Kıbrıs 2005 Başında Tekrar Masada

Kıbrıs 2005 Başında Tekrar Masada

Yunan Dışişleri Bakanı Petros Molyviatis, New York’ta, bir tarafta Birlemiş Milletler konsey toplantısı devam ederken kulis arkasında  sessiz sedasız Amerika’nın Yunanistan’a sattığı savunma amaçlı silahların Kıbrıs’a transfer edilmesi konusunda ABD Devlet Bakanı Colin Powell’e hesap verdi. Eğer bu silahları Türkiye, KKTC’ye vermiş olsaydı yer yerinden oynardı ve Türkiye’nin AB’ye girişinden tutunda PKK, Kürtçe’nin resmi dil olması, Zina ve her tür konuyu kapsayıp Türkiye’nin önüne dev gibi büyük bir olumsuzluk halinde konur ve dünyanın sonunun geldiği vurgulanırdı.

Ama ABD’nin savunma amaçlı sattığı silahları yasak olmasına rağmen Kıbrıs Rum Yönetimine veren Yunanistan olunca konu ciddiyetini ve önemini kaybetmiştir. Bu denli önemli bir konu ABD Temsilciler Meclisinde ve Senatosunda görüşülmemiş, hiçbir senatör veya temsilci ABD hükümetine soru yöneltmemiş ve buna ilaveten Birleşmiş Milletler Konseyinde bu konu dile dahi getirilmemiştir.  Tarihe göz atarsanız, Türkiye’nin bu yüzden yıllarca ABD’nin silah ambargosuna maruz kaldığını görürsünüz ama satışı Yunanistan yapınca konu ancak kulislerde konuşulur olmuş.

Kuliste yapılan konuşma sonrasında Yunan Dışişleri Bakanı Petros Molyviatis bir açıklama yapmış ve Kıbrıs problemi ile ilgili olarak, şimdiki dönemin, Nisan ayında yapılan referandum sonucu sonrasının yansıma zamanı olduğunu ve dikkatli olunması gereken bir döneme girildiğini vurgulamış ve gelecek sene başında (2005), Kıbrıs sorununun çözümlenmesinin başlamasına olanak verecek  değişik faktörlerin bir birleri ile uyumlu hale geleceğini ümit ettiğini belirtmiş.

Sözlerine devamla New York’ta Başkan Papadopulos ile çok sık görüşmeler yaptığını belirterek Papadopulos’un, Kıbrıs hükümetinin Kıbrıs sorununun çözümü konusundaki konumunu detaylı bir şekilde açıklayan Birleşmiş Milletler konseyinde yaptığı konuşmasına değinmiş ve “Başkan, Annan planında değişmesini arzu ettiği bir çok noktaları konuşmasında vurgulamıştır.  Benim  düşünceme göre Kıbrıs hükümetinin bu konudaki görüşü çok açıktır ve Başkan Papadopulos’un konuşmasında çok açık olarak ortaya konmuştur” demiştir.

Görüldüğü gibi Kıbrıs konusunda kaynayan kazanın kokuları artık ortaya çıkmaya başlamıştır. Görüşmelerin tekrar başlaması ve Türklerden taviz koparmanın tarihi artık belli oldu, 2005 başı.

2004 yılının Şubat-Mart ve Nisan aylarında Lefkoşa Uluslararası Havaalanında Birleşmiş Milletler gözetiminde Rumlarla yaptığımız toplantılarda hem Birleşmiş Milletler gözlemcileri hem de De Soto’nun kendisi bana resmi olamayan bir dille söyledikleri “Annan Planı taraflarca veya münferiden red edilse bile, her iki toplum EVET diyene kadar bu plan yürürlükte kalacaktır”  sözleri, her ne kadar referandumdan sonra “Annan Planı ölmüştür ve rafa kaldırılmıştır” denilmişse de doğruluğunu korumaktadır.

Annan  Planı geçerlidir ve bizler EVET dediğimiz ve Rumlar da HAYIR dedikleri için, Rumları memnun edecek şeklide düzeltilerek önümüze 2005 başında konacaktır. Nedir bu istenen düzeltmeler:

1-      Türk Askerinin tümü ile adadan ayrılması

2-      Yerleşiklerin tümünün Türkiye’ye geri gönderilmesi

3-      Rumlara daha fazla Toprağın iadesi

4-      Kuzeye dönecek Rumların sayısının arttırılması

Hade hayırlısı…..

26 Eylül 2004
Kıbrıs 2005 Başında Tekrar Masada için yorumlar kapalı
Okunma 63
bosluk

Yakın Doğu Üniversitesi Nereye Tırmanıyor

Yakın Doğu Üniversitesi Nereye Tırmanıyor

Yakın Doğu Üniversitesi, 1988 yılında eski Cemaat meclisi binası üzerinde, Van 100.cü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hakkı Atun’un konuşması ve sonrasında verdiği ilk ders ile dünyaya gözlerini açmıştı. O gün ben de oradaydım. Erkek öğrenciler beyaz gömlek ve gri pantolonlu, kızlar ise beyaz gömlek ve lacivert eteklikli idi. Giyim konusunda herhangi bir talimat verilmemişti ama gün olağan üstü bir gün olduğu için herkes gönül birliği ile güne uygun giyinip gelmişti. Suat hoca çok heyecanlıydı. Galiba daha o günlerde, bu günkü YDÜ’nün planını ve projesini aklında şekillendirmişti ki, yapacaklarını babama ve bana büyük bir coşku ile anlatıyordu.  O gün çok güzel, çok coşkulu ve çok duygusal bir açılış oldu.

3 yıl sonra, 1991 yılında Dikmen yolu üzerinde Üniversitenin şimdi bulunduğu yerde kampüs inşasının ilk kazması vuruldu. Rast gele o gün ben gene oradaydım. Sonraki yıllarda elimde nivo, o tepe senin bu tepe benim, hapishaneye kadar tüm yörenin kod ölçülerini almıştım. O günlerden aklımda kalan, etrafın kıraç ve çorak olduğu, kampüsün içinden bir derenin geçtiği ve kurbağaların bağrışmaları idi. Bizler arazide çalışırken kurbağaların hepsi de hiç durmadan bizlere eşlik ediyordu.

O gün, o kıraç topraklara vurulan kazma, bu güne kadar hiç durmamış ve o yerde muhteşem bir bilim vahası yaratılmıştır.

Olimpik havuzun yapımı ile tüm halkın yararlanacağı bir tesis kurulmuş ve tüm su sporları yapılabilir hale gelmiştir. Havuzdan yetişen gençlerimiz Türkiye’nin 80 milyonluk nüfusu içinde 1.cilikler alabilecek duruma gelmiştir.

1977 yılında Atatürk Kültür ve Kongre Merkezi (AKKM) inşa edilmiş ve bir çok uluslar arası kongrelere ev sahipliği yapmıştır. AKKM’de, 1997 yılında Su Kongresi, 1999 yılında Deprem Kongresi ve 2000 yılında da Çevre Kongresi yapılmıştır. Bu kongrelere, toplam olarak 121 ülkeden 1500 bilim adamı katılmış, kongre merkezi siyasi tanınmamaya alternatif olarak Akademik tanınma ve işbirliği kapılarını açmış ve bu kongrelerle KKTC dünya ile kucaklaşmıştır.

2003 yılı Aralık ayında Sağlık ve Spor Merkezi inşa edilerek  KKTC’ye mükemmel bir spor ve sağlık merkezi kazandırılmıştır.

Siyasilerin, bürokratların ve halkımızın kucaklaşması ile 9 Eylül 2004 günü, mevcutlara ilaveten 5 tane daha yurt binası açılmış ve üniversite eğitiminin en büyük sorunlarından birisi olan barınma, en kaliteli malzeme kullanılarak en güzel ve çağdaş bir biçimde çözülmüştür.

Yurtların açılışından 2 hafta sonra, 25 Eylül günü halkımızı gururlandıracak, insanlarımızın neler başarabileceğini ortaya koyacak bir eser olan Eğitim Sarayının açılışı yapılacaktır.

Eğitim Sarayında toplam olarak 8500 m2 kapalı alan bulunmakta ve bu kapalı alan içinde 30 adet derslik, 50 adet Akademisyen odası, idari odalar, 2 adet fuaye yer almaktadır. Eğitim Sarayı aynı anda 1800 kişiye toplantı ve 1200 öğrencinin ayrı ayrı odalarda ders yapabilmesine  olanak sağlamaktadır. Yapıda Ekonomik Enerji Kullanımına çok önem verilmiş, Sarayın tüm pencerelerinde çift cam kullanılarak arasına argon gazı doldurulmuş ve  binanın içinde “iklimlendirilmiş ortam”, yani insan vücudunun en çok rahat ettiği 22-26OC ısı ve %40-%60 nem oranı olacak  şekilde yapay iklim sistemi olması sağlanmıştır. Eğitim Sarayının amacı, eğitime paralel olarak halkımıza, sanatçılarımıza ve tüm kültür dünyasına yönelik seminer, panel, müzikaller ve tiyatro etkinliklerine yer vermek olarak hedeflenmiştir.

Yakın Doğu Üniversitesinde inşa edilen tüm tesisler “Yakın Doğu Üniversitesi Neo Dizayn” bölümünde düşünülmüş ve projelendirilmiştir.  Bu bölümde çalışan 5 Mimar ve Mühendisin 4 tanesi YDÜ mezunudur. Neo Dizayn Bölümü, YDÜ öğretmenini, öğrencisini ve sanatçısını harmanlamış, kaynaştırmış ve bu eserlere imzasını atmıştır.

Tüm bu yapılar yani üniversite, KKTC halkına ait olan Vakıf malları üzerine kurulmuştur ve halkın kendi öz malıdır.  Kalıcılığı, daimiliği ve devamlılığı halkımıza güvence vermekte, bu toprakların bizim oluğunu en açık bir şekilde vurgulamaktadır.

Suat hocanın sloganı “Halkımız gelsin, yapılanları görsün, onlara dokunsun ve bizlerin kendisine verdiği önemi hissetsin”dir. Yakın Doğu Üniversitesinde yaratılanlar, Bilim – Emek – Teknik – Sanat  ve Kıbrıslı Türkler ile Dünyanın buluşmasıdır.

Tırmanmaya, yükselişe devam……

24 Eylül 2004
Yakın Doğu Üniversitesi Nereye Tırmanıyor için yorumlar kapalı
Okunma 158
bosluk

Rum Tarafında Propaganda Nasıl Yapılıyor

Rum Tarafında Propaganda Nasıl Yapılıyor

Rumların propaganda taktiklerine ve uygulamalarına gerçekten hayranım. Eminim dünyada hiçbir propaganda sistemi veya kuruluşu, haksız olunan bir konuyu bu kadar programlı ve iyi  bir şekilde haklıya dönüştürerek pazarlayamaz.

Eylül ortasında Rum tarafında düzenlenen uluslar arası konferansa katıldıktan sonra düzenlenen gezilere de katıldım. Bilmediklerimi öğrenmek, daha evvel gidemediğim yerleri görmek ve de bildiğim konuları başka ağızlardan ve beyinlerden daha değişik versiyonlarda duymak için katıldım tüm gezilere.

İlk gezimiz Lefkoşa surlar içi (Rum tarafı) ve surlar içinin yeniden canlandırma ve yapılandırma çalışmalarını görmek gezisi idi. Burada özellikle restorasyon yerine yapılandırma sözünü kullandım çünkü yapılan iş, halkı kale içine tekrar geri getirebilmek için uygulanan yöntemin adıdır. Bizim eski Eserler Dairesi gibi, bal yapamayan arı misali verimsiz çalışmalar, konan yasaklar, ölüme terk edilen binalar ve ilgili memurlar hiçbir çalışma yapmadığı için haftalarca daireye gidip gelmelerle bezdirilen insanlar ve işlemler yok. Devlet memurları nerede ne iş yapılacağını en ince detayına kadar saptamışlar ve kendi vatandaşına uygulatmışlar. Şimdi eski binalar, içinde insan yaşayan konutlar olmuş, eski iş yerleri de içlerinde iş yapılan mekanlara dönüşmüş.

Konumuz aslında bunlar değil, sonraki yazılarımızda hem Eski Eserler dairemizi, hem de koruma adına hiçbir çözüm önermeden sadece yasaklar getirerek  halkımıza, yapılara ve kale içlerine verdikleri zararları ele alacağız. Bunları tartışmamız ve yeteneksiz kamu görevlilerini eleştirmemizin zamanı gelmiştir.

Rum tarafındaki surlar içerisinde rehberimiz önderliğinde evleri, kiliseleri, sokakları ve tarihi yapıları dolaşırken Ermu Sokağına ve oradaki barikata geldik. 35-40 yaşlarındaki bayan rehberimiz, barikatın arkasındaki bir binayı göstererek “Burası bir Rum evi idi ama 1974 Türk istilasından sonra gördüğünüz gibi maalesef şehir bölündü ve  hududun öbür tarafındaki ara bölgede kaldı” dedi.  Ben bu sözleri duyunca  kulaklarıma inanamadım fakat sesimi de çıkarmadım, bakalım bu iş nereye kadar gidecek diye. Yolda yürümeye devamla, küçük bir çıkmaz sokağa geldik. Sokağın başındaki duvarda iki tabela vardı. Altındakinde sokak ismi yazıyordu. Üstte bulunan tabela ise sarı renkli ve sokak tabelası boyutlarında idi. Üstünde  F 110” yazmaktaydı. Ben ne olduğunu çok iyi bilmeme rağmen hiç bilmiyormuşum gibi davranarak bu tuhaf tabelanın ne olduğunu sordum.  Bayan rehber bunun 1974 Türk İstilasından sonra ikiye bölünen şehirde, Türk istilacılara karşı koymak için tesis edilen  Rum Milli Muhafız Ordusunun nöbet kulübesinin numarası olduğunu söyledi. Şehrin bölünmüşlüğünü gene 1974 olarak belirtmesi çok dikkatimi çekti. Biraz daha hudut boyunca yürüyerek varillerin arkasındaki bulunan, zamanında çok görkemli olduğu belli olan fakat şimdi harabeye dönmüş iki katlı bir binaya göstererek bunun bir Rum okulu olduğunu fakat 1974 Türk istilasından sonra şehrin bölünmesi nedeni ile artık Rum çocukların bu okula gidemez olduğunu söyledi.  Ben bu okulun 1963 olaylarından beri orada kullanılamaz bir halde durduğunu çok iyi bildiğimden artık söze karışma zamanı geldiğine inanarak kendisine  şehrin bölünmüşlüğünün 1974’de değil 1963’de gerçekleştiğini, Rumların adanın tek hakimi olabilmek için Türkleri devletten dışladıklarını ve 11 yıl Türkleri insanlık dışı koşullarda elektriksiz, susuz, gıdasız, sütsüz, inşaat malzemesiz ve çağdaş insanların gereksinimlerinden mahrum olarak yaşamaya zorladıklarını, ama kendilerinin bu sıkıntıları çekmediği için neler olup bittiğinin farkında olmadıklarını söyledim. Şehrin bölünmüşlüğünün 1974’te gerçekleştiğini söylemenin rehberlere yakışmayacak bir davranış olduğunu ve gerçeklerin ne olursa olsun saklanmaması gerektiğini dile getirdim.

Bayan rehber sözlerimden dona kaldı ve tur boyunca bir daha şehrin ne zaman bölündüğü konusuna hiç değinmedi ve tur bitince yanıma gelerek, gerçektende 1963-1974 yılları arasında hükümetlerinin Türklere neler yaptıkları ve ne gibi baskılar uyguladıkları konusunda hiç bir bilgisi olmadığını, ve kendisine rehberlik eğitimi verilirken, adanın bölünmüşlüğünün tüm sorumlusun adayı istila eden Türk askeri olduğunu ve her fırsatta Kıbrıs sorunun 1974’de başladığını vurgulamasının öğretildiğini belirtti. Tarih kitaplarında 1963-1974 yılları arasında olağan dışı hiçbir şey olmadığını fakat her şeyin 1974’deki istila ile başladığının yer aldığını sözlerine ekledi.

Bence bu müthiş bir propaganda taktiği ve uygulaması.  Eminim Nazi Almanyası dönemimde Hitlerin dahi çocuğu Goebbels’in başkanı olduğu Nazi Propaganda birimi bile bu kadar etkin ve uzun vadeli bir çalışma yapmamıştır. Rum propaganda birimi, uzun vadeli ve eşsiz bir çalışma ile önce kendi insanlarını olayların 1974’de başladığına inandırdılar sonra da bütün dünyayı.

Bence bu taktik ve uygulamadan alınacak çok dersler var. Bizler çocuklarımıza Rum adadaşlarımız ile ilgili sevgi aşılamaya çalışırken onlar bunu yapmıyor. Bence bir yerlerde bir yanlış var. Ya bizde ya onlarda. Bütün ümidim bir müddet sonra elimize dizimize vuracak duruma gelmememiz.

23 Eylül 2004
Rum Tarafında Propaganda Nasıl Yapılıyor için yorumlar kapalı
Okunma 73
bosluk

Tasos Papadopulos New York’a Niye Gitti

Tasos Papadopulos New York’a Niye Gitti

Tasos Papadopulos New York’a boşuna gitmedi.  New York ziyaretindeki tek hedefi, Rusya aracılığıyla, Amerikalı ve İngilizlerin, Birleşmiş Milletler genel kurulunda ve  gelecek ay Güvenlik Konseyi’nde Kıbıs ile ilgili ve de özellikle de Referandumda “EVET” oyu veren Türklere her hangi bir kazanım vermelerine mani olmayı garantilemek için gitti.

Ruslarla Rumların bu sıkı fıkı ilişkileri, dün bugün, veya Makarios’un 3.cü dünya liderliğine soyunduğu 60’lı yıllarda başlamış değildir.

Dinsel tarihe bir göz atarsak,  her iki milletin de (Rus ve Rum-Yunan) Ortodoks olduğunu görürüz. Katolikler ile Orotodoks’lar arasında büyük ayrılıklar vardır. Biri Allah’ın, Hz. İsa’nın ve Cebrailin bir tek varlıkta toplandığına inanırken diğeri üçünün de ayrı ayrı (ruhsal) varlıklar olduğunu kabul etmektedir.     Hristiyanlık dünyasındaki Katolikler ile Ortodokslar arasındaki bu keskin ayrılık, Doğu ve Batı Roma’nın ayrılması ile su yüzüne çıkmış ve en sonunda Katolik olan Papanın, Ortaçağın karanlık günlerinde tüm Ortodoksları Aforoz etmesi ile doruk noktasına ulaşmıştır. Papa ancak 19.cu yüzyılın sonlarına doğru Ortodoksları affetmiş ve onlardan Katoliklerin tümü adına af dilemiştir.

Tarihe bir göz atarsak, her ikisinin de Türklerin azılı düşmanları ve rakipleri olduğunu görürüz. Çoğu zaman iş birliği yapmışlar ve daima bir birlerini kollamışlardır. Buna en yakın örnek ve biz Kıbrıs’lıların 1974’e kadar kurbanı edildiğimiz “Megali İdea”dır.

“Megali İdea”, kelime anlamı ile “Büyük ideal, büyük fikir” demektir. Bu fikre ve ilkeye göre, 1453’te Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilen İstanbul tekrar ele geçirilecek; Yunanistan, Girit, Rodos, Kıbrıs, Anadolu ve ta Büyük İskender’in uzandığı İskenderiye’ye kadar olan topraklar işgal edilerek, bir Helen İmparatorluğu olarak kabul edilen Büyük Bizans İmparatorluğu kurulacaktır.

Bu İmparatorluğun başkenti ise eski Bizans olduğu gibi, halâ “Konstantinopolis” diye andıkları İstanbul olacaktır. Megali İdea fikri ilk kez Rigas Ferros adlı bir Rum tarafından gündeme getirilmiştir. Rigas Ferros, bu amaçla ilk Megali İdea haritasını 1791-1796 yılları arasında Bükreş’te hazırladı ve 1796 yılında Viyana’da yayınladı. Megali İdea fikri ortaya atıldıktan sonra bu fikir, Osmanlı İmparatorluğu aleyhine genişleme emelleri olan Rus Çarlığı tarafından desteklenmeye başlandı.

Megali İdea’yı gerçekleştirmek için bir örgüt gerekliydi. Bu amaçla 1814 yılında, yani Megali İdea haritasının çizildiği 1796 yılından 21 yıl sonra, Rus-ya’nın Odessa şehrinde “Filiki Eteriya” adlı örgüt Çarlık Rusyası’nın gizli desteği ile kuruldu. Yine çarlığın desteği ile tüm Balkanlar’da örgütlenme faaliyetlerini başlatan Filiki Eteriya’nın başına da Rus Çarı 1. Aleksandros İpsilantis getirildi. Bu gelişme örgütün ilk adımı oldu.

Nitekim daha sonra Rus Çarı’nın desteği ile bu örgüt tarafından 1821 Mora isyanı başlatılacaktı.

Filiki Eteriya’nın örgütlenme çalışmalarını Kıbrıs’a kadar uzattığı ve başta kiliselerdeki papazlar olmak üzere, kiliselerin yoğun propagandasının etkisi altında bulunan Rumlar arasında geniş bir taban bulduğu, hatta Kıbrıs’taki ayaklanmanın perde gerisindeki örgütlü güç olduğu biliniyor.

Yakın tarihimizin bu küçük kesitinde görüldüğü gibi “Filiki Eteriya” örgütünü kuran, finanse eden ve de başına geçen kişi Rus Çarı Aleksander.

Tarih hiç bitmeden tekerrür etmekte. Papadopulos bu sefer çağdaş Aleksandır olan Putin’in has adamı De Lavrov ile görüşmeye gidiyor.  Hayırlısı…..

22 Eylül 2004
Tasos Papadopulos New York’a Niye Gitti için yorumlar kapalı
Okunma 99
bosluk

Rumların Değiştirilmesini İstedikleri 13 Madde II

Rumların Değiştirilmesini İstedikleri 13 Madde II

Türk askerleri, hukuksal olarak veya Türkiye’nin AB’ye girişinin tavizi olarak adadan ayrılmak zorunda kalsa bile sadece 44 mil (72 km) uzağa gideceklerini unutmakta olduklarını ve Türk askerinin adadaki bulunması ile 72 km. uzakta olmalarının, sıcak bir çatışma ortamında hiçbir fark yaratmayacağını, bu savın canlı örneğini çok değil sadece 30 yıl evvel 1974’de yaşandığını hatırlattığım vakit , duraksamaktalar ve iddialarının çok da geçerli olmadığının farkına varmaktadırlar.

Aslında gönüllerinde yatan 20 Temmuz 1974 öncesindeki günlerdir. Hala daha adada Rumların askeri bakımdan güçlü oldukları, ortağı olduğumuz Kıbrıs devletinin tek ve alternatifsiz sahibi oldukları, tüm adaya hükmettikleri ve Türkleri 2.ci sınıf azınlık olarak gördükleri günlerin özlemi içindedirler maalesef.

Israrla Türk askerinin, adadan tamamen gitmesi düşlerini görmekteler ve son (5.ci) Annan Planındaki 650 kişilik birliği bile sayısal olarak çok görmektedirler.

Rumlar için artık bu düşüncelerini ortaya koymak ve Avrupalı kulaklara kar suyu kaçırmak zamanı gelmiştir. Türkiye, AB’ye giriş hedefi içinde görüşmelerin başlangıç tarihini alabilmek için büyük bir çalışma içine girmiş, bir çok olmazsa olmazlarını göz ardı etmeye başlamıştır. Rumlar, Türkiye’nin bu çabalarını ellerini ovuşturarak seyretmekte ve taviz koparmanın zamanı geldiğine inanarak, ne kadar taviz koparırsam o kadar kardır düşüncesini yavaş yavaş uygulamaya koymaktadırlar.

Dün Yakovu’nun açıkladığı 8 istek buna en güzel örnektir. (İlerleyen günlerde bu isteklerin ne olduğuna da değineceğim.)

Yukarıdaki paragrafın içeriğinde, Türkiye’den Ortak görüş ile talep edilen tavizlere bakarsak, yıllardır dillerinden düşürmedikleri “Türkiyeli yerleşikler” konusu ve onların tümü ile geri dönüşüdür.  Şubat, Mart ve Nisan aylarında kıran kırana yaptığımız Annan görüşmelerinde, 45,000 “Türkiyeli yerleşik”in adada kalmasına, alternatifsiz olarak evet demek zorunda kalmışlar fakat Annan Planındaki söz konusu maddeyi o denli karmaşık hale getirmişlerdir ki,  Genel sekreter de dahil olmak üzere, hiç kimse bu nüfusun içeriğinde kimlerin yer alacağını açık ve net olarak söyleyememiştir. Kıbrıs’lılar ile evlenenler ve onların çocukları,  “Türkiyeli yerleşikler”in burada doğan çocukları, küçük yaşta Türkiye’den gelip uzun yıllar Kıbrıs’ta ikamet ettikten sonra burada evlenenler ve benzeri vatandaşlarımızdan hangilerinin 45,000’lik kalıcı grubun içine gireceğini, kimlerin ise geri gönderileceğini hiçbir Allah’ın kulu kesin olarak bilmemektedir. (Ben de dahil olmak üzere)

Şimdi Türkiye’den istenen taviz, “Türkiyeli yerleşikler” ve burada doğan çocuklarının tümünün geri Türkiye’ye gönderilmesidir. Tavizin yanına konan “Kesin dönüş teşvik primi” ise işportacıların mal satarken “Yanında hediyesi” türünden bir ikramdır.

Bu isteğin hiç durmak bilmeden, her fırsatta yineleneceğini, Rumların bunu bıkmadan usanmadan her platforma dile getireceklerini ve de eninde sonunda Türkiye’nin bu talebi yerine getirmek zorunda bırakılacağını şimdiden görmek için kahin olmaya hiç gerek yoktur. Dünyanın genel konjektörü değişmediği müddetçe, Kıbrıs konusunda karşılaşacağımız sorunların bir tanesi bu olacaktır.

21 Eylül 2004
Rumların Değiştirilmesini İstedikleri 13 Madde II için yorumlar kapalı
Okunma 62
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2

Arşivler

Son Yorumlar