Karpaz’da Egemenlik Kimde

Karpaz’da Egemenlik Kimde

Ülkemizin güzide üniversitelerinden bir tanesinin Karpaz yarımadasında yeni bir fakülte açmak ve yeni bir yerleşke yaratmak düşüncesi beraberinde yeni siyasi gerçekleri de ortaya çıkardı.


Rumların hala hayal içinde oldukları ve bir türlü adadaki gerçekleri kabul edemedikleri kesin.


Hala daha kendilerini adanın kuzeyinde de söz sahibi zannediyorlar ve Kıbrıslı Türklerin ileriye dönük atılımlarına da mani olmak için her olanağı değerlendirmeye çalışıyorlar.


Rum tarafında, isimlerinin niye “Yeşiller” diye anıldığını hala anlayamadığım, Avrupa parlamentosunda da “Yeşiller” grubu içinde yer alan ama sağcıdan da daha sağcı olan ve katıksız Yunan milliyetçiliğini savunan “Ekologlar ve Çevreciler Hareketi”, söz konusu yerleşkenin açılmasına mani olmak için kolları sıvadı.


Bu sahte “Yeşil”cilerin yegane milletvekili ve de başkanı Yorgos Perdikis,  Karpaz’daki Ay. Filona Kilisesi yakınlarındaki kendi kendine, sözde “koruma altındaki arkeolojik alan” olarak nitelediği arazinin üniversite yerleşkesi inşa edilmek üzere KKTC devleti tarafından bir üniversite’ye verilmesinin “engellenmesi” için AP Yeşiller grubu üyesi Yunan Avrupa Milletvekili Mihalis Tremopulos’tan acil yardım istedi.


İstediği yardımın içine de geleneksel Rum yalanlarını da katıverdi hemen.


Adamların işi ve ustalığı yalan üretmek ve insanları yanıltmak.


Perdikis mektubunda Ay. Filona Kilisesi konusunu Avrupa Komisyonu’nun ve Avrupa Parlamentosu’nun bütün kürsülerinde “ekolojik yıkım olduğu” yaygarasıyla gündemine getirmesini istedi Tremopulos’tan.


Amaç tabii, bir “Hıristiyan Topluluğu” olan Avrupa Birliği’ne kiliseleri bahane edip Karpaz yarımadasına Üniversite yerleşkesi açılmasına mani olmak.


Perdikis’e göre KKTC devletinin Karpaz yarımadasına üniversite yerleşkesi açılması ile ilgili kararına Kıbrıslı Türk çevre örgütleri karşı çıkmış ve yoğun tepki göstermişler.


Tam da “yalandan kim öldü” tekerlemesine uygun bir örnek, Perdikis’in bu sözleri.


Ve bu yalancı siyasi, sözde de yeşil olan Perdikis, AP Yeşiller grubu üyesi Yunan Avrupa Milletvekili Mihalis Tremopulos’tan, AB tarafından Karpaz’da üniversite yerleşkesi açılmasının engellenmesi amacıyla, Türkiye-AB karma parlamenterler komitesi başkanını ve Avrupa Parlamentosu’nun Kıbrıs Türk toplumuyla teması bulunan, “Yüksek Temas Grubu” üyesi Ska Keler’i de devreye sokmasını istedi.


Avrupa Komisyonu da Perdikis’in bu yaygarasından ve Tremopulos’un çalışmalarından sonra Karpaz’da üniversite ve konferans merkezleri kurulacağı yönündeki yayınlara atıfta bulunarak, Avrupa Komisyonu’nun konunun takipçisi olduğunu ve gerekmesi halinde uygun adımları atacağını açıkladı.


Avrupa Komisyonu’ndan yapılan yazılı açıklamada Karpaz’ın doğal bitki örtüsü ve vahşi yaşamıyla olası bir anlaşmada, Natura 2000 kapsamında Özel Koruma Bölgesi olduğuna dikkat çekilerek, Karpaz’a yapılacak yatırımlarla ilgili haberler basına yansımadan önce de Avrupa Komisyonu’nun konu üzerinde araştırmaya başladığı ifade edildi.


İşte işin püf noktası da burada.


AB’nin işine geldi mi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) AB üyesi, işine gelmedi mi de 10. Protokol da yazıldığı şekli ile “Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Hükümeti’nin etkili kontrolü altında bulunmayan bölge.


İş Karpaz’ı denetlemeye geldi mi, KKTC AB toprağı ve hükümranlığı altında ve AB ne derse onu yapmak zorunda. 


İş dolaşıma, ticarete, ekonomik ilişkilere, doğrudan uçuşa, sportif, akademik ve kültürel temaslara geldi mi de, 3. Dünya ülkesi.


Benim bildiğim Karpaz’a egemen olan bir tek devlet var.


O da, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti.


Ne Perdikis’in sözü geçer, ne Tremopulos’un, ne de Avrupa Birliği’nin.

30 Ağustos 2010
Karpaz’da Egemenlik Kimde için yorumlar kapalı
Okunma 67
bosluk

Dış Rumlar Konferansı

Dış Rumlar Konferansı

Yıllardır güney Kıbrıs’ta düzenlenen Dış Rumlar Konferansı’nı yakından takip ederim.


Hiç bu denli çekişmeli geçenini görmemiştim.


Hiç kutuplaşma olmamıştı katılımcılar arasında geçmiş yıllarda.


Bu sene yapılan 23. Dış Rumlar Konferansında hem çekişme vardı, hem de kutuplaşma.


Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu II. Hrisostomos da ağırlığını koydu ve esti yağdı bu sene. Aynen geçen sene yaptığı gibi.


Belli ki Rumlar açısından gidişat pek de bekledikleri gibi değil.


Hristofyas’ın ve temsilcisi olduğu AKEL’in işi zor.


1941’den beridir, Rusya’nın ve Bağlantısızların kükrediği 60’lı ve 70’li yıllar da dahil olmak üzere geçen süreç içinde, iktidara hiç talip olmamış olan AKEL, ilk kez 2008’de bu tavrını değiştirip iktidara gelince, 67 yıllık karizmasını fena çizdirdi.


Yıllardır Kıbrıs adasında yaşananlara neden olanın NATO ve Emperyalist güçler olduğunu savunan ve hep sağ kesimi suçlayan Rumları şimdi sağ partiler, “Türkler” diye suçlamakta ve her ortamda da kendilerine sözlü veya fiziki olarak saldırmakta.


Solcuların bu sene başa oynayan futbol takımı, “Türklerin takımı” olarak anılmakta ve maç sonrasında sağcılar, ister yensinler, ister yenilsinler, bu takıma “Türkler” diye saldırıp kavga çıkarmakta.


İşler bu denli karmaşık ve berbat Rum tarafında.


Siyaset ne denli karışıksa, sosyal faaliyetler de aynı paralel de karışık ve çekişmeli gidiyor.


Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu II. Hrisostomos geçen yıl olduğu gibi bu yıl da, Rum Diasporası’nın önünde, Kıbrıs sorunundaki icraatları nedeniyle Rum Yönetimi Başkanı Dimitris Hristofyas’a yüklendi ve “Güvenlik çizgisini aştık ve çıkmaz bir sürece hapsolduk. Türklerin istiladan kazanımlarını meşrulaştırdık” sözleriyle ağır ithamlarda bulundu.


Konuşmasında Alexander Downer’a da saldıran Hrisostomos Downer’i, BM’nin ilkelerini savunmak yerine, kabul edilemez Türk tezlerini ileri götürmeyi tercih etmekle suçlayarak, Personna Non Grata, yani “İstenmeyen Adam” olarak ilan etti.


Kıbrıs Mücadelesi Dünya Koordinasyon Komitesi (PSAKA) Başkanı Philip Christopher de açılışta yaptığı konuşmada Hristofyas’a fena yüklendi ve ağır suçlamalarda bulundu. Kıbrıs sorununun “yeniden istila ve işgal sorunu haline getirilmesi gerektiği” görüşlerini yineleyerek, Hristofyas’ın İsrail’e yönelik çalışmaları nedeni ile son 60 yıldır zar zor kazanılmış olan Arap dünyasının kayıtsız koşulsuz desteğinin de kaybedilmek üzere olunduğunu dile getirdi.


Konferansın ikinci gününde de Rum yönetimi ile Rum siyasi partileri arasında Kıbrıs müzakerelerindeki gelişmeler ve Kıbrıs sorunu ile ilgili Rum hükümetinin çalışmaları konusunda karşılıklı suçlamalar yaşandı.


Hem de kıran kırana.


DISY Başkanı ve ana muhalefet lideri Nikos Anastasiades, fırsat bu fırsat diyerek, Hristofyas’a iyice saldırdı ve can acıtacak şekilde de eleştirdi. Özellikle de İspanya dönem başkanlığının müzakere prosedürünün genişletilmesi önerisinin kabul edilmemesi üzerinde durarak, bu davranışı affedilemeyecek siyasi bir hata olarak tanımladı.


İkinci günün bence en ilginç olayı, basına kapalı olarak Kıbrıs sorunuyla ilgili bilgilendirmenin yapıldığı salonda Yunanistan’da eğitim gören bir Kıbrıslı Türk’ün de, Dış Rum Gençliği (NEPOMAK) üyesi olarak resmi katılımcı sıfatı ile bulunmasıydı. Adıyla sanıyla ve Kıbrıslı Türk kimliği ile.


Bir diğer önemli açıklama da Amerika’da faaliyet gösteren “Kıbrıs Federasyonu” Başkanı Panikos Papanikolau’dan geldi.


Papanikolau açık ve net olarak, “ABD’de kararların oy ve para gücüyle etkilendiğini”, ABD hükümetinden destek isteniyorsa, bilinen bir takım Temsilciler Meclisi Üyelerine ve Senatörlere para yedirilmesi gerektiğini, para almadan hiçbir siyasinin Amerika’da her hangi bir konu hakkında parmağını bile oynatmadığını vurgulayarak, başarı için maddi desteğe gereksinimi olduğunu dile getirdi.


Bence bu konuşmada önemli olanın paradan ziyade, ABD’de siyasi sorunların nasıl çözüldüğünün vurgusuydu

27 Ağustos 2010
Dış Rumlar Konferansı için yorumlar kapalı
Okunma 31
bosluk

Rumlar İsrail’in Arkasına Saklanıyor

Rumlar İsrail’in Arkasına Saklanıyor

Rumların Doğu Akdeniz Bölgesinde Münhasır Ekonomik Bölgeleri olduğu iddiaları boşuna değil.


1958 tarihinde yapılan II.Deniz Hukuku Konferansına göre Türkiye, Doğu Akdeniz’de kendi Münhasır Ekonomik Bölgesinin çizgilerini belirlemiş. Buna tuta Girit’in doğusunda, neredeyse Girit adasının 2 katı büyüklüğünde bir alana da arama iznini vermiş ve bu sulardaki hükümranlığını da yıllar önce ilan etmiş.  


1982 tarihinde yapılan II. Deniz Hukuku Konferansı (UNCLOS) adalara da kıta sahanlığı hakkı verdiği için, Türkiye, ABD ve diğer bazı ülkeler bu konferans sonucunu imzalamamış ve bazı maddelerinin de sonuçlarını kabul etmemiştir.


Kıbrıs Rum Cumhuriyeti, özellikle Papadopulos döneminde (2003-2008) bunu bir fırsat olarak görerek, Türkiye’nin 1958 yılında Doğu Akdeniz’de belirlediği Münhasır Ekonomik Bölgesini yok farz edip, kendi Münhasır Ekonomik Bölgesini zorla kabul ettirmenin yollarını aramaya başladı.


Doğal olarak da Türkiye Cumhuriyeti, uluslararası anlaşmalar gereği sahibi olduğu haklarının gasp edilmesine hiçbir zaman izin vermedi.


Rumlar Doğu Akdeniz’de kendi hakları olduğunu iddia ettikleri Münhasır Ekonomik Bölgeleri için önce Mısır ile, sonra Lübnan ve Suriye ile karşılıklı anlaşma yoluna gidip bu üç ülkeyi Türkiye ile karşı karşıya getirmeye çalışmışsa da, hiç biri günün sonunda Türkiye ile takışmak ve diplomatik arenada çatışmamak için Rumların aleti olmamayı tercih ederek, karşılıklı anlaşmalarını dondurdular.


Bu amaçla Fransa ile askeri bir anlaşma yaparak deniz ve hava üslerini kullanmasına izin verdi. Olmaya ki Türkiye ile denizlerde bir çatışmaya girerse Fransa yanında olsun diye. Ama Fransa bu art niyetli koşulu kabullenmedi.


Gazze’ye yardım götüren gemiler nedeniyle Türkiye ile İsrail arasında çıkan sorunu fırsat bilen Rumlar hemen İsrail’e yanaşmaya başladılar.


Geçmiş haftalarda, Rumların sözde ilan ettiği 12. parselde aramaya yapan Nobel şirketinin gazetelere yansıyan basın açıklaması, Kıbrıs adası ile İsrail arasında çok büyük “Doğal Gaz” rezervlerinin olduğunu içeriyordu.


Rumlarda büyük bir heyecan ve gelecek garantisi havası esmeye başladı hemen. Ve tabii ki, İsrail’in askeri gücünün de yanlarında olacağı varsayımı da.


Ama işin doğrusu pek öyle basına yansıtıldığı gibi değil. Ekteki harita doğal gaz rezervlerinin nerede olduğunu ve kimlerin Münhasır Ekonomik Bölgesi içinde bulunduğunu açık ve net olarak ortaya koyuyor.


İşin aslında İsrail Devleti’in, Filistin Devleti’nin (Gazze) Münhasır Ekonomik Bölgesine el koymak girişimi var.


Gazze’nin Kuzey Batı’sındaki Mari-B bölgesindeki doğal gaz rezervlerinin %60’ı Filistin Devleti’ne ait.


İsrail’in Gazze ablukası aslında Gazze’nin büyük boyutlarda doğal gaz rezervleri içeren karasularının denetimi ile ilgili ve başka bir gerekçesi de yok.


Söz konusu olan Filistin Devleti’ne ait doğalgaz rezerv alanlarının müsadere edilmesi, yani açıkçası el konulması ve Gazze’nin Münhasır Ekonomik Bölgesi üzerinde İsrail Devleti’nin egemenliğinin tek taraflı ve de facto olarak herkese kabul ettirilmesidir.


Eğer abluka kırılırsa, İsrail Devleti’nin Gazze karasularındaki doğalgaz rezervleri de tehlikeye girer.


İşte Rumlar, bu kritik noktayı gördüklerinden ve enerji kaynakları konusunda çıkabilecek diplomatik sorunları hissettiklerinden, hemen kendilerini İsrail Devleti’nin kucağına attılar.


Avrupa Birliği’nin kendilerinden bıkıp usandığının ve AB-Türkiye müzakerelerini zehirlediklerinin farkındalar.


Birleşmiş Milletler ise Kıbrıs Sorununu bir an evvel çözmek ve adada 1964 yılından beri bulunan Barış Gücünü (UNFICYP) geri çekmek niyetinde.


1960’larda kükreyen ve Rumlara sınırsız destek veren “Bağlantısızlar Bloku”  zaman içinde yok oldu.


Yunanistan battı gitti, kendini kurtarmaktan aciz duruma düştü.


Rumların geriye yapabilecekleri bir tek şey kaldı. Kendilerine yeni bir hami bulmak. Şimdilik “O” da İsrail.

25 Ağustos 2010
Rumlar İsrail’in Arkasına Saklanıyor için yorumlar kapalı
Okunma 43
bosluk

Konutzede Sorunu Can Yakıyor

Konutzede Sorunu Can Yakıyor

İpotekli taşınmaz malların üzerine yapılan ve ipotekleri ödenmeyen toplu konutlar, KKTC’de sonu kötüye giden konulardan bir tanesi.


Sözleşme ile taşınmaz mal satışı uygulamasının bazı özel sektör kuruluşları ve müteahhitler tarafından istismarı, hem KKTC’de can yakıyor hem de yurt dışında.


İpotek bedelleri, inşaatı yapan firma tarafından alacaklı şirkete ödenmediği için, evlerinin bedelini bir tamam söz konusu inşaatı yapan firmaya ödeyen yerli halk ve yabancılar, evlerini kaybetmekle karşı karşıya kalıyorlar.


Basına da yansıyan birçok olay, konuya KKTC’ye büyük yara verecek şekilde sınır ötesi boyutlar da kazandırdı.


Gerçekte ipotek verilip de kredi alınan taşınmaz mülk, sadece evlerin üzerine inşa edildiği arazinin kendisi. Sonradan üzerine inşa edilen evler değil.


Kredi sözleşmesine bakılırsa, üzerine yapılacak evlerin de bu ipotek kapsamına gireceği yazmamakta. Ama ipotekli araziyi ödenmeyen borca karşı sahiplenen alacaklı, hakkı olmadığı halde ve de borç senedinde yazmadığı halde, arazinin üzerinde yapılmış konutları da sahiplenmekte.


Bence haksızlık burada başlamakta.


İnsanların hayat boyu çalışıp biriktirdikleri parayla veya emekli ikramiyeleri ile satın aldıkları evlerinin bir başka şahsın veya şirketin hatası veya borcunu ödememesi nedeni ile üçüncü bir kişi veya şirket tarafından ellerinden alınması büyük bir haksızlık ve de sosyal yanlışlık.


Belli ki bu konuda bir yasal boşluk var ve bu boşluğu yakalayan kuruluşlar bundan acımasızca yararlanıyorlar. Başkalarının haklı göz yaşı kendilerini hiç ilgilendirmiyor anlaşılan.


Doğrusu ben bu uygulamayı kabullenemiyorum.


Kabullenemediğim de araziyi alan kişinin, arazinin üstünde diye evleri de sahiplenmesi.


Gerçekte söz konusu arazi, üzerine binalar yapılmadan önce bir tarla statüsünde. Ve bu tarla üzerine evler, yollar yapılıp, çağdaş bir yaşam için elektrik, su ve telefon getirildikten sonra da tarlalıktan çıkıp, imar arazisi haline gelmiş ve de “Şerefiye” kazanmış.


Yani şereflenmiş ve değeri de artmış. Buna araziye değer kazandırılmış da diyebilirsiniz.


Evler için ödenen paranın içinde inşaat ruhsatları, mimar, mühendis, plan ve proje masrafları, iç yolların, kaldırımları yapım ücreti, elektrik akımı, su boruları ve telefon hattı çekme ücretleri de var.


Mahkemenin satış emri uyarınca açık arttırmada araziyi satın alan kişi veya kurum, satışa çıkartılan araziyi satın aldığı vakit bence hakkı olmadığı halde daha tapuları çıkarılmamış evleri de, tüm yukarıda saydığım ve bedeli ev sahiplerince kuruş kuruş ödenmiş hizmetleri de sahiplenmekte. Hem de arazi bedeline ilaveten bir tek kuruş ek para ödemeden.


Doğru olan, ipotekli araziyi açık arttırmada alan kişi veya kurum söz konusu evleri, yukarıda bahsettiğim yapım bedellerini ceplerinden ödemiş ev sahiplerine veya güncel deyimle “Konutzede”lere ödeyerek sahiplenmelidir.


Arazi payı doğal olarak alacaklının ama evler değil.


Alacaklı evleri de sahiplenmek istiyorsa, bedelini ödemeli.


Evleri ödeyip almak istemiyorsa, toprağın ipotek verilirken ki tarla değerini, yani arazi şerefiye kazanmadan evvelki değerini de konut sahiplerinden talep etmeli ve her konutun payına düşen araziyi de ev sahiplerine devrederek borcunun karşılığını almalı.


Mevcut yasalarda bir boşluk var ve birileri bu yasaların arkasına saklanarak veya yasaların açığını bularak haksız kazanç sağlamakta.


Bu yasal eksikliğin, haksızlığın, istismarın veya adına ne denirse, gelecek için olduğu kadar geçmiş olaylar için de, KKTC hükümeti tarafından önlenmesi gerekmektedir.


Yaşam boyu büyük özverilerle bir araya getirmiş oldukları birikimleri ile KKTC’de taşınmaz mal alan insanlarımızın ve topraklarımızda yaşamayı seçerek bizlerin can dostu olmuş yabancı uyruklu kardeşlerimizin haklarının hem ileriye dönük, hem de geriye dönük olarak korunması KKTC Hükümetinin kaçınılmaz bir görevidir.


Öyle de olmalıdır.


NOT: Ben konutzede değilim, ama yüreğim konutzedelerimizin üzüntüsünü, acısını ve yılgınlığını derin bir şekilde hissetmektedir.

23 Ağustos 2010
Konutzede Sorunu Can Yakıyor için yorumlar kapalı
Okunma 31
bosluk

Devlet Dairelerinde Elektrik Tüketimi

Devlet Dairelerinde Elektrik Tüketimi

Bazen geceleri devlet dairelerinin önünden geçerim, bazen de sabahları.


Sabah erken saatlerde arkadaşlarım yürüyüş yaparak sağlıklı yaşamlarını sürdürmeye çalışırlarken ben de, bisiklet sürerek yaparım bunu.


Çokta hoşuma gider.


Rastladığım tek tük insanlarla durup konuşurum, peşime takılan sevimli köpeklerden ancak hız yaparak kurtulurum ve de benim için en önemlisi otomobil kullanırken sağa sola bakamadığımdan göremediğim yeni dükkânları ve işyerlerini görür ve aklıma kazırım.


Son zamanlarda, pencereleri ve kapıları sıkı sıkıya kapalı ve içinde ışık yanmayan devlet dairelerinde mesai bitiminden sonra klimaların çalıştığını fark ettim.


Önlerinden gece geç vakit geçtiğimde de çalışıyor klimalar, sabah ışırken geçtiğimde de.


Merakımı çekti bu durum ve bir akşam bisikletimden inerek pencereden içeriye bakmaya çalıştım kimdir bu denli çalışkan memurlar diye. Kapıyı çaldım, pencereden içeri baktım ama kimseleri göremedim.


İçime şüpheler de girdi ve olmaya ki içerde hırsızlar var ve sıcaktan bunalıp klimayı açtılar diye aklımdan geçirdim.


Sabah uğradım söz konusu daireye. Hiçbir telaş ve olağan dışılık yoktu. Ne bir polis vardı ne de hırsızlık yapılmıştı. “Herhalde klimaları açık unuttular diye” geçirdim aklımdan ve içeridekileri günaydınlayıp çıktım dışarı.


Ertesi akşam aynı dairenin önünden geçtim, klimalar çalışıyordu.


Sabah gün ışırken geçtim, klimalar gene çalışıyordu.


Sabah dairelerde mesai başlayınca ettim edemedim, söz konusu devlet dairesine gittim ve temizlikçiyi buldum. “Birkaç gecedir klimaları kapamayı unutuyorsun. Dikkatli ol, yazıktır bu ülkenin zar zor bulduğu parasına” diyerek söze başladım.


Zavallım hiçbir kelime söylemeden beni sonuna kadar dinledi ve tüylerimi diken diken eden yanıtını da verdi. 


“Hocam, klimaları görevli memurlar geceden açık bırakıyorlar. Sabah işe geldiklerinde odanın soğuması yaklaşık bir çeyrek aldığından, bunalmasınlar diye geceden açık bırakıp gidiyorlar. Ben uyardım ama beni de azarladılar. Üstelik mesai içinde de odanın havası kurumasın diye pencereleri sonuna kadar da açıyorlar” diyerek beni şok eden açıklamasını yaptı.


Gerçekten de hem büyük bir haksızlık, hem de korkunç bir israf bu.


Birileri bunun bedelini ödemeli.


Aklıma Rum tarafındaki uygulama geldi.


Kıbrıs Rum Elektrik Kurumu, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası eki uyarınca adada bulunan Yunan Alayı’na (ELDİK), fazla elektrik enerjisi kullandığı gerekçesiyle son iki aylık elektrik faturasını 2 bin Euro ceza ekleyip öyle göndermişti. ELDİK Komutanlığı, Elektrik Kurumuna yazı yazıp ceza kısmının çıkartılmasını talep etmişse de, Elektrik Kurumu gözünün yaşına ve kim olduğuna da bakmadı ve faturanın tümünü talep etti. Üstelik ısrarlı da, “Ya tümünü ödersin, ya da ben sana elektrik vermem diyor” Kıbrıs Rum Elektrik Kurumu.


Rum tarafında olduğu gibi, KKTC’de de devlet dairelerine elektrik saatleri takılmalı ve WHO’nun tespit ettiği kriterler üzerinden her dairenin yapısına, konumuna ve memurlarının sayısına göre elektrik tüketim miktarı tespit edilmeli. 


Bu miktar aşıldığı vakit de, bunu hovardaca ve düşüncesizce kullanan kişilerin maaşından, kullanım fazlalığı tahsil edilmeli.


Hiç kimsenin ve hiçbir devlet görevlisinin, kişisel zevki ve rahatlığı için, evinde kullanmadığı hovardalıkla devlet dairesindeki klimaları kullanmaya ve KKTC halkının zar zor denkleştirdiği devlet bütçesinin sırtına, böylesi acımasızca yöntemlerle parasal yük yüklemeye hakkı yoktur ve olmamalıdır da.

20 Ağustos 2010
Devlet Dairelerinde Elektrik Tüketimi için yorumlar kapalı
Okunma 97
bosluk
  • Sayfa 1 ile 3
  • 1
  • 2
  • 3
  • >
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3

Arşivler

Son Yorumlar