Kendi Devletimizi Bizim Bürokrasimiz Tanımıyor, Yabancılar Nasıl Tanısın

Kendi Devletimizi Bizim Bürokrasimiz Tanımıyor, Yabancılar Nasıl Tanısın

Aslında bu gün AB-KKTC-“Kıbrıs” ilişkilerinin son durumundan bahsedecektim fakat memurların ve devlet bürokrasisinin içler acısı durumunu görünce, köşe yazımı kendi iç sorunumuza ayırdım.

Çok yakından tanıdığım ve uzun yıllar yurt dışında yaşamış bir yakınım 10 gündür uğraşmasına rağmen hala daha KKTC kimlik kartını alamadı ve gözüken o ki, alamayacakta.

Bu kişi erkek ve 1947 Larnaka doğumlu. İlkokul, ortaokul ve liseyi Kıbrıs’ta okudu. Namık Kemal Lisesinde okurken 1.5 yıl mücahitlik yaptı. Liseden mezun olduktan sonra 3 yıl daha mücahitlik yaptı ve ODTÜ’yü kazanarak Türkiye’ye gitti ve Kimya Mühendisi oldu. Mezuniyetinden sonra adaya geri geldi ve 1974 öncesi sıkıntılı yıllarda Kimya mühendisi olmasına rağmen mesleği ile alakasız her tür işte çalıştıktan sonra geleceğinin ne olacağını bilemediği için Avusturya’ya gitti ve orada evlenerek, Avusturya’da doğan  3 oğul sahibi oldu. Hepsini de yaşları gelince ASAL şubeye kaydetti. Başarılı ve özverili çalışmaları ile Avusturya’da, cirosu milyar dolarlarla telaffuz edilen dünyanın ilk 10 içindeki bir uluslararası firmasının Doğu Avrupa sorumlu Müdürü mevkisine kadar yükseldi. Tabi şimdi Avusturya vatandaşı. Akıllı devletler, başarılı yabancıları hemen vatandaş yapıyorlar.

Bu yakınımın elinde, “Kıbrıs” (Rum) Cumhuriyeti ve KKTC kimliği hariç doğumunu, adını ve soyadını belirten ilgili ilgisiz her tür orijinal belge var. Her sene tatile geldiği Kıbrıs’a, birkaç yıl sonra kesin dönüş yapmayı arzuladığından şimdiden “KKTC Kimliği” almak sevdasına düştü. 10 gündür ilgili Bakanlığın ve Kaymakamlığın gezmediği odası ve memuru kalmadı. Elindeki, Otonom Türk Yönetimi kimliğini kabul eden yok, Kıbrıs Türk Federe Devleti kimliğini kabul eden de yok. Terhis belgesi veya Namık Kemal Lisesinden  fotokopisini aldığı doğum belgesini de kabul eden yok. En sonunda işini çok iyi bilen  bir memurumuz, Güneye gidip  “Kıbrıs” (Rum) Cumhuriyeti’nden bir kimlik çıkarmasını adeta emretti ve bu kimlik olmazsa KKTC kimliği alamayacağını da açık olarak belirtti. Yani “ben Otonom Türk Yönetiminin veya Kıbrıs Türk Federe Devletinin verdiği kimliği kabul etmiyorum, git Rum’dan al ve getir. Sadece o geçerlidir” diyor. Bu düşünce hangi aklı evvel müdürün kararı ise maalesef hala yürürlükte.

AB bizim gibi “kendi kurduğu yönetimleri veya devletleri tanımayan, verdikleri resmi belgeleri geçersiz sayan” insanlardan oluşan bir devleti niye kabul etsin hiç anlamıyorum.

Biz, sabıkalı olan, hepatit olan, üç kağıtçı olan insanları vatandaş yapıp KKTC kimliği veriyoruz ama, her kese nasip olmayacak bir başarı ile yurt dışındaki çok ünlü uluslar arası bir firmadaki mesleğinde yükselmiş, mücahitliğini bu topraklarda yapmış, Kıbrıs’ta doğmuş, özbeöz Kıbrıs’lı bir Türk’e KKTC Kimliği vermemek için elden geleni yapıyoruz ve bir de üstelik geçmiş yıllarda kurduğumuz kendi yönetim ve devletlerimizin belgelerini veya askerin verdiği belgeleri kabul etmeyip kendisini  “Kıbrıs” (Rum) Cumhuriyeti’nden kimlik almaya mecbur ediyoruz.

Nasıl bir devlet idaresidir, nasıl bir yönetimdir, vatandaşa nasıl bir hizmet anlayışıdır ben bu işi ve hizmet anlayışını bir türlü anlayamadım. Yazıklar olsun bize, ve geçmişte saçma sapan kararlar ve talimatlar verip, vatandaşların sorunlarını çözecekleri yerde onları mağdur eden bürokratlara.

14 Ekim 2004
Kendi Devletimizi Bizim Bürokrasimiz Tanımıyor, Yabancılar Nasıl Tanısın için yorumlar kapalı
Okunma 66
bosluk

AB’de Türkiye için “İmtiyazlı ortaklık” kavramımı gelişiyor?

AB’de Türkiye için “İmtiyazlı ortaklık” kavramımı gelişiyor?

Alman Hıristiyan Demokrat Parti Başkanı Angelika Merkelin, Avrupa Birliği Komisyonunun açıklamasından sonra Türkiye için, daimi ve tam bir AB üyelik yerine   üstüne basa basa “İkinci sınıf” üye statüsünden veya diğer bir tanımla “İmtiyazlı Ortaklık” statüsünden bahsetti.

Düşünülen aynen şöyle: “İmtiyazlı ortaklık ifadesi tam üyeliğe alternatif değildir. Bu, önümüzdeki müzakere süreci için Türkiye için pratik bir çözümdür. Türkiye bu kadar uzun süre bekleyeceğine, imtiyazlı ortaklık statüsünden yararlanmalıdır. Bu Türkiye’nin uzun yıllar sonra elde edeceği üyeliğini tamamlayıcı bir adım olacaktır.”

Hıristiyan Demokrat Parti’nin (CDU) seçim kampanyasının parçası olacağı kesinleşen bu konu şimdilik resmi devlet politikası değil. HDP (CDU), Avrupa Konseyi’nin Aralık ayında yapacağı toplantıya ve oylamaya katılmıyor. Ama büyük olasılıkla Mart 2006’dan itibaren, Avrupa Konseyi’nde Almanya’nın oyunu (Allah korusun) eğer ölmez veya Parti Başkanlığını kaybetmez ise Bayan Merkel kullanacaktır. Bu aşamada yukarıdaki öneri veya düşünce yani “İmtiyazlı Ortaklık” kavramı kesin olarak 2006’dan itibaren Türkiye dosyasında gündeme gelecektir.

Avrupa Birliği Komisyonu’nun Avrupa Parlamentosu ve Konseyi için hazırladığı fikir alış verişi paketinde, Türkiye ile müzakerelerin üç ayaklı strateji çerçevesinde yürütülmesi öngörülmektedir. Bu müzakere döneminin son günü ve son aşaması belli olmadığı için de sonuç garanti değil. Yani Türkiye’nin tam üye olarak Avrupa Birliği ailesine alınacağını hiç kimse kesinlikle söyleyemiyor. Bu olasılığa karşı Türkiye lehine üretilen çözüm ise müzakerelerin sonucunda gelecek olan tam üyeliğin diğer üye ülkeler tarafından onaylanması sürecinin sonuçları ne olursa olsun “Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin, Türkiye’nin Avrupa ailesi içine tam olarak girmesini güvence altına almak olmalıdır” fikridir.

İşte bu cümle  “İmtiyazlı Ortaklık” statüsüne kapı açarak bu fikre ve olasılığa yataklık yapmaktadır.

İmtiyazlı Ortaklık bir yerde AB içinde güvenli ve sağlam bir temel veya kökü derinlere giden sarsılmaz bir alt yapı. İşte akıllardaki bu “İmtiyazlı ortaklık” formülünün alt yapısını oluşturacak yaklaşımlar, düşünceler ve fikirler, Türkiye’nin yıllar boyu sürecek müzakereler sonucunda AB’ye tam üye olarak kabul edilmemesi olasılığına karşı alternatif çözüm olarak Avrupa belgelerine girmiş durumda.

Müzakereler başladıktan sonra hiç beklenme­dik yerlerden, mesela Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nden, sürecin önüne engeller çıkartılacağı anlaşılıyor. Türkiye’nin önündeki uzun müzakere süreci içinde, her an tetikte olması ve her an ipuçlarını doğru değerlendi­recek donanımda olması gerekmektedir. Dünkü yazımızda bahsettiğimiz gibi,  AB-İKO toplantısı fiyaskosundan sonra Türkiye’nin Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ile fiili Gümrük Birliğinin açıklaması gibi yanlış zamanlamalı açıklamaların ve adımların, doğru zamanda yapılmasının Türkiye ve KKTC açısından çok faydalı ve puan toplayıcı olacağıdır.

Eğer Türkiye’nin Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ile fiili Gümrük Birliğini yürürlüğe koyduğu  açıklaması AB-İKO toplantısından önce yapılsaydı, belki de Türkiye ve KKTC olarak bizleri çok üzen bu fiyaskoyu ve aşağılamayı yaşamayabilirdik….

13 Ekim 2004
AB’de Türkiye için “İmtiyazlı ortaklık” kavramımı gelişiyor? için yorumlar kapalı
Okunma 93
bosluk

Rumlar Gümrük Birliğine Alındı

Rumlar Gümrük Birliğine Alındı

Geçen haftaki yazımda Rumların 17 Aralık müzakerelerinden evvel bir dizi isteklerde bulunacağını ve isteklerinden bir tanesinin de Türkiye tarafından Gümrük Birliğinin fiilen uygulanması talebi olduğunu yazmıştım. Bu öngörüm doğru çıktı ve 1 Mayıs’ta tüm Kıbrıs’ı temsilen Avrupa Birliği’ne tam üye kabul edilen Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ile Gümrük Birliği Anlaşmasını zorunlu olarak yapan fakat fiilen uygulamaya koymayan Türkiye, Avrupa Birliği Komisyonu’nun 6 Ekim’de yayımladığı kritik İlerleme Raporu öncesinde sürpriz bir adım atarak, Rumlarla “Kıbrıs” adıyla Gümrük Birliği düzenlemesine gitti.

Dün yayımlanan kararda, T.C. Bakanlar Kurulu, 1 Mayıs 2004’te Avrupa Birliği’ne tam üye olarak kabul edilen 10 yeni ülkeden (Çek Cumhuriyeti, Estonya, Letonya, Litvanya, Macaristan, Malta, Polonya, Slovakya, Slovenya ve Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti) Kıbrıs hariç 9’u ile  uygulamaya geçtiği Gümrük Birliğine dün Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini “Kıbrıs” adıyla dahil etti ve uygulamayı fiilen yürürlüğe koydu.

1963’te Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bozulmasından bu yana 40 yıldır Kıbrıslı Rumları, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) olarak adlandıran Türkiye, ilk kez resmi bir belgesinde, Rumların Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği’nde kullandıkları, “Kıbrıs” titrini kullanmak zorunda kaldı.

T.C. Dışişleri Bakanlığı, bu kararın “Rumları tanıma” anlamına gelmediğini vurgulayarak kararın gerekçesi olarak, “AB ile ilişkiler ve Türkiye’nin Gümrük Birliği kapsamındaki hukuki zorunluluklar” gösterildi. Kararın ardından Ankara Hükümeti, Avrupa Birliği Komisyonu’nun hazırladığı KKTC’ye ekonomik yardım ve serbest ticareti düzenleyen tüzüklerin uygulanması için bir kez daha çağrıda bulundu.

Bence, Gümrük Birliğine Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini “Kıbrıs” adıyla dahil edildiğinin ve fiilen yürürlüğe konduğunun açıklanması,  İstanbul’da yapılması planlanan AB – İKÖ Forumu’ndan evvel olmalıydı ve Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’ne AB içinde, KKTC’nin ortak toplantıya katılımını sorun etmesi fırsatı verilmemeliydi.

Bu Gümrük Birliği açıklamasından sonra Türkiye’nin 6 Ekim’de açıklanan rapor ile içine girdiği Avrupa Birliği’ne üye olabilme süreci içinde adım atması gereken bundan başka daha bir çok koşul bulunmaktadır. Özellikle AB üyesi olan Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini resmen tanıması ve dolayısı ile Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin Ankara’da Elçilik açması, Kıbrıs’tan belli bir programa göre askerini çekmesi ve 1974 sonrası Türkiye’den gelen göçmenlerin bir kısmının geri gitmesi olmazsa olmaz koşullardan birkaç tanesidir.

Büyük bir olasılıkla Türkiye, 17 Aralık’ta Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin ve Yunanistan’ın vetosu ile karşılaşmamak için tüm yukarıdaki koşullar da bir bir yerine getirecektir.

12 Ekim 2004
Rumlar Gümrük Birliğine Alındı için yorumlar kapalı
Okunma 62
bosluk

Medeniyetler çatışmasını önlemek için Türkiye’nin AB üyeliğinden daha iyi bir çözüm yoktur.

Medeniyetler çatışmasını önlemek için Türkiye’nin AB üyeliğinden daha iyi bir çözüm yoktur.

Rum ve Fransız komiserlerin Türkiye AB müzakereleri  ilerleme Raporu’nu sulandırma gayretlerine, Birliğin genişlemeden sorumlu komiseri Guenter Verheugen ve Komisyonun dış ilişkilerden sorumlu üyesi Chris Patten karşı çıkmış ve 6 Ekim’deki rapor yayınlanmıştır.

Türkiye’nin üyeliğe kabulü ile Avrupa Birliği,  dünyada daha önemli bir oyuncu ve hem gündemi hem de siyaseti belirleyecek bir güç haline gelecektir. Zaten bu gerçeği görmek için kahin olmaya da gerek yoktur. Gidişatın ve komisyondaki havanın Türkiye lehine değişmesinde jeostratejik sebepler de çok önemli rol oynamıştır.

Gerçek şu ki, komisyon çalışmalarına başladığı vakit üyelerin çoğunluğu  Türkiye’nin üyeliğine sıcak bakmamaktaydı ve kendi ülkelerinde yaşayan Türklerin tüm Türkiye’nin temsilcisi olduklarını veya Türkiye’de yaşayanların da kendi ülkelerinde yaşayan Türkler ile aynı yapıda, düşüncede, karakterde, eğitimde ve kültürde olduklarını sanmaktaydılar. Guenter Verheugen ve Chris Patten ön çalışmalarını bu yönde başlatarak önce üyelerin düşüncelerini değiştirmişler sonrada oy birliğine yakın bir sonuca giderek bütün dünyaya müthiş bir demokrasi dersi vermişlerdir.

Türkiye’ye 1963’te verilen taahhütlerin hatırlanması gerekmektedir. Türkiye için coğrafya tartışmasının, yani Avrupa’nın fiziksel olarak nerede başlayıp nerede bittiği tartışmasının da yapılmaması gerekmektedir. Türkiye’nin yüz yıllardır Avrupa ile iç içe yaşadığı, zaman zaman savaştığı zaman zaman da beraber olduğu unutulmamalı ve Avrupa’nın hem coğrafî hem de siyasî bir varlık olduğu hatırda tutularak, Avrupalı değerleri  paylaşan ve benimseyen Türkiye’nin üyeliğe kabul edilmesi ile AB’nin çok fazla kazanımlar elde edeceğini görmek ve inanmak gerekmektedir.

Nüfusu hızla azalan Avrupa Birliğinin Türkiye’nin genç nüfusuna çok gereksinimi olacaktır. Aynı şekilde kültür ve eğitim patlaması yapan Türk gençliğinin yetiştiği ve yaklaştığı, duyulan ayak seslerinden anlaşılmaktadır.

Türkiye, Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya’da Avrupa Birliğine çok büyük açılımlar sağlayacaktır. Türkiye’nin güçlü bir ordusu olması AB için çok büyük bir avantajdır ve Türkiye’nin kendine has bir bölge ve dünya kavramı olduğundan, Türkiye’nin katılımı ile Avrupa Birliği bu günkünden çok daha güçlü ve önemli bir uluslararası oyuncu haline geleceği çok aşikardır.

Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyeliği, İslam âlemi ile Avrupa ve Amerika arasında medeniyetler çatışması yaşanacağına dair öne sürülen tezlere ve varsayımlara da büyük bir darbe indirecektir. Öne sürülen bu tür tezlerin tam aksine bu tür çatışmaları veya çatışma teorilerini engelleyebilecek en önemli etken Türkiye’nin Avrupa Birliği üyesi olması olacaktır.

Mussolini ve Hitler, popülist yaklaşımlarla sık sık referanduma gitmekteydiler ve bundan da çok hoşlanmaktaydılar. Sosyologlar, meclislerine güvenmeyen hükümet başkanlarının alternatif olarak referandum istemelerini, “Sınırlı sorular sorulan ve halkın temsilcilerinin yer aldığı meclislerinin veya parlamentoların iradesini zedeleyen popülist yöntemler” olarak nitelendirmektedirler.

Bence Avrupa Birliğinin güçlü hükümetleri ve Türkiye’ye karşı hasımane duygular taşımayan yöneticileri referandum istemeyeceklerdir. Fransa’da ve  Hollanda’da başlatılan anayasa tartışmasının, Türkiye’nin Avrupa Birliğine kabul edilip edilmemesi tartışmasına dönüşmesine de izin verilmemesi gerekmektedir. Bu yol çok tehlikeli ve AB’yi güçten düşürecek ve saygınlığını yitirmesine neden olacak bir gelişme olacaktır.  Bence Komisyon çok doğru ve terinde bir karar aldı.

11 Ekim 2004
Medeniyetler çatışmasını önlemek için Türkiye’nin AB üyeliğinden daha iyi bir çözüm yoktur. için yorumlar kapalı
Okunma 64
bosluk

Papadopoulos: solution must respect right of return

Papadopoulos: solution must respect right of return

PRESIDENT Tassos Papadopoulos said yesterday the government would not abandon the rights of its citizens as the European Court of Human Rights (ECHR) had confirmed them.

Addressing a Seminar on International Law and Human Rights in Limassol, Papadopoulos said the safeguarding of human rights was a fundamental prerequisite for the permanent and peaceful solution of political problems.

He added Cyprus was a victim of violation of fundamental principles of international law through the Turkish invasion in 1974 and the occupation of its northern third by Turkish troops.

“A large part of the Cypriot population was a victim of mass and organised human rights violations by these troops and this situation continues,” he said.

The president also informed the seminar’s participants on the appeals made to the ECHR by the Cyprus Republic against Turkey.

He said that the CoE’s Human Rights Committee in three interstate appeals ascertained violations of the European Convention on Human Rights due to Turkey’s refusal to allow approximately 200,000 Greek Cypriot refugees to return to their homes in Turkish occupied areas, while it had also ascertained the inhuman treatment of Greek Cypriots which led to their ousting from the northern part of the island, deprivation of their properties, and denial of information regarding the persons missing since the Turkish invasion.

He added: “We will not abandon the rights of the Cypriots citizens, as they were confirmed by the European Court, and we will not accept any settlement which will not be in line with the respect of the human rights of all Cypriots, Greek Cypriots and Turkish Cypriots, the fair solution of property issues, according to the ECHR’s decision, and the respect of the refugees’ right to return to their properties.”

”Medeniyetler çatışmasının tek çözümü, AB üyesi bir Türkiye”

Avrupa Birliği Komisyonu’nun dış ilişkilerden sorumlu üyesi Chris Patten, medeniyetler çatışmasını önlemek için “Türkiye’nin AB üyeliğinden daha iyi bir çözüm düşünemediğini” söyledi.

Fransa’nın Türkiye politikasını ‘çelişkili’ bularak eleştiren Patten, Fransızların Türkiye’nin müstakbel AB üyeliğini referanduma götürme kararına da gönderme yaparak, “Ben referandumlardan nefret ediyorum.” diye tepki gösteriyor.

Rum ve Fransız komiserlerin İlerleme Raporu’nu sulandırma gayretlerine Birliğin genişlemeden sorumlu komiseri Günter Verheugen ile birlikte karşı çıkan Patten, “Türkiye’nin üyeliğiyle AB’nin dünyada daha önemli bir oyuncu haline geleceğini” vurguluyor.

Aralarında Türk basınından sadece Zaman’ın bulunduğu gazetecilere son gelişmeleri değerlendiren ve soruları cevaplandıran Chris Patten, İlerleme Raporu’nun müzakerelerin başlatılmasını tavsiye etmesinden ‘çok mutlu’ olduğunu söyledi. İngiliz asıllı üye, tablonun Türkiye lehine değişmesinde jeostratejik sebeplerin önemli rol oynadığını vurguladı.

Komisyonda göreve başladığında üyelerin çoğunluğunun Türkiye’nin üyeliğine sıcak bakmadığını belirten Chris Patten, kendisinin Türkiye’nin üyeliğini başından beri destekleyen az sayı-da komiserden biri olduğunu ifade etti.

Patten, Avrupa’daki Türkiye muhaliflerinin sıkça dile getirdiği “Ukrayna ve Fas da birliğe üye olacak mı?” argümanına da “Türkiye’ye 1963’te verilen taahhütleri hatırlatarak cevap veriyor. Türkiye için coğrafya tartışmasının yapılamayacağını belirten Patten, “Avrupa hem coğrafî hem siyasî bir varlık. Avrupalı ve bizim değerlerimizi paylaşan bir ülke üye olabilir; ama değerlerimizi paylaşan bütün ülkelerin üye olabileceği gibi bir kaide yok.” dedi.

Raporda yer alan “Türk işgücünün serbest dolaşımına daimi kısıtlamalar” teklifine de değinen Patten, bunun ‘ikinci sınıf’ üyelik getireceği yaklaşımının doğru olmadığını kaydetti. Türk hükümetinin kendisini bu tür kısıtlamalara hazırladığını sandığını söyleyen Patten, nüfusu hızla azalan AB’nin Türkiye’nin genç nüfusuna ihtiyaç duyacağını ima etti.

Türkiye’nin üyeliği ile AB’nin dünya siyasetinde daha önemli bir oyuncu haline geleceğinin altını çizen Patten, Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya’da Türkiye’nin AB’ye çok büyük açılımlar sağlayacağını belirtti. Türkiye’nin güçlü bir orduya sahip olduğuna dikkat çeken Patten, “Türkiye’nin kendine has bir bölge ve dünya tasavvuru var. Türkiye’nin katılımı AB’yi çok daha önemli bir uluslararası oyuncu haline getirecektir.” dedi. Türkiye’nin üyeliğinin, İslam âlemi ile Avrupa ve ABD arasında medeniyetler çatışması yaşanacağına dair tezlere büyük bir darbe indireceğini kaydeden Patten, “Bu çatışmayı engelleyecek en önemli unsur Türkiye’nin üyeliğidir.” yorumunu yaptı. Patten, Fransa’nın bir yandan AB’nin dünyada etkin olmasını savunurken Türkiye’nin üyeliğine itiraz etmesini çelişkili bulduğunu da dile getirdi.

Aynı zamanda Hong Kong’un son İngiliz valisi olan Patten, Türkiye için referandum fikrine de şiddetle karşı çıkıyor. Referandumları, ‘sınırlı soruların sorulduğu’ meclis iradesini zedeleyen popülist yöntemler olarak nitelendiren Patten, Mussolini ve Hitler’in sık sık referanduma gitmekten çok hoşlandıklarını hatırlattı. Bu yüzden Fransa ya da Hollanda’da anayasa tartışmasının Türkiye tartışmasına dönüşmesine izin vermenin gülünç olduğunu belirten Patten, güçlü hükümetlerin referandum istemeyeceklerini kaydetti.

10 Ekim 2004
Papadopoulos: solution must respect right of return için yorumlar kapalı
Okunma 65
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar