönderilen öğretmeler tarafından, KKTC Eğitim Bakanlığının uygun göreceği tedrisata uygun bir eğitimin yapılacağı bir Türk okulu olarak düşünmüştüm.

Ne kadar çok yanıldığımı  Rum Başkanlık Komiseri Polakis Sarris’in yaptığı açıklamadan sonra daha iyi anladım.

Sarris’in Limasol’da ikamet eden Kıbrıslı Türklerin, okul açılması konusunda şu ana kadar resmi olarak talepte bulunmadıklarını söylemesi beni gerçekten çok şaşırttı. Bu talebi kulağımla duymasam belki de Sarris’e inanabilirdim ama maalesef bizzat bizimkilerin ağzından duydum.

Limasol’da yaşayan Türkler kayıtsız şartsız kendi “Türk” okullarını istiyorlar ve de AB üyesi Rumlar da  istese de isteme de bu “Türk” okulunu açmak zorunda kalacaklardır.

AİHM kapıları ne kadar Rumlar için açıksa bir o kadar da bizim için açıktır…. Bu konuda bir akademisyen olarak ilk baş vuran da  ben olabilirim…

10 Nisan 2005
Limasol’da açılacak olan Türk okulu mu yoksa Türkler ve Çingeneler için açılacak ortak bir okul mu? için yorumlar kapalı
Okunma 134
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3

Arşivler

Son Yorumlar