KKTC’de hiçbir zaman AB Bürosu açılmayacak

KKTC’de hiçbir zaman AB Bürosu açılmayacak

Mali yardım Tüzüğünde KKTC toprakları veya Kuzey Kıbrıs’ın tanımı “Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetinin etkili bir denetime sahip olmadığı Kıbrıs Cumhuriyeti bölgeleri” şeklinde yapılmaktadır.

Zaten daha Tüzüğün girişindeki tanım bölümünde, aynen bir tabak yemekten alınan ilk kaşığın o yemeğin tadı hakkında verdiği bilgi gibi, yapılan bu tarifle, tüzüğün sonraki maddelerinde Kıbrıs’lı Türklere ne gibi kazıklar atılmak istendiğinin ipuçları verilmektedir. AB hiçte düşünüldüğü kadar insancıl ve masum değil.

 

Dün, AB Komisyonu’nun Güney Kıbrıs’taki Temsilciliğinin Başkanı Temis Temistokleus,  AB Komisyonu’nun KKTC’de büro açmasının söz konusu olmadığını resmi ağızdan dile getirdi.

KKTC’de yayınlanan yerel bir gazetede yer alan “Mali yardım için AB Komisyonu Bürosu eylül ayı ortalarında KKTC’de çalışmaya başlayacak” şeklindeki haberi yorumlayan Temistokleus, Lefkoşa’nın Rum kesiminde bulunan AB Temsilciliği ile sözleşmesi olan Alman GTZ şirketinin, sözleşmesi bitene kadar Lefkoşa’nın Türk kesiminde açılacak GTZ’ye ait ofisi “kendi adına” çalıştıracağını, bu büronun Avrupa Komisyonu’nun bürosu olmadığını ve AB Komisyonu’nun KKTC’de büro açmayacağını üstüne basa basa söyledi.

Zaten çok değil daha 20 gün evvel de AB Komisyonu Genişleme Genel Müdürlüğü’nün Doğrudan Ticaret ve Mali Yardım Tüzüklerinden sorumlu Görev Ekibi (Task Force) bölümünün başkanı (AB Komisyonu Kıbrıs Türk Çalışma Masası Başkanı) Andrew Rasbash da bu konuda benzer bir açıklama yapmıştı.

Rasbash sözlerinde, 259 milyon Avroluk Mali Yardım Tüzüğünün uygulanması için Brüksel’den gelecek yaklaşık 20 kişilik bir ekibin olacağını ve bu ekibin, teknik ve diğer hizmetleri sağlamakla yükümlü olan Alman GTZ şirketi personeli ile, “Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetinin etkili bir denetime sahip olmadığı Kıbrıs Cumhuriyeti bölgeleri”nde, (yani KKTC’de) kiralanacak bir büroda, zaman zaman ve günün belirli saatlerinde birlikte çalışacaklarını söylemişti.

Dün de Temistokleus aynı sözleri, resmi ağızdan gene dile getirdi.

Eğer bir gün Mali Yardım Tüzüğü işlerlik kazanırsa, Kıbrıs’lı Türk yetkililerle AB’nin Mali Yardım Tüzüklerinden sorumlu Görev Ekibi (Task Force) personeli, GTZ aracılığı ile görüşmeler yapacaklar, hiçbir zaman direk temas kurmayacaklar ve “tüm yasal” işlemler de Rum tarafındaki AB ofisinde yapılacak demek istiyor Temistokleus.

 

Zeten tüzüğü iyice okursanız, söylenen başka şeylerin de, atılmak istenen başka kazıkların da olduğunu görürsünüz tüzük içinde.

 

Mali Yardım Tüzüğü çerçevesinde verilecek yardım ile KKTC’de yapılacak yatırımlarda 1974 sonrası terk edilen Kıbrıs’lı Rumlara ait taşınmazların kullanılması gereğinin doğması durumunda, Rum mal sahibinin rızasının isteneceğini ve bunun gerçekleşmemesi halinde ise söz konusu alt yapı yatırımın yapılmayacağını veya bir başka yerde yapılacağı da var bu Tüzüğünün içinde.

Aslında burada kullanılan terim “Rumlara ait taşınmaz mal” değil, “mal edinme hakkı ve mülkiyet hakkı dahil” (Giriş bölümü- madde 9) şeklinde olup, sizin anlayış ve yorumunuza göre, gömlekten pantolona, arabadan yedek parçaya, ağaçtan binaya, araziden elektrik direğine kadar aklınıza gelen, mülkiyeti Rumlara ait her tür taşınır ve taşınmaz malı da kapsamaktadır.

 

Şimdilik kimsenin daha doğru yanıtını veremediği bir konu var ve bu tüzüğün içinde de bunun açıklaması veya yöntemi de maalesef yok. Unuttular desem, unutulacak bir konu da değil.

Mali Yardım Tüzüğü ile Kıbrıs’lı Türklere verilecek parayla KKTC’de yapılacak yatırımlarda kullanılacak malzemelerin hangi limandan adaya gireceği, Kıbrıs’taki mevcut hangi devletin kontrolü altındaki gümrüklerden geçeceği ve gümrüğünün kime ödeneceği konusu.

Tüzüğün tanım maddesine bakıyorum da,  KKTC toprakları veya Kuzey Kıbrıs’ın tanımı “Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetinin etkili bir denetime sahip olmadığı Kıbrıs Cumhuriyeti bölgeleri” şeklinde yapıldığından, AB’nin KKTC’yi adada yok addettiğini anlıyorum ve bu sorunun yanıtı da kafamda oluşuyor hemen.

Tabiî ki AB üyesi Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetine ait bir limandan girecek ve Rumların kontrolü altındaki gümrüklerden geçecek ve gümrüğü de Rum Yönetimine ödenecek.

 

İşte Mali yardım Tüzüğü bu.

Bu Tüzük ile ben, içinde Kıbrıs’lı Rumların üye olarak yer aldığı AB’nin, Kıbrıs’lı Türklere hiçbir zaman faydasının olamayacağını çok iyi anladım. Sanırım artık bizim “YES BE ANNEM”cilerde anlamışlardır bu gerçeği.

20 Ağustos 2006
KKTC’de hiçbir zaman AB Bürosu açılmayacak için yorumlar kapalı
Okunma 49
bosluk

Hani AB Bürosu Kuzeyde açılacaktı

Hani AB Bürosu Kuzeyde açılacaktı

Mart ayında yerel bir Televizyon kanalının sabah programında, Mali Yardım Tüzüğü’nün safsata olduğunu ve bunun adını gerçekte “Olmayacak Duaya Amin Tüzüğü” koymanın daha iyi olacağını, KKTC’de hiçbir zaman resmi bir AB ofisinin açılmayacağını ve Mali Yardım Tüzüğünde öngörülen 259 milyon Avro’nun da hiçbir zaman ve koşulda resmen direkt olarak KKTC’ye gönderilmeyeceğini söylediğim vakit, bir siyasi telefonla programa bağlanmış ve bana “Profesörlüğünden şüphe duyuyorum”, “Okuduğunu anlamıyorsun” gibi boyundan büyük laflar söylemişti.

Ben de kendisine “Siz halkımıza yalan söylüyorsunuz, eksik ve yanlış bilgiler veriyorsunuz, AB Parlamentosuna gittiğiniz vakit bizim tezlerimizi orada savunacağınıza, AB’nin kazıklarını bize yutturmaya çalışıyorsunuz. Gidin maaşınızı AB Parlamentosu versin size” demiştim.

 

Nitekim aradan geçen 4 aylık gibi çok kısa bir zaman dilimi, beni haklı çıkardı. Kimin okuduğunu anladığı, kimin de anlamadan okuduğu belli oldu. Herkes boyunun ölçüsünü aldı. Kim bodiri boylu, ortaya çıktı.

Bence siyasi partilerimiz, bu güne kadar turist gibi Avrupa Parlamentosuna gitmiş olan ve ne olup bittiğini anlayamamış temsilcilerini artık değiştirmesi lazım. Bu topluma, okuduğunu anlayan, deneyimli ve geleceği görebilen Milletvekilleri lazım Avrupa Parlamentosunda, şeşi beş anlayanlar değil.

Mali yardım Tüzüğünde KKTC toprakları veya Kuzey Kıbrıs’ın tanımı “Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetinin etkili bir denetime sahip olmadığı Kıbrıs Cumhuriyeti bölgeleri” şeklinde yapılmaktadır. Zaten daha Tüzüğün girişindeki tanım bölümünde, aynen bir tabak yemekten alınan ilk kaşığın o yemeğin tadı hakkında verdiği bilgi gibi, yapılan bu tarifle, sonraki maddelerde Kıbrıs’lı Türklere ne gibi kazıklar atılmak istendiğinin ipuçları verilmektedir. AB hiçte düşünüldüğü kadar insancıl ve masum değil.

Dün, AB Komisyonu’nun Güney Kıbrıs’taki Temsilciliğinin Başkanı Temis Temistokleus,  AB Komisyonu’nun KKTC’de büro açmasının söz konusu olmadığını resmi ağızdan dile getirdi.

Bu sözleri inat olsun diye ben söylemedim, AB’nin, üyesi olan Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinde bulunan temsilciliğinin başında oturan resmi hüviyetli kişi söyledi.

KKTC’de yayınlanan yerel bir gazetede yer alan “Mali yardım için AB Komisyonu Bürosu eylül ayı ortalarında KKTC’de çalışmaya başlayacak” şeklindeki haberi yorumlayan Temistokleus, Lefkoşa’nın Rum kesiminde bulunan AB Temsilciliği ile sözleşmesi olan Alman GTZ şirketinin, sözleşmesi bitene kadar Lefkoşa’nın Türk kesiminde açılacak GTZ’ye ait ofisi “kendi adına” çalıştıracağını, bu büronun Avrupa Komisyonu’nun bürosu olmadığını ve AB Komisyonu’nun KKTC’de büro açmayacağını üstüne vura vura söyledi.

Zaten çok değil daha 20 gün evvel de AB Komisyonu Genişleme Genel Müdürlüğü’nün Doğrudan Ticaret ve Mali Yardım Tüzüklerinden sorumlu Görev Ekibi (Task Force) bölümünün başkanı (AB Komisyonu Kıbrıs Türk Çalışma Masası Başkanı) Andrew Rasbash da bu konuda benzer bir açıklama yapmıştı.

Rasbash sözlerinde, 259 milyon Avroluk Mali Yardım Tüzüğünün uygulanması için Brüksel’den gelecek yaklaşık 20 kişilik bir ekibin olacağını ve bu ekibin, teknik ve diğer hizmetleri sağlamakla yükümlü olan Alman GTZ şirketi personeli ile, “Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetinin etkili bir denetime sahip olmadığı Kıbrıs Cumhuriyeti bölgeleri”nde, (yani KKTC’de) kiralanacak bir büroda, zaman zaman ve günün belirli saatlerinde birlikte çalışacaklarını söylemişti.

Dün de Temistokleus aynı sözleri, resmi ağızdan gene dile getirdi.

İşin açık ve kestirme tanımı, eğer bir gün, egemenliğimizi teslim etmek pahasına  Mali Yardım Tüzüğü işlerlik kazanırsa, Kıbrıs’lı Türk yetkililerle AB’nin Mali Yardım Tüzüklerinden sorumlu Görev Ekibi (Task Force) personeli, GTZ aracılığı ile görüşmeler yapacaklar. Direk temas olmayacak. Bu kadar açık ve basit.

Benim bildiğim insan okuduğunu anlar, duyacağını da bir kere de duyar ve değerlendirir. Eğer okuduğunuzu anlamazsanız, duyduğunuzu da değerlendiremiyorsanız, işte Rasbash ve Temistokleus gibi adamlar, size bir türlü kabullenemediğiniz gerçekleri anlayana kadar on kere, yüz kere söyler.

20 Ağustos 2006
Hani AB Bürosu Kuzeyde açılacaktı için yorumlar kapalı
Okunma 52
bosluk

İsrail faturasını Batı ödeyecek

İsrail faturasını Batı ödeyecek

İsrail’in önce Lübnan toprakları içindeki Hizbullah kamplarına karşı başlattığını açıkladığı sonrada şekil ve hedef değiştirerek Sur ile Sayda kentleri arasında yer alan Litani ırmağının kuzey kıyılarına kadar uzattığı kara harekatının bedelini, uzun vadede, İsrail ile birlikte ABD ve İngiltere ödeyecek.

İsrail’in Litani ırmağının kuzey kıyılarına kadar olan bölgeyi kontrol etmesi demek, Lübnan’ın neredeyse beşte birini kendi toprakları içine katmış olması demektir.

Tabi burada Vietnam gerçeğini hiç unutmamak gerekiyor. Bu toprakları ele geçirmek kadar kontrol altında tutmak da beceri ve güç istiyor. Güney Lübnan’da artık İsrail her yönden gelecek saldırılara açık olacak.

Nereden saldıracağı belli olmayan Hizbullah milisleri için İsrail askerleri her an alarmda ve tetikte olmak zorunda. Bu da para ve insan gücü sarfiyatı demek. Bu günden itibaren İsrail ekonomisinin zora gireceği kesin. Savaşın maliyeti günlük 125 milyon ABD doları. Bu güne kadar harcanan para neredeyse 4 milyar ABD dolarını buldu. Her ne kadar ABD gerekli silahları ve cephaneyi İsrail’e veresiye de vermiş olsa, bir gün ya İsrail bu meblağı ödeyecek ya da ABD hazinesi bir daha onarılamayacak şekilde yara alacak. ABD hazinesinin yara alması demek, Dolara olan güvenin azalması demek olacağından, zaten pamuk ipliğine bağlı olan Dolara güven, koptuğu vakit dünya piyasalarına bomba düşmüş gibi olacak.

Lübnan’daki bu savaş gelecekteki bir çok tatsız ve yer küre üzerinde yaşayan insanların büyük bir yüzdeliğini etkileyecek olumsuzluklara kapı açtı. Artık geriye dönüş yok. Bu güne kadar yanılmamış olan Nostradamus’un kehanetleri, doğru çıkan eski kehanetlerinin devamı olarak gerçekleşmeye devam ediyor. Nostradamus, 21.ci yüzyılın başında Orta Doğu’da çıkacak bir savaştan bahsediyordu, ve daha 6 yıl bitmeden gerçekleşti de kehaneti.

Olaya İsrail açısından bakarsanız İsrail’in savaş kaybetmek gibi bir şansı yok. Savaşı kaybettiği gün haritadan silinmesi kaçınılmaz. Onun için canının dişine takarak her savaşı kazanmaya çalışıyor. Araplar ise, yenilgi almamız bir sorun değil, yenile yenile yenmeyi öğreneceğiz ve nasıl olsa bir gün İsrail’i yeneceğiz düşüncesinde. Bu nedenle de her savaştan bir ders alıyorlar.

Zaten artık bu savaşın şeklinin ve şemalinin iyice değişeceği, mücadelenin Avrupa ve ABD kentlerine sıçrayacağı gün gibi aşikâr oldu. Araplar artık Atatürk’ün ünlü “Hattı müdafaa yok, sathı müdafaa var” emrine uygun bir taktik uygulayacaklar ve çatışmayı kent terörü haline dönüştürecekler. Hedefleri AB ve ABD kentleri olacak. Bu ülkelerin milli sembolleri artık tehlikede.

Son istihbarat raporları ve haberler,  ABD tarihinde görülen en vahim terör yıkımı olan ve 3 bin insanın öldüğü New York ve Pentagon’a yönelik 11 Eylül 2001 terör saldırısına benzer bir şekilde, İngiltere ve ABD’de teröre yönelik planların hazırlandığını ortaya koyuyor.

Bu saldırılar hiçbir zaman durmayacak ve bitmeyecek. AB ve ABD’de bulunan önemli şehirlerdeki soğuk savaş dönemi artığı olan uyku halindeki ajanlar, tekrar uyandırılıp devreye sokulacak ve akla gelmeyecek yöntemlerle masum insanlara karşı, intikam amaçlı terör saldırıları başlayacak. Artık elektrik santralleri, metrolar, su havzaları, benzin depoları, gıda fabrikaları ve benzeri yerler ile toplum simgesi haline gelmiş olan yapılar ile siyasiler ve önemli kültürel, sosyal simalar tehdit altında olacak.

Bu kaostan kaçınmak neredeyse artık olanaksız. Bir kere ok yaydan çıktı.

İşin ilginç yanı bu kaostan en karlı çıkacak ülkelerin başında Türkiye gelecek. Türkiye bu konuda en önemli rolü oynayacak ve Hıristiyan dünyası ile İslam alemi arasında bir arabulucu, bir köprü görevini yapacak.

21.ci yüzyılın başındaki bu gerginlik, aynen 11.ci yüzyılda başlamış olan Haçlı seferlerini andırmaktadır. Kasım 1095 tarihinde Papa II.ci Urban’ın Fransa’da bulunan Clermont şehrinde yapılan Konsey toplantısında Kudüs’ü ele geçirmiş Türklere karşı “Avrupa Birliği” çağrısını yapmış ve bu çağrıdan sonra da Haçlı ordusu toplanmış ve 1.ci Haçlı Seferi başlamıştı. Hedef  Kutsal Toprakları kurtarmaktı yani Filistinden Müslümanları atmaktı.

Lord Allenby’nin 1.ci Dünya Savaşı’nda Kudüs’ün işgali sırasında, “Ancak şimdi Haçlı Seferleri sona ermiştir” sözü yüzyıllardır kaynayan “Kutsal Topraklar” kazanını hiç söndürmemiş ve bu Haçlı seferleri belliki 21.ci yüzyılda da şekil değiştirmiş bir şekilde hala daha devam ediyor.

Bin yıldır fokurdayan Filistin kazanı ne olursa olsun kaynamaya devam edecek. Ne ABD’nin ne de İsrail’in bu kazanı söndürmeye gücü yetmeyecek.

16 Ağustos 2006
İsrail faturasını Batı ödeyecek için yorumlar kapalı
Okunma 40
bosluk

AB’nin Yüksek Seviyede Temas Grubu fiyaskosu

AB’nin Yüksek Seviyede Temas Grubu fiyaskosu

Hafızanızı yoklayın ve biraz geriye gidin, Mart ayının 11’ine.

Avrupa Parlamentosu “Yüksek Seviyede Temas Grubu”nun, Kıbrıs’lı insanlar ve kuruluşlarla çeşitli temaslarda bulunmak üzere adaya gelmeden evvel ülkeye geliş amaçlarını belirtmek üzere gönderdikleri yazıyı hatırlayın.

Gönderdikleri bu yazıda, Kıbrıs Rum kesiminde yapacakları temaslardan sonra, “Kıbrıs adası’nın kuzeyinde mahsur kalmış Kıbrıs’lılarla” görüşeceklerini belirtmişlerdi. Yedikleri naneye bakın.

İsmi büyük, kendi peşin hükümlü ve fasa fiso “Avrupa Parlamentosu Yüksek Seviyede Temas Grubu”nun KKTC ziyaretlerinin birincisinin sonucu tam bir fiyasko olduydu.  Adadaki gerçeklerle ilgili hiçbir doküman okumadan, utanılacak bir şekilde “Kıbrıs’ın kuzeyinde mahsur kalmış Kıbrıs’lılarla görüşmek” için gelmişlerdi.

Biz de onları elimizde Türk ve KKTC bayrakları ile karşılayıp, kuzeyde mahsur insanlar olmadığını, sadece Kıbrıs’lı Türklerin olduğunu ve kan pahasına kurdukları KKTC’de yaşadıklarını hem göstermiş hem de söylemiştik.

Önce hiçbir işe yaramayan Mali yardım Tüzüğü, arkasından içinde “Moratoryum” olan Direk Ticaret Tüzüğü şovu, arkasından da “Avrupa Parlamentosu Yüksek Seviyede Temas Grubu”nun KKTC ziyaretleri.

Hikayenin AB’cesine hep birlikte şahit olduk.

 

Zaten çok sürmedi ve AB’nin gördüğü tepkilerden dolayı adını sonradan “Kıbrıs’lı Türklerle Yüksek Seviyede Temas Grubu” diye değiştirdiği komedinin gerçekte sonu fiyasko ile bitecek bir şov olduğu, aniden son günlerde gelişen birkaç olay ile ortaya çıkıverdi.

Bu grubun saygın üyelerine bir bakın lütfen. Fransız sağcı parlamenter Françoise Grossetete (Koordinatör),  Mechtild Rothe (Koordinatör Yardımcısı), Karin Resetarits, Cem Özdemir, Francis Wurtz, Georgios Karatzaferis, Sean O Neachtain ve Ryszard Czarnecki.

 

GKR Yönetiminin Baf’taki Andreas Papaandreu havaalanını kayıtsız koşulsuz kullanımına açtığı Fransa’nın iktidar partisinin AP temsilcisi Bayan Grossetete, temas Grubunun Başkanı. Yunanistan AP Milletvekili Georgios Karatzaferis’de aktif üyesi.

Ne hikaye ama. Tam bir komedi. Bu grubun adını “Olmayacak duaya Amin deme Grubu” veya  “Kıbrıslı Türklerin gözünü boyama Grubu”  yapsalar çok daha inandırıcı olacak.

Bakın bu grubun çok saygı değer Yunanlı parlamenteri Georgios Karatzaferis neler yapmış. Daha birkaç gün evvel Avrupa Komisyonu’na verdiği yazılı soru önergesinde Kıbrıslı Türklerin ada da azınlıkta bulunduğunu ve buna göre muamele gösterilmesi gerektiğini istemiş.

Karacafer (Karatzaferis) Komisyona yazılı olarak ilettiği yazılı soru öner­gesinde, Kıbrıs halkının çoğunluğuna ırkçı davranıldığı öne sürmüş, adada toplam 750 000 kişinin yaşadığını ve bun­ların %82’sinin Rum, %9’unun Kıbrıslı Türk ve kalan %9’unun ise 1974 Türk barış harekatından sonra adaya yer­leşen Türklerden oluştuğunu iddia etmiş.

Kıbrıslı Türklerin bu duruma rağmen “azınlık” olarak değil de “topluluk” olarak adada yer aldıklarını ve böyle bir duru­mun başka bir AB ülkesinde yaşanıp yaşanmadığını sorusunu  da utanmadan Avrupa Komisyonuna yöneltmiş.

Adanın kuzeyinde yaşayan Kıbrıs’lı Türklerin yarısının, 1974 Türk barış harekatından sonra adaya yer­leşen Türkler olduğunu iddia ederken, güneyde yaşayanların %35’inin “Rum yerleşikler” olduğunu, bunların 70,000’nin Pontus Rumları, 100,000’nin Yunanistan Rumu ve geri kalanlarında Rus, Lübnanlı, Kürt ve 3.cü ülkelerden olduğunu nedense gizleyivermiş.

Şimdi biz bu yalancının da içinde yer aldığı, adı “Kıbrıs’lı Türklerle Yüksek Seviyede Temas Grubu  olan komedi topluluğundan bize hiçbir fayda gelmeyeceğini, daha doğrusu içinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimin üye devlet olarak yer aldığı Avrupa Birliğinin bize hiçbir konuda faydası olmayacağını artık kabul etmemiz gerekmektedir.

Gerçek bütün çıplaklığı ile önümüzde duruyor. Gören gözlerle bakmak yeterli.

13 Ağustos 2006
AB’nin Yüksek Seviyede Temas Grubu fiyaskosu için yorumlar kapalı
Okunma 51
bosluk

İsrail’in saldırısını Batı ödeyecek

İsrail’in saldırısını Batı ödeyecek

İsrail’in önce Lübnan toprakları içindeki Hizbullah kamplarına karşı başlattığını açıkladığı sonrada şekil ve hedef değiştirerek Sur ile Sayda kentleri arasında yer alan Litani ırmağının kuzey kıyılarına kadar uzattığı kara harekatının bedelini, uzun vadede, İsrail ile birlikte ABD ve İngiltere ödeyecek.

İsrail’in Litani ırmağının kuzey kıyılarına kadar olan bölgeyi kontrol etmesi demek, Lübnan’ın neredeyse dörtte birini kendi toprakları içine katmış olması demektir.

Tabi burada Vietnam gerçeğini hiç unutmamak gerekiyor. Bu toprakları ele geçirmek kadar kontrol altında tutmak da beceri ve güç istiyor. Güney Lübnan’da artık İsrail her yönden gelecek saldırılara açık olacak.

Nereden saldıracağı belli olmayan Hizbullah milisleri için İsrail askerleri her an alarmda ve tetikte olmak zorunda. Bu da para ve insan gücü sarfiyatı demek. Bu günden itibaren İsrail ekonomisinin zora gireceği kesin. Savaşın maliyeti günlük 125 milyon ABD doları. Bu güne kadar harcanan para neredeyse 4 milyar ABD dolarını buldu. Her ne kadar ABD gerekli silahları ve cephaneyi İsrail’e veresiye de vermiş olsa, bir gün ya İsrail bu meblağı ödeyecek ya da ABD hazinesi bir daha onarılamayacak şekilde yara alacak. ABD hazinesinin yara alması demek, Dolara olan güvenin azalması demek olacağından, zaten pamuk ipliğine bağlı olan Dolara güven, koptuğu vakit dünya piyasalarına bomba düşmüş gibi olacak.

Lübnan’daki bu savaş gelecekteki bir çok tatsız ve yer küre üzerinde yaşayan insanların büyük bir yüzdeliğini etkileyecek olumsuzluklara kapı açtı. Artık geriye dönüş yok. Bu güne kadar yanılmamış olan Nostradamus’un kehanetleri, doğru çıkan eski kehanetlerinin devamı olarak gerçekleşmeye devam ediyor. Nostradamus, 21.ci yüzyılın başında Orta Doğu’da çıkacak bir savaştan bahsediyordu, ve daha 6 yıl bitmeden gerçekleşti de kehaneti.

Olaya İsrail açısından bakarsanız İsrail’in savaş kaybetmek gibi bir şansı yok. Savaşı kaybettiği gün haritadan silinmesi kaçınılmaz. Onun için canının dişine takarak her savaşı kazanmaya çalışıyor. Araplar ise, yenilgi almamız bir sorun değil, yenile yenile yenmeyi öğreneceğiz ve nasıl olsa bir gün İsrail’i yeneceğiz düşüncesinde. Bu nedenle de her savaştan bir ders alıyorlar.

Zaten artık bu savaşın şeklinin ve şemalinin iyice değişeceği, mücadelenin Avrupa ve ABD kentlerine sıçrayacağı gün gibi aşikâr oldu. Araplar artık Atatürk’ün ünlü “Hattı müdafaa yok, sathı müdafaa var” emrine uygun bir taktik uygulayacaklar ve çatışmayı kent terörü haline dönüştürecekler. Hedefleri AB ve ABD kentleri olacak. Bu ülkelerin milli sembolleri artık tehlikede.

Son istihbarat raporları ve haberler,  ABD tarihinde görülen en vahim terör yıkımı olan ve 3 bin insanın öldüğü New York ve Pentagon’a yönelik 11 Eylül 2001 terör saldırısına benzer bir şekilde, İngiltere’den ABD’ye uçacak 10 yolcu uçağına yönelik plan hazırlandığının ortaya çıkarıldığını gösteriyor.

Bu saldırılar hiçbir zaman durmayacak ve bitmeyecek. AB ve ABD’de bulunan önemli şehirlerdeki soğuk savaş dönemi artığı olan uyku halindeki ajanlar, tekrar uyandırılıp devreye sokulacak ve akla gelmeyecek yöntemlerle masum insanlara karşı, intikam amaçlı terör saldırıları başlayacak. Artık elektrik santralleri, metrolar, su havzaları, benzin depoları, gıda fabrikaları ve benzeri yerler ile toplum simgesi haline gelmiş olan yapılar ile siyasiler ve önemli kültürel, sosyal simalar tehdit altında olacak.

Bu kaostan kaçınmak neredeyse artık olanaksız. Bir kere ok yaydan çıktı.

İşin ilginç yanı bu kaostan en karlı çıkacak ülkelerin başında Türkiye gelecek. Türkiye bu konuda en önemli rolü oynayacak ve Hıristiyan dünyası ile İslam alemi arasında bir arabulucu, bir köprü görevini yapacak.

21.ci yüzyılın başındaki bu gerginlik, aynen 11.ci yüzyılda başlamış olan Haçlı seferlerini andırmaktadır. Kasım 1095 tarihinde Papa II.ci Urban’ın Fransa’da bulunan Clermont şehrinde yapılan Konsey toplantısında Kudüs’ü ele geçirmiş Türklere karşı “Avrupa Birliği” çağrısını yapmış ve bu çağrıdan sonra da Haçlı ordusu toplanmış ve 1.ci Haçlı Seferi başlamıştı. Hedef  Kutsal Toprakları kurtarmaktı yani Filistinden Müslümanları atmaktı.

Lord Allenby’nin 1.ci Dünya Savaşı’nda Kudüs’ün işgali sırasında, “Ancak şimdi Haçlı Seferleri sona ermiştir” sözü yüzyıllardır kaynayan “Kutsal Topraklar” kazanını hiç söndürmemiş ve bu Haçlı seferleri belliki 21.ci yüzyılda da şekil değiştirmiş bir şekilde hala daha devam ediyor.

Bin yıldır fokurdayan Filistin kazanı ne olursa olsun kaynamaya devam edecek. Ne ABD’nin ne de İsrail’in bu kazanı söndürmeye gücü yetmeyecek.

12 Ağustos 2006
İsrail’in saldırısını Batı ödeyecek için yorumlar kapalı
Okunma 38
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar