AB Kendi Kuyusuna Düştü

AB Kendi Kuyusuna Düştü

AB içindeki bazı ülkelerde son yıllarda yaşanan ekonomik kriz, yıllar önce Kıbrıs konusunda yaptıkları hataların sonuçlarını da bir bir su yüzüne çıkarmaya başladı.
Kıbrıs’ta yaklaşık 48 yıldır adadaki iki halkın düşmanca duygularla yaşadığını ve aralarında çözülmesi mümkün olmayan sorunların bulunduğunu, yıllardır adada ihtilaflı bir sınır olduğunu, adanın sıcak bir çatışma sonucu ikiye bölündüğünü ve de son 47 yıldır BM askerlerinin Kıbrıs’ta olduğunu bile bile, Yunanistan’ın şantajı sonucu AB’nin bütün ilkelerini çiğneyerek Güney Kıbrıs’ı 2004 yılında AB’ye üye yapan Brüksel, şimdi adeta başına saksı düşmüş gibi yalpalıyor ve ne yapacağını bilemiyor.
Ekonomik kriz aniden gözlerinin açılmasına neden oldu ve Kıbrıs’ı başlarına bela bir sorun olarak görmeye başladılar.
Türkiye ile müzakereleri başlatmak için 2005 Ekiminde Rumların baskıları ile uygulanamaz şartları müzakere koşulları içine koyan Brüksel, şimdi bu şartlardan kendisi kurtulmak istiyor.
Ekim 2005’de, Türkiye’nin önüne, görüşmeleri 20-30 sene uzatacak denli ağır koşullar koyup, Türkiye’nin bıkarak AB üyesi olmak sevdasından vaz geçeceğini planlayan AB’nin taktisyenleri,her olasılığı göz önüne aldılar ama AB’nin ekonomik bir kriz içine düşebileceğini hiç hesaba katmadılar. Bunun tedbirini de almadılar.
Macaristan’ın yıllar önce moratoryum ilan etmesine, yani “battım üzerime gelmeyin hiçbir şey alamazsınız. Borç ödeme vademi (sonsuza kadar) uzatın” demesine ilaveten 5 ülkenin daha borç batağına sürüklenmesi, hem AB’yi hem de AB’nin para birimi Avro’yu fena sarstı.
Kaybedilen prestij de cabası oldu.
Çok değil daha birkaç yıl evvelsine kadar Türkiye’yi AB’ye muhtaç gören Brüksel’in Fransa ve Almanya gibi ağaları şimdi AB’nin Türkiye’ye muhtaç kaldığı görüşünde.
Annan Planı sonrasında ortaya çıkan Rumların çözüm yanlısı olmadıkları gerçeği, Rumların yoğun karşı propagandası sonucu, “Türkiye Limanlarını açmıyor, Kıbrıslı Türkler de çözüm istemiyor”a dönüştü ve Türkler suçlu konumuna itildiler. Brüksel’de bu yanıltıcı Rum-Yunan propagandası altında kalarak Kıbrıs konusu BM şemsiyesi altında devam etsin AB karışmasın havasına girdi.
Şimdi ise işler değişti.
AB, başına bir saksının düşmesini bekliyordu ki, Türkiye üyesi olmazsa, gerek Balkanlarda, gerek Kafkaslarda, gerekse de Orta Doğu’da herhangi bir varlık gösteremeyeceğinin farkına vardı. Bu nedenle de müzakerelerde Fransa ve Kıbrıs Rum tarafının dondurduğu başlıkları bir şekilde açmak ve müzakereleri hızlandırmanın yolunu aramaya başladı.
Bu yolun da Kıbrıs’tan geçtiğinin farkında.
Yıllarca BM Kıbrıs konusunu halletsin derken, şimdi kendisi bir an evvel Kıbrıs sorunun çözebilmek için planlar yapıyor.
Tam da bu doğrultuda, Rum tarafı bir kenara itilerek çalışmalar başlatılmışken, Fransa’nın da batak ülkeler listesine en alt sıradan ilişmesi, AB içinde bir başka deprem yarattı ve Almanya’yı yalnız bıraktı.
AB içinde yeni oluşumlar ve yeni inisiyatifler gündemde.
Almanya şu anda tek başına hem AB’nin lider koltuğunda hem de kilit ülke konumunda. Rumlara verdiği desteği de geri çekmeyi düşünüyor.
Almanya desteğini çekerse, Rumlar sadece Fransa’nın desteğiyle Türkiye’ye baskı yapmak işini götüremez ve Kıbrıs müzakerelerini de sonsuza kadar sürdüremez.
Bir şekilde, belli bir takvim içinde Kıbrıs sorunun çözülmesi artık AB için vacip oldu.
KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu ile Kıbrıs Rum Cumhurbaşkanı Hristofyas arasında Ekim ayında yapılacak görüşme çok önem taşıyor.
AB’nin ve Kıbrıs’ın kaderini, bu görüşme sonrasında oluşumunu zaman içinde tamamlayacak yep yeni bir gelişmenin ve ortamın belirleyeceği söylenebilir.
Dünyadaki konjonktür geçmiş yıllara kıyasla çok fazla değişikliğe uğradı ve Kıbrıs sorununun çözüm şekli de gidiyor.

Prof. Dr. Ata ATUN
http://www.ataatun.com
19 Ağustos 2011

19 Ağustos 2011
AB Kendi Kuyusuna Düştü için yorumlar kapalı
Okunma 42
bosluk

Dünyadaki Ekonomik Çöküntü Yayılıyor

Dünyadaki Ekonomik Çöküntü Yayılıyor

Avrupa Birliği içinde İrlanda ile başlayan ekonomik çöküntüye Portekiz, Yunanistan, İspanya ve Kıbrıs Rum Kesimi dahil olurken, uzaklardan da aynı sinyaller gelmeye başladı.
Çöküntü listesine batıda Atlantik ötesinden ABD ile doğuda Ural’ların arkasındaki Rusya da kenarından ilişmeye başladı. Komşu Ermenistan ise tam manasıyla iflasın eşiğinde.
ABD şimdilik, hali hazırda kendini hissettiren çöküntüyü biraz gayretle, biraz manipülasyonla, birazda ite kaka ileriki yıllara ertelemeyi başarmış gözüküyor.
Ancak durum pek parlak değil.
Kuzey Afrika ülkelerinde ve Orta Doğu bölgesinin kuzeyindeki ülkelerde ekonomik çöküntü kendini iyice belli etti.
Bu bölgede yıllardır yaşanan toplumsal çöküntünün üzerine bir de ekonomik çöküntü eklendi. Önümüzdeki yıllar içinde bu bölgede karmaşa, çatışma, savaş veya kaos kaçınılmaz gözüküyor.
Bu güne değin yer altı zenginliklerinden dolayı işlerin hep iyi gittiği farz edilen veya düşünülen Rusya’da da işler pek iyi gitmiyor.
Rusya 1988’lerde Gorbaçov ile başlayan “Yeniden yapılanma” sonunda sırtından bir çok yükü atmayı başarıp rahatlamış gözükse de, doğal kaynaklara sınırsız bağımlılık, teknolojik geri kalmışlık, düşük üretim, yozlaşmış ve kanser olmuş devlet yönetimi, aşırı sayıdaki kamu personeli, 1917 Bolşevik devrimi ile hayata geçmiş merkezi devletin ve birimlerinin halen varlığını sürdürmesi ve bağımsız olmayan yargı sistemi ülkeyi bitirmek üzere.
Tüm bu olumsuzluklar nedeniyle yabancı sermaye için cazip koşullar oluşturmayan Rusya dış yatırımcıyı çekemediği gibi, tam tersine ülke sermayesinin dışarı kaçmasına sebep oluyor.
Ve beyin göçü de her gün biraz daha artarak dışa akışını sürdürüyor.
Rusya’da yoksulluk gittikçe yayılmış, ülke kısır bir döngü içine girmiş durumda. Mevcut yönetim ve hala daha beyinlerinde komünizmin izlerini taşıyan yöneticiler bu döngüyü kırmayı bir türlü başaramıyorlar.
Tam tersine döngü gittikçe büyüyor ve her gün biraz daha kırılamaz hale geliyor.
2005 yılında Rusya Devletinin bütçesinin dengeli olabilmesi ve açık vermemesi için, büyük miktarlarda dış satımını yaptığı petrolün bir varilinin dünya piyasasındaki değerinin asgari 30 Dolar olması yeterliydi ve bütçe açık vermiyordu.
Son altı yılda, Rusya’da binlerce kişinin, devlet bütçesine getireceği yükün olumsuz etkileri dikkate alınmadan plansız ve programsız olarak istihdam edilmesi, hükümetin parasal kaynakları dikkate almadan yaptığı popülist harcamalar, her iş kolu ile devlet dairesinde mevcut olan yolsuzluklar ve rüşvet nedeni ile bu açık vermeme değeri günümüzde 117 Dolar’a yükseldi.
Rusya’nın hantal yapısı, eski teknolojisi, gittikçe yaygınlaşan yoksulluğu ve önü bir türlü kesilemeyen yolsuzlukları nedeniyle bu açık vermeme değeri her yıl ortalama yüzde 10 artış gösteriyor.
2012 yılında 128 Dolara yükselecek olan bu optimum değer, 2013’de 140 Dolara çıkacak ve artışını aynı tempoda sürdürecek.
Bir varil petrol fiyatı günümüzde 80 ile105 Dolar arasında inip çıkıyor. Bu yazının yazıldığı günkü değeri ise 88.68 Dolar.
Bu da demektir ki, Rusya bu gün cepten yiyor ve zarar ediyor. Fiyatlar böyle giderse bütçe açığı her geçen gün artacak, karşılanamaz boyutlara yükselecek. Bunun karşılığı ise her dilde aynı: “Ekonomik Çöküntü”
Rusya devleti bütçeye kapatmak için doğal olarak son birkaç yıldır “İstikrar Fonları”nı kullanıyor ama bunun da sonu yok. Petrol yükselmezse açık devam edecek.
Petrolün en çok tüketildiği ve sanayilerinin boğazından petrole bağlı olduğu süper güçler (ABD ve AB) petrol fiyatlarının yükselmemesi için ellerinden geleni yapıyor. Bunun için Körfez ülkeleri ve Irak’ı tepe tepe kullanan ABD ve AB, bu ülkeleri OPEC’in fiyat artışına karşı elde koz olarak tutuyorlar.
Petrol fiyatları artmazsa Rusya’nın yapması gereken sosyal harcamaları kesmek olacak. Bu da halkın hoşnutsuzluğunu ve başkaldırısını beraberinde getirecek.
Kısacası, Batı dünyası hızla krize ve karmaşaya doğru gidiyor.
Türkiye ve KKTC’nin ise, (kuzeyde Rusya’nın, batıda AB’nin ve Doğu ile Güneyde de Orta Doğu ülkelerinin oluşturduğu coğrafyanın tam ortasında yer alması nedeni ile) bu krizlerin ve ekonomik çöküntülerin getireceği olumsuzluklardan etkilenmemesi mümkün değil.
Önümüzdeki yıllarda sıkıntılı günler bizi bekliyor.

Prof. Dr. Ata ATUN
http://www.ataatun.com
17 Ağustos 2011

17 Ağustos 2011
Dünyadaki Ekonomik Çöküntü Yayılıyor için yorumlar kapalı
Okunma 59
bosluk

Vatandaşlar, Kaçaklar ve Suçlar

Vatandaşlar, Kaçaklar ve Suçlar

Avrupa İstatistik Dairesi Eurostat’ın Avrupa ülkelerinde tutuklu ve hükümlü sayısı hakkında yayınladığı yıllık raporlar var.
Aynı istatistik bilgileri ABD’de yayınlıyor. Dünyanın en refah ve en ileri ülkesi olarak varsayılan 300 milyon nüfuslu Amerika Birleşik devletlerinde tutuklu ve hükümlü sayısı 2 milyon 300 binin üzerinde, yani her yüz bin kişiye 767 kişi.
Avrupa Birliğinde ise bu oran ABD’deki kadar yüksek olmasa da, KKTC’ye göre epey yüksek.
2005-2007 döneminde Avrupa’da her 100 bin kişilik nüfusa göre hapishanelerde yatan hükümlü ve tutuklu sayısı, Estonya’da 302, Letonya’da 293, Litvanya’da 232, Polonya’da 228, Çek Cumhuriyeti’nde 185, İngiltere’de 156, Almanya’da 97, İsveç’te 77, İrlanda’da 75, Danimarka’da 71, Finlandiya’da 68, Slovenya’da 60.
Kıbrıs Rum tarafında ise yaklaşık olarak 200 bin yabancı uyruklu şahıs bulunuyor, (23 Haziran 2010 Alithia Gazetesi) yani mevcut nüfusun yaklaşık dörtte biri.
Bu güne değin Rum tarafında 4 kez af çıkarıldı ve Rum Merkezi Cezaevi kısmen boşaltıldı. Bunların üçüncüsü 4 Ekim 2010’da “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” 50. Kuruluş Yıldönümü nedeniyle, sonuncusu da 21 Nisan 2011’de Rum Ortodoks dünyasının kutlayacağı Paskalya yortusu sebebiyle idi ve bu son 9 ayda toplam mahkûm sayısında 140’a yakın azalma olmasına rağmen sayı günümüzde yaklaşık 704 ve uluslararası verilere göre, cezaevinin kapasitesine kıyasla olması gerekenden neredeyse iki katı daha fazla. Her 100 bin kişiye göre de hükümlü ve tutuklu sayısı yaklaşık 82 kişi.
Devlet Planlama Örgütü’nün (DPÖ) 2006 yılından itibaren yapmış olduğu projeksiyonlar sonucu ortaya çıkan KKTC nüfusu, yılsonu itibarıyla 2006’da 259,168 kişi, 2007’de 271,223 kişi, 2008’de 279,064 kişi, 2009’da 285,356 kişi ve 2010’da ise 287,856 kişi olarak hesaplanmıştı.
Ben de son 5 yıllık ortalama artış oranını baz alarak KKTC’nin Ağustos 2011 resmi nüfusunu yaklaşık 293 bin kişi olarak varsayıyorum.
Herhangi bir sayıma dayanmayan iddialara göre, bu sayıya “Beyaz Kimlik” almaya hak kazanan 35 bin kişi olduğu varsayımını ve gene iddialara göre kaçak olduğu söylenen 40 bin kişiyi de eklersek, adada yaşayan toplam nüfus 368 bin kişi oluyor.
Gene bir sayıma dayanmayan iddialara göre bu nüfusun 136 bin kişisi 1974 öncesi Kıbrıs’ta yaşayan Türkler. Geri kalanlar Kıbrıslı Türklerle evlilik yapan, gelinler, damatlar, yengeler, enişteler, onların çocukları ve daha iyi bir yaşam için Türkiye’den ve üçüncü ülkelerden adamıza gelip yerleşenler.
KKTC Merkezi Cezaevi’nde ise mahkûm sayısı değişken. Ortalama olarak 325-375 arasında inip çıkıyor. Yaz aylarında bu sayı yükselirken, kış aylarında inişe geçiyor. Aynen otellerimizdeki gibi.
Bu mahkumların yaklaşık yüzde 35’i KKTC vatandaşı. Diğerleri yurt dışından gelen kişiler. Yurt dışından gelip suç işleyen kişilerin oluşturduğu yüzde 65’lik oran yaklaşık 227 kişi etmekte.
Basit bir hesaplama ile bazı kişilere göre KKTC’de yaşamlarını yasal veya kaçak olarak sürdüren ve 1974 öncesi Kıbrıs’ta yaşayan Kıbrıslı Türk varsayılmayan kişilerin toplamı yaklaşık olarak 232 bin kişi. Bu sayıyı, cezaevindeki yüzde 65 oranındaki suçlularla ilintilendirirsek, 100 bin kişilik nüfusa göre hükümlü ve tutuklu sayısı yaklaşık 98 kişi eder, yani yaklaşık yüzde bir.
Geri kalan yüzde 99, namusuyla çalışan ve suç işlemeyen bir kitle. Ülkemizi vatan seçmiş, burada evlenmiş, çocukları burada doğmuş ve geleceklerini de KKTC’de ki yaşamları üzerine kurmuş insanlar.
Niye biz bu durumda ülkemizde namusuyla yaşayan, suç işlemeyen, bu ülkenin her kesimine ve ekonomisine katkı koyan 232 bin kişinin tümünü ister yasal olsun, ister Beyaz Kimlikli, ister Yeşil olsun veya da kaçak, suçlu yerine koyup hırsız, uğursuz, katil, kanara diye tanımlıyoruz. Çok büyük bir yanlış yapıyoruz ve yurt dışından ülkemize suç işlemek için gelenleri, burada namusuyla yaşayan ve suç işlemeyen kişilerle aynı kefeye koyuyoruz.
ABD veya Avrupa Birliğindeki nüfus-mahkum oranı ile kıyasladığımızda niye bazı kişiler ve medya kuruluşları bu dünya güzeli ülkemizi “Suç Cenneti” diye tanımlıyor pek de anlamış değilim.
Artık at gözlüklerimizi çıkarıp, ülkemizi, vatandaşlarımızı, suçları ve mahkûmları gerçekçi bir şekilde diğer ülkeler ile kıyaslayıp karar vermeliyiz.

Prof. Dr. Ata ATUN
http://www.ataatun.com
15 Ağustos 2011

15 Ağustos 2011
Vatandaşlar, Kaçaklar ve Suçlar için yorumlar kapalı
Okunma 89
bosluk

Beyaz Kimlik Trajedisi

Beyaz Kimlik Trajedisi

Beyaz Kimlik konusunda aslında biz “Vatandaşlar” veya da Lüzinyan’ların sınıflamasıyla “Asiller”, açıkçası neler olup bittiğini pek bilmeden “Ahkam Kesiyoruz”.
Eğer KKTC’de bir takım hizmetler verilebiliyorsa ve biz bunları makul ücretlerle satın alabiliyorsak, bunları yapanların “Beyaz Kimlik”e mahkûm ettiğimiz kişiler olduğunu unutuyoruz veya da görmezden geliyoruz.
Yoğun hizmet veren yerler olan hastanelerdeki ara elemanlar ve teknik personel, otellerdeki ara elemanlar ve teknik personel veya da diğer iş kollarındaki bu ara elemanlar olmazsa bu hizmetleri nasıl ve kimden alabileceğimizi ya da kaça alabileceğimizi pek düşünen yok.
Zannediyoruz ki “Beyaz Kimlik”li bu insanlar giderse, her işi biz yapabileceğiz ve her şey güllük gülistanlık olacak. Buna Kantara’daki veya Buffavento’daki yaban keçileri bile güler. Garanti ederim ki maliyetler hemen iki üç misli artar ve işyerlerinin çoğu da kısa bir müddet sonra kapanır.
Önce eğer hepimiz devlet memuru olursak devlet memurlarının maaşı, emeklilikleri ve emeklilik ikramiyeleri kimlerin verdiği vergilerle ödenecek, onu düşünmemiz lazım.
Uzun uzun tatil yapmanın, günün yarısında çalışıp diğer yarısında da yan gelip yatmanın, çalışmadan, üretmeden yaşamanın bedelini Yunanistan ödemeye başladı. Yakında, aramızdaki bazı kişilerin her fırsatta örnek göstermek istedikleri Kıbrıs Rum tarafı da bu tembelliğin bedelini ödeyecek. Zaten başladı bile.
Beyaz Kimlik sahibi olanlara, “devlette çalışma ile seçme ve seçilme hakkı dışında her hakka sahip olacak” deniyor ama gerçek öyle değil.
Açıkçası hiçbir hakka sahip değiller.
Bütün hakları- buna kazançları da diyebiliriz- her yıl çalışma ve ikamet izni çıkartmak zorunda olmamaları. Gerisi Kıbrıs Türkçesi tabiri ile “fasa fiso” ve başka bir hakları da yok.
Bana bu konuda gönderilen sayısız mesajlardan bir tanesini burada yayınlamak istiyordum. İçeriği çok ders verici ve açıklayıcıydı. Bilmediğimiz, yaşamadığımız ve duymadığımız sorunlarla yüz yüze kalmış bu Beyaz Kimlikli vatandaşımız. Üstelik Beyaz Kimliğini de 2008 yılında almış. Yani dün değil, bugün değil, tamı tamına 3 yıl önce.
Mesajı uzun olduğu için bir başka yazımda yer vermeye karar verdim ama içinden seçtiğim ibret verici alıntıları da siz sevgili okurlarıma aktarmak isterim. Okuyucumun ismini kısaltım ve nokta ile belirtilen yerleri herhangi bir siyasi yoruma neden olmaması için çıkarttım.
“Ben A. Z. Y. , Kıbrıs’a Nisan 1996 yılında yerleştim, İlk çalışma iznimi Ocak 1997 yılında aldım.1997 yılından Temmuz 2011 ayına kadar 1 gün dahi eksik olmadan kesintisiz SS, İH ve vergi primlerimi yatırdım, halen de yatırmaya devam ediyorum.1997 yılı ile Haziran 2008 yılı arası 10 çalışma izninden dolayı … iktidarı döneminde beyaz kimlik aldım ve 2008 yılında 1,050 TL harç parası ödedim.
… iktidarı döneminde bize, “bu kimliği aldığınızda seçme seçilme ve devlette istihdam hariç KKTC vatandaşlık haklarının tamamından yararlanacaksınız” dendi. Maalesef Beyaz Kimlik tüzüğü tamamlanmadan bu kimlikler bize o tarihte yüksek harç parasıyla verilmesine rağmen, hiç bir işe yaramadı….”
Ve mesaj akıcı bir şekilde bu güne değin Beyaz Kimlik sahibi olmasına rağmen karşılaştığı zorlukları dile getirerek devam ediyor.
Beyaz Kimlik sahipleri kısaca;
Yabancılara tanınan sınırlamaların üzerinde konut veya arsa alamıyor,
Beyaz Kimlikle Türkiye’ye seyahat edemiyor,
KKTC’de yapılamayan tedaviler için Türkiye’ye Kurul Kararı ile gönderilemiyor,
Çocukları burada doğmuş olsa bile Türkiye’de tedavi olanakları yok,
Ve bunlara benzer en az yirmi tane daha olması gereken ama uygulamada olmayan hakları var.
İyi de biz niye bu kişilere “Beyaz Kimlik alırsan devlette çalışma ile seçme ve seçilme hakkı dışında her hakka sahip olacaksın” diyoruz da hiçbir hakkı vermiyoruz?
Aslında bizler “İnsan Hakları” suçu işliyoruz.
Yıllar önce adamıza gelmiş, çalışkanlığıyla, teriyle, verimiyle KKTC devletinin ve halkının yaşamına katkı koymuş, çocukları burada doğmuş büyümüş ve bu yıllar içinde hiçbir suç işlememiş insanlara “sen çalışmana devam et, bize hizmet ver ama senin bu toprakların vatandaşı olmak hakkın yok” diyoruz.
Ne, birçok kişinin örnek göstermek istediği Avrupa Birliği’nde vatandaş olma kuralları bizdeki gibi katı ve ayırımcıdır, ne de Amerika’da.

Prof. Dr. Ata ATUN
http://www.ataatun.com
12 Ağustos 2011

11 Ağustos 2011
Beyaz Kimlik Trajedisi için yorumlar kapalı
Okunma 62
bosluk

Hristofyas Hedef Şaşırtmaya Çalışıyor

Hristofyas Hedef Şaşırtmaya Çalışıyor

Rum Cumhurbaşkanı Hristofyas’ın başı son birkaç aydır fena sıkışık, hem dışta hem de içte.
İç cephede gerilim iyice arttı.
Deniz üssündeki patlama, ölenler, arttırılan vergiler, yeni icat edilip yürürlüğe konan 7 adet vergi ve arttırılan KDV oranları halkı çılgına çevirmiş durumda.
Her gece Hristofyas’ın sarayının önünde fener alaylı protesto mitingleri yapılmakta ve Hristofyas’ın kellesi istenmekte.
Bu protestolar öyle boyutlara ulaştı ki, siyah giyinmiş yaklaşık 200 kişi, dün gece deniz üssündeki patlamada ölenleri temsil eden 13 meşaleyle birlikte Özgürlük (Eleftheria) Meydanı’nda toplandı ve sloganlar atarak yüzlerce kişinin bulunduğu Rum Başkanlık Sarayı önüne yürüdü ve Hristofyas’a karşı yoğun bir protesto gösterisi yaptı.
Protestolar ve Rumların en küçük fırsatta birbirleri ile kavga etmeleri hem halkı, hem siyasi partileri hem de sivil toplum örgütlerini endişelendirmeye başladı.
Anma törenlerinde bile sağcılarla solcular birbirleri ile kavga ediyor oldu artık.
Dışta ise, Cumhurbaşkanı Eroğlu ile yürütülen “Çözüm” müzakerelerinde AKEL hariç geri kalan tüm siyasi partiler Hristofyas’ın başarısızlığından ve ipleri Eroğlu’na kaptırdığından bahsederek Hristofyas’a saldırmakta.
Özellikle de “Dönüşümlü Başkanlık, Çapraz Oy ve KKTC vatandaşı olan Türkiye’den gelen kişilerin Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin vatandaşı olacaklarını Hristofyas’ın kabul etmesi, koalisyon ortağı DIKO’nun bile sabrını taşırdı ve koalisyon bozuldu.
BM yılların geleneğini bozdu ve Rumların müzakerelerde yapıcı adımlar atmadıklarını ve müzakereler belirledikleri takvime uygun gitmezse, adadaki iyi niyet ofisini kapatabileceklerini kulaklara fısıldamaya başladı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin bölgedeki durdurulamaz yükselişi ve müzakereleri Rumların beklentileri doğrultusunda gitmesine izin vermemesi Hristofyas’ın başını iyice derde soktu.
Rumlara göre her geçen gün müzakereler Rumların aleyhine işliyor ve içinden çıkılmaz bir bataklığa sürükleniyorlar.
Hristofyas ve yeni kabinesi bu krizden çıkışı ve bu protestolardan kurtulmanın yolunu hedef şaşırtarak Kıbrıslı Türklere, KKTC’ye ve Türkiye’ye saldırmakta buldu.
Bir taraftan Hristofyas akla gelen her konuda Türkiye’yi suçlamaya başlarken, diğer taraftan da kabine üyeleri, özellikle de “Kara Cira” lakaplı yeni Dış işleri bakanı Markulli, kendine has bahaneler üreterek Türkiye aleyhine AB Parlamentosu üyelerine, Komisyon başkanlarına ve büyük elçilere protesto yazıları göndermeye başladı.
Kara Cira Ulaştırma bakanı iken, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs Hava Yolları uçaklarının Türk hava sahasını kullanmasına izin vermemesi nedeni ile Türkiye’nin Rumlara izolasyon uyguladığı ve milyonlarca Avro zarara uğradığı iddiasını ortaya atmış ve önüne gelen herkese mektuplar gönderip protestolarda bulunmuştu.
Ama aynı Kara Cira’nın aklına, Kıbrıslı Türkleri dünyadan soyutlayıp kendilerine muhtaç kalsınlar diye uyguladıkları ve uygulattıkları izolasyonlar hiç gelmemişti. 1963-1974 yılları arasında içinde çocuk sütü de bulunan 38 kalem malın Türklere satışını yasakladıklarını ve yeni doğan Türk çocuklarını aç bırakarak gıdasızlıktan ölmeleri planını acımasızca uygulamaya koyduklarını hiç hatırlamamış anlaşılan.
Rumlar ezelden beridir böyledirler.
Kendileri yaparken, yaptıkları kendilerinin özel hakkıdır ve uluslararası yasalara göre de uygundur. Ama aynı yöntem kendilerine uygulanırsa, geçmişi hemen unuturlar ve protestolara başlarlar.
Kıbrıs adasında Kıbrıslı Türklerin varlığını isteseler de istemeseler de kabul etmek zorunda olduklarını artık anlamış durumdadırlar, üstelik BM’nin de ön koşul olarak ortaya koyduğu gibi eşit statüde ve eşit politik haklara sahip olarak.
Hristofyas’ın geleceği ise pek parlak değil.
Kurduğu kabinesi ise azınlık hükümeti. Sadece şov amaçlı ve ben ayaktayım mesajını taşımaktan öteye gitmiyor. Koalisyon ortağı EDI’nin (Birleşik Demokratlar) mecliste temsilcisi yok. EDI’nin 2006 seçimlerindeki oy oranı yüzde 1.6 iken 2011 seçimlerine girmek cesaretini gösteremediler ve girmediler.
Hristofyas eninde sonunda politikaya bir daha geri dönememek üzere gidecek ve gidişi Kıbrıs Rum tarihine geçecek türde olacak. Hiç kurtuluşu yok.

Prof. Dr. Ata ATUN
http://www.ataatun.com
10 Ağustos 2011

9 Ağustos 2011
Hristofyas Hedef Şaşırtmaya Çalışıyor için yorumlar kapalı
Okunma 35
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar