Alman-Kıbrıs Forumunun 25 Ekim tarihli açıklama yazısını okumanızı isterim. Bu günkü köşe yazımda size bu yazının ana temasından bahsedip, içinden de belirli yerleri aktaracağım ve birlikte niçin Sivil Toplum Örgütlerinin ortak çabalarının ve çalışmalarının olumlu bir sonuca gidemediğini göreceğiz.
Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti, Alman-Kıbrıs Forumu’nun, DZF (Deutsch-Zyprisches Forum) 15 ve 16 Ekim’de Lefkoşa’da gerçekleştirdiği İki Toplumlu Atölye çalışmasına mani olabilmek için bir dizi politik müdahale girişimlerinde bulunmuş.
Açıklamaya göre bunun Resmi nedeni ise DZF’nin diğer uzmanlar ile birlikte Kuzey Kıbrıs’taki Üniversitelerden ve Devlet Dairelerinden de çeşitli uzmanları söz konusu atölye çalışmasına davet etmesi. Gerekçe, Berlin’de bulunan Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Elçiliğinin gönderdiği bir mektubun içeriğinde, “KKTC Temsilcilerinin Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin yasal temsilcileri ile eşit düzeye gelmesi” iması ile açık olarak ortaya konmuş.
DZF, organize ettiği “Kıbrıs için Sürdürülebilirlik” atölye çalışmasını, Kıbrıs’ın bütünü içinde adanın her iki kesiminde yaşayan toplumların sürdürülebilirlik yöntemine başlangıç noktası veya işareti olarak kullanmak amacı içinde idi. Fakat Lefkoşa’daki söz konusu toplantı, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin bu mantıkla engellemelerde bulunması nedeni ile Kıbrıs Rum tarafından hiçbir hükümet görevlisinin katılımı olmadan gerçekleştirildi.
DZF, bu tür bir düşüncenin ve uygulamanın, Lefkoşa’daki atölye çalışmasının Kıbrıs Rum Yönetiminde görev yapan özellikle bilgili çevre ve turizm uzmanlarından yoksun olarak yapılacağı manasına geldiğinden dolayı Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin bu davranışını, üzüntü ile karşıladıklarını açıkladı.
Tüm bunlara rağmen, adanın güney kesimindeki Sivil Toplum Örgütlerinin ve iş adamlarının, çevre ve turizm konusundaki son gelişmeler hakkında raporlar vermeleri nedeni ile söz konusu atölye çalışması yaklaşık 70 kişiye ulaşan katılımcısı ile gene de başarılı oldu. Böylece Almanya ve Kıbrıs arasındaki diyalogu güçlendirme hedefine ve adada yaşayan iki toplum arasındaki fikir ve deneyim alış verişi yapılması amacına ulaşılmış oldu.
Aralarında, Alman Parlamentosundaki Sosyal Demokrat Grubunun Ekolojik Politikası Sözcüsü Bayan Ulrike Mehl’inde bulunduğu tanınmış Alman uzmanlar, sürdürülebilirlik konusunun kapsadığı Su Yönetimi, Enerji Temini, Çevresel İletişim, Sürdürülebilir Turizm, Doğayı Koruma ve yerel “Gündem 21 Grubu” ile olan deneyimleri hakkında bilgiler verdiler.
DZF, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti hükümetini, çalışanlarının halkın önüne çıkmalarına mani olmakla, 2000 yılı sonbaharında, DZF’nin düzenlediği Lefkoşa’nın Su Yönetimi Konferansına Kıbrıs’lı Türk temsilcilerin katılımına izin vermeyen KKTC yetkilileri gibi hareket ettiklerini dile getirdi.
DZF, Kıbrıs (Rum) Hükümetini eleştiriye devamla, K.R. Hükümetinin tavırlarının “Karşılıklı görüşmelere mani olmak” olduğunu ve buna katlanmalarının çok zor olduğunu vurgulayarak Avrupa Birliği üyesi bir ülkenin, bu şekilde uluslararası seviyede çalışan bir sivil Toplum Örgütünün faaliyetlerine mani olmasını hiç alışılmadık bir davranış olarak gördüklerini belirtmiştir.
Bu yazı içindeki tüm yorumlar DZF’ye ait. Sadece adadaşımız Rumları daha iyi tanımanız ve perde arkasında bizlere karşı nasıl tavır aldıklarını ve bizler hakkında neler düşündüklerini bilmeniz için köşeme aldım….
Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu’nda konuşan, AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Guenther Verheugen, 24 Nisan’da Kıbrıs’ta mevcut iki toplum içinde ayrı ayrı yapılan referandumun ardından, izolasyonların kaldırılacağı yönünde Kıbrıslı Türklere verilen sözlerin tutulmadığını ve üyesi olduğu Komisyon’un yaptığı önerilerin, AB Konseyi’nin ve Avrupa Parlamentosu’nun engeline takıldığından bahsetmiş ve bundan dolayı da hayal kırıklığına uğradığını belirtmiştir. Bu sözlerinin ardından AB ülkelerine bir çağrıda bulunan Verheugen, Kıbrıslı Türklere verilen sözleri yerine getirmeleri için hala daha geç olmadığını özellikle vurgulamış ve lütfen tutalım diyerek de bu isteğini pekiştirerek, adeta Kıbrıs’lı Türklerden özür dilemiştir.
Arkasından sanki eş zamanlı olarak AB dönem başkanı Hollanda’nın Avrupa İşleri Bakanı Atzo Nicolai’nin Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, Kıbrıslı Türklerin AB tarafından terk edilmediğini ve terk edilmeyeceğini vurgulamış ve ülkesi Hollanda’nın, Konseyin dönem başkanı olarak, Kıbrıslı Türklere verilmesi gereken doğrudan mali yardımların serbest bırakılması gerektiği görüşünde olduğunu belirtmiştir.
Avrupa Parlamentosu Genel Kurulunda yukarıdaki iki mesajın resmi kürsüden dile getirilmesi çok düşündürücü ve bir o kadar da ilginç.
Bence Avrupa Birliği Konseyi ve Parlamentosu Kıbrıs’lı Türkler konusunu rafa kaldırmamış, sümen altına sokmamış ve AB’nin Kıbrıs’la ilgili çalışma grupları özellikle genişlemeden sorumlu üye Guenther Verheugen’in dürtüleri ile konu üzerinde çalışmalarını sürdürmekte ve hukuksal ile teknik sorunların üzerinden gelebilmek için çaba göstermektedirler.
Doğal olarak Avrupa Parlamentosunun ve Konseyinin söz sahibi ve ileri gelen kişilerinin Kıbrıs’lı Türkler ile ilgili Parlamentoda ve Konseyde yapılan çalışmalar hakkında zaman zaman mesaj vermeleri toplumumuz üzerinde iyi bir etki yapmakta ve olumlu izlenimler yaratmaktadır.
Tabi bu çalışmaların önüne çıkarılan engellerin, konan feliklerin nereden geldiğini veya kaynaklandığını araştırmamıza gerek yok. Doğru adres Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ve başındaki siyasilerdir.
Genelleme yapmamak için “Genel olarak” kelimesini kullanmayacağım ve söylemek istediklerime daha uygun olan ve daha kesin bir tanımla, Rum adadaşlarımız, her koşulda, her fırsatta ve her olasılıkta bizlerin menfaat ve çıkarlarına olabilecek, bizim kimliğimizi ve varlığımızı öne çıkarabilecek her girişime, her adıma ve her tür çözüme derhal mani olmakta, önüne set çekmekte veya olayın akışını yavaşlatmak için elden geleni yapmaktadırlar.
Bu girişimleri maalesef, eğitimden tutun spora, havada veya denizde direk seferlerden uluslar arası ticarete, direk uluslar arası postadan telefon iletişimine veya aklınıza gelebilecek her alanda görmekteyiz veya yaşamaktayız.
Adada barış istiyorsak bence, Rumlar bizi kendilerinin zorla sahiplendikleri Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetine yama olarak görmekten vazgeçmeliler ve bizleri azınlık olarak değil bu ada üzerinde birlikte barış içinde yaşamak için ORTAKLARI olarak görmeye başlamaları gerekmektedir.
Yeni yapılan çift şerit yollarımız bakımsız ve ölüme terk edilmiş
Bu günkü konumu gene Dış Politikaya ayıracaktım fakat her gün gidip geldiğim Mağusa-Lefkoşa çift şerit yolu gün be gün beni üzdüğünden, bu yazımı Türkiye’nin planı, projelendirmesi ve parasal katkıları ile yapılan şehirlerarası çift şerit yollarımıza ayırdım.
Lefkoşa’dan Mağusa’ya doğru yol aldıktan sonra Mağusa’ya giriş kısmına yaklaşıldığı vakit, gidiş ve geliş yolları arasındaki refüj çok güzel bir şekilde çiçeklendirilmiş. Gerçekten hayran kaldım. İnsan boyuna ulaşan yem yeşil dikenler, karşıdan gelen arabalarnın farlarının sizi rahatsız etmesine mani olacak şekilde dikilmiş. Çok düşünceli bir davranış.
Bütün yol boyunca, güzelim çift şerit yolun hem orta kısmını hem de yan kenarlarını dikenler ve otlar kaplanmış. Özellikle orta kısımdaki otlar ve dikenler, aradaki beton plakları patlatacak düzeyde irileşmişler. Yolların kenarlarında ise, her tür ot ve diken boy atmış.
Binbir emekle yapılan bu yollarımıza bakan ve bu yollardan sorumlu olan hiçbir Bakanlık ve birim yok mu?. Yoksa var da bu birimde her kes Müdür, Müdür yardımcısı ve Amir olduğundan, yollarda temizlik yapabilecek personel mi yok.
Hem Lefkoşa’da hem de Mağusa’da trafik çemberlerinin etrafındaki refüjler adeta birer çöp yuvası. Işıklarda bekleyenler, boş sigara paketlerini, kola kutularını, bira şişelerini camdan dışarı fırlatıyorlar. Sanki arabanın içinde çöp olmayınca çevre de ter temiz olacakmış gibi. Buna karşın, hiçbir devlet dairesindeki hiçbir memur veya personel veya görevli veya işçi gelip bu çöpleri temizlemiyor. Biz Avrupa Birliğine lafla mı gireceğiz yoksa alışkanlıklarımız ve davranışlarımızla mı?
Hiç kıyaslamak istemiyorum ama lütfen gidin ve Rum tarafındaki şehirlerarası yolların temizliğini ve refüjlerdeki çiçekleri görün. Trafik çemberlerinin etrafındaki refüjler, hem dekore edilmiş hem de rengarenk birer çiçek tarlası. Her renkten ve her türden çiçekler ekilmiş ve günlük bakımları da yapılmakta. Şehirler arası çift şerit yolların arasındaki beton refüjlerin ortasına saksılar inşa edilmiş ve yollar boydan boya rengarenk çiçekler ve Kıbrıs’a özel zakkumlar ile bezenmiş ve süslenmiş.
Yollarımızda ise hiç bakım yok. Böyle giderse, bu yollar bir müddet sonra kan kaybına uğrayacak ve ölmeye başlayacak. Arabaların çarpıp devirdiği korkuluklar aylardır devrilmiş olarak yerinde durmakta, kırılıp yere düşmüş yol kenarı direkleri ortadan kaybolmuş.
Bence ilgili Bakanlık söz konusu çift şerit şehirler arası yollar için seferberlik başlatmalı.
Benden uyarması ve söylemesi…
ABD komisyonu raporuna göre Kıbrıs’taki Sivil Toplum Örgütlerinin iki toplumlu projelerinin neredeyse yarısı tamamen zaman harcamanın ötesinde bir fayda sağlamadı. Komisyonun önerisine göre Kıbrıs’lı Rumları, hiçbir zaman Barış için Evet demeye ikna etmek olası değildi ve bu tür projelerin artık devam ettirilip ettirilmemesinin gündeme getirilmesi gerekmektedir.
Amerika’nın masraflarını karşıladığı İki Toplumlu Gelişim Projesi incelendiği vakit, bu çalışmaların içinde Amerika’nın aldığı rol çok açıkça görülmektedir. Amerikan Kongresi tarafından bu maksat için ayrılan para, Kıbrıs’ta UNOPS ( United Nations Office for Project Support) tarafından dağıtılmaktaydı ve bu nedenle de CB Thasos Papadopulos tarafından Nisan ayında yapılan Referandumda Rum tarafından “EVET” oylarının çıkması için harcandığı iddiaları ortaya atıldı.
Bu iddialar üzerine Nathan Associates adlı bir şirket tarafından bir inceleme yapıldı ve hazırlanan rapor USAID’e (United States Agency for International Development) “ABD Uluslar Arası Gelişim Dairesi” sunuldu. Bu rapor, BDP olarak tanımlanan (Bi-communal Development Project) İki Toplumlu Gelişim Projesi’nin geçmişini detayları ile vermekte ve Kıbrıs’a gönderilen paranın nerede ve nasıl harcandığını açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.
1998 yılından beri yaklaşık Altmış Milyon ABD Doları ($60,000,000) çeşitli projeler için ABD tarafından Kıbrıs’a verilmiş ve bu paranın da yüzde onuna yakın bir kısmı da her iki kesimdeki Sivil Toplum Örgütlerine verilmiş. Bu programın başlatılmasından itibaren ABD’nin Birleşmiş Milletler ve diğer kuruluşlar ile birlikte gösterdiği çaba da belli bir dereceye kadar başarıya ulaşmış.
Fakat Rumların Annan Planını red etmesi ile birlikte, artık Kıbrıs’taki Sivil Toplum Örgütlerine yönelik İki Toplumlu Projeleri (BDP) ve Kıbrıs’lı Rumları “EVET “dedirtmeye yönelik ABD kaynaklı veya diğer ülke kaynaklı hibe programlarının devam ettirilmesinin mantılı olup olmayacağı sorgulanmaya başlamıştır.
Rapora göre, Kıbrıs’lı Rumların “HAYIR” demesinde etkin olan faktörlerin, bu tür programların üstesinden gelemeyecek büyüklükte olması ve bu nedenle de “Barış amaçlı”, Kıbrıs’taki Sivil Toplum Örgütlerine yönelik İki Toplumlu Projelerin hedeflenen başarıyı yakalayamaması.
Bu projelerin, olumsuz bir görünüm kazanmaması ve politikacıların müdahalesinden uzak tutulabilmesi için, Kıbrıs’taki Sivil Toplum Örgütlerinin Sağlıkla ilgili projelerine %30, Çevre ile ilgili projelerine %19 ve Barış/Arabuluculuk faaliyetlerine de %11 oranında katkı yapılmış.
Günün sonunda, tüm bu yardım ve yatırımların sadece %20’si gerçekten başarılı olmuş ve yatırımların %35-45 ise çok az başarılı veya İki Topluma Hiç Fayda sağlamamış projeler olmuş.
Bu raporun bence en ilginç yanı, raporu hazırlayan kişilerin, Kıbrıs’taki Sivil Toplum Örgütlerine yönelik İki Toplumlu Projelerin (BDP) başarısızlığının ana sebebini, Kıbrıs’taki Amerikan Elçiliğinin projelerin her şeyine karışmalarına ve Projelerin yürütülmesi ile görevli memurların her aşamada Elçiliğe danışmak zorunda kalmış olmalarına atfetmeleri.
Elçiliğin bu denli projelere karışmış olması, çalışanlar arasında bir nevi asabiyet yaratmış ve bu asabiyet veya hırçınlık da projeleri başarısızlık rotasına sokmuş.
Bence çok ilginç bir analiz…..
ABD komisyonu raporuna göre Kıbrıs’taki Sivil Toplum Örgütlerinin iki toplumlu projelerinin neredeyse yarısı tamamen zaman harcamanın ötesinde bir fayda sağlamadı. Komisyonun önerisine göre Kıbrıs’lı Rumları, hiçbir zaman Barış için Evet demeye ikna etmek olası değildi ve bu tür projelerin artık devam ettirilip ettirilmemesinin gündeme getirilmesi gerekmektedir.
Amerika’nın masraflarını karşıladığı İki Toplumlu Gelişim Projesi incelendiği vakit, bu çalışmaların içinde Amerika’nın aldığı rol çok açıkça görülmektedir. Amerikan Kongresi tarafından bu maksat için ayrılan para, Kıbrıs’ta UNOPS ( United Nations Office for Project Support) tarafından dağıtılmaktaydı ve bu nedenle de CB Thasos Papadopulos tarafından Nisan ayında yapılan Referandumda Rum tarafından “EVET” oylarının çıkması için harcandığı iddiaları ortaya atıldı.
Bu iddialar üzerine Nathan Associates adlı bir şirket tarafından bir inceleme yapıldı ve hazırlanan rapor USAID’e (United States Agency for International Development) “ABD Uluslar Arası Gelişim Dairesi” sunuldu. Bu rapor, BDP olarak tanımlanan (Bi-communal Development Project) İki Toplumlu Gelişim Projesi’nin geçmişini detayları ile vermekte ve Kıbrıs’a gönderilen paranın nerede ve nasıl harcandığını açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.
1998 yılından beri yaklaşık Altmış Milyon ABD Doları ($60,000,000) çeşitli projeler için ABD tarafından Kıbrıs’a verilmiş ve bu paranın da yüzde onuna yakın bir kısmı da her iki kesimdeki Sivil Toplum Örgütlerine verilmiş. Bu programın başlatılmasından itibaren ABD’nin Birleşmiş Milletler ve diğer kuruluşlar ile birlikte gösterdiği çaba da belli bir dereceye kadar başarıya ulaşmış.
Fakat Rumların Annan Planını red etmesi ile birlikte, artık Kıbrıs’taki Sivil Toplum Örgütlerine yönelik İki Toplumlu Projeleri (BDP) ve Kıbrıs’lı Rumları “EVET “dedirtmeye yönelik ABD kaynaklı veya diğer ülke kaynaklı hibe programlarının devam ettirilmesinin mantılı olup olmayacağı sorgulanmaya başlamıştır.
Rapora göre, Kıbrıs’lı Rumların “HAYIR” demesinde etkin olan faktörlerin, bu tür programların üstesinden gelemeyecek büyüklükte olması ve bu nedenle de “Barış amaçlı”, Kıbrıs’taki Sivil Toplum Örgütlerine yönelik İki Toplumlu Projelerin hedeflenen başarıyı yakalayamaması.
Bu projelerin, olumsuz bir görünüm kazanmaması ve politikacıların müdahalesinden uzak tutulabilmesi için, Kıbrıs’taki Sivil Toplum Örgütlerinin Sağlıkla ilgili projelerine %30, Çevre ile ilgili projelerine %19 ve Barış/Arabuluculuk faaliyetlerine de %11 oranında katkı yapılmış.
Günün sonunda, tüm bu yardım ve yatırımların sadece %20’si gerçekten başarılı olmuş ve yatırımların %35-45 ise çok az başarılı veya İki Topluma Hiç Fayda sağlamamış projeler olmuş.
Bu raporun bence en ilginç yanı, raporu hazırlayan kişilerin, Kıbrıs’taki Sivil Toplum Örgütlerine yönelik İki Toplumlu Projelerin (BDP) başarısızlığının ana sebebini, Kıbrıs’taki Amerikan Elçiliğinin projelerin her şeyine karışmalarına ve Projelerin yürütülmesi ile görevli memurların her aşamada Elçiliğe danışmak zorunda kalmış olmalarına atfetmeleri.
Elçiliğin bu denli projelere karışmış olması, çalışanlar arasında bir nevi asabiyet yaratmış ve bu asabiyet veya hırçınlık da projeleri başarısızlık rotasına sokmuş.
Bence çok ilginç bir analiz…