RMMO Belgeleri Açıklanmalı

RMMO Belgeleri Açıklanmalı

Larnaka’nın Livatya köyünden olan ve 1974 Mutlu Barış Harekatında hayatını kaybeden RMMO’nun ihtiyat askerlerinden Lefteris Avraam’ın, Larnaka’da, 4 Ağustos günü yapılan cenaze töreninde konuşma yapan İş ve Sosyal Güvenlik Bakanı Bayan Sotiroula Haralambus, kayıplarının tümünün tespit edilmesi için tüm engellerin ortadan kaldırılması ve Türk askerinin arşivlerinin açılarak araştırma yapılması konusunda Türkiye’ye yönelik talepleri bulunduğunu söyleyerek gayya kuyusuna bir taş attı.


Adada yaşanan tüm olayları Türklerin üstüne atmakta son derece yetenekli olan Rumlar, şimdi de Türk ordusunun 1974 Barış Harekâtı ile ilgili arşivlerinin açılmasını talep ediyorlar.


Buna “Kendi gözündeki merteği görmeyip başkasının gözünde çapak aramak” deniyor yerel Kıbrıs Türkçemizde.


Arşivlere girilecekse, karşılıklı girilmeli ve karşılıklı araştırılmalı evraklar. Adada kimlerin neler yaptığı ve ne cinayetler işlendiği, kimin masum, kimin mazlum olduğu asıl o vakit çıkacak ortaya.


Adı “Suna ve Ata Atun Mağusa Tarihini Araştırma ve Yazın” (SAMTAY) Vakfı olan  aile Vakfımızın arşivinde bulunan 1963-1964 yıllarına ait belgelere göz attım çabucak.


Aklımda bu dönemde Rumların ve Yunanistan’ın ne yaptıklarını ve ne cinayetler işlediklerini bulmak vardı.


Siftah, daha araştırmaya derinlemesine başlamadan evvel elime geçen ilk evraklardan bir tanesi, katil papaz Makarios’a ait.


Makarios’un Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu’ya gönderdiği 1 Mart 1964 tarihli  mektubun 16. Paragrafında yazılanlar aynen aşağıdaki gibi.  


“Sayısı 5000 olan silahlı ve eğitimli bir kuvvetimiz vardır. Bunun sayısı sürekli olarak artmaktadır. Bu örgütümüzün zayıf yanları bulunduğunu; disiplinsizlik olaylarının var olduğunu ve zararlı girişimler yapıldığını inkar etmiyorum. Ancak bunun sağlam temeller üzerine oturtulması için çabalar harcanmıştır ve diyebilirim ki, bugün memnuniyet verici bir düzeye ulaşmıştır. Bu örgütü kesin bir biçimde denetim altına alabilmek ve disiplini kurabilmek için bir ‘Yardımcı Polis Teşkilatı’ oluşturmaya karar verdik.”


19 paragraf olan bu mektubun hemen arkasından General Grivas, kendi el yazısı ile yazdığı aşağıdaki mesajı, Yunanistan Dış İşleri Bakanı Garufalyas’a ve Başbakan Yorgo Papandreu’ya göndermiş ve Rum Milli Muhafız Ordusu’nun (RMMO) kurulduğunu müjdelemiştir.


“General Yorgo Grivas’ın Komutasındaki EMEK (Kıbrıs Karma Özel Kurmay Başkanlığı) doğrudan Yunanistan Milli savunma Bakanlığı’na bağlı bir kuruluştur.


Yetkileri: Kıbrıs Milli Muhafız Ordusunun teşkilatlanması, eğitilmesi, silahlandırılması, harp planlarının hazırlanması, Kıbrıs’ta harekâta girişilmesi v.b.


Kıbrıs Askeri Komutanlığı (SDIK) doğrudan EMEK’ten emir alır. Kıbrıs’ın işgali uğraması halinde orada üslenir ve harekâtın komutasını üstlenir. Kıbrıs’la ilgili askeri konularda, Yunanistan Milli Savunma Bakanı, Dışişleri Bakanı ve General Yorgo Grivas’tan oluşan Konsey karar verir.”


EMEK Komutanı General Grivas, Yunanistan Savunma Bakanı Garufalyas’a gönderdiği Mayıs 1964 tarihli mektubu ile 2956 adet piyade tüfeği, 440 adet Bren tipi makineli tüfek, 372 adet tabanca, 30 adet Vickers tipi makineli tüfek, 51 adet H60 mm Havan, 9 adet Bazuka ve 8 adet de tank savar ister. Ve bu silahlar da Kıbrıs’a 28 Mayıs 1964 günü gönderilir. 


Liste tekrarlanır ve bu sefer içine 4 adet torpido bot ve 15-20 adet zırhlı araç ilave edilir. Onlar da hemen gönderilir.


12 Haziran 1964 günü de General Grivas güya kaçak olarak adaya girer ve Rum ile Yunan Birliklerinin başkomutanı olur.


Tamamen Yunanistan’ın yönetimi, desteği ve gönderdiği silahlarla kurulan RMMO’ya ilaveten 30 Haziran 1964 tarihinde “Genel Kurmay Başkanlığı, 3206/01 -227 ETNA sayı ve 25 Haziran 1964 tarihli ÇOK GİZLİ emri ile Kıbrıs’ta ELDIK/M (Yunan Alayı M) adında, Üçlü karargah Komutanı Tuğgeneral Perides’in komutası altında bir “TÜMEN KOMUTANLIĞI” oluşturulur ve Kıbrıs’taki tüm Yunan Birlikleri bu Tümen Komutanı’nın emri altına verilir.


Ve Türklere karşı caniyane saldırılar başlar, masum insanlar çoluk çocuk demeden öldürülür, Türk köyleri haritalardan silinir ve uzun yıllar sürecek bir soykırım yaşanır.


Kimin arşivi açılmalı acaba.


Bizimki mi, Rumlarınki mi.

8 Eylül 2010
RMMO Belgeleri Açıklanmalı için yorumlar kapalı
Okunma 41
bosluk

Hellimimiz Artık Tescilli

Hellimimiz Artık Tescilli

Uzun ve soluklu bir çalışma sonrası atalarımızdan bize miras kalan “Hellim” adlı ulusal peynirimiz, Kıbrıs Türk Sanayi Odası (KTSO) ile Süt Ürünleri İmalatçıları Birliği’nin (SÜİB) başvurusu, girişimi ve bıkmadan sürdürülen çalışmaları sonrasında uluslararası kimliği olan Türk Patent Enstitüsü tarafından tescil edildi.


Bu gün söz konusu patent belgesi, Türk Patent Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Habib asan başkanlığındaki bir heyet tarafından KTSO’na verilecek.


Alınan patent Coğrafi Tescil uygulamalı.  Yani içinde Kıbrıs’ımızın da yer aldığı coğrafi bölgeye özgü kültürel ürün sınıflaması olarak kayıt edildi ve patenti de verildi.


Hellim adının ve üretim yönteminin tescili Kıbrıs Türk Sanayi Odası adına. Bundan böyle hiçbir özel kişi veya tüzel kişi sınıfına giren her hangi bir türdeki oluşum, Kıbrıs Türk sanayi Odası’ndan izin almadan “Hellim” adını kullanamayacak.


“Hellim” adını kullanabilmek için de önce, hellim patenti içinde tanımlanan üretim prosedürünü aynen uygulayacak, bunu belgeleyecek ve KTSO’sının “Üretim Prosedürünü Denetleme Birimi”nden de onay aldıktan sonra “İsim kullanım ücreti”ni ödeyip “Hellim” adını ürün paketinin üstüne yazacak. Tabii ki TSE ve KTSO belgelerinin tarih ve numaraları da söz konusu paketin üzerinde tüketici tarafından rahatça okunabilir büyüklükte yer alacak.


Kıbrıs Türk sanayi Odası’nı kutlamak gerekir.


Kıbrıs Türk Sanayisine yeni bir kavram getirdiler ve yeni bir kapı açtılar.


“Patent”, “Tescil”, “Üretim Prosedürü”, “İsim Hakkı”,”İzin Almak Gerekliliği” gibi kavramlar artık uzak olmaktan çıktı ve ne denli önemli oldukları tüm sanayicilerimiz ve insanlarımızı tarafından çok daha iyi anlaşılır hale geldi.


Türkiye’de yaklaşık seksen üretici “Hellim” ismini kullanıyor. İzinlerini T.C. Tarım Bakanlığından yıllar önce almışlar. KTSO tescil için başvurusunu yapınca yeni izinler durdurulmuş ve başvuru tarihinde verilen tüm izinler de iptal edilmiş.


Aynı şekilde Almanya’da da bir şirket hellime benzer bir peynir üreterek “Hellim” adı altında piyasaya sürmekte.


Bu aşamadan sonra bir başka uzun soluklu mücadele daha başlayacak.


Daha evvel T.C. Tarım Bakanlığından üretim izinlerini almış Türkiye tescilli ve konumlu şirketlerin, “Hellim” adını kullanmak istiyorlarsa üretimlerini “Fason” olarak KKTC’deki Süt Ürünleri İmalatçıları Birliği’ne (SÜİB) kayıtlı üretici şirketlerden bir tanesinde yaptırmaları konusunda yasal girişimler başlatılacak.


“Hellim” adı kullanılmak isteniyorsa, Türkiye’deki bir kuruluş ile patent belgesi içinde belirtilen üretim prosedürünün eksiksiz olarak uygulandığının denetimi de talep edilecek.


Aynı doğrultuda bazı AB üyesi ülkeler ile Arap ülkelerinde “Hellim” adının tescil işlemleri da başlatılacak. Türk Patent Enstitüsünün uluslararası kimliği ve yol göstericiliği ile bu zorlu aşamalarında üstesinden gelinecek.


Kıbrıslı Türklere karşı her zaman ve her koşulda “Olumsuz Ayırımcılık” yapan Kıbrıs Rum Mahkemelerinin Türkçe olarak “Hellim” şeklinde yazılan kelimenin Rumca olarak “Hallumi” yazılan kelimeyi andırdığı ve “Hellim”in geleneksel Kıbrıs Rum kültürünün bir parçası olduğu bu nedenle de herhangi bir Türk kuruluşuna tescil hakkının verilemeyeceği gerekçesi ile yapılan tescil başvurusunun reddedilmesi ile konu KTSO ve SÜİB tarafından AB’nin ilgili Komisyonuna iletildi.


Bu nedenle AB, Rumların “Hallumi” ve Türklerin de  “Hellim” isminin ve üretiminin Coğrafi Tescil başvurularını ayrı ayrı ele aldı ve AB üyesi Rumların tüm entrikalarına rağmen hala daha sonuçlandıramadı.  Daha doğrusu bilinçli bir şekilde sonuçlandırmadı ve yoğun bir araştırma süreci içine girdi.   


Anlaşılan “Uzun ve Soluk kesecek” bir çalışma daha bekliyor Kıbrıs Türk Sanayi Odasını ve Süt Ürünleri İmalatçıları Birliği’ni.


Bu iki güzide kurumumuzun Başkan ve Yöneticilerini kutlar, çalışmalarında, girişimlerinde ve verecekleri mücadelelerinde başarılar dilerim.

6 Eylül 2010
Hellimimiz Artık Tescilli için yorumlar kapalı
Okunma 34
bosluk

Nihayet

Nihayet

Kıbrıs adası 1 Temmuz 1878 tarihinde İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi Henry Layard ve Sadrazam Saffet Paşa arasında imzalanan kira kontratı içeriğince İngiltere devletine kiralandığı vakit ada üzerinde 150’den fazla Osmanlı aile vakfı ve bu vakıflara, özel kişilere ve Padişaha ait milyonlarca dönüm tarla, bağ, bahçe, çiftlik, konut, han, hamam, su kuyuları ve benzeri mülkler bulunmaktaydı.


Çok değil sadece 132 sene evvel bu mülklerin toplamı neredeyse adanın yüzde doksan beşine eşitti.


İngiliz sömürge Hükümeti, çıkardığı emirnameler ve Vali kararları ile Osmanlı Devleti ile imzaladığı kira kontratı içeriğine aykırı olarak özellikle Padişaha ait mülklerin ve Osmanlı Vakıf mallarının bilinçli bir şekilde Rumlar tarafından yağmalanmasına kapı açtı.


Özellikle 1913 yılından sonra Osmanlı Vakıflarına ve Padişah’a ait milyonlarca dönüm taşınmaz mal söz konusu emirnameler ve kararlar içeriğince Rumların mülkiyetine geçti ve 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış anlaşması ile de bu yağmanın büyük bir kısmı maalesef yasallaştı.


Geriye kalan Türk mülklerinin de önemli bir bölümü, 21 Aralık 1963’de başlayan Rum saldırıları ile sahiplenilemez ve kullanılamaz hale geldi. Kıbrıslı Türkler büyük bir ekonomik yıkım yaşadılar, soykırıma ilaveten.


20 Temmuz 1974 tarihinde gerçekleştirilen Mutlu Barış Harekatı ile kuzeyde kalan Türk taşınmazları gerçek sahipleri tarafından kullanılmaya başlanırken, güneyde kalan yaklaşık dört yüz elli beş bin dönüm Türk malı da terk edilmek zorunda kalındı.


Barış Harekâtından sonra Güneyden KKTC topraklarına göç eden Kıbrıslı Türkler, kuzeydeki Rum mallarını sahiplenip, üzerlerine evler ve iş yerleri inşa ederek mülklerin değer kazanmasını sağlarken, güneydeki Rum hükümeti de 1991 yılında Rum Meclisinden geçirdiği 139/91 sayılı Vasilik Kurumu Yasası ile bilinçli bir şekilde güneyde kalan Türk mallarının kullanılmamasını, geliştirilmemesini, yıkılmasını ve süreç içinde değer kaybetmesini sağladı.


Buradaki amaç, Kıbrıs sorununa bulunacak bir çözümde, güney Kıbrıs’ta kalan Türk malları ile kuzey Kıbrıs’ta kalan Rum malları toplu takas edildiği vakit, Türk mallarının çok düşük değerde kalması ve yapılacak takasta güneyde kalan Türk mallarının düşük değerler biçilerek ele geçirilmesiydi.


Nitekim de süreç içinde gelinen son aşamada güneyde kalan Türk malları 1963’den beridir inkişaf ettirilmedikleri için kuzeydeki Rum mallarına kıyasla çok düşük değerlerde.


Yıllardır yürürlükte olan Vasilik Kurumu Yasasının, Türklere karşı haksızca hazırlanmış bir yasa olduğunun ortaya çıkması ve AİHM’nin dikkatini çekmesi, yıllardır Larnaka’daki malını sahiplenemeyen ve Rum Hükümetine karşı AİHM’de dava açan Nezire Sofi davası ile oldu. Dava AİHM gündemindeyken ve duruşmalara geçilecekken, Rum Hükümetinin dostane çözüm talebi ile mahkeme kararı olmaksızın tazminat ödemeyi kabul etmesi, güneyde kalan Türk malları ile ilgili yeni bir aşamaya geçilmesini sağladı.


Kıbrıs’ın önde gelen Türk vakıflarından Barutçuzade Ahmet Vasıf Efendi Vakfı’nın, Güney Kıbrıs’taki mülkiyet hakkı için Lefkoşa (Rum) Kaza Mahkemesi’nde dava açması, güneyde kalan Türk Vakıf mülkleri ve özel kişilere ait mülkler açısından çok önemli bir gelişme.


Barutçuzade Ahmet Vasıf Efendi Vakfı gibi güneyde toprakları olan daha birçok özel kişi ve Osmanlı Vakfı mevcut. Bunların birçoğunu kişilerin kendileri ve Vakıflar İdaremiz yönetirken bazılarını da varisleri veya Galaherleri  (Vakıf gelirlerini toplayan ve Yönetim Kurulu adına Vakfı Yöneten kişi) yönetiyor.


Lala Mustafa Paşa Vakfı ve Abdullah Paşa Vakıfları, Mağusa’daki Maraş kenti de dahil olmak üzere, Larnaka’ya kadar uzanan kırmızı toprakların sahibi. Söz konusu taşınmaz mallar 1913 yılından sonra yasalara aykırı olarak Tapu oyunları ile Rumlar tarafından yağmalandı. Vakıflar İdaremizin 2000 yılında Mağusa Mahkemesinde açtığı tespit davası sonuçlandı ve Mahkeme söz konusu taşınmazların malların Lala Mustafa Paşa Vakfına ve Abdullah Paşa Vakfına ait olduğuna dair tespit kararı verdi.


Barutçuzade Ahmet Vasıf Efendi Vakfı’nın açtığı bu dava, Kıbrıs müzakerelerinin hızla sonuca doğru götürülmek istendiği bu kritik dönemde bir çok taşı yerinden oynatacak. Özel kişiler ile Vakıflar İdaresi, güney Kıbrıs’ta bıraktıkları taşınmaz malları üzerinde hak ve yönetim sahibi olacaklar.

3 Eylül 2010
Nihayet için yorumlar kapalı
Okunma 54
bosluk

Girne Yolundaki Tehlikeli Dönemeç

Girne Yolundaki Tehlikeli Dönemeç

Zaman zaman yolum Girne’ye düşer ve keyifle sürerim aracımı.


Mağusa’dan Girne’ye gidiyorsam çoğu zaman Alevkayası yolundan bazen de Esentepe üzerinden giderim. Yöredeki doğanın güzelliği beni çok etkiler.


Lefkoşa’dan Girne’ye gidiyorsam bazen Yakın Doğu Üniversitesi – Dikmen yolundan gidip Boğaz’a çıkarım bazen de Gönyeli kavşağından doğru Girne yoluna girerim. Zaten geriye başka bir seçeneğim de kalmaz.


Yol çift şerit ve güzeldir. Doğası da gerçekten insanı büyüleyicidir.


Geçenlerde Girne’de düzenlenen bir törene giderken, her zaman üniversiteye gittiğim yolu seçtim ve Haspolat kavşağından Taşkent’e, Taşkent’den Dikmen’e ve Dikmen’den de Boğaza çıkıp Girne yoluna girdim.


St. Hilarion dönemecini geçtikten sonra yol inişe geçer ve karşınızdaki tepede  nazlı nazlı dalgalanan görkemli bayraklarımız önünüze çıkar.


Bayraklarımızın yer aldığı tepeyi neredeyse yarısına kadar dolanan bir dönemeç bulunmaktadır bu tepenin alt kısmında.


Etrafı yeşilliklerle kaplı, yol ortasında ve kenarlarında koruyucu bariyerlerin olduğu, iniş aşağı süratinizin de elinizde olmadan git gide arttığı bir dönemeçtir bu.


Yanımdan arabalar vızır vızır geçerken ben daha da yavaşlayıp dönemece girdiğim sırada, aniden gözüme karşı yolun içinde, kendi etrafında fırıldak gibi dönen bir araç ilişti. Karşı şeritteydi ve Girne’den Lefkoşa’ya doğru gidiyordu. Allah’tan bir kaza olmadı.


Devrilmedi, yoldan çıkmadı ve bariyerlere 5-10 santim kalarak yüzü Girne’ye dönük bir şekilde durmayı başarabildi. İçindeki şoför bayan mıydı, erkek miydi seçemedim ama saniyeler içinde şaşkınlığını atlattıktan sonra arabasını tekrar çalıştırdı, manevrasını yaptı ve yoluna sağ salim devam etti.


Her ne kadar politikayla uğraşıyorsam ve köşe yazarlığı yapıyorsam da kafam matematik yapılı ve analitik. Zaten ana bilim dalım da Mühendislik.


Arabamı kenara çektim ve karşı tarafa geçip yolu iyice inceledim. Kafama göre ölçümler aldım, eğim ölçtüm. Yolun içinde bu aracın fırıldak gibi dönmesinin bir nedeni olmalıydı.


Sürücü hatası kadar yol hatası da olmalıydı orada.


Mağusa’da ona benzer bir araç buldum, ağırlığını ve aks aralarını tespit ettim, lastiklerini ölçtüm. Çalışma odamda haritalarımı açtım, dönemeci önüme koydum.


Aracın yaklaşık ağırlığını 1000 kg aldım. Lastik genişliği 16 santim, yere basan kısmını da 8 santim tespit ettim.


Merkez kaç kuralını tekrar tekrar okudum ve bulgularımı formüle döktüm.


Dönemeci üşenmedim kağıda detaylı bir şekilde çizdim ve analiz ettim.


Dönemeç 3 farklı yaydan oluşmakta ve en tehlikelisi de ortada olanı. Yarı çapı 65.60 m. ve aralarında en kısa yarı çaplısı.


Yarı çap ne kadar kısa olursa, merkez kaç kuvveti de o denli artmakta ve aracı dışa doğru fırlatmakta.


Belli bir hızdan yukarı süratli bir şekilde söz konusu 3 farklı yaydan oluşan bu dönemece giren özellikle de küçük gövdeli aile tipi araçlar, dar lastikleri ve hafif olan ağırlıkları nedeni ile asfaltla yeterince temas edememekte ve lastiklerin oluşturduğu sürtünme gücü, belli bir hızdan sonra merkez kaç kuvvetinin yarattığı çekimin etkisini yenemediğinden dolayı da araç kontrolden çıkmakta.


Kontrolden çıkan araç da, ya bariyerlere çarpmakta ya da kendi ekseni etrafında dönerek savrulmakta.


Benim bulgum aynen bu şekilde.


Bu tehlikeli dönemecin olumsuz etkilerinden vatandaşlarımızı korumak için her iki taraftan da dönemece girmeden 100 metre evvel, hızı 65 kilometreye düşürecek levhalar konmalıdır. Belki de ne doğrusu sürücülerin bu kurala para cezası korkutmasıyla uymaları için, hız kameraları koymak olacaktır.


Gerçekten de bu dönemeç çok tehlikeli.


Tehlikeyi anlayabilmem için gözümle görmem gerekti. Gördüm de.

1 Eylül 2010
Girne Yolundaki Tehlikeli Dönemeç için yorumlar kapalı
Okunma 41
bosluk
  • Sayfa 3 ile 3
  • <
  • 1
  • 2
  • 3
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar