Son yıllarda Kıbrıs Sorunu ile ilgili sanki BM, AB, ABD ve benzeri gibi dünya aktörleri konuya yaklaşım farkı göstermeye başladı.
Bunun sonucu olarak da “Kıbrıs Sorunu” ile ilgili yıllardır kafalarda yer etmiş çözüm şekli de, hızlı bir biçimde değişim yoluna girdi.
Eski kuramlar adeta yerle bir oldu.
Sanki de günümüzde, 4 Mart 1964 tarihinden beridir süregelmekte olan kavramlar ve özellikle de Kıbrıslı Türklere yıllardır dayatılmak istenilenler de bir bir değişime uğramaya başladı.
Gerçekte inanılması güç bir olgu bu.
“Kıbrıs Sorununun Çözümü” konusunda Rumlar üzerinde olağan dışı bir baskı oluşturulmaya başlandı ve gün geçtikçe de bu baskının dozu hissedilmesi zor bir tonda arttırılıyor. Adeta Rumların boynuna bir ilmik geçirilmiş ve bu ilmik de her gün biraz daha sıkılıyor.
Daha evvel Kıbrıslı Rum liderin tanınmış bir devlet statüsündeki Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin başkanı olması, KKTC Cumhurbaşkanı olan Kıbrıslı Türk liderin de yalnızca Kıbrıs Türk toplumunun lideri olarak tanınması sorun yaratıyordu, belli ki yumuşak bir diplomatik manevra ile 2010 yılı içinde bu dengesizlik bir şekilde BM tarafından çözülecek. Gözüken köy kılavuz istemiyor.
Rumlar her ne kadar “Boğucu Takvim”e karşı çıkıyorlarsa da, geçmiş yıllardaki deneyimler, kilitlenmiş sorunların BM Merkezinde daha kolay aşıldığını ortaya koyduğundan Ban Ki Moon’un aklında olan, Kıbrıs Sorununun temel taşı olan “Mülkiyet gibi, Toprak gibi” başlıklar görüşüldükten sonra liderleri BM’nin New York’taki merkezine çağırmak ve müzakerelerin son aşamasını orada gerçekleştirmek.
Bunun için de hazırlanmış bir senaryo var sanki.
Barış Gücü’nün Ada’dan geri çekilmesi tartışmaları, Avrupa Komisyonu’nun Doğrudan Ticaret Tüzüğü’nün onaylanması yönündeki çabaları ve AİHM’den son çıkan kararlar adeta söz birliği etmişçesine “her yönden gelen şantaj kokan kararlarla Rumlara baskı ortamı yaratmak” gibi adeta.
Rum Lider Papadopulos’un ve ondan sonra gelen Hristofyas’ın “Mülkiyet” ile ilgili yaklaşımları hep yasal sahibin ilk söz hakkının ve son kararın sahibi olması şeklindeydi.
Son yıllarda AİHM’den çıkan kararlar, Rumların düşlediği gibi “Yasal Sahip”in lehine değil bugünkü kullanıcının lehine, yasal sahibin de aleyhine çıkıyor.
AİHM’in son kararı, Rumların vazgeçilmez iddiası olan mülkün akıbetiyle ilgili ilk söz hakkının yasal sahibinde olması gerektiği tezini iyice güçsüzleştirdi. Artık gidişat Kıbrıs Rum tarafının mülkiyet meselesine çok daha esnek yaklaşması gerektiğini gösteriyor.
Almanya Dışişleri Bakanlığı’nın, AB Komisyon’unun tercih ettiği ve KKTC’yi AB üyelerinin Dış Ticaret çerçevesinde ticari ilişkiler kurabilecekleri üçüncü ülke olarak algıladığı yasal zemini doğru bulduğunu açıklaması ise Rumlar için bir başka düş kırıklığı oldu.
Rumların bütün muhalefetine ve perde arkası ayak oyunlarına rağmen “Doğrudan Ticaret Tüzüğü”nün şöyle veya böyle, kalıcı veya geçici olarak AB tarafından uygulamaya konacağı yavaş yavaş su yüzüne çıkıyor.
Kıbrıs Rum Yönetimi, konu nihai karar için Konseyin önüne geldiğinde, yanına alacağı devletlerle, Doğrudan Ticaret Tüzüğü’nün onaylanmasını engelleyebilmek amacı ile “engelleyici azınlık” (blocking minority) oluşturmaya çalışacağından Almanya’nın takınacağı tavır özellikle çok önemli idi. Rumların Almanyasız bu kararın geçmesini önleyebilmeleri artık neredeyse olanaksız.
Gelişmeler Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak Avrupa’daki bıkkınlığı ve var olan yorgunluğu yansıtıyor. Yıllardır güvendikleri ve sırtlarını dayadıkları AB ve BM’de işler pekte Rumların istedikleri gibi gitmiyor ve belli ki zaman da Rumların aleyhine işliyor artık.
2010 yılı Kıbrıs Müzakereleri konusunda bu güne değin alışık olmadığımız gelişmelere gebe. Hep birlikte göreceğiz…
Pile köyümüzde bürokratik uyumsuzluk ve karmaşıklık gerçekten de diz boyu. Stratejik olarak Rum Yönetimine de kaptırdıklarımız da işin cabası.
Beyarmudu’ndaki “Ana Okulu”na giden 6 minik yavrunun dönüşümlü olarak annelerden bir tanesinin refakatinde her gün Beyarmudu’na gitmesi ise tam bir bürokratik işkenceye dönüşmüş. Sanki bu yavrular yurt dışından geliyormuş gibi Beyarmudu giriş kapısında annelerinden vekalet istenmekte ve her gün de adına “Vize” denilen giriş-çıkış formu doldurmak zorunda bırakılmaktalar.
Pile’li Türkler ise kopmaz bir parçası oldukları Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine serbestçe girip çıkamıyorlar.
“Beyarmudu Sınır Kapısı”ndan KKTC’ye mi giriyorlar yoksa yüzyıllardır üzerinde yaşadıkları öz be öz Türk topraklarından dışarı mı çıkıyorlar anlaşılır gibi değil. Hem KKTC vatandaşları, hem de yabancı uyruklular.
Vergi alınırken, mücahitlik görevini yaparken, KDV ödenirken KKTC vatandaşları addedilen Pile’li Türkler, evlerine gitmek için Beyarmudu Sınır Kapısı”na geldiklerinde aniden “Yabancı Kişi” konumuna sokulmaktalar ve kendilerinden “Vize” formu doldurmaları istenmekte. Aynı şekilde Türk toprakları üzerinde kurulu evlerine gitmek istediklerinde de KKTC’den resmen çıkış yapmaları istenmekte. Her gün biraz daha kahroluyorlar bu uygulama nedeni ile.
BTM’de yer alan Pile Türk Spor Klubünün maçını yönetmek için geçmiş haftaların birinde Beyarmudu sınır kapısına gelen Kıbrıslı Türk hakemlerden bir tanesi 17 yaşından küçük olduğu için, velisinden izin kağıdı getirmedi diye KKTC’den çıkıp Pile’ye gitmesine izin verilmemiş.
Uygulamadaki çarpıklık anlaşılır gibi değil.
Spor Dairesinin bağlı olduğu Eğitim Bakanlığı maç yönetmesi için bir görevlisini hakem olarak Pile’ye gönderirken, Muhaceret Dairesinin bağlı olduğu Bakanlık ise bu hakemin Pile’ye gitmesine izin vermemekte.
Pile’li Türkler Beyarmudu Sınır Kapısı’ndan çıkıp Egemen Üsler Bölgesine girdiklerinde de “Yeşil Hat Tüzüğü” kuralları ile yüz yüze geldiklerinden, geçen haftaki protesto gösterilerine kadar arabalarından tutun iç giysilerine kadar Rum görevliler tarafından saçlarından ayak tırnaklarına kadar aranmaktaydılar. Yeşil Hat Tüzüğüne aykırı olduğu iddiası ile ellerindeki sandviçler bile alınıp imha edilmekteydi.
1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Yasalarına göre Egemen İngiliz Üs Bölgesinde dolaşmaları yasak olan Rum Yönetiminin Polisleri, şimdi Beyarmudu sınır kapısına kadar olan bölge içinde “AB Müktebesatını” bahane ederek ellerini kollarını sallayarak dolaşmakta ve görev ifa etmekteler. 2005 yılında iktidarda olan hükümetimiz buna niye itiraz etmemiş anlaşılır gibi değil.
Göz göre göre “Ara Bölge”yi Rum Yönetimine kaptırmışız “Aman Rumları Gücendirmeyelim” döneminde. Bu nasıl bir mantık ve anlayışsa.
Rumlar, Larnaka’dan Pile’ye hiçbir barikattan geçmeden, ellerini kollarını sallayarak girerlerken, Pile’li Türkler KKTC’den yüzyıllardır Türk toprakları üzerinde kurulu kendi evlerine 2 tane barikattan geçerek gitmek zorunda bırakılmaktalar.
Bunun çaresi yok mu? Elbette var.
Pile’li Türklerin ve ara bölgede işyerleri olan Beyarmudu’lu Türklerin Beyarmudu’ndan “Ara Bölge”ye giriş ve çıkışları “Kontrollü ama vizesiz” olarak Beyarmudu’nun “Batı Kapısı”ndan yaptırılmalı ve bu ezgiye son verilmeli.
Pile gerçeğini bilmeyen bürokratların Pile konusunda verecekleri kararları Pile’li Türklere danışarak sonuçlandırmalarında büyük fayda vardır.
Şimdiki uygulamadan Pile’li Türkler çok şikayetçidirler ve aşağılandıkları inancındadırlar. Pile’li kardeşlerimizi kaybetmek istemiyorsak “Batı Kapısı”ndan “Kontrollü ama vizesiz” giriş ve çıkış yapmaları ilk fırsatta uygulamaya konmalıdır….
Pile’li kardeşlerimize bürokratik engeller çıkarıp yaşamlarını zorlaştıracağımıza, akıllı politikalarla onları kucaklamalıyız.
Bu gün büyük bir gün.
Kıbrıs konusunun ve müzakerelerin kaderinde dönüm noktası olacak bir gün bu gün.
Dün akşamki yemekte liderler, eşleri ve özel temsilciler tanıştı.
Gerçekte Özersay ile Yakovu daha evvelden de tanışıktılar ama statüleri farklı idi. Bu sefer Cumhurbaşkanlarının Özel Temsilcileri olarak tekrardan tanışmış oldular.
Sayın Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu’nun kurduğu “Müzakere Ekibi” ve “Müzakere Danışma Kurulu”, geniş bir fikir, görüş, vizyon ve yetenek yelpazesinden seçilmiş. Çalışma ortamı son derece güzel, ekipler de birbirleri ile çok uyumlu.
Yapılan çalışmalar derin, tartışmalar ise üretken.
Herkes kendi alanında birer uzman ve her söylenen ile önerilen, yeni bir görüş açısı, yeni bir savunma hattı kazandırıyor ekibe.
Bu ekip gerçekten de başarılı olacak.
Tabaktan alınan ilk kaşığın, yemeğin tümünün tadı hakkında ilk ve değişmez izlenimi verdiği gibi katıldığım ilk birkaç toplantı da bende bu izlenimi bıraktı.
Derviş bey bu gün masaya “Müzakereleri kaldığı yerden devam etmek” ve adaya yıllardır özlenen “Çözümü ve Barışı” getirmek için oturuyor. Aklında ve kalbinde “Barış ve Çözüm” var. Bizleri de bu yönde motive ediyor.
Rumların Kıbrıs konusunda başları sıkışık.
İşler eskisi gibi istedikleri gibi gitmiyor.
Tam tersine adada barışı istemeyenin, müzakerelerin çıkmaza girmesini isteyenin Rumlar olduğuna inanıyor artık Avrupa Birliğine üye ülkelerin büyük bir çoğunluğu ve de BM’nin yöneticileri.
Rumlar içine düştükleri bu olumsuz konumdan çıkış yolunun Eroğlu’nu suçlamakla bulabileceklerini zannediyorlardı, gelişmeler umdukları gibi olmadı.
Eroğlu’nun daha ilk günden “Barış Çağrısı” yaparak ve “Müzakereler devam” diyerek Rumlara zeytin dalını uzatması, Rumları bayağı düş kırıklığına uğrattı, tutunmayı hayal ettikleri dalı kırdı.
Bu dostça ve yapıcı yaklaşıma ilaveten Türkiye Cumhuriyeti’nin de adada “Barış” istediğini ve “Müzakerelerin adil ve sürdürülebilir bir anlaşma” ile sonuçlanabilmesi için elden geleni yapacağını açıklaması, Rumların iyice moralini bozdu.
Dış İşleri Bakanı Davutoğlu, Türk limanlarını Rum bayraklı gemi ve uçaklara açmak çağrısını daha birkaç gün önce yineledi.
Aslında bu çağrı hem AB’ye hem de BM’ye idi aynı zamanda.
“Siz KKTC’deki Ercan, Mağusa ve Girne limanlarını direkt ticarete açın, biz de Türkiye olarak tüm hava ve deniz limanlarımızı Kıbrıs Rum Bayraklı gemi ve uçaklara açalım” diyerek, adaya barışın gelebilmesi için her tür fedakârlığı ve özveriyi göze aldıklarını ortaya koydu, hem de resmi ağızdan.
Bu gün iki liderin bu ilk buluşmalarında tartışacakları mülkiyet konusu, müzakerelerin en önemli başlıklarından bir tanesi olmasına rağmen gerçekte de bir çok kişinin iddia ettiği gibi çok korkulu ve karmaşık bir konu değil. Ortada BM Genel Sekreteri’nin ve Güvenlik Konseyi’nin müzakereler sonucunda kurulacak olan veya hayata geçirilecek olan yeni devleti oluşturacak olan “Kurucu Devletlerin”, ki söz konusu rapor ve kararda bu devletler “Constituent State” olarak tanımlanmaktadır, nüfus ve mülkiyet açısından “Nitelikli Çoğunluk”a sahip olacağı açık ve net olarak belirtilmektedir.
Yani, sonuç ne olursa olsun veya anlaşma ne olursa olsun Annan Planındaki adı ile “Kıbrıs Türk Devleti”ndeki Türk nüfusu “Nitelikli Çoğunluğu” teşkil edecek ve ayni şekilde de Kıbrıs Türk devleti vatandaşlarına ait olacak olan mülkler de “Nitelikli Çoğunluk”tan az olmayacak.
Rumlar beğense de, beğenmese de BM kararlarına uymayız deseler de, gerçekleşecek olan bu, olacak olan da bu.
Zaman içinde hep birlikte, bunu çok daha iyi göreceğiz…
Pile ile ilgili yazımın ikinci bölümüne, bir sonraki yazımda devam edeceğim….
Ben güya bu konularda bir uzmanım ama gerçekte Pile’nin “Nerede” olduğundan ve Statüsünün de ne olduğundan tam olarak da emin değilim.
Sanırım başkaları da bilmiyor.
Pile bazen “Ara Bölge”de, bazen KKTC sınırları içinde, bazen KKTC sınırları dışında, bazen İngiliz Üsler bölgesinde, bazen de uzayda.
KKTC’deki bürokratların işine nasıl geliyorsa öyle konumlandırılıyor Pile. Her devlet dairesinde ayrı bir uygulama var.
Maliye Bakanlığı, Pile’yi KKTC sınırları içinde kabul eder, arabalarının ve Pile’deki Türklere giden her tür eşyanın gümrüğünü alır, köyden dolaylı ve direkt vergilerini toplar.
İçişleri Bakanlığı, Pile’yi KKTC sınırları içinde kabul eder ve seçim zamanında sandık kurar oylarını kabul eder, muhtar ve İhtiyar Heyeti azası seçimlerini yapar, doğanları ölenleri kaydeder, av ruhsatlarını çıkarır, parasal tahsilat yapar, Beyarmudu Belediyesine bağlı olduğunu ilan eder.
Elektrik Kurumu ve Telekomünikasyon Dairesi Pile’yi KKTC içinde kabul eder ve hizmet götürür.
Pile’deki alış verişlerde Türk parası geçer ve toplanan KDV KKTC hükümetine ödenir.
Güvenlik Kuvvetleri, Pile’de doğan her erkek çocuğunu yaşı gelince askere alır.
Pile köyü gerçekte fiziksel olarak da, harita üzerinde de “Ara Bölge” içinde yer almaktadır.
Kuzeyden güneye doğru yerlerin dizilimini yaparsak, en kuzeyde Beyarmudu köyü bulunmakta. Sonra güneye doğru önce Egemen İngiliz Üs Bölgesi, sonra Pile köyünün de içinde yer aldığı “Ara Bölge” ve Ara Bölgeden sonra da Güney Kıbrıs Rum Yönetimi toprakları yer alır.
Beyarmudu’ndan Pile’ye gitmek için önce Egemen İngiliz Üs Bölgesinden geçerek “Ara Bölge”ye ulaşmak gerekmektedir.
23 Nisan 2003 tarihinde kapılar açılmadan önce, Pile’ye özel izinle gidiliyordu. Pile’de ikamet etmeyenler, devletin bir biriminden aldıkları izinle Pile’ye gidebiliyorlardı.
Kapıların açılması ile işler kolaylaşacağına daha da zorlaşmış.
Köylülerin demesine göre de, bir gece dönemin Cumhurbaşkanı temsilcisi Özdil Nami’nin Pile’de Rum lider Tasos Papadopulos’un özel temsilcisi Yiannis Cionis’ile yaptığı toplantı sonrasında her şey alt üst olmuş.
Pile’nin de içinde yer aldığı “Ara Bölge”nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile olan sınırındaki giriş kapısı, ki üzerinden yüksek gerilim hatları geçmektedir, bir gecede kaldırılmış ve Pile köyü adeta Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin bir parçası haline getirilmiş.
Hali araziler önce Rum gençlere ev yapmak üzere tahsis edilmiş, sonra da yüzde 3 faiz ve 25 yıl vade ile ev kredisi verilerek ev yapmaları sağlanmış. Ara Bölgeye konut yapmak yasak iken, Pile köyünün güneyi, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi sınırına kadar evlerle dolu şimdi.
Buna karşın KKTC hükümeti KKTC’nin kontrolündeki hali arazileri Pile’li Türk gençlere vermeyerek adeta Pile köyünü Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin kontrolüne terk etmiş. Buna ilaveten de Pile’li Türklerin KKTC’ye giriş ve çıkışlarını da kolaylaştırılacağına iyice zorlaştırarak Rum’un ekmeğine bal sürmüş.
Öncelikle Pile sakini Türklerin ve Beyarmudu’luların ara bölgeye geçişlerinde kullanılan “Batı Kapısı”nı kullanmaları yasaklanmış ve Beyarmudu sınır kapısına yönlendirilmiş.
Bunu fırsat bilen Güney Kıbrıs Rum Yönetimi de, İngiliz Üs Yönetimi ile ortak bir karar alarak Pile köyünün güney tarafındaki, yani “Ara Bölge” ile “Rum kesimi” arasındaki sınır kapısında uygulanmakta olan “Yeşil Hat Tüzüğü”nü yerinden kaldırıp, “Ara Bölge”nin de kuzeyinde yer alan İngiliz Üs Bölgesinin girişinden de öteye, “Ara Bölge” sonrasında yer alan İngiliz Üs Bölgesi ile Beyarmudu köyü arasındaki sınır kapısına taşımış. Yani Beyarmudu Sınır kapısından sonra giriş yapılan topraklar Egemen İngiliz Üs Bölgesi olsa da “Yeşil Hat Tüzüğü” uygulaması bahanesi ile denetim şimdi Güney Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından Beyarmudu sınır kapısının hemen çıkışında yapılıyor.
Devam edecek ……
BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un iki gün evvel New York’taki BM Genel Merkezinde Türkiye’nin saygın bir haber ajansına verdiği demeç, BM’nin üst katında Kıbrıs ile ilgili olarak bir takım kavramların artık değişime uğramaya başladığını ortaya koymakta.
Aslında bu değişiklik, BM’nin Türkiye’ye bakış açısındaki değişiklikten kaynaklanmakta.
Türkiye, bölgede ve dünyada güçlendikçe, dünyanın küresel aktörlerinin Türkiye’ye bakış açısı da olumlulaşmakta, buna paralele olarak da Türkiye’nin sorunlarına yaklaşım daha sempatikleşmekte ve olaylar da Türkiye lehine gelişim göstermekte.
Anadolu’muzdaki yerel deyim olan “Ne kadar köfte, o kadar ekmek” sözüne uygun olarak dünya politikasında da geçerli olan deyim “Ne kadar güç, o kadar hak” şeklinde.
Türkiye, dünya politik arenasında güçlendikçe kendisi ile ilgili konulardaki haklılığı da, buna paralel olarak artmakta.
Türkiye’nin başrolü oynadığı ve dünyayı ayağa kaldıran Tahran’da imzalanan uranyum takas anlaşması, İstanbul’da düzenlenecek Somali konferansı, Saraybosna Konferansı, Türkiye’nin balkanlardaki tartışılmaz varlığı, Türkiye’nin Orta Doğu’da arabuluculuk rolü, Medeniyetler İttifakı girişimi ve Türkiye – Ermenistan yakınlaşması, doğal olarak Türkiye-AB Katılım Müzakerelerini ve Kıbrıs konusunu da etkilemeye başladı.
Tabii Türkiye lehinde.
Yıllardır Türkiye’yi haksız gören ve horlayan ülkeler şimdi aniden Türkiye’ye daha sempatik gözlerle bakmaya başladılar.
Bunun ilk gelişmesi BM Genel Sekreteri Ban’ın Kıbrıs Müzakerelerinin geleceği ile ilgili sözleri.
“Kıbrıs Müzakerelerinde bir hedef tarih belirlemememize karşın, bu müzakerelerin sonsuza dek süreceği anlamına gelmiyor. Elbette tarafların iki toplumlu, iki bölgeli, siyasi eşitliğe dayanan bir birleşmeyi, şu zaman, şu tarihte kabul edebileceklerine dair bazı beklentilerimizin olması gerekir” şeklindeki vurgulaması Kıbrıs konusunda bazı yeni gelişmelerin habercisi.
Bir son tarih belirlenmiş ve bu da Aralık 2010.
Belli ki BM mutfağında pişirilmekte olan bir şeyler var.
BM’deki bu gelişmelere paralel olarak Avrupa Birliği’nin mutfağında da Kıbrıs konusunda bir şeyler pişiriliyor.
Özellikle “Direk Ticaret Tüzüğü”ndeki gelişmeler pekte Rumların hoşuna gidecek yönde değil.
Doğrudan ticaretle ilgili tüzük büyük bir olasılıkla 10 Haziran’da gerçekleştirilecek olan Avrupa Parlamentosu Siyasi Grup başkanları toplantısında ele alınacak. Belli olan şu ki, AB Yönetimi, Direk Ticaret Tüzüğünü Rumlara rağmen uygulamaya koymak niyetinde.
Rumların Türkiye-AB Katılım Müzakerelerini sabote etmeleri ve bu nedenle de çıkmaza girilmiş olmasını AB artık geçmiş senelerde olduğu gibi sempatiyle karşılamıyor. Tam tersine artık AB’nin çıkarlarına aykırı olduğu görüşünde.
AB bu fasit daireden kurtulmanın yolunu da Direk Ticaret Tüzüğü’nün işlerlik kazanmasında görüyor.
Belirlenen da son tarih de Aralık 2010.
Tesadüfe bakın ki, gerek BM’de gerekse de AB’deki son tarihler, sanki ağız birliği etmişçesine Aralık 2010.
Aralık 2010 tarihine kadar Rumlar, Kıbrıs Müzakerelerinde uzlaşı adımları atmazlarsa, 2004 Annan Planı Referandumunda olduğu gibi kazançlı değil zararlı çıkacaklar.
Bu artık kesin bir öngörü.
Bir de Genel Sekreter Ban’ın, Kıbrıslı Türklere yönelik izolasyonların kaldırılması yönündeki sözleri var. Belli ki yıllardır bizlere uygulanan insanlık dışı ambargolar artık BM’nin üst katını da rahatsız etmeye başlamış.
Bazı fırsatlar kaçırılmamalı….